SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Akne sorununun beslenmeyle ilişkisi

Akne kıl ve yağ bezlerindeki iltihaplardır. Aknenin altında yatan neden genetik veya hormonal kaynaklı olabileceği gibi beslenme kaynaklı da olabilir. Bazı besinler akne oluşumunu artırırken bazıları da azaltabilir. Akne için beslenme önerilerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Hangi yağ türünü seçtiğinize dikkat edin.

Yağlar doğrudan hücre yapısına katılan bileşiklerdir, bu nedenle cilt sağlığında önemli bir yere sahiptir. Doymuş yağ kaynakları (margarin, hayvansal yağlar gibi), omega-6 yağ asidi içeren besinler (ayçiçeği yağı, ay çekirdeği gibi) inflamasyonu artırır ve akneleri çoğaltır. Oysa omega-9 (zeytin, zeytinyağı gibi) ve omega-3 yağ asitleri (balık gibi) akne oluşumunu önlemektedir.

2. İşlenmiş besinlerden uzak durun.

Vücutta oksidatif stresin artması akne oluşumunu tetikler. Kirli hava, çeşitli kimyasal maddeler oksidatif stres üzerinde etkilidir. Beslenmenin de oksidatif stres üzerinde önemli bir etkisi vardır. İşlenmiş ürünlerde oksidan maddeler artar. Pek çok paketli üründe kullanılan katkı maddeleri de vücutta oksidatif stresi artırır.

3. Antioksidan besinlere bol miktarda yer verin.

Antioksidan besinler vücutta oksidanların yani toksik maddelerin artmasını önler. Bu nedenle inflamasyonu (iltihaplanmayı) ve akne oluşumunu azaltır. A,C,E vitaminleri, selenyum, çinko, koenzim q10 gibi besin öğeleri ve özellikle sebze ve meyvelerde bulunan birçok fitokimyasal madde akne oluşumunu azaltır.

4. Kavrulmuş besinlerden uzak durun.

Kavrulma işlemi sırasında besinlerde oluşan AGEs molekülleri oksidan hasara neden olur ve akne oluşumunu artırır. Bu nedenle kavurma veya yüksek ısıda pişirme uygulanmış besinlerden uzak durulmalıdır.

5. Glisemik indeksi yüksek besinlerden uzak durun.

Karbonhidratların sindirilip kana karışması için geçen süre sağlık üzerinde oldukça önemli değişikliklere neden olur. Hızlı sindirilen yani glisemik indeksi yüksek olan besinler (örnek vermek gerekirse şeker, pirinç, patates, beyaz un gibi) inflamasyonu artırır.

6. Su tüketimine dikkat edin.

Sıvı alımı cildin nem dengesi için gereklidir. Ayrıca vücuttaki neredeyse tüm reaksiyonlar için su molekülü gerekmektedir. Günlük sıvı ihtiyacının karşılanması ve su tüketiminin artırılması cilt sağlığını olumlu etkileyecektir.

7. Yeşil çay için.

Yeşil çay anti-mikrobiyal ve anti-inflamatuar etkilere sahip polifenoller içerir. Bu nedenle akne oluşumunu azaltabilir. Günlük 2 fincan yeşil çay tüketilebilir.

8. Baharatlar tüketin.

Baharatların anti-inflamatuar etkisi oldukça fazladır. İnflamasyonu azaltarak akneyi önler. Özellikle zencefil, zerdeçal, tarçın, karabiber gibi baharatları sofranızdan eksik etmeyin.

9. Süt yerine süt ürünleri tüketin.

İnsülin benzeri büyüme faktörü (IGF-1) arttığında sivilce oluşumu da artar. Sütün içinde IGF-1 bulunmaktadır. Süt tüketimiyle akne sorunu artar. Ancak süt ürünlerinin akne üzerinde olumsuz bir etkisi yoktur.

10. Şekerli içeceklerden uzak durun.

Şeker içeren içecekler çok hızlı kana karışır ve inflamasyonu artırır. Bu nedenle akne oluşumunu tetikler.

11. Fast-food ve kızartmalardan uzak durun.

Fast-food ve kızartmalar trans yağın en fazla olduğu yiyeceklerdir. Trans yağ ise inflamasyonu en çok artıran yağ türüdür. Yani akne oluşumunu en fazla tetikleyen besinler fast-food ve kızartmalardır. Yoğun tüketimleri birkaç gün içerisinde bile akne sorununu ciddi düzeyde artırabilir.

Yazının devamı...

Çok yediğimde nasıl telafi edebilirim?

Son zamanlarda gün içerisinde abartılı miktarda yediysek veya bir öğünü biraz fazla kaçırdıysak hemen bunu telafi etme arayışına girer olduk. Bir sonraki öğünde hiçbir şey yememe, ertesi gün sadece “vicdan çorbası” içme veya yoğun egzersizler yapma ne yazık ki medyatik isimlerin bile önerdiği yöntemler olmaya başladı. Ancak bu o kadar tehlikeli bir davranış ki…

“Telafi” kelimesi kişiye çok fazla besin tüketse bile bunun geri dönüşü olacağını düşündürtür. Bu da yemek sırasında kişinin iradesini kullanarak kendini sınırlamasını engeller, hatta yemek istediği miktardan daha fazlasını yemesine dahi neden olabilir. Aslında yenilen yiyeceklerin her bir lokması o an vücudumuzdaki milyarlarca hücre üzerinde bir etki oluşturmaktadır. Doğal olarak her fazla yemek yeme vücudu ciddi düzeyde zorlar, yani bedenimiz bu davranıştan anlık zarar görebilir. Diğer taraftan psikolojik sağlığımız da etkilenir. Çünkü yemeği fazla kaçırmak kişiye yoğun bir stres ve pişmanlık duygusu yaşatır. Bu durumda çaresiz hisseden kişi de telafi etme arayışına girer. Bu arayışta karşısına “vicdan” çorbaları, açlık öğünleri çıkar. Yani kişinin vicdanını daha da rahatsız ederek ruhsal sağlığını ve beden algısını olumsuz etkileyecek kavramlar…

Telafi etme düşüncesiyle uzun saatler yemek yemeyen birey açlığını gidermek için yeniden fazla besin tüketebilir. Bu da kişide fazla yeme ve açlığa yakın az yeme davranışları arasında bir kısır döngüye neden olabilir. Telafi fikrine kapılan kişiler bu alışkanlıktan kolay kolay kurtulamayacağı gibi sorunları her gün daha da büyüyebilir.

Telafi etme çabası kişide ciddi düzeyde yeme davranış bozukluğuna ve psikolojik sorunlara neden olabilir, hatta bulimia nervozaya zemin hazırlayabilir. Çünkü bulimia nervozalı bireyler sanılanın aksine sadece kusmayla değil kendini aç bırakarak veya ciddi düzeyde egzersiz yaparak da arınma davranışı sergilerler. Kişinin ortalama 3 ay boyunca, haftada en az 1 kere yeme nöbeti geçirmesi ve ardından arınma davranışlarından herhangi birini sergilemesi bulimia nevroza olarak ifade edilebilir.

Fazla besin tüketimi olduğunda en doğru telafi yöntemi kişinin uzun bir süre sağlıklı beslenmesidir. Büyük oranda sağlıklı beslenen bir kişi zaman zaman sağlıksız bir yiyecek yediğinde veya fazla besin tükettiğinde vücudu bu durumu sorun yaşamadan toparlayabilir. Kişinin ekstra bir davranış geliştirmesine gerek yoktur. Bu yöntem hem kontrolsüzce yüksek miktarda besin tüketiminin sıklığını azaltır hem de kişide psikolojik baskı yaratmaz. Böylece kişi daha huzurlu ve sağlıklı olarak hayatına devam edebilir.

https://www.instagram.com/dyt.kubrazeydanli/

Yazının devamı...

PKOS ve Beslenme

Polikistik over sendromu adet düzensizliği, yumurtalıklardaki kist görünümü ve hormon düzensizlikleriyle karakterize bir hastalıktır. Dünyada her 10 kadından 1’inde görülür.

PKOS üreme sistemi başta olmak üzere vücuttaki tüm sistemleri etkiler ve birçok hastalık için risk oluşturur. Obezite, sivilce, erkek tipi kıllanma, saç dökülmesi-kelleşme, insülin direnci, psikolojik problemler, kötü kolesterol profili, şeker hastalığı, kalp damar hastalıkları, hipertansiyon ve bazı kanser türleri PKOS’lu bireylerde daha sık görülür.

PKOS’lu kadınların %40-75’i üreme sorunları yaşamaktadır. Hormonal sorunlar, yumurtlamanın olmaması, adet düzensizlikleri, implantasyon ihtimalinin sağlıklı bireylere göre daha az olması, düşük riskinin yüksek olması altta yatan nedenler arasındadır.

Polikisitk over sendromunun tedavisinde çeşitli ilaçlar, cerrahi yöntem ve yardımcı üreme yöntemleri kullanılmaktadır. Ancak tedavinin kilit noktası yaşam tarzı değişikliğidir. PKOS’lu bireylerde diyet ve egzersiz desteğiyle semptomların %55-100 düzeldiği bilinmektedir. Ayrıca diyet ve egzersiz diğer tedavi yöntemleriyle birlikte uygulandığında tüm tedavilerin başarı oranlarını artırmaktadır.

Polikistik Over Sendromunda Uygulanması Gereken Yaşam Tarzı Değişiklikleri

Kilo artışı PKOS semptomlarını artırır, tedavinin başarı oranını düşürür. Kilolu bireylerin zayıflaması ise tüm PKOS semptomlarında hafiflemeye neden olur.

Proteinler tokluk hissi verir ve metabolizmayı hızlandırır. Ayrıca insülin duyarlılığını artırır ve hormonal faktörlerin düzelmesini sağlar.

Trans ve doymuş yağlar PKOS semptomlarını artırırken; doymamış yağlar semptomları azaltır. Özellikle çoklu doymamış yağ asitlerinin üreme sistemi üzerinde olumlu etkileri bulunur.

Hızlı sindirilen karbonhidrat kaynaklarını olabildiğince az tüketin. Lif içeriği yüksek karbonhidratları tercih edin.

PKOS’lu bireylerde D, E ve C vitamini başta olmak üzere vitamin ve mineral eksiklikleri sık görülür. Ayrıca tedavide kullanılan ilaçlar çinko, magnezyum, selenyum, koenzim Q10, folik asit, B2, B3, B6, B12 ve C vitamini eksikliklerine neden olabilir.

Oksidan maddeler hücrelerimize hasar vererek birçok hastalığa neden olur. Vücudumuzun bu maddeleri temizlemesine yardım eden besinlere antioksidan besinler adı verilir. Kırmızı-mor meyveler, beyaz çay, yeşil çay, barbunya, enginar, hurma, elma, yeşil yapraklı sebzeler, lahanalar, brokoli, soğan, sarımsak, kivi, portakal gibi besinlerin antioksidan içeriği yüksektir.

Vücudumuzda bir doku hasarı oluştuğunda inflamasyon meydana gelir. İnflamasyonun kronikleşmesi birçok hastalık için risk oluşturur. PKOS semptomları da inflamasyonun etkisiyle artar. Antiinflamatuar besinler ise PKOS semptomlarını hafifletir. Üzüm, yaban mersini, zerdeçal, yeşil çay, ceviz, fındık, badem, kırmızı meyveler, adaçayı, biberiye, meyan kökü, soğan, sarımsak, zeytin, tahin, avokado antiinflamatuar besinlere örnektir.

Fazla tüketilen kahve ve kafeinin gebelik ihtimalini azalttığını gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Ayrıca kafein PKOS’ta olumlu etkileri olan inositolün emilimini azaltır. Bu nedenlerle günde 2 fincandan fazla kahve tüketimi önerilmez.

Sigara ve alkol kullanımı PKOS semptomlarını artırır. Üreme ihtimalini ve yardımcı üreme yöntemlerinin başarısını azaltır.

Stres pek çok metabolik yoldan PKOS semptomlarını artırır. Bu nedenle PKOS’lu bireylerin stresle başa çıkma ve stresi azaltma yöntemlerini sık sık kullanması tavsiye edilir.

Egzersiz inflamasyonu azaltır, insülin direncini düşürür, hormon seviyelerini olumlu etkiler, depresyon gibi psikolojik sorunları hafifletir, kalp damar sağlığını korur ve bireyin yatkın olduğu tüm kronik hastalıkların riskini azaltır. Bu nedenle PKOS’lu bireylerin düzenli egzersiz yapması önerilir.

Uyku metabolizmanın ve melatonin hormonunun düzenli çalışması için gereklidir. Uyku saatleri ve süresi PKOS semptomlarıyla ilişkilidir. Bu nedenle en az 4 saati 11.00-04.00 saatleri arasında olmak üzere günlük 6-8 saat uyku tavsiye edilir.

https://www.instagram.com/dyt.kubrazeydanli/?hl=tr

Yazının devamı...

Detoks Nedir? Neden ve Nasıl Uygulanır?

Detoks Nedir?

Detoks kelimesi, zehirli maddelerin vücuttan temizlenmesini ifade eder.

Vücudumuz, çeşitli metabolik yollarla detoksifikasyon sağlayabilir. Bu tepkimeler özellikle karaciğer ve böbrekte gerçekleşse de hemen hemen her hücrede dedetoksifikasyon enzimleri bulunur. Böylece her gün vücudumuza alınan zararlı bileşiklerin vücutta birikmesi önlenir.

Detoks Ne Değildir?

Detoks hızlı kilo verme programı, ciddi enerji sınırlaması ya da sıvı beslenme uygulaması değildir. Amerika’da yapılan bir araştırmada detoks uygulayan bireylerin %65’inin amacının kilo verme olduğu belirlenmiştir. Ben bu oranın bizim ülkemizde daha yüksek olduğunu düşünüyorum ne yazık ki. Ancak bu amaçla uygulanan kısa süreli ciddi enerji kısıtlamaları ya da sıvı beslenme programları kişinin su ve kas kaybetmesine neden olmakta, vücutta hormonal ve moleküler olarak stres yaratmaktadır. Bu etkiler nedeniyle detoks bitiminde, bireylerde normal tüketim miktarının arttığı ve hızlı kilo kazanımının olduğu görülmektedir.

Tüm bunlar düşünüldüğünde beslenme ve yaşam şeklimizi en az toksine maruz kalacak şekilde kalıcı olarak değiştirip, hücre ve organlarımızın detoksifikasyon kapasitesini artıracak besinlerden faydalanarak bir hayat sürmemiz gerektiğini çıkarabiliriz. Ancak bunu yapmak günümüz şartlarında oldukça zor olduğundan ortaya çıkmıştır. Çok şekerli besin tüketen bir kişinin 21 gün şekeri hayatından çıkarması gibi çeşitli programlar geliştirilmiştir.

Detoksu Kimler Uygulamalıdır?

Hücre ve organlarda gerçekleşen detoksifikasyonun bir sınırı vardır. Vücudumuzun kapasitesinin üzerinde zehirli /zararlı madde alımı gerçekleşirse, bu maddeler vücuttan temizlenemeyecek ve devamlı birikecektir. Yani fazla toksine maruz kalanlar detoks etkisi olan besin alımını artırmalı, dönem dönem ek detoks programları uygulamalıdır. Peki kim bunlar?

Maden, sanayi vb. yerlerde çalışanlar,
Sürekli hava kirliliğine maruz kalanlar (büyük şehirde yaşayanlar),
Sigara içenler,
Fazla miktarda alkol tüketenler,
Fazla yağlı ve şekerli besin tüketen yani kötü beslenen insanlar,
Sindirim sisteminde sorun olanlar (özellikle kabızlık),
Şişlik ve ödem problemi yaşayanlar,
Yataktan kalkmakta zorlanan yorgunluk hissi yüksek bireyler,
Yoğun strese maruz kalanlar,
Bazı ilaçları kullananlar

Detoks Programları Nasıl Olmalı?

Daha önce de belirttiğim gibi, yaşam boyu toksinlere daha az maruz kalmaya çalışıp, vücudumuza detoksifikasyon yolunda yardım edecek besinlerin tüketimini artırmak en doğru detoks yoludur. Ancak da zaman zaman (kişiye göre) uygulanabilir. Örneğin oruç detoks etkisi sağlar. Tüm inançlarda ruh ve beden temizliği olarak oruç/açlık bulunmaktadır. (Tabi burada Ramazan ayında yaptığımız gibi çok çeşit içeren sofralar kurulması ve birkaç saat içinde yüksek miktarda besin alımı şeklinde geçirilen oruçtan bahsetmiyoruz.)

Farklı amaçlar için farklı detoks uygulamaları bulunmaktadır. Bu nedenle detoks programları da tıpkı diyetler gibi, diyetisyen tarafından, amaca yönelik ve kişiye özel hazırlanmalıdır.

Herkesin uygulayabileceği türden detoks programları da elbette vardır; ancak popüler kültürde ne yazık ki detoks ve şok diyet kavramı karıştırılmıştır. Bu sebeple detoks adı altında pek çok yanlış bilgi ve uygulama bulunmaktadır.

Detoks Etkisi Gösteren Besinler Nelerdir?

Beslenme planımızın içine katmamız gereken, detoks etkisi gösteren besinlerden bazıları şu şekilde sıralanabilir: Enginar, soğan, sarımsak, limon, biberiye, buğday çimi, devedikeni, su teresi, yaban mersini, zerdeçal, zencefil, turunçgiller, susam, ananas vb.

https://www.instagram.com/dyt.kubrazeydanli/

Yazının devamı...

Mucize Bir Arı Ürünü: Propolis

Propolis Nedir?

Arıların bitkilerden aldıkları ürünlerle ve kendi enzimleriyle oluşturduğu reçinemsi bir madde olan propolis; kovanın içerisinde bir yalıtım sağlayarak dışarıdan gelen tehlikelere karşı arıları ve kovanı korur.

Hipokrat, Heredot, Aristo ve diğer antik dönem bilginlerinin övgülerini kazanan propolis 3 bin yıldır çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Bilimsel çalışmaları ise 20. Yüzyılın başında başlamıştır.

Propolis içerisinde 150’den fazla bileşen barındırır. (Örneğin; flavonoidler, krizin, apigenin, asasetin, kuersetin, kafeik asit, neovestitol, galangin…) Bu bileşenler propolisin pek çok hastalığa şifa olmasını sağlar.

Propolisin Sağlığımız Üzerine Bilinen Etkileri Nelerdir?

Antibakteriyal, antifungal ve antiviral özellik göstererek mikroplarla savaşır. Grip, nezle, uçuk gibi hastalıkların tedavisinde etkilidir.

Ayrıca sentetik antibiyotiklerin aksine uzun süre propolis kullanımı zararlı bakterilerde direnç oluşturmamakta, yararlı bakterileri de olumsuz etkilememektedir. propolis ender bulunan geniş spektrumlu antibiyotik olarak kabul edilmektedir.

Özellikle idrar yolu enfeksiyonuna, orta kulak iltihabına, bronşite, solunum yolu iltihaplarına karşı olumlu etkisi bulunmaktadır.

Mide ve onikiparmak bağırsağı ülserlerinde, gastiritin ve hemoroitin tedavisinde etkilidir.

İyi ve kötü huylu tümörler üzerinde etkisi vardır. Özellikle cilt ve akciğer kanserinde etkilidir.

Propolis ağız yaralarını iyileştirmektedir. Diş çürüğü oluşumunu başlangıç seviyesinde durdurabilir. Diş ağrısında ve ağız yaralarında merhem gibi kullanılabilir.

Propolisin deri üzerinde yenileme ve iyileştirme etkileri vardır. Siğil, nasır, egzama, sedef gibi hastalıkların ve yanıkların (2. dereceye kadar) tedavisinde kullanılabilir. Dahası yaranın üzerine pansuman yapıldığında yara iyileşmesinde olumlu etkileri görülmüştür. Propolis yenilenmeyi artırarak cilde parlak, canlı bir görünüm katmaktadır. Tüm bu sebeplerle bazı kozmetik ürünlere (kremler, losyonlar, şampuanlar) propolis katılmıştır.

Sakinleştirici ve ağrı kesici etkisi vardır. Özellikle romatizmal ağrılarda, baş ağrısı ve eklem ağrılarında etkilidir. Astım, Parkinson gibi rahatsızlıklarda da kullanılabileceği ileri sürülmektedir.

İnstagram : https://www.instagram.com/dyt.kubrazeydanli

Yazının devamı...

Neden Kilo Veremiyorum?

Kilo verme sürecinde zorlanan pek çok birey vardır. “” gibi cümleler sizi anlatıyorsa gelin bu durumun nedenini beraber bulalım.

1. Hormonal Engeller

Vücudumuzda bazı hormonların eksik veya fazla salgılanıyor olması metabolizma hızını etkileyebilir. Bu da kilo vermenin ciddi düzeyde zorlaşmasına neden olabilir. Bu hormon dengesizlikleri için özel bir beslenme tedavisi gerekecektir, bu nedenle lütfen bir uzman (diyetisyen) desteği alın.

Tiroid hormonları üretiminde yetersizlik kilo vermeyi zorlaştıran yaygın bir sebeptir. Yetersiz çalışan tiroid, metabolizmanın çalışma hızını da düşürür. Kilo verememenin yanında yorgunluk, şişlik, saçlarda dökülme, tırnaklarda kırılma, cilt kuruluğu, sürekli uyku hali gibi problemler varsa tiroidden şüphelenmek yerinde olacaktır.

Hücrelerin insüline karşı duyarsızlaşmasına verilen addır. Kilo kontrolünü zorlaştıran insülin direncinin en büyük sebebi bel çevresi yağlanmadır. Yani kilo ve insülin direnci arasında bir döngü vardır. İnsülin direnci açlık krizi, tatlı isteği, doymama, halsizlik gibi belirtilerle kendini gösterir.

Kortizol hormonunu fazla üreten bir vücudunuz varsa kilo vermeniz oldukça zorlaşır. Yüzde yuvarlaklaşma, ense bölgesinde yağ artışı, karında mor çatlaklar ve vücutta şişlikler varsa bu durumdan şüphelenilebilir.

Burada stresin kortizolü artıran nedenlerden biri olduğunu da vurgulamakta yarar var.

Polikistik Over Sendromu günümüzde oldukça sık karşılaşılan, obezite ve insülin direnciyle kısır bir döngü oluşturan sağlık sorunudur. Hormon düzeylerinde değişikliklere neden olarak kilo verimini zorlaştırır. Vücut yağ oranının artışına sebep olur. Adet düzensizliği veya adet olamama, sivilceler, erkek tipi kıllanma, saç dökülmesi en önemli belirtilerindendir.

Östrojen ve testosteron hormon düzeylerinde düşüklük; prolaktin fazlalığı bireyin kilo alımına sebep olabilen etmenlerdendir.

2. Besin Öğesi Eksiklikleri

Demir hemoglobinin yapısına katılarak hücrelere oksijen taşınmasında görev alır. Hücreler bu oksijenle glikozu parçalayarak enerji elde ederler. Demir eksikliğinin olması, taşınan oksijen miktarını azaltarak süreci yavaşlatacaktır. Bu sebeple demir eksikliğinde daha yavaş bir metabolizma söz konusudur.

Bunun yanı sıra herkes demir desteklerinin kilo aldırdığını söyler. Doğrusu demir takviyesi iştahı bir miktar açar. Ancak iştah kontrolü sağlanırsa demir takviyesi kilo aldırmayacaktır.

D vitamini ve obezite arasında bir kısır döngü vardır. Obez bireylerde D vitamini eksikliği çok daha sık görülürken D vitamini eksikliğinde kilo kontrolü de zorlaşır.

Kalsiyum eksikliğinde de metabolizma hızı azalmaktadır. Kalsiyum ihtiyacını karşılayan diyetlerin, karşılamayanlara göre kilo verdirme etkileri daha fazladır.

Bazı B grubu vitaminleri enerji metabolizmasında rol oynar, bazıları ise hemoglobin üzerine etkilidir. Bu sebeple B grubu vitaminleri kilo koruma ve verme süreçlerinde oldukça önemlidir.

3. Psikolojik Engeller

Kilo ve sağlık ilişkisi konusunda yeterince bilgi sahibi değilseniz veya bu bilgiyi hayatınıza geçirmekte zorlanıyorsanız sık sık diyetlere başlayıp bırakıyor olmanız muhtemeldir. Görüntünün önüne sağlığı koyarak, sağlıkla ilgili hedefler oluşturarak beslenme alışkanlığı değişimine gitmek bu sorunun tek çözümüdür.

Öncelikle bir önceki maddeyi hatırlatarak sağlıklı bir vücut istemeniz gerektiğini söylemek istiyorum. Ama bunun hemen olması gerektiğini düşünmek gibi bir hata da yapmayın lütfen. Hızlı sonuç veren yöntemler kas ve su kaybına sebep olduğu gibi metabolizmayı yavaşlatır. Sonrasında kilo artışı kaçınılmaz olan bu diyetler, yağ oranınızın artmasına ve vücudunuzun yaşlanmasına sebep olacaktır.

Hedefiniz kısa sürede büyük sonuçlar almak olmasın. Kısa dönemler için küçük küçük hedefler koyun. Bu hedeflerin hepsi sağlık temelli olsun. Zaten böyle olduğunda hedefleriniz zamanla büyük sonuçlara dönüşecektir.

Diyet yaparken sıkıntı yaşamayan, duraklama döneminden geçmeyen, diyetini küçük bir lokmayla bile bozmayan yoktur. Bunları kendinize bahane ederek “olmuyor, yapamıyorum, bugün de diyet gitti” gibi cümleler kurmayın.

Varış noktasına doğru koşan bir koşucu olduğunuzu hayal edin yerdeki bir taşa ayağınız takıldı diye hedeften vazgeçmenize gerek yok. Varış noktanız hala orada sizi bekliyor, kaldığınız yerden devam edin. Çünkü bu yarışta sizin için en iyi olmak değil; hedefte olmak önemli.

Sağlıkla kalın :)

Beni sosyal medyadan takip etmek isterseniz aşağıdaki linki kullanabilirsiniz :)

https://www.instagram.com/dyt.kubrazeydanli/

Yazının devamı...

10 Maddede Verilen Kilo Nasıl Korunur?

1. Diyetteyken Korumaya Başlayın

Pek çok birey diyet esnasında sadece kilo vermeye odaklanır. Oysa verilen kilonun korunması çok daha zordur.

Diyet esnasında alınan enerji ne kadar düşük olursa verilen kiloyu korumak o kadar zorlaşır.

Kişi sevdiği besinlerden çok fazla uzak kalırsa, diyet sonunda o besinleri eskisinden daha çok tüketmeye başlayabilir. Bu yüzden sevilen besinler enerjisi yüksek dahi olsa zaman zaman diyete eklenmelidir.

Her şey beyinde başlar. Diyette hedef kilo vermek olursa beyin hedefe ulaşıldıktan sonra beslenme üzerindeki ağırlığını çeker. Dikkatsiz ve olumsuz yeme davranışları artar. Oysa hedef sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanmak olduğunda hedef kiloya ulaşılsa dahi sağlıklı alışkanlıklar devam eder.

2. Güne Erken Başlayın

Uyku süresini iyi ayarlamak ve erken kalkmak kilo kontrolü ve sağlık açısından önemli bir alışkanlıktır. 12-1 gibi uyuyup 6-8 gibi uyanan bireylerde sağlıklı beslenme alışkanlıkları daha kolay oturur.

3. Hareketinizi Artırın

Fiziksel aktivite düzeyinin artması bir diğer önemli konudur. Düzenli egzersiz yapmıyor olsanız bile gün içinde daha fazla hareket etmeniz size çok şey katacaktır.

4. Uykuya Yakın Yemek Yemeyin

Uyku saatiniz belirli olursa yemek saatlerinizi de ayarlayabilirsiniz. Akşam yemeğinden 5-6 saat sonra uyumak en iyisidir. Eğer akşam yemekten sonra ara öğün yapıyorsanız (ki gece boyunca kan şekerinizin daha dengeli olmasını sağlayacak seçimler yaparsanız olumlu etkisini göreceksiniz) bu ara öğünün saati uykudan 2.5-3 saat evvel olmalıdır.

5. Eksik Vitamin ve Mineral Almayın

Bazı vitamin ve minerallerin metabolizma hızına, bazılarının ise iştaha etkisi vardır. Yani vitamin ve mineral eksikliklerinin kilo kontrolünde olumsuz etkileri görülmektedir.

6. Eksik Protein Almayın

Yeterli protein alımı kilo kontrolünde önemlidir. Çünkü proteinlerin sindirimi zaman alır ve midede tokluk oluşturma etkileri daha fazladır. Bu da daha az besin tüketimine sebep olur. Ayrıca proteinler termik etkileri sebebiyle dinlenme metabolizma hızını artırırlar, böylece kişi gün içinde daha çok enerji harcamış olur.

Ancak ihtiyaçtan fazla protein tüketildiğinde, proteinin de yağa dönüştüğü unutulmamalıdır.

7. Buluşma Sofralarını Değiştirin

Sosyal ortamlarda özellikle de gündüz ev oturmalarında beslenmenin dengesi epey bozulur. Fazla miktarda karbonhidrat, rafine şeker, doymuş yağ içeren besinlerin bulunduğu sofradan sağlıklı seçimle kalkmak mümkün değildir. Aslında buluşma grubunun hemen hemen hepsi bu durumdan şikayetçidir. Birçok birey “Ah o sofralar bizi onlar bu hale getirdi.” der. Oysa bu durum çok rahat düzeltilebilir. Buluşma grubunuzla anlaşın, bu sofraların içeriğini sulu yemek, ızgara et türleri, bol salata ve meze çeşitleri vb. ile değiştirin. Emin olun herkes bu karardan mutlu olacaktır.

8. Denge Kurun

Hiçbir besin bir anda kilo almanıza sebep olmaz. Ancak fazla enerji, şeker ve yağ içeren besinleri sık ve fazla tüketmek kilo almanıza neden olabilir. Bu sebeple kendinizi kısıtlamak veya tamamen serbest bırakmak yerine miktar ve sıklık kontrolü yapmanız en doğru yoldur.

Fazla besin tükettiğiniz bir öğünden sonra günün geri kalanını hafif geçirmek de bir seçenektir. Ancak sürekli bu yolu seçmek sağlık açısından istenilen bir durum değildir.

9. Çok Acıkmayın

Ara öğün yapmak şart değildir. Ancak öğünler arasında zaman fazlaysa ve açlık hissi ciddi düzeyde oluşuyorsa kişinin bir anda tükettiği besin miktarı yüksek olur. Eğer böyle bir sorununuz varsa fazla acıkmamak adına sağlıklı ara öğünler yapmanız en doğrusudur.

10. Lif Tüketimine Özen Gösterin

Tokluk hissinin oluşması, besin alımının azalması, tatlı krizlerinin azalması gibi etkileri bulunan lif kaynaklarını (sebzeleri, baklagilleri ve tam tahılları) sofranızdan eksik etmeyin.

https://www.instagram.com/dyt.kubrazeydanli/

Yazının devamı...

Bunları Okumadan Yumurta Yeme

Fark ettim ki hepimiz yumurtanın kaliteli protein kaynağı olduğunu biliyoruz. Peki nedir bu kaliteli protein?

Proteinler amino asitlerden oluşur. Aminoasitlerin örüntüsü proteinin sindirimini etkiler. Bunun yanında bazı aminoasitleri vücudumuzda üretemediğimizden besinlerden almamız şarttır. Yumurta almamız gereken aminoasitleri belirli oranlarda içeren benzersiz bir protein kaynağıdır.

Yumurtanın içerdiği protein sindirim sonucunda %100 vücut proteinine dönüşür. Anne sütü hariç bu özelliğe sahip tek besin yumurtadır.

Neden Yumurta Yemeliyiz?

1 adet yumurta yaklaşık 6,5 gram protein ve 6 gram yağ içerir. Yumurta karbonhidrat içeriği çok düşük (0,4 gram) olan besinlerdendir. Fosfor, selenyum, biotin, B12, B6, B2, K, A ve D vitaminlerini içerir.

1 yumurta sarısı 215 mg kolesterol içerir. Yumurta tüketildiğinde günlük alınması gereken kolesterolün büyük bir kısmı alındığı için, gün içinde tüketilen diğer besinlerle kolesterol tavsiye edilen düzeyin üzerine çıkar. Bu yüzden eskiden kolesterol hastalarına haftada 2-3 den fazla yumurtaya izin verilmezdi. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalar kolesterol hastaları da dahil her gün 1 yumurta tüketiminin kolesterolü yükseltmediğini göstermektedir. Çünkü yumurtanın doymuş yağ içeriği düşüktür ve yağ içeriğinin %64’ünü doymamış yağ asitleri oluşturur. Bu özelliği sayesinde kolesterolü yükseltmez.

Yavaş sindirildiği için tok tutan besinlerden biridir. Yumurta tüketilen bir kahvaltıdan sonra acıkma hissi tüketilmeyen bir kahvaltıya göre daha geç oluşur. Ayrıca akşam atıştırmaları da dahil olmak üzere gün içinde besin alımı yumurta tüketenlerde daha az bulunmuştur.

Kahvaltı tüketimi ve kahvaltıda protein alımı gün içerisinde daha dengeli bir kan şekerine sahip olmamızı sağlamaktadır. Yumurta ise kahvaltıda tüketilebilecek en güzel protein kaynağıdır.

Zayıflama diyetlerinde kas kaybının engellenmesine katkıda bulunur. (elbette tek başına yeterli değildir.) Sporcularda ve egzersiz yapanlarda kas gelişimini destekler

Algı kapasitesini artırır. Bu sebeple özellikle okul çağı çocuklarının kahvaltılarında önemli bir yeri vardır. Ayrıca hamilelikte tüketimi de bebeğin beyin gelişimi üzerine olumlu etkide bulunmaktadır.

ACE üzerine inhibitör bir etki göstererek tansiyonun yükselmesini engeller.

Yumurta antioksidan içeriği yüksek bir besindir ve bu özelliğinin yanı sıra bağışıklığı destekler. Kansere karşı koruyucu olduğu gibi kanser hastalarında kullanımı da son derece önemlidir.

Yumurta demir içeriğiyle kansızlığa karşı koruyucudur. Ancak içeriğindeki demirden tam yararlanmak için yanında C vitamini kaynağı olan bir besin tüketilmesi ve çay içilmemesi gerekir.

Yumurtamızı Nasıl Yemeliyiz?

Tavada, yağda pişirilmiş yumurtada protein, vitamin, mineral kaybı daha fazladır. Haşlanmış yumurta pişerken, yumurta kabuğu içindeki proteinin, vitaminlerin ve minerallerin sudan ve ısıdan korunmasını sağlar, yanı kayıp en az düzeydedir.

Çılbır dediğimiz yumurtanın su içinde pişirilmesi işlemi ise tavada pişirmeye göre daha sağlıklı bir yöntemdir.

Yumurta çiğ yenmemeli-içilmemeli ya da çok az pişmiş yumurtalar tercih edilmemelidir. Çünkü ne kadar az pişmişse vücudumuza yararı da o kadar azdır. Fazla pişen yumurtada ise FeS halkası dediğimiz olay yani yumurta sarısının yeşilimsi olması gerçekleşir. Bu yumurtadaki demirin vücut için kullanılamayacak hale gelmesine sebep olur.

Yani yumurta için en sağlıklı pişirme yöntemi haşlamadır ve 8-10 dk kadar kaynatmak uygundur.

Sağlıkla Kalın

Beni instagramdan takip etmek için:

https://www.instagram.com/dyt.kubrazeydanli/?hl=tr

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.