SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Bayram mı? Hani Nerede?

Bayram geldi. Peki, nerede o eski bayramlar? Son birkaç yıldır bu soruyu sormadan duramıyoruz. Eski bayramları mı özlüyoruz, yeniler iyi değil mi? Güzel değil mi şimdikiler? Ne değişti sahi? Bayram aynı bayram peki ya değişen ne ki insanlar bu kadar sorguluyor her şeyi. Ben de sorguladım, işte benim gözümden bayram.

Nerede o eski bayramlar? Gezmeye gitmiş. Evet, gezmeye gitmişler, gezmeye gidiyorlar artık. Sorunun cevabı bu kadar basit ve komik… İnsanların bayram anlayışı artık tatil! “Bayram mı? Ne! Hemen tatile kaçmalıyım!!!” kaçmalıyım dedim çünkü çıkmıyoruz, kaçıyoruz. Kafalar artık böyle çalışıyor. Gideyim de aile ziyareti yapayım, büyükleri gezeyim, küçükleri sevindireyim yok artık. Bayram = Tatil. Tatile gidenler de haklı tabii. O kadar çalışmışlar, yorulmuşlar, tatil onların hakkı! Hakkı tabii… Ama önce büyükleri hoşnut edip öyle mi gitmeli? Sanki daha iyi olur he, ne dersiniz?

Eski bayramlar uzakta değil aslında hala içimizde var, içimizde yaşıyorlar. Sorun onu dışarı çıkaramıyor oluşumuzda. Saklıyoruz içimizde, bastırıyoruz bazı duygularımızı, isteklerimizi. Ve bazı isteklerimizi de çok fazla ön plana çıkarıyoruz… Denge yok, sorun burada! Dengeli olunabilir mi? Elbette ki olunabilir. Bayramda özellikle yaşlılar ilgi bekler aranmak, ziyaret edilmek ister. Onları kapılara bakar, telefon bekler bir şekilde yalnız başlarına bırakmayalım. Tatile mi gideceğiz, gidelim ama önceliğimiz büyüklerimiz olsun. Büyüklerimizi hoşnut edelim, küçüklerimizi sevindirelim, sonra ver elini tatil! Böyle yaparsan herkese bayram olur işte!

Bayramı sırf kendin için yaşama, paylaş. Bayramlar, sevgiler, mutluluklar paylaşıldıkça güzeldir; paylaşıldıkça değerlidir.

Sevdikleriniz hayatta ve yanınızdayken kıymetini bilin. Bu bayram ve yanınızda oldukları her bayram bayramlaşın. Bayramlaşacağınız biri kalmadığında onun pişmanlığını yaşamamış olursunuz.

Yazının devamı...

Bir Gün Mutlaka...

Bugün hayatı dinlemek istedim. Hayat bize ne anlatıyor olabilirdi ki?

Aslında dinleyebiliyorsak hayatın dilini onu anlamak çok da zor değildi.

İnsanlar... Hayvanlar... Arabalar ve bilimum gürültü... Hepimiz yaşıyoruz ama farketmiyoruz da birçok şeyi...

Kulaklık takılı veya değil bunun bir önemi yok ki... Artık insanlar her şeye karşı sağır olmuş, duymuyorlar hiçbir şeyi... Sadece duymak da değil görmüyorlar, hissetmiyorlar da sanki duyguları alınmış birer robota dönüşmüş gibi...

Alien veya Suretler gibi filmler vardı bilenler bilir... Aslında insanlar istemsiz de olsa biraz onlara dönüşmüş gibi... Duygusuz bir insan... Düşününce çok korkunç! Olabilir miydi ki böyle bir tür? Evet, var maalesef... Yanıbaşındaki açı, susuzu, yardıma ihtiyacı olanı düşünmeyecek hatta onu görmeyecek hale geldik... Sahi nasıl bu hale geldi bu insanlar? Oysa eskiden daha samimi daha duyarlı bir nesildik. Yeni nesili görünce korkmamak elde değil... Düşünsenize şuandakinden daha da duyarsız bir nesil gelebilir... Çünkü duyarsızların elinde yetişecek yeni gelecek nesil...

Kimisi kulaklık takmış gidiyor duymamak için birçok şeyi belki de... Kimisi toplu taşımalarda uyuma numarası yapıyor yer vermemek için o yaşlı teyzeye... Kimisi ise babam, dedem yaşında insan demeden bağırıyor, tartaklıyor karşısındaki zararsız adamcağızı...

Sahii söylesenize nereye gidiyor bu ülke böyle? Gelişiyoruz ülkece öyle değil mi? Sektörel olarak birçok konuda iyiyiz. Dönüşüyoruz, gelişiyoruz, 'oo her şey mükemmel' ama bazı şeyleri de unutuyoruz... Değerlerimizi unutuyoruz oysa onlar toplumun en önemli unsurlarıdır, öyleydi yani...

Duyarsızlıklara takılıp çok da karamsar olmamak lazım tabii. İyi olanları da görmeli hatta belki biraz Polyannacılık yapmalı hep iyiye odaklanmalı...

Ülkede hala iyi şeyler de oluyor... Mesela ellerindeki telefona gömülmeyip onun yerine kitaplarına sarılanlar, kitabın o büyülü dünyasında kaybolanlar var... Yaşlı, çocuklu veya oturma ihtiyacı bulunanlara hemen yer veren de mevcut... Yaşananlara kulaklarını tıkamayıp, gözlerini kapatmayıp başkası deyip ötekileştirmeden ihtiyaç sahiplerinin yanında olanlar da var...

Onlar iyi ki varlar!

Dilerim "O" iyi insanların sayısı daha da artar...

Milletçe hep beraber buna inanalım, iyiye odaklanalım.

Ve ben inanıyorum ki evrende bir yerlerde bu iyi düşünceler birleşecek ve olumlu sonuçlarla bize dönecek...

Olabildiğince olumlu mesaj yollayın bu gün değil belki ama bir gün mutlaka iyi şeyler olacak, iyi dilekler gerçekleşecek...

Unutmayın,

Yazının devamı...

Güven & Özgüven

Güven, özgüven...

Bu iki kelime birbirinden ayrılmayan birbirine sıkıca bağlı olan ve aslında her birimizin içinde olan duyguların karşılığıdır.

Öncelikle Türk Dil Kurumu’na göre tanımlarına bakalım, daha sonra da kısaca ikisinden de bahsedelim.

GÜVEN kelimesinin Türk Dil Kurumu’ndaki anlamı, “Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat” olarak geçiyor.

ÖZGÜVEN kelimesi ise, “İnsanın kendine güvenme duygusu” anlamıyla Türk Dil Kurumu’nda yer alıyor.

Psikolojide de ‘Oral Dönem’ olarak adlandırılan temel güven dönemi, 0-12 ay arasını kapsıyor bazen de 18 aya kadar uzayabiliyor. Oral dönem denmesinin sebebi ise bu dönemde bebeklerin haz bölgelerinin ağızları olmasıdır. Bu evrede, bebek çevresinde gördüğü, eline aldığı ne varsa ağzına götürüp bu davranıştan haz alır.

Bebeğin doğduğu andan itibaren başlayan bu dönemde, güven duygusu da yer alır. Yaşanılanlara göre güven duyma veya güvensizlik olarak bebeğin zihninde kodlanır ve yaşamın ilerleyen dönemlerinde de bu duygular kendilerini gösterir.

Özellikle 0-12 ay arası anne-bebek ilişki açısından da oldukça önem taşır. Anne ile kurulan sürekli ilişki sayesinde bebeğin ‘temel güven duygusu’ gelişir. Bu sebeple de anne ile bebek arasında sevgi alışverişi çok önemlidir. Bu sevgi alışverişiyle bağlılık ve güven oluşur.

Bu dönemdeki anne bebek ilişkisinin niteliği, bebeğin gelecekteki kişiler arası ilişkilerinin niteliğini de belirler.

Oral dönemin problemli geçmesi kişinin gelecekteki yaşantılarında ilişkilerinde güvensizlik, bağımlı, aşırı isteyici olmasına neden olur. Kişide temel güven duygusu yerine, temel güvensizlik duygusunun gelişip yerleşmesi ise kişinin sonraki yaşantılarında kendine ve başkalarına karşı güvensiz olmasına ve olumsuz tutum geliştirmesine yol açar. Bu durumda kişiler arası ilişkilerde bozukluklar görülür.

Bu dönemin başarılı geçmesi, bebekte temel güven duygusunun gelişmesini ve yerleşmesini sağlar. Bu duygunun gelişmesi ilişkilerinde olumlu ve güvenli bir tutum göstermesinde önemlidir.

Çocuk 6-11 yaş aralığına geldiğinde, yaptıklarıyla övünür, başkalarının gözüne girmeye çalışır. Çevresindeki insanlardan ilgi ve destek bekler. Okul ve ev ortamında bu desteğin verilmesiyle kendini güvenli, yetenekli, becerikli hisseder. Beklediği beğeni ve desteği bulamazsa ilişkilerinde çekingen, bağımlı ve yetersiz biri olabilir.

güven ve özgüvenin temelleri doğduğumuz andan itibaren atılır. Bundandır ki psikologlar da çocukluğa inerek sorunlara çözüm arar. Çocuklukta ne yaşanılıyorsa erişkinlikte de onların etkileri ile yaşama devam edilir. Sorunlu ve güven kırıklıkları ile dolu bir çocukluk geçirmiş bir kişi ileriki yaşlarında da kimseye güvenemeyecek duruma gelebilir hatta kendisine bile… Bu durumda da kendine olan güvensizlik olan özgüven eksikliği devreye girer. Kişinin kendine güvenmemesi, kendini yetersiz bulması da özgüven eksikliğinden kaynaklanır.

Özgüven eksikliği de çocukluk çağında anne babanın tutumu ve daha sonrasında çevre faktörünün etkisiyle bireyin yaşamış olduğu hayatı boyunca onu etkileyecek olan bir çeşit travmadır.

Anne baba çocuğuna ‘yapabilirsin, başarabilirsin’ gibi sihirli sözcükler yerine çocuğunu aşağılayacak ‘yapamazsın, beceremezsin, anlamazsın, başaramazsın” gibi kelimeler kullanırlarsa çocukta yetersizlik duygusu ve güven kırıklığı oluşur. Kendisine bir görev verildiği zaman, “ben zaten yapamam” diyerek bir kenara çekilir. İşte özgüven eksikliğinin temeli böyle ortamlarda atılır. Halbuki aile ‘yapabilirsin’ diyerek çocuğu teşvik etse ve her zaman, her durumda yanında olsa, çocuk olmaz denilenleri dahi oldurabilir.

Eğitim ve gelişim ailede başlar. Okulda ve sosyal çevrede devam eder. Temel sağlamsa yapının yıkılması da zor olur. Özgüvenli yetişen çocuk hayatı boyunca çok büyük bir ihtimalle öyle devam edecektir. Okul arkadaşları veya çevresi onu aşağılamaya, küçük düşürmeye çalışsa dahi bunlardan etkilenmeyecek veya çok az etkilenecektir. Tersi durumda ise çocuk içine kapanık duruma gelebilir.

Kendine güven veya güvenmemek daimi bir şey değildir. Her insanın bazen kendine güvendiği, bazen de güvenmediği durumlar olabilir. Örneğin kişi, akademik başarı, teknik beceri gibi konularda kendine güvenirken fiziki görünüşü, beden dili gibi konularda da kendine fazla güven duymayabilir. Yani kişinin içindeki güven de değişkendir.

Özgüven eksikliğinin bir nedeni de yetiştiriliş tarzıdır. Birçoğumuz ‘el alem’ denilen mahalle örgütü yüzünden yapmak istediklerimizi yapamamış, söylemek istediklerimizi söyleyememiş olabiliriz. Çünkü, ‘el alem ne der?’ Böyle yetişince de ‘ya biri bir şey derse, ya bana gülerlerse, aman öyle yapmayım, öyle söylemeyim, ya yanlış anlaşılırsam’ gibi kendimizi engelleyen cümlelerin arkasına sığınırız. Oysa hani değerli benliğimiz? Biraz bencil olmakta yarar var. ‘önce ben’ deyip söylemek istediğimiz ne varsa söylemeliyiz. Güleceklermiş, gülsünler. Beğenmeyeceklermiş, beğenmesinler. Şunu unutmamak lazım ki ne yaparsak yapalım en iyisi de olsak dört dörtlük dahi olsak bizi yargılayacak, olumsuz eleştiriler yapacak kişiler her zaman olacaklar. Mühim olan onlarla yaşamayı öğrenmektir.

Özgüven çocuklukta oluşur ve aynı şekilde devam eder. Ancak tamamıyla değişmeyen bir duygu hali değildir. Özgüvenimiz, bir anlamda da kendimizi ne kadar değerli bulduğumuzun, ne kadar değer verdiğimizin bir göstergesidir. Kişi ‘ben değişeceğim’ dediği anda kendini değiştirebilir ve geliştirebilir. Her bir birey değerlidir. Değersizliği asla kabul etmemelidir.

‘Nasıl kendimizi değiştirebiliriz?’ sorusunun cevabı da uygulaması da aslında oldukça basittir. Temelde istemek önemlidir. Değişimi gerçek anlamda kabul eder ve istersek değiştiremeyeceğimiz hiçbir şey olmayacaktır. Değişimin temelinde ise hayatımızdaki olumsuz kelimeleri ve düşünceleri atmak yatar. ‘yapamam, başaramam, ne derler, olmayacak, boşuna uğraşıyorum’ gibi olumsuz ve kendimizi kötü hissettiren sözcükleri hayatımızdan çıkarıyoruz. Her ne olursa olsun her ne yaşanılırsa yaşansın, bıkmadan, usanmadan devamlı olarak kendimize ‘ben yapabilirim, ben başarabilirim, yapacağım, başaracağım, her şey çok güzel olacak’ demeliyiz. Ve hatta bir iş yapılacaksa ‘bunu benden daha iyi kimse yapamaz’ diye kendimizi motive ederek işe başlarsak o iş tahmin edilenden çok daha iyi olacaktır.

Temel felsefe ‘olumlu düşün olumlu olsun’. İyi düşündüğün sürece iyilikler seninle olacak. İşini iyi yapacaksın, kendini iyi hissedeceksin ve kendine güvenin gelecek. Çünkü o iş her ne ise onu senden daha iyi yapabilen hiçbir kimsenin olmayacağına inanacaksın ve sonuçta gerçekten başaracaksın.

Bugün bu yazıyı okuyan herkes kendini sorgulamaya başlasın. Kimse için kendini engellemeye değmez. Önemli olan senin mutluluğun, senin isteklerin. ‘Kim ne der’ düşüncesini aklımızdan ve hayatımızdan çıkaralım. Bilelim ki ne dersek diyelim bizi desteklemeyen birileri her zaman hayatımızın bir kenarında olacaktır. Onları düşünüp geri adım değil ileri adım atmalıyız ki tüm gücümüzle varlığımızı koruyabilelim. Sizi engellemek isteyenlere aldırış etmeyin. ‘Yapamazsın’ diyenlere kulak asmayın. İç sesiniz size olumsuz da konuşsa onu da dinlemeyin ve tüm kuvvetinizle, inanmak isteyerek ve inanarak ‘her şey çok güzel olacak’ deyin. Göreceksiniz, gerçekten de çok güzel olacak. Güzel ve bol güvenli hayat sizi bekliyor. Daha fazla ertelemeyin.

Yazının devamı...

Merhaba Ben Kırılma Anı

Kırılma anı nedir bilir misin?

Her şeyi yaşarsın yaşarsın da an gelir tek bir olay seni sarsar ya... İşte! Hoş geldin kırılma anı...

Hepimiz hayat koşturmacası içerisinde kırılıyoruz. İstediğimiz terfiyi alamıyoruz, beklediğimiz maaş gelmiyor, dilediğimiz okulu kazanamıyoruz, sevdiğimiz tarafından sevilmiyoruz...

Tüm bu saydıklarım birer kırılma anı. Bu ve benzeri olaylarda kırılıyor, hayal kırıklığına uğruyoruz. Kimilerini hafif ya da ağır sıyrıklarla atlatabiliyoruz. Kimileri ise canımızı yerinden oynatıyor...

Bu oynatmaya gelelim... Dibi görmeden tepeye çıkılmıyor. Düşeceksin, kırılacaksın, dibi göreceksin... en dibi... Sonra öyle bir çıkacaksın ki yer yerinden oynayacak!

Büyük yıkımlardan büyük zaferler gelir, unutma! Yıkılışının şiddeti kadar oynatacaksın evreni tekrar çıkarken... Küllerinden doğacaksın... Bitti denilen yerde başlayacak hikayen ve asla bitmeyecek... Gelecekteki başarı öykülerinin satırbaşları olacak tüm yaşananlar...

Acı çekeceksin, çok acı çekeceksin, hem de çok... Asla tahmin edemeyeceğin kadar çok belki... Çaresiz hissedeceksin, ama emin ol çaresiz değilsin.

Kararmadan aydınlanmıyor gece... ve kararmadan çıkamıyorsun en tepeye...

Tüm çekilen çilenin bir karşılığı olacak...

Zaman... sadece zaman sana en büyük ilaç...

Sen yine de isteklerinden vazgeçme... Neyi istiyorsan elde edeceğini unutma. Hep iste... Düşeceksin, kalkacaksın, tekrar düşeceksin ve en son gümbür gümbür geleceksin.

Asla pes etme.

Kendine güvenmekten vazgeçme.

Kimsenin seni desteklemesine, sana güvenmesine, inanmasına gerek yok. Sen kendinden eminsen olay bitmiş demektir.

Unutma, her şey sende, senin içinde gizli...

Bir sonrakine daha güçlü kalkmak için...

Sağlıcakla ve mutlu kalın...

Yazının devamı...

İçindeki Sese Güven

Hayallerine uzanan yolda yalnız değilsin.

İçindeki sese güven. O hep orada ve seninle...

Her ne yaşarsan yaşa hayallerinden, olmak istediğin yerden vazgeçme.

Engelleri bir bir aş...

Pes etme...

İsyan etme...

Durma, koş!

Yürümen gerekiyorsa durma, koşman gerekiyorsa yürüme...

Bu senin hayatın! Hayatını yönlendirecek olan da sensin. Sen ne istersen öyle olacak, sen ne istersen o gerçekleşecek. İste.

İstemekten korkma.

Düşüncelerini, fikirlerini, hayallerini paylaşmaktan da korkma...

'Uçuyorsun' diyecekler, desinler... Uç... Gerekiyorsa uç... Hayallerini hep en yüksekte tut ve uç onlara. Gerçekten inanırsan başarırsın...

Şöyle basitçe düşün. Bu istediğiini başkası gerçekleştirebilmiş öyle değil mi? Sen neden yapamayasın? Yapandan eksik bir yanın var mı? Kesinlikle yok! En çok isteyen amacına ulaşır bu sebeple istemekten ve hatta çok istemekten vazgeçme! Emin ol ulaşacaksın hayallerine...

Hayallerde de gerçekçi olmakta fayda var evet... Ama canınız olağan dışı bir şeyler hayalliyorsa çekinme ve şöyle düşün: 'Neden olmasın?'.

Girişimcileri düşün, kimsenin yapmadıklarını gerçekleştiriyorlar. E örnek kim? Tamamen uçuk hayaller. Hem bundan yıllar önce kim bilebilirdi telefonların küçülüp ceplerde taşınacak boyutta olacağını, öyle değil mi? Belki de yıllar sonra Jet Giller misali havadan ulaşım yapacağız (ki benzeri uygulama yakın gelecekte ülkemizde olacak) ve kim bilir belki de ışınlanacağız... Saçma mı? Neden olsun? Tüm fikirler ilk ortaya çıktıklarında bazı kişilerce saçma ve imkansız görülür. Bunu gerçeğe dönüştürmek ise fikir sahibinin işidir. Çünkü o alayları, eleştirileri takmamış, çalışmış, uğraşmış ve aklındakini gerçekleştirmiştir.

Sen de böyle düşün işte! Hayallerin uçuk olsa bile gerçekleştirmek için çabalıyorsan emin ol o işte başarılı olursun. Şans da önemli tabii ama bir yere kadar... Çalıştığın ve istediğin kadar başarırsın. Bunun için pes etmeden isteklerinin üzerine gitmelisin.

Unutma!

Her şey sende gizli.

İçindeki sese güven ve onu hep dinle.

İçindeki ses, seni olman gereken yere götürecek...

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.