SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Aşk denilen 30 saniyelik bir kas hareketi midir?

- Evet
- Ne evet ???
- Sorduğun soruya yanıtım evet.
- Sana mı sordum?
- Aşk hakkında sorduğuna göre doğru, evet!
- İyi de Aşk verir cevabını, yormasaydın kendini.
- Sayfalardır mektup yazıp, yüzlerce soru sorunca devreye girmem gerektiğini düşündüm.
- Sen?
- İçindeki Aşk!
- (...)
- Benimle iletişime geçen herkes genelde bu salak yüz ifadesiyle tepki veriyor ama senden beklemezdim?
- Doğrudan lafa gireceğini düşünmemiştim.
- Niye, şehir merkezinde yönetim binasından posta kutuna cevap kağıdı mı geleceğini mi sandın?
- Elbette hayır? Böylesi deli işi biraz.
- Evet benle muhabbete girince akıl departmanı izine çıkar, aramızda öyle bir koordinasyon var. O yüzden deli görünüş normal. Sen bi de akıllı geçinenlerin çalışanlarını düşün, apar topar huzur katına koşarlar, kısa sürecek olan bu tatilin tadı ancak o katın çalışanları sayesinde mümkün çünkü!
- Huzur niye aynı katta değil ki?
- Açık büro sistemi, huzur çalışanları huzursuz oluyorlarmış bizden diye koca üst kat onların, gerçi zaman zaman aşağıdan gelen gürültüler içinde huzursuz oluyorlarmış diye haber geliyor ama çok dert etmiyoruz.
- O zaman alt kat da olmalı? Orda ne var?
- Niye? Kiraya mı tutucan? Sanki seninle emlakçılık konuşmak için gelmişim gibi bakma suratıma, bi soru sordun bende cevap verdim. Beğenmedin heralde.
- Pek hoşuma gitmedi açıkcası, çok fiziksel bir eylem hali büründü, sayfalarca yazılan destansı güzelliklerle tanımlanan duyguya.
- Sanırım senin de "aklın hep orda?"
- Nerde?
- Söyletme beni, daha ilk muhabbette sapık gözüyle mi bakıyorsun bana dersin, durduk yere bi ton çeneni çekemem.
- Sen hangi organın kas hareketinden bahsediyorsun ki?
- Senin sorduğun organın kas hareketi olmadığı kesin!
- Yani?
- Ah, işte hepiniz aynı ... ! diycem de var olduğum bedensin diye kendime sevgimden kıyamıyorum. Yani? diyecek kadar mı basmıyor kafan, pankreas mı dememi bekliyorsun kimyasal üreticisi olarak toplanmış sırıtarak bizi dinleyenleri görüp.
- Nere o zaman?
- Kalp ! salağım, Kalp !
- İyi de o zaten devrede! Çamura yatıyorsun, doğru düzgün bir cevap olmadı bu.
- Ha... Sen çözdün mevzuyu! O yüzden ikna olman, senin istediğini söylemezsem zor diyorsun.
- Yok tamam. Kalp, aşk için varlığını yok saydığım bir organ değil elbet ama 30 saniye sürmüyor ki, dediğim oydu.
- İyi de, koca bir havuza bir su damlası düştüğünde, damlanın çıkarttığı ses kaç saniye sürer, o damlanın su üzerindeki dalgalarının varlığını sürdürmesi kaç saniye sürer. Havuzu büyüt, su damlasını da büyüterek damlat ve dön arkanı bekle. Suya düşme sesini duydun mu? Ne kadar kısa sürdü di mi? Bi düşün sence suyun üstündeki dalgalar da tıpkı ses yok olduğunda yok mu oldu? Yoksa havuzun büyüklüğü ölçüsünde yayıldıkça yayıldılar mı?
- Sanırım yayıldılar!
- Niye sanıyorsun ki, senin çok bilmişlerin, son günlerde ukalaca kuantum diye diye etrafta dolanıp duruyorlar.
- Ne ilgisi var ki?
- Bunu istersen bi benle tartışma, biz ekip olarak bir tek sevgi ile birlikte çalışırız, fakat sizden gelen talimatlarla kimyagerler acil olarak devreye girdiğinden, bildiğiniz Newton'un fizik kurallarıyla damlanın yerçekimi etkisi ile havuza düştüğü anı ve etkisini hesaplıyorsunuz, sevine sevine, sanki bi halt keşfetmişsiniz gibi. Oysa su üzerinde var olan o dalgaları ve o dalgaların etkisinden bi haber, aşk şerbeti niyetine tonlarca suyu içerek havuz problemini çözdük sanıyorsunuz.
- Ya sonra?
- Başka kapıya?
- Nasıl?
- Tüm sorularının cevapları bende sanmıyorsun di mi? Onu da git diğer ilgili birimlere sor. Pişman etme cevapladığıma.
- Başka sorularımda var ama hazır seni bulmuşken
- Hepsi bu kadar saçmaysa önce bir mantık çalışanlarına mı görünsen.
- Onlar nerde ki?
- Bizim solumuzda.
- ?
- Yani sol yarım kürede.
- Of, neler çekiyorum düşün, laf anlatmak ne kadar zor benimle iken salaklaşan bünyeye! Sol yarım küre derken beyninden bahsediyorum şekerim. İnan sevmesem çekilir değilsin. Biraz akıl varsa o beynin sol yarım küresinde, senin gibi duygu olan sağ yarım küreyi kullanların da en büyük sorunu bu işte. Daha aklı nerde bilmeyeni, bekleyelim de kullansın. Bi de kendilerine değer verdiklerini söylerler, egoya gelince biri bin hava.
- Ağır olmadı mı biraz!
- Yoo, olsa olsa kendi değerini bilmeyen narsistin, nafile egosu olur ancak...

Facebook sayfamda düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz

Birol Boyacıoğlu
brlbo.com

Yazının devamı...

Aşk detoksu olur mu?

Olur! Neden olmasın ki? Vücudumuza çeşitli yollarla giren ve atık madde olarak dışarı atılmayı bekleyen zararlı toksinlerden kurtulmak olduğuna göre detoks, hem de pek güzel olur. Üstelik kim istemez saflaştırılmış duyguları ve onların huzur dolu etkilerini. O halde nasıl yapılır kısmına geçelim:



Ancak burda yanılgıya düşülmesin, saflaştırma yaptığımız için bize sade Sevme gerek. Doğrudan, tek yönlü, sadece sevme. İçine sevilmenin karıştırılmadığı sevme.



diyen olursa diye örneklemek için; düşünün sevdiğiniz sizi sevmediğinde de onu sever misiniz? Evet! diyenlerde hazır olduğundan şüphe yok bu tarife gerekli olan sevme. Hayır! diyenler yazının başlığına geri dönüp, tekrar cevaplayacaklar ya da başka bir tarif bekleyecekler.

İkinci ana malzeme "Düşünme"

Burda da önemli olan aklın bağımsız, tarafsız ve etkiden uzak bir bölümünden alınmış bir düşünme olmalı. Herhangi bir düşünceden etkilenmiş, yönlendirilmiş, çevrelenmiş bir düşünme saflığa yapaylık karıştırmış olacaktır.



diyen olursa diye örneklemek için; sizi hiç kimsenin görmediği, herhangi biri olmanız beklendiği gibi olmadığınız bir anda, bir tek sizin bildiğiniz asıl kendiniz olduğunuz anda tüm diğer düşüncelerin yok olduğu bir alan oluşur saf Ben olduğunuz bir an. İşte o alandan gelen bir düşünme gerekiyor.

Üçüncü malzeme "Anlama"

Hemen "ilişkilerdeki anlaşıya bağladın sen de!" denilmesin diye görme, duyma, analiz etme, kavrama, algılama hali diye altını çizmek lazım. Yaşadığınızı anlama, durumu anlama, gerçeği anlama, işine gelmeyeni anlama gibi.

ve son olarak "Hissetme"

Bunun her koşulda her bünyede olacağı için çok önemli değil bulunduğu yerin, bir miktar bulunsun yeterli. Tarifle güçlendirilecektir.

Şimdi sevmeyi düşünmeye başlayın. Tümüyle saflaştırılmış sade sevmeyi, beklentisiz, yalın, katkısız. Ruhunuzun eliyle dokunarak sevmeyi, varlığınızla sarmal olduğunuz sevmeyi. Huzurun doyurucu tonundaki renklerin; düşünmeye başladığınız anda içinizi tarifsiz mükemmelliğe büründürdüğü anda anlamayı ekleyin. Varlığınızdan doğan sevmenin koşulu olup olmadığını, beklentilerin, planların, hedeflerin sevmeyi nasıl etkilediğini anlamaya çalışın. Huzur dolu gökkuşağı renkleri arasına neden ilgisiz renklerin bulaştığını anlayın ve kıvama gelmesi için son malzeme olan hissetmeyi katın çünkü anladığınız an hissetmeye başlayacaksız.

İşte tam bu kıvam Sevgiyi saf olarak hissettiğiniz an; aklınıza çeşitli yollarla giren ve atık düşünce olarak dışarı atılmayı bekleyen zararlı duygulardan kurtulmuş olmanızı sağlayacaktır.

Şu an pırıl pırıl Pırıltı dolu bir Aşk içindesiniz; ne kadar süreyle içinde kalacağınız sevmenize, düşünmenize, anlamanıza, hissetmenize bağlı.

- . -

Yorumlarınız için

Birol Boyacıoğlu
brlbo.com

Yazının devamı...

Çırılçıplak sevmek mümkün mü?

En yakın çevremizde bulunan her kişinin sevgi dolu olmasını isteriz, üstelik bize sunmasa bile sevgi dolu olmasından huzur duyarız. Çok ısrarcı olup '' diyen var mıdır, bilinmez. Fakat,



demek yanlış olmaz.

O halde bu güzelliğin bizi sevindirmesi lazım. Çünkü elimizde harika bir güç var. Yaşasın!..

Sadece sevgi ile mucizelere doğru yol alma fikri bile tek başına heyecan verici. Elbette öyle ama bu yolculukta "Sevgi" tek başına olmayacak, bunu hatırlatmakta fayda var sanırım:

"Nefret"

Kimse endişe etmesin, nefret bizimle gelecek diye! Bu yolculuk sürekli kızgın ve öfkeli geçmeyecek. Kendisi zaten hep bizimleydi hep de olacağı gibi. Kıskançlık yapıp sadece bu yolculuğa bilet ayarlamış değil. Eğer onun içimizdeki varlığının şimdiye kadar farkında değilsek, onu hissedemeyecek kadar sevgimizi dengelemişiz demektir ki; bu çok değerli bir denge. Yapanlara tebrikler.

Yapamayanlara da hatırlatma olsun, yapılabilirliği!

O halde sevdiği halde mutlu olamama hali bu denge ilgili olabilir diyebiliriz. Eğer bir zorlanma varsa yani çırılçıplak sevemiyorsak mutlaka bir zorlayıcı damlatmışızdır; sevgimize, kötü karakterden damıtılmış. Tıpkı bir kostüm gibi üzerimize giyerek severken, o kostümün renginin, şeklinin sevgimizin kimyasını etkilemesi gibi.

Tam istediği gibi sevdiğimiz bir sevgilimizi, çok ama çok severken aslında onun istediği kostümü giymiş olmuyor muyuz? Bir süre sonra üzerimizdeki kostüm gereksizmiş gibi gelip çıkartmaya kalktığımızda yüzleştiklerimize diyoruz ki:



İdeal sevgili tariflerinde koşulsuz, beklentisiz, yalın ve yargısız sevgi alışverişi olduğundan bahsedilir. Biz kendi içimizde severken hiç bir şekilde giydirmeden sunabiliyor muyuz sevgimizi? 'Bize sunulmasını beklemek' ile koşul koymuş olmuyor muyuz?

ve evet çırılçıplak sevmek mümkün! Koşullandırılmamış, giydirilmemiş, saf olarak sevmek mümkün.

Sadece asıl istediğimiz hangisi; sevmek mi, sevmenin getirisi mi?

Biz 'beklentisizce sadece sevmek' desek bile unutmayalım ki; yan koltukta da 'sevmenin getiri beklentisi' var bizimle birlikte yolculuk eden.

Denge şart :)

Söyleşi - Sevmek ya da Sevilmek!..

Birol Boyacıoğlu
brlbo.com

Yazının devamı...

Sevgili Aşk, yok edilebilir misin?

Biliyorum abarttım bu mektup konusu. İnan bana ben de sürekli sana yazmak yerine huzur içinde varlığının tadını çıkartmak isterdim. Olmuyor işte! Hadi ben huzuru hissettim desem, bir yerden cam açılıyor ve odanın bütün huzuru, yağmurun kokusuna karışıyor.

Hayır, bildiklerimle ilgili bir sorunum yok. Bildiklerimin doğruluğu ile ilgili endişelendiriliyorum. Şöyle izah edeyim: Sen; sevmenin, en son eriştiği güzellik kıvamı değil misin?.. Tam burda, hayır dediğini düşünmüyorum. Zaten daha öteye de geçmene gerek yok, tam burda kal ve söyle lütfen:

Bir insan eğer seviyorsa, neden sevdiğini söylemez?

Elbette bir sürü sebepleri olabilir bunun. Bunların içinde koşullar, durumlar, haller, endişeler, korkular ve beklentiler gibi yüzlerce sebep olabilir. Zaten burası değil beni meraklandıran. Tüm hepsi ve daha fazlası olduğu halde neden söylemez kısmındayım.

Diyelim ki, kendisini sevmediğini düşündüğü biridir. Belki de hiç bir araya gelemeyeceği birisidir. Hatta uzaktan uzaktan gördüğü ve aşık olduğu bir kahramandır. Söylerse güçsüzleşir diye bile düşünmüş olabilir. Kim bilir daha ne kadar çok olasılık bulunur düşünüldüğünde. Fakat sen her şeyi çıkart bu listelediklerimden sadece "Sevgi" kalsın ve o zaman bir cevap ver:

Bir insan eğer seviyorsa, sevdiğini söylemeli midir?

Bunu da, "git, çal kapıyı, çat çat çat, yüzüne söyle, çık gel" olarak söylemiyorum. İçinde hayat bulan, var edilmiş bu güzel duyguyu söylememeyi tercih ettiği için asit kuyusuna mı atmalı yoksa bu güzelliğin sağlayacağı tüm güzellikleri ruhunda bir Pırıltı olarak muhafaza mı etmeli? İşte kafamı kurcalayan bu kısım.

Sevgi koşullara göre yok edilebilir bir duygu mudur ya da öyle mi olmalıdır?

Birini seversen, sadece sevmek bile besleyici değil midir? Kim içinde sevgiyi hissetmek istemez ki? Bugün az seversem yarın çok severim sonra içime sığmaz, dışarı taşar gibi ölçüleri mi vardır? Sevgi varlığımıza kattığı güzellik yüzünden değerli değil midir? Severim ama baktım çoğalıyor, kısarım baktım olmadı kapatırım durumu olur mu? Olursa eğer bu hakikaten sevgi midir yoksa ilgi midir, hoş bir his midir, gerçekte Sen ile ilgisi olmayan.

Ben seni hep değerli gördüm, bilirsin. Kabullenmekte zorlandığım; sen birinin hayatına girdiğin anda koşullara göre senden vazgeçebilir ve seni yok edebilir olmalarıdır. Bunu yapabilmek mümkün ise var ettikleri nasıl kalıcı olabilir ki? Sorsam herkes savunmaya geçip kendi haklılıklarını anlatırlar eminim. Oysa haklı ya da haksız olmaları değil ilgilendiğim.

Sen bir bedenin ruhuna dokunduğunda, senden arınma seçeneği de sunuyor musun, gerçekten?

Evet, sunuyor isen bu herkes için seçmeli mi yoksa sadece sevmeyi sevilmekten çok sevmeyenlere sunulmuş özel bir seçenek mi? Sakın yanlış anlama benden yana bir sıkıntı yok. Rahat ol, içimi güzelleştiren böyle güzel sevgiyi kimse istemese bile kendimi sevmek için kullanırım yok edeceğime.

En iyisi bunun cevabını da bir öncekilerin cevabıyla aynı mektupla gönder, yok yetiştirmezsen de dert etme 15 Haziran'da gelirken getirirsin. Belli olmaz o arada yine aklıma gelen olursa sorarım, topluca yanıtlamış olursun, tüm güzelliğinle


Sen'i çok seviyorum
iyiki varsın.

Etkinlik bilgisi

Birol Boyacıoğlu
brlbo.com

Yazının devamı...

Sevgili Aşk, zorla mı seviyorum, zoru mu seviyorum?

Şimdi birilerinin eline geçse bu mektup, derler ki; ''. Sence de öyle mi? Sadece "Sevmek" ve her ne olursa olsun ve her koşulda "Sevmek" gerçekten yeterli mi sevinmek için?

Tamam, sana lafım yok, var olduğun için çok mutluyum. Hayat; sen içinde olduğunda renkleniyor. Gökkuşağı filtresi gibisin. Ne görürsem, neye bakarsam bakayım, senin varlığın sayesinde gökkuşağı renklerine bürünüyor çektiğim resim ( çok beğeni almasa bile ?? ). Başka bir filtre kullanmaya bile gerek bırakmıyorsun. Bundan şikayet edilir mi? Ben de etmiyorum zaten.

Fakat bir eksik var gibi. Benim baktığım, çektiğim, içinde olduğum tüm resimlerde bi ben yokum. Elbette Sen varsın; gördüğümü muhteşemleştiren, bir de renklerinle canlandırdığın; Sevdiğim. Şimdi bu durumda bi gariplik yok mu? Ben nerdeyim?

Sevmenin bu kadar güzel olduğunu, ruhumu sevdiğimin üzerine örttüğümde fark ediyorsam, böyle sevilmediğim için ne hali varsa görsün, yorgancı mıyım ben diyebilir miyim?

Yoksa, umursamaz ve sadece üstünü örtmekle yetinmeyip hep onun yanında olması için kendi ruhumu da ona mı tahsis ederim?

Sen bu kadar güçlüysen, sevdiğim benden daha şanslı olur. Çünkü sana sahip olmanın mutluluğu, başkasını mutlu etmekten geçer böyle sevince.

Bırak böyle sevmenin zor olmasını, sevmek hiç zor değil ki, bu zor olsun. Nefes alır gibi; sevdiğini hissettiğinde cıvıl cıvıl yaşam dolunca içine, farkında bile olmuyorsun, zoru mu sevdim, zorla mı sevdim. Sanki hayat çok kolay da; biz yaşamayı bu yüzden böyle çok seviyoruz.

Çok soru sordum biliyorum ama anlaşılmazlık var sanki ve çözemiyorum bir türlü. Şimdi böyle güzel sevdiğimde, Sen sayesinde mi sevilme ihtimalim ortaya çıkıyor? Eğer öyleyse; sevdiğim için, sevilmenin güzelliğini kendisine servis eden bir garson olabilirim demektir bu.

Servis edilen öyle güzel ki, eden bile sevilir!



Dilerim geçen seferki gibi cevabını geciktirmezsin. Biliyorum böyle mevsimlerde ne kadar fazla yoğun olduğunu ama çok sevenlere de özel davranırsın diye bi hatırlatıym dedim.

Bu arada 15 Haziran Perşembe gününü sakın unutma, önceden anlaştığımız gibi sen de benle orda olucan. Sonra laf edersin bilirim seni, "amma konuşmuşsun arkamdan yine" diye.

Teşekkürler
Bize iyi bak

Etkinlik bilgisi

Birol Boyacıoğlu
brlbo.com

Yazının devamı...

Sevgili Aşk, sana bu satırları yazarken ben...

Tıklım tıkış bir kalabalığın tam ortasındayım. Akıntının tersine yürümeye çalışıyorum. İtilmeye, sarsılmaya, durdurulmaya ve yön değiştirmeye zorlanmama rağmen. Dip dibe bu kadar samimi olunca kalabalığın kendisiyle, sana sorasım geldi:



Bu koca kalabalığın mutsuzluğunda ilerleyebilmek için mutluluk ustası olmak lazım. Yoksa akıntının mutsuzluğuna kapılıp dibi boylar, içinden çıkamayan. Hep söylenir ya "Biz ne ara böyle olduk?" diye, işte soruyorum; koca bahar geldi, yaz geldi gelecek, havada senin kokunu bir tek ben mi alıyorum? Kimseye laf edemem, hayatın koşturması, telaşı, hırçınlığı ve sorumluluğunun yükleri altında; kimin, neyin kokusunu duyabileceğini söylemek haksızlık olur. O yüzden de onlara söylemek yerine sana haber vermek istedim.

Ya seni nasıl aranacağın unutuldu ya da senin de yerini organik olmayanlar doldurdu. Böylece senin peşinden koşmak için de ekstra bir çabaya gerek kalmamış olabilir. Artık tüm güzellikler zahmetsiz elde edildiği için tüm kolaylığı ile geliyor hayat bize; ya bir telefonla ya bir mesaj atarak, olmadı kapıda ödeme ile.

"Gülünecek ne var?" diye hoşgörülmeyen bir davranış gibi çok mu azar işittik acaba, kendi kendine gülen kimse göremedim bu koca kalabalıkta. Kendi kendine konuşanlar bile, kendine değil telefonun öbür ucundakine güler durumda.

Seni özleyenler olmuyor mu gerçekten? Oysa duyduğum tüm laflarda sana olan hasret anlatılıyor. Çalan müziklerin baş tacı durumundasın tıpkı senin gidişin üzerine yapılan kederli şarkılar gibi. Gerçekten Sen gelseydin, gider miydin ve gidişin böyle kederli olur muydu?

Hayatımızın kalbindesin orası kesin de bedenimizin kalbinde senin yerine ne var?

Hepimiz bu mutsuzluk denizinde yüzmeye alışık değiliz. Dibe batmayınca göze batıyor, yüzmeyi bilen. Uzaylı gibi mutluluğu eşsizleştiriliyor. "Mutluyum!" demek yerine "Eh işte" tercih ediliyor. Sanki borç isterler de, -veremem zaten zor elde etmişim- diye. Hani bilmesem diycem ki; insanlık; ölmeden önce son kurşunu da sana sıktı.

Belki biz biraz yorulduk, çünkü kalabalığın gücüne direnmek zor, suyun üzerinde kulaç atmak için. Hangi sebepten olursa olsun bulduğumuz ya da bildiğimiz tek bir sebep bile bizim pes etmemizi kolaylaştırıyor. Yokluğunun farkında bile olamayacak kadar alışığız sensizliğe gibi bir durum var. Kabullendik, sevmek ile sevilmek arasında nerdeyizi bize alışkanlıklarımız gösterir oldu. Hayatla yarışır gibi mutsuzluk akıntısının önde gideni olmak için koşturuyoruz.

Biraz kendini göstersen diyorum. Çok değil elbette, koca bir Aşık dünyaya tahammül etmeye hazır olmayabiliriz belki ama zaten içimizde ışıl ışıl pırıltısı olan sevgiye bi dokunsan.

Minik bir dokunuş mutluluğu evde bırakmamızı engeller belki, sevgi sadece sevdiklerimize yapılan bir yatırım aracı olmaktan çıkar belki.

Sen de el atmazsan gönüllere, bilesin ki kırık kalacaklar hayata. Oysa hiç birimizin bir diğerinden daha değerli bir kimyası yok taşıdığı bedende. Tıpkı senin içinde bulunmadığın hiç bir kimyanın olmadığı gibi bedenlerimizdeki. Sadece biraz dürtülmemiz gerekiyordur belki gerçek alemde de. Senin varlığının farkına varılması için, içimizdeki !

Senin de işin zor. derdindesindir. Haklısın. Muhtemelen yazması kolay diyorsundur bana da ama ben de yazmakla yetinmiyorum bilesin, etkinlik düzenledim, söylemeye başlıyorum 15 Haziran günü. En azından okuyanlar dışında gelenlere de anlatırım senin varlığını, güzelliğini, eşsizliğini, yok edilemediğini, kaybolmadığını, hep var olacağını.

Bize iyi bak, sevgiler.

Etkinlik bilgisi

Birol Boyacıoğlu
brlbo.com

Yazının devamı...

Vazgeçebilir miyim yoksa vazgeçilebilir miyim?

Satürn, evliyken gider deniz perisi Philyra'ya kaptırır gönlünü. Yetmez, ilişkilerini gizli sürdürebilmek için At haline getirirler kendilerini. Doğal olarak bu ilişkiden de 'yarı at / yarı insan' olarak Chiron doğar. Satürn'ün, Rhea'dan olma çocukları; Plüton, Neptün ve Jüpiter kadar şansla doğamayan Chiron; hem gayrimeşru olduğu hem de annesi Philyra tarafından -fiziki özellikleri- hoş görülmediği için bir mağarada terkedilir. Bazı rivayetlere göre Apollo bulur ve eğitir, aynı zamanda ölümsüz doğan Chiron'u. O da boş durmayıp geliştirdiği zekası ve bilgisiyle kahramanlar yetiştirir. Bunlardan birisi ve aynı zamanda çok iyi dostu olan Herakles'e yapılan bir saldırı sırasında atılan ölümcül zehirli ok ile vurulur. Ölemediği için bu okun çektirdiği acıya derman olsun diye araştırıp bulduğu bütün çareler, formüller, şifalar kendisi dışında tüm derman arayanların işine yarar. Sonunda bu acıya dayanamayıp kendi ölümsüzlüğünden vazgeçer!

Şimdi bu mitolojik hikayenin içinde adı geçen; nam-ı diğer "Yaralı Şifacı" Chiron (Kiron ya da Şiron) gibi

vazgeçmek kolay mıdır?

Önce bi kendimize bakarsak muhtemelen herkese destek olmaya çalışan bir insan olduğumuzu düşünebiliriz Chiron gibi. Düştüğünde elimizi uzattığımız, şifaları için elimizdeki imkanları kullandığımız, yükleri hafiflesin diye el attığımız bir grup vardır hepimizin çevresinde hatta zaman zaman el kadar uzak olup olmadığını bile umursamadığımız. O zaman buraya kadar bu hikaye bize yabancı değil. En azından bir kısmımıza olmayabilir. Güzel!

Peki bize acı verdiğini bildiğimiz bir ilişkiden vazgeçebilir miyiz?

İçinde;



vazgeçemediğimiz "mutluluklarımız" olan bir ilişkiden vazgeçebilir miyiz?

Yukarıdakilerin pek çoğu 'içinde sevgi varsa zaten böyle olmalı' olarak görünse de -acaba-

içinde bizim beslenmemizi sağlayan bi tür acı çekmek olabilir mi?

Çünkü ilişkinin içindeki sevgi çok gerçek ve güçlü bir kaynaktan sağlanmıyorsa bu yukardakiler acı çekilmesine sebep olmaz mı? Böyle bir durumda da sevdiğimize; bakımımıza ve sevgimize muhtaç gözüyle bakmaya başlamaz mıyız? Bir tür bağımlı gibi davranıyor olabilir miyiz?

Vazgeçemediklerimiz yüzünden 'Vazgeçilir' olabiliriz!

Bize ihtiyaç duyulmayacağını bildiğimiz bir ilişkide yer alır mıyız? Hatta "ona ihtiyacım var!" en sık duyduğumuz acı kaynağıdır ayrılıkların. Daha nadir duyarız "bana ihtiyacı var" deyip acı çekeni, biten bir ilişki sonucu.

Yaralı şifacı Chrion gibi oku yemeden önce çuvaldızla prova yapmak gerek. Bizi vazgeçme kararına götürecek kimya bedenimize bulaşmadan önce alış/veriş dengesini sağlayabilmiş miyiz bakalım. Vermekten çok mutlu olsak da hayat almamız gerektiğini eninde sonunda gözümüze yaklaştıracaktır!

Sevgimiz de olsa, ilgimiz de olsa, şefkatimiz de olsa hatta şifamız bile olsa -sınırsızca verdiklerimizi- alanlara; verme hakkı tanımadığımız için dengelerin bozulduğu gün vazgeçemediğimiz:



olabilir !

Birol Boyacıoğlu
brlbo.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.