SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

İkinci yarıyı daha iyi oyna

50. yaşımla ilgili ne yazabilirim diye düşünüyorum birkaç gündür. Duygular karışık. “Ulan ne zaman…”la “şükürler olsun” arasında şizofrenik gidiş gelişlerim var. Yeryüzünde yarım asır geçiriyorsan eğer, kafa da pek sağlam kalmasa gerek.

Yazacaklarım asla sevgili dostum Levent Doğurga’nın şahane “50 Yaş Manifestosu” gibi olamaz…

Ama yine de birkaç kelamım var.

1- ZAMANLA BARIŞIK OL. Her şeyin bir zamanı var, ne oldurmaya çalış, ne de kaderci bir bekleyişin olsun. Ne istiyorsan zamanının geleceğini bil. Sabır, sana her gün sunulan sınavdır.

2 – DÜŞÜN. Her gün, birkaç dakikalığına bile olsa, hayata gelme amacın üzerinde düşün. Cevabı arama, sadece varlığının bir anlamı var, bulmaya çalış.

3 – OKU. Oku ki, yeniliklere açık ol. Bilgi seni sarsın sarmalasın. Ama git gide seçimini okumaktan yana değil, yaşamaktan yana yap. O çok daha makbul.

4 – HİÇBİR ŞEY İÇİN GEÇ DEĞİL. Aşk için, yeni bir dil öğrenmek için, bir enstrüman çalmak için, çocuk yapmak için, üniversiteye gitmek için, sokak hayvanlarının başını okşamak için, zeytin ağacı dikmek için.

5 – HERKES GİBİ OLMAK ZORUNDA DEĞİLSİN. DNA’na bakarsan, zaten bu dünyada biriciksin. Ona rağmen, herkes gibi olma çabası niye? Toplum ayrık otlarını sevmez, seni acımasızca nizamî olana çeker. Ama sen ayrık otu ol. Güzel bir ayrık otu.

6 – KUTLAMALARI HAYATINDAN EKSİK ETME. Eskiden hiç sevmezdim yaş günü vs kutlamalarını. Şimdi zamanın darlığını biraz daha fazla idrak ettiğimdendir belki, her şeyi bir kutlama vesilesi yapabiliyorum. Kutlamalar iyidir.

7 – KABİLENİ SEÇ. Zalimlikleri olan bu hayatta neşeli ve olumlu kalabilmenin tek yolu, seni yukarı çeken kişiler arasında kalmandır. Etrafında böyle insanlar yoksa, bulana kadar kabile değiştir.

8 – HAYIR İŞLERİ YAP. Her gün, karşılıksız hizmet et. Çocuklar, kadınlar, doğa, hayvanlar hiç önemli değil. Karşılıksız hizmet seni daha çok insan yapar. İnsan olmadan kimse bu dünyadan göçmemeli.

9 – ÜÇÜNCÜ GÖZÜN HEP KENDİ ÜZERİNDE OLSUN. İki gözümüz dışarı bakıyorsa, bir üçüncüsü hep içeri baksın. Eylem ve söylemlerini vicdan terazisinde tart. Hep.

10 – SORUMLULUK AL. Hayatın ev-iş-aile sorumluluğu arasında geçmesin. Birilerinin hayatında olumlu fark yarat. Kendi çocuğunun, annenin, eşinin değil… Belki apartman görevlisinin çocuğuna derslerinde yardımcı olursun, belki bir siyasi mücadeleye girersin. Evinden ayrı mutlaka bir sorumluluğun olsun. Hayatta bir haykırışın olsun.

11 – DOĞAYA GERİ DÖN. Formül oldukça basit. Raydan çıktığında doğada birkaç saat geçirmek seni kendine getirecektir. Her daim elinin altında olan bu fırsatı değerlendir.

12 – BİR KUM TANESİSİN. Biricik olduğunu, ama çok da önemli olmadığını bil. Kendini “biri” zannettiğinde başın belada demektir. Kendini “önemli biri” zannettiğindeyse başın büyük beladadır. Çok büyük.

13 – TEK BAŞINA OLMAKTAN KORKMA. Zaman zaman tek başına kal. Hatta tek başına seyahat et. Yoldakiler sana seni tanıtacaktır. Kendinleyken eğlenemediğin, gülemediğin sürece başkalarıyla da iyi olamayacaksın.

14 – RUHUNA SAHİP ÇIK. Ruhunu öldürenlerden uzak dur. Kanatlarını kesip seni uçmaktan alıkoyanlar, onlardan uzak dur. Nokta.

15 – AİLEN FARKLI OLABİLİR. Tek tip aile kavramının olmadığını hep hatırla. Çocuğun yoksa da, eşin yoksa da, bir evin yoksa da, aileni kur. Köklenmek insanı sağlamlaştırır. Senin ailen, senin tanımın.

16 – DÜRÜST OL. Başını gece yastığa koyduğunda için rahat, vicdanın pırıl pırıl olsun. Çünkü yarın uyanamayabilirsin.

17 – KÖTÜ GÜNLER DE OLACAK. Ama kabileni güzel seçersen, o günler daha kolay geçer. Bir de… eskide kalmış kötü günlerle vedalaşmayı bil. Hepimiz travmalıyız, hepimiz kırığız. Hepimiz yola yaralı, kambur, topal, çolak, az veya çok eksik devam etmeye çabalıyoruz. Geçmişin şimdiyi gölgelemesine izin verme. Yapamıyorsan, yardım al.

18 – ÖLÜME HAZIRLAN. Ölüme hazırlanmanın en iyi yolu, çok güzel bir yaşam sürmektir. Öyle yap ki, o son gün geldiğinde içinde pişmanlık ve keşke’ler kalmasın. “Çok güzel yaşadım” diyebilesin.

19 – SEYAHAT ET. Uzak yerlere gitmene gerek yok, hiç içinden geçmediğin yan mahalleye de seyahat edebilirsin. Çünkü seyahat, kendine dönüşündür. Seyahatlerin bizi gerçeklerle yüzleştirme gibi değişmez bir alışkanlıkları vardır.

20 – SINIRLARINI BİL. Dünya düşük bilinçli, istismarcılarla dolu. Ruhunun yaşamasını istiyorsan eğer, sınırlarını koy. Mümkün olduğu kadar şefkatle ve nazikçe. Her durumda güzel sözü eksik etme.

21 – HAREKET ET. Bedenin senin tapınağındır. Tapınağına iyi bakmazsan, içinde istediğin kadar ibadet et, yapı erkenden yerle bir olur. Adının ne olduğu önemli değil, her gün kalbin attığı ve bacakların çalıştığı sürece hareket et.

22 – SUS. Susmayı bil. Her şeye bir cevabın yok ve kazanamayacağın savaşlarla dolu bu dünya. Susmak, bazen aklın yoludur.

23 – VEFALI OL. Emek sarf et. Kabilene sahip çıkmak için, vefalı olman gerek. Hep karşıdan beklemek değil, vefanı gösterebilmek için sen fırsat kolla. “Neden hep ben?” deme. Bazı şeyleri başkalarına göre daha iyi yapıyor olabilirsin. Yeteneklerine şükran duy.

24 – ACİZSİN. Bunu bir kere kabul et. Hepimiz bu dünyada, kontrol edemediğimiz bunca şey varken, aciziz. Acizliğin de bir özgürlüğü var, her türlü etiketten bağımsız olarak, bunu keşfetmeye çalış.

25 – YARAT. Bu dünyaya kendimizi keşfetmek için geliyoruz. Yaratımın olmadığı bir hayat, konfor alanında geçirilen bir hapishanedir. Konfor alanını aş. Hayatın boyunca bir şeyler üret ki, kendini keşfedesin.

26 – ÇALIŞ. Çalışmak kadar şifalandırıcı bir eylem yoktur. Son nefesine kadar çalış. Ama dinlenmesini de bil. Bu ikisini dengeli yapabilendir bilge olan.

27 – PARAYI DOĞRU HARCA. Para harcamak, para kazanmaktan daha inceliklidir. Para harcamak için doğru hayat vizyonuna sahip olmak gerekir. Büyük bir kelime ama, kültürlü olmayı şart koşar. Güzel para harcayabilmek için, kültürünü artır.

28 – EMANETÇİYİZ. Hepimizin geçici bir süre için emanetçi olduğumuzu unutma. O çok tutunduğun ev, o gözün gibi baktığın araba, her gün kontrol ettiğin hisse senedi, banka hesapları, bunların sahipleri sadece geçici olarak sensin. Aklından çıkarma.

29 – MÜZİKSİZ KALMA. Müzik olmadan yaşanan bir hayat eksik kalmıştır. Üzerine bir de dans ekleyebilirsen, senden tangosu yok.

30 – YARGILAMALARDAN UZAK DUR. Kibirli insan yargılar. Diğerini küçümser. Yargılamak, tepeden yapılan bir eylemdir. Unutma ki bu hayattaki herkesin yolculuğu eşsiz. Farkındalık düzeylerimizin bu kadar farklı olan bir dünyada, birimiz diğerine göre nasıl daha üstün olabiliriz ki?

31 – OLUMSUZ DUYGULARI BESLEME. Zihninin içinde ne varsa, dünyayı öyle görürsün. Önce evinin içini düzelt ki, dışarıdaki güzellikleri balkonundan görebilesin.

32 – VAZGEÇMEYİ BİL. Savaşmaya programlanmış bedenler olarak, vazgeçmek bir başarısızlık göstergesi olarak kabul edilse de, sen, doğru zamanda vazgeçebilmeyi bilgelik kabul et. Vazgeçtiğindeyse, şüpheyi de geride bırak. Emin adımlarla yeni yolunda ilerle.

33 – YAZ. Herkesin bir kitabı olmalı. Günlük olabilir, yayınlanmış bir kitap veya çekmecede biriken mektuplar. Yazmak, dünyanın en devrimci eylemidir. İçindeki devrimciyi diri tut.

34 – HER ŞEY BİR SEÇİM. Bahaneler bulma. Yapmaya gönüllü olmayan, gerekçeler üretir. Kararlı olan ise, her şeyin bir seçimden ibaret olduğunu bilir. Hiçbir şey zor değildir aslında. Her şey sadece bir seçimdir. SEÇİM.

36 – DOĞRU YATIRIMLARI YAP. Hayatın boyunca maddi varlıklara yatırım yapan biri, yalnızlık ve mutsuzluk içinde ölür. Yatırımlarını aileden, sevgiden, insanlardan yana yap. Çoğumuzun yeterince maddi varlığı var, ama pek azımız bunu biliyoruz.

37 – SAMİMİ OL. Cesaretli ve dürüst bir şekilde konuşmak zor olsa da, her zaman samimi ol. Söylemek istediğin ne kadar acıysa da mutlaka daha az acıtacak bir yolu vardır. Güzel aklın sana yolu gösterir.

38 – İNANÇLI OL. Neye, kime inanmak istersen inan. Ama inancın olmadığı bir yaşam, dalsız, yapraksız bir ağaç demektir. Biraz eksik, biraz kuru.

39 – NİYET ET. Her işine bir niyetle başla. Yemek yapmak olsun, bir projeye kalkışmak olsun, bir yola çıkmak, neye başlarsan başla, 2 dakika gözlerini kapatıp o işe başlamadan önce niyette bulun. Göreceksin, her şey daha kolay akacak.

40 – EVRENDEKİ MESAJLARA KULAK VER. Yok, uzaylılar değil. Bir işe kalkıştığında önüne sürekli engeller çıkıyorsa, bil ki Evren seni desteklemiyor. Boşuna diretme. Bir işe kalkıştığında her şey su gibi akıp gidiyorsa, bil ki doğru zaman, doğru yerdesin ve meyvelerini mutlaka alacaksın. Evrenden gelen mesajlara posta kutun hep açık olsun.

41 – HEDEFLER KOY. Belirli bir ciro yapmak hedef değildir. Belirli bir marka araba satın almak da öyle. Kendinin daha iyi versiyonuna ulaşmanı sağlayacak hedefler belirle. Belki günlük, belki aylık, belki yıllık, belki de on yıllık.

42 – HAYALLER BEBEK ADIMLARLA BAŞLAR. Bir hayalin mi var, o zaman şimdiden kağıt kalemi al ve yazmaya başla. Projelendir, ücretlendir, detaylarını yazmaya başla, çalakalem de olsa çizimini yap, internette araştırmalara dal. 10 sene sonra gerçekleştirmen hiç önemli değil. Yarının gerçeği bugünün tasarımıyla doğar.

43 – HAYAT HİÇBİR ZAMAN İSTEDİĞİN GİBİ GİTMEYECEK. Ancak kaosun içinde bir tutarlılık vardır, o da kaosun her daim var olduğudur. Planlar yaparken başka şeyler başına gelecektir, o yüzden bir ölüm kalım meselesi gibi tutunma planlarına. Yolunda ilerle, ama her şeyin tepe taklak olabileceğini aklından çıkarma. Ve eğer öyle de olursa, kalbinle kabul et ve yol değiştir.

44- DEĞİŞMEK KAÇINILMAZDIR. Gelen rüzgarla değiş demiyorum ama hücrelerin her gün değişirken, hatta her saat, sen nasıl aynı kalabilirsin ki? Zihnindeki ve hayatındaki değişimlere açık ol. Bir şans ver. Belki daha iyi bir hayat bekliyordur seni. Olduğun yerde saymaktansa, “en azından denedim” demek çok daha iyidir.

45 – KOCAMAN GÜLÜMSEMEN OLSUN. Yaş almak kaçınılmaz, ama genç kalmak elimizde. Genç kalabilmek istiyorsan kocaman bir gülümsemen olsun, “Ne kadar güzel gülüyor!” desinler sana. Bir de saçlarına ve sözlerine iyi bak.

46 – AŞKTAN VEZGEÇME. Aşkın milyon tane yüzü var, o yoldan hiç çıkma. Ne yaparsan yap, hep aşk olsun. Aşk yolundan uzaklaşan, mezarını kazmaya başlar. “Artık bana nasip olmaz” deme. Son nefesine kadar aşk ol. Son nefesine kadar aşktan vazgeçme. Aşkın içinde olduğundaysa, özgür bırakmayı bil. Bu bir erdemdir, cesaret işidir, herkesin harcı değildir.

47 – İLİŞKİNE EMEK VER. Birlikteliğini değiştirmek kolay. Emek vermezsen, tırtılın kelebeğe dönüşeceğine tanıklık edemezsin. Kelebek, hepimizin hakkı. Ama bil ki tırtıllık da ilelebet sürmez, sürmemeli. Kelebek ufukta belirmiyorsa eğer, nazikçe gitmeyi düşün.

48 – HAYAT ARKADAŞIN OLSUN. Tek başına olmak güzel ve yeterli. Ama yolda bir hayat arkadaşıyla yürümek daha keyifli. Yolun başında biraz daha “hayat”, ilerledikçe “arkadaş” olma. Her ikisini dengeli yürütebiliyorsan eğer, reenkarnasyondan yırtmış olabilirsin.

49 – KENDİNİ TANIMANIN EN İYİ YOLU BİRLİKTELİKTİR. Seçtiğin kişi muhtemelen senin eksikliklerini göstermeye gelmiştir. Hoşuna gitmeyen davranışlar aslında senin davranışlarındır. Tanımak önemli, ama birlikte gelişebilir ve en önemlisi dönüşebilirsen, işte o zaman piyango sana vurmuş demektir.

50 – KENDİ ÖZLÜ SÖZLERİNİ BUL. Herkesin özlü sözleri kendine. Bu okuduğun dahil, kimsenin sözlerini takip etme, gerçek olarak kabul etme. Sen biriciksin. Dünyada teksin. Kendi sözlerin, en kıymetli mücevherindir. Ve o sözler, şartlar ne olursa olsun, her zaman nazik olsun, her zaman zarif olsun.

Öyle işte….

Bu kadar yazdıktan sonra ben izninizle gideyim artık.

Nereye mi?

İkinci yarıyı daha iyi oynamaya!

Esra E. Karaosmanoğlu

Alterego.esra@gmail.com

Aralık 2021

Yazının devamı...

Hepimiz suçluyuz

Bodrum’un Kumbahçe semtinde oturuyorum. Yamacın üzerinde, son sıra evlerden bizimki. Yani arkamızda artık yerleşim yeri yok, orman başlıyor, makilik bir alan var. Temmuz ayının son gününde Bodrum Kumbahçe’de çıkan yangın, evimizin 20 metre arkasına kadar geldi. 20 metre! Bilmiyorum hayâl edebiliyor musunuz? Korku, panik, kargaşa, tahliye sorunları, trafik, hepsini birkaç saat içinde yaşadık ama en acı veren duygu, çaresizlik hissiydi. Apartman boyunda alevler ve elinizde cılız bahçe hortumları, temizlik ve kum kovaları… Bodrum Belediyesi olanca gücüyle çalışıyor, hepimiz şahidiz. Belediye Başkanı Sn. Ahmet Aras bir Kumbahçe’de, bir Mumcular’da, bir Mazı’da… Ama uçağı yok. Türkiye’nin yangın söndürme uçak eksiğinin bedelini, bu yıl çok acı bir şekilde ödüyoruz.

Yerel halk, inanılmaz bir iş çıkarıyor. Kuzenim Yiğit Girgin bizzat gönüllü olarak günlerdir çalışıyor, gözüne bir gram uyku girmedi. Ondan biliyorum. Kriz merkezleri kuruldu, gönüllüler su, ayran ve temel ihtiyaç malzemesi topluyor. Vatandaşların getirdiklerini büyük bir sessizlik, sakinlik, disiplin ve güler yüzle tasnif ediyorlar. Her şey tıkırında işliyor, elden ele dolaştırılan her su kolisi ihtiyaç duyulan yere yetiştirilmek üzere yere bırakılıyor. Herkesin yüzünde bir yandan dayanışmanın verdiği güç ve umut, diğer yandan felaketin devasa boyutlarının yarattığı ümitsizlik…

Çok büyük bir faciayla karşı karşıyayız. Onca can yitti, evler, tarlalar, insanların ekmek kapıları kül oldu. Ekmek kapıları, yani o aileler artık yoksul bile değiller, yoksulluk sınırının altındalar. Ürünleri, yıllık emekleri, hayvanları, hepsi gitti. İnsanın içi yanıyor. Yana devrilmiş inek ve yeni doğurduğu buzağının kaskatı kesilmiş halini gördükten sonra, ben artık kendime gelemedim.

Doğa felaketlerini önleme gibi bir şansımız yok. Ancak etkilerini kontrol altına alabilmek elimizde. Gerekli ve yerinde yatırımlarla, önceden çalışılmış müdahale planlarıyla, tahliye provalarıyla, kamusal eğitimlerle…. Biz bunların neresindeyiz? Yağmur duaları, astrolojik öngörüler ve kehanet varsayımlarına mahkûm kalmamalıydık.

Son yıllarda yaşanan felaketlerin hepsi, doğaya ve kendi doğamıza aykırı yaşamanın sonuçları. Doğadan gelen ve içsel sesimizle aynı olan o müthiş bilgelikle bağlarımızı tamamen kopardık. Serseri mayınlar gibi, bir salgın hastalıktan kaçarken sele tutulmamaya, yangından canımızı kurtarmaya çalışıyoruz. Hepimiz suçluyuz. Arabasının penceresinden yanan izmariti fırlatan da suçlu, bina üzerine bina inşa ederek yerleşim yerlerindeki sıcaklığın yükselmesine sebep olanlar da… Hava sıcaklığını artıracak her türlü ev eşyasına sahip olan bizler de, ağaç katliamı yapıp ekosistemi alt üst edenler de... Hepimiz istisnasız suçluyuz. Geçtim Devlet’ten onu bunu istemekten, bu gezegenin nefes alabilmesi ve yaşayabilmesi için bireysel olarak neler yapıyoruz? Bu soru da, asıl sorulması gerekenler arasında değil mi? Yangınlar, önlerindeki her şeyi yerle bir ederek elbette sönecek. Biz yaralarımızı sarmaya çalışacağız. Peki seneye? Seneye aynı şeylerin, hatta daha da beterinin yaşanmaması için önlemler alacak mıyız?

Yaşadığımız topraklar cayır cayır yanıyor ve elimizden bir şey gelmiyor. Bireysel olarak elimizden gelenler, bu devasa yangınları söndürmeye yeterli değil. Çoğu yerde alevlerin kendiliğinden sakinleşmesini beklemekten başka çaremiz yok. Sonrasında, sonrasında yine birlik olma zamanı. Toplumsal önleyici stratejiler belirleme zamanı. Hatta bunları en küçük yerel idari birimlerde tartışmalı. Mahallelerde, köylerde, kasabalarda, ilçelerde eylem planları oluşturulmalı. Zaman, birlik olma zamanı. Birileri yangın varken dışarıda yiyor diye ayrıştırma zamanı değil. Yargıladığımız kişi belki de hepimizden çok birilerine yardım etmiştir, kim bilebilir ki bunu?

Zaman, birleşme zamanı.

Hepimize ait olan bu suçun tahribatını, ortak akılla gidermenin zamanı. Ve bu ortak akıl, ancak doğayla uyumlu olursa kurtuluşumuz var. Kâr avcılığını bırakıp, insan olmaya başlamamız lazım. Kızılderili atasözünün dediği gibi: “Yalnızca son ağaç kesildikten, son ırmak zehirlendikten, son balık yakalandıktan sonra; ancak ondan sonra paranın yenemeyeceğini anlayacaksınız”.

Doğaya uyumlu yaşamaktan başka, artık bir çaremiz yok.

Esra E. Karaosmanoğlu

Ağustos 2021

Yazının devamı...

Hayatın amacı nedir?

Birçok yerde duyuyorum, okuyorum, yaşam amacımızı bulmaya yönelik üzerimizde korkunç bir baskı var. Yaşam amacını bulamadın mı? O zaman hayatını boşa harcamışsın demektir! İnsanlar da yaşam amaçlarını bulmak için, psikiyatrlardan tutun yaşam koçlarına, enerji tacirlerine ve maneviyatla ilgilenen kim varsa herkese oluk oluk para akıtmaya hazırlar… Ve bugünlerde tam da olan bu!

Yaşam amacımız nedir, bu dünyaya neden geldik, dünyevi sınavlarımızın bir gayesi, hayatımızın temel hedefi var mı, tüm bunlar aslında felsefeciler ve ruhanî liderler tarafından çokça yazılan konular. Cevaplar tek değil, farklılıklar gösteriyor. Haliyle insanların aklı da karışıyor.

Sanırım herkes bir konuda hemfikirdir, bu dünyaya kusurlarımızla geliyoruz. Kısıtı olan bir elbisenin içinde doğuyoruz. Baştan, limitleri gerçek, engelleri, yapabilecekleri kısıtlı olan bir kıyafetimiz var. Beden, bize verilen yaşam süresince içinde devineceğimiz küçücük bir alan. Dünyadaki varlığımız bedenlenmeyle başlıyor, son nefesimizdeyse bitiyor. Yol boyunca ise türlü hastalık, fiziksel engelle boğuşuyoruz. Bunları hiç tatmayan insan yok. Kusurları olan bir kıyafetimiz varken, kusursuzluktan bahsedebilir miyiz?

Ruha inananlar, çoğunlukla ruhun sonsuzluğuna ve mükemmelliğine de inanır. Ruhun, tanrısallığın bir izdüşümü olduğunu bilirler. Bu varsayımı kabul edersek -ruhun mükemmel olduğunu- bu ruh bu bedende kendini ifade edebilir mi? Bir başka şekilde söylersek, mükemmel olan bir seyin (ruh), mükemmel olmayan bir “elbise”nin içinde oluşu (beden), bu “paketi” mükemmel yapar mı?

Basit matematikle, hayır diyebiliriz.

Peki yaşam amacı nerede devreye giriyor? Mükemmel olmayan “şartlarda” (beden-ruh birlikteliği), hayat amacımızı bulmak mümkün mü?

Öncelikle, yaşam amacı ruh-beden kısıtlılığının ötesine gitmeyi gerektirir. Kusurlu bir ortamda (bedensel gerçekliğimizde), hayatımızın amacını keşfetme gibi temel bir soruya verilecek her yanıtın kusurlu olacağını düşünüyorum. O zaman odağımızı kısıtlı olan bedenlerimizden kısıtsız olan ruhlarımıza çevirelim. Yaşam amacımızı bu sonsuz varlıkta aramaya gayret edelim mi?

Ruh, hani kısıtsız ve sonsuz dedik ya, neden yeryüzüne “inmiş” olabilir? Amacı ne olabilir?

Okumalarım, dinlediklerim, sezgilerim ve iç görüm diyor ki, yaşam amacımız öncelikle beden kısıtlılığından kurtulmak. Bedenden bağımsız var olan “şey”i keşfetmek. Bu “şey”in her türlü kısıtlamadan ari olduğunu keşfetmek. Bedenin ötesine geçmek, ötesinde bir var oluşu, ruhu keşfetmek…

Yaşam amacını bulmada kanımca ilk ve en büyük adım bu.

Peki ruhumuzun varlığını deneyimledik, keşfettik ve görülmeyen bu “şey”e inandık, bu kadar mı? Hayat amacımız sadece ruhumuzla yeniden irtibat kurmak olabilir mi? Aslında sadece buraya gelmek bile bir sonraki adıma bizi doğrudan hazırlıyor: ruh, yeryüzünde nasıl hareket ediyor, nasıl davranıyor, hangi durumlarda özümüzden uzaklaşıyoruz, hangi durumda evimize yeniden kavuşuyor hissine varıyoruz…. Peşi sıra giden yıllarımızda bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde deneyimlediğimiz aslında tam da bu. Ruh farkındalığı, dünyevi deneyimlerle ortaya çıkıyor ama ruh, dünyevi deneyimlere gereksinim duymadan var oluyor.

Ruhsal deneyim yoluna çıkanlar, kısa sürede hangi durumda ruhun “tam potansiyeline” kavuştuğunu hissederler. Tamamlanmışlık hissi, bize ne zaman geliyor? Bu ruh, “” ne zaman diyebiliyor?

SEVGİ’yi keşfettiğimizde.

İşte herkesin hayatının amacı bana kalırsa bu: SEVGİyi keşfetmek, sonrasında SEVGİ OLMAK. Elbette, bir kişiye veya kişilere olan sevgiden bahsetmiyorum (ki bu da yollardan biridir), aşkın bir sevgiden bahsediyorum. Sadece var olmakla deneyimleyeceğimiz tamamlanmışlık hissi, SEVGİden geçiyor. SEVGİ olunca ancak, dünyadaki kusurlu varoluşumuzun ötesine geçebiliyoruz. Ve SEVGİ olunca, zaman, mekân, deneyim, var oluş, her şey, ama her şey yok oluyor. Sadece bir “var olma” durumu, ve buradan akan sonsuz bir tatmin…

Hayatın amacı bana kalırsa, çoğunlukla etrafımda duyduklarımın, okuduklarımın aksine, her insanda farklı değil. Kişisel yeteneklerinizin sizi hayatınız amacına götüreceğine inanmıyorum. Birinin el becerisi yüksekse, hayatının amacı heykeltıraş olmak değildir. Bir diğerinin matematiği kuvvetliyse, bu kişinin hayatının amacı mühendis olmak değildir. Sesimiz güzelse, ses sanatçısı olunca hayatımızın amacını bulmuş olmuyoruz. Çoğu zaman, odak farklı ve yanlış yerlere çekiliyor. Yeteneklerimiz, muhakkak ki hayatımızın amacını keşfetmemizde bize sunulan kestirme bir yoldur ancak bir araçtan öte değildir. Bunu kavrayabilen kişi, ruhun deneyimlemeyi seçtiği yere gelebilir. Yeteneklerimizle SEVGİyi keşfetmek mümkün, ancak “yol” illa ki buradan geçmez.

Albert Einstein’in kızına yazdığı mektup çoğu zaman yeterince dikkate değer görülmemiştir. Oysa, izafiyet teorisinden de önemli bir şey söylüyordu bu deha:

.”

Nobel ödülü almış ve 20. yüzyılın en çok okunan yazar ve filozoflarından Bertrand Russell’ın, kendisine hayatının temel deneyimi sorulduğunda verdiği cevap şimdi de, bundan sonraki zamanlarda da güncelliğini koruyacak:

“”.

Görünürde maneviyatla hiç ilgisi olmayan ve dünyaya faydalı izler bırakmış insanlara bakın. Bilim insanı, doktor, yazar, hepsi varmamız gereken yerin SEVGİ olduğunu vurguluyor. Ruh, beden, Tanrı üçlemelerine inanmıyorsanız dahi, en azından bu kişilerin sözleri ışık tutabilir. Hepimizin hayat amacı tek ve bir: o da SEVGİ. Her sözümüze, her davranışımıza, her eylemimize, her düşüncemize katabileceğimiz ve katmamız gereken SEVGİ.

OCAK 2021

Esra E. KARAOSMANOĞLU (ARYA)

Alterego.esra@gmail.com

Yazının devamı...

Dunning-Kruger Sendromu

Aptallık ile, cesaret/ aşırı özgüven arasındaki ilişkinin bilimsel olarak kanıtlandığını biliyor muydunuz? Cornell Üniversitesi’nde görevli iki psikolog David Dunning ve Justin Kruger bu konudaki araştırmaları ile 2000 yılında IG Nobel Ödülü’ne layık görülmüşler (1). Bu iki bilim insanının yaptığı deneyler sonucunda vardıkları sonuç şöyle: “”. Tersinden de bu teoriyi okumak mümkün: “”.

Başka bir ifadeyle bilgi sıfır ise, özgüven tavan.

Bu iki bilim insanı, aptallıkla cesaret/özgüven patlaması arasındaki ilişkiyi ispat etmenin yanı sıra, şöyle de bir sonuca varmışlar: Yanlış sonuçlara veya talihsiz seçimlere varanlar, seçimlerinin yanlışlığını veya talihsizliğini anlayabilecek yetkinlikte olmayan insanlardır. Yani bir nevi zihnimiz bir yazılım ise, yazılımda bir sorun oluyor ve yazılımın kendisi, meydana gelen durumun bir sorun olduğunu dahi algılayamıyor (ve sonrasında da onaramıyor). Sorun tespitinde altyapı yetersiz kalıyor (2).

Dunning-Kruger sendromunu anlatan birçok atasözümüz var aslında. İlk anda aklıma gelenler şunlar: “”, “.”

Eminim daha niceleri vardır.

Aptallar Neden Cesurdur?

Aptal insan, aptal olduğunu bilmez. Bunu kenara koyalım. Aslında cesur olduğunu da bilmez. Sadece kendisini birdenbire cesaret gerektiren durumlarda bulur. Bunun sebebi ise çok basit: analiz etme yetersizliği. Bir durumla ilgili olası sonuçları ne kadar çok öngörebiliyorsanız, o kadar çekingen olursunuz. Başınıza bir şey gelmesini istemezsiniz, riskler fazladır veya can acıtabilir. Kaybedecekleriniz kazanacaklarınızdan daha fazladır. Bunu tartmış, değerlendirmiş ve durum her ne ise girişken/gözü kara davranmamaya karar vermişsinizdir. Elbette tüm bu analiz yeteneğinden yoksunsanız, riskleri hiç düşünememişsinizdir ve kendinizi tehlikeli/riskli bir durumda bulmuşsunuzdur. Dışarıdan buna yanıltıcı bir şekilde “” deniyor.

Aslına bakılırsa yukarıda bahsettiğim “”nden çok, “” bahsetmemiz gerekir. DOĞRU analiz etme yeteneğine sahip olmayan bir kişinin akıllı olduğunu iddia etmek zordur. Bir insan kafasında gerekçeler ve senaryolar kurabilir, enine boyuna düşünmüş, kendine göre bir risk haritası çıkarmış olabilir. Ancak bu kişi tamamen yanlış sularda dolaşıyor olabilir. Düşünmüştür düşünmesine de aslında durumu gerçekçi ve nesnel bir şekilde değerlendirmeden yine de yoksun kalmıştır.

Peki, bir insan nasıl “” bir bakış açısına sahip olabilir. Kanımca eğitimle, çok okuyarak, çok vaka görerek ve dinleyerek, anlamaya çalışarak. Kendini sorgulayarak.... Aklına ve vicdanına güvendiği kişilerden görüş alarak…. Yani tecrübeyle. Ancak bana kalırsa bir bu kadar önemli olan bir başka etken de var: iç görü.

Spiritüel Bakış Açısı

Birçok kadim öğreti, “”ten bahseder. Buna sezgi de diyebilirsiniz. “” demeyi yeğleyen insanlar da var. Örneğin, riskli bir ortama girdiğinize dair elinizde hiçbir veri yoktur, her şey “”, “” gözüküyordur, ama iç sesiniz size oradan uzak durmanızı bangır bangır bağırıyordur.

Spiritüel öğretilerde iç ses, evrensel zekânın insandaki tezahürüdür. Yani, ruhun dünyaya gelişinin amacı her deneyimde kendini daha iyi/üst bir versiyona çıkarmak ise, bizden bağımsız olan bir üstün zekânın bu doğrultuda bize fısıldadıkları vardır. “”, “”… Kaynağını bilmediğimiz bu ses de, çoğu zaman yanlış kararlar almamızı engeller. Hepimiz benzer deneyimlerden geçmişizdir.

“” dinleme yolları var. İç sesimizle daha derin bir bağlantı kurma yöntemleri birçok spiritüel çalışmada bellidir ve pratiğe dayalıdır. Bunları uygulamak da en az analiz kabiliyeti kadar, bizi doğru kararlara götürecek olan anahtardır.

Aptallık Edip Etmediğimizi Nasıl Anlarız?

Ne demiştik? Aptal insan, aptal olduğunu bilmez. Veya akıllı insan, aptallık yaptığını bilmeyebilir. Peki bilmediğimiz şeyi nasıl bilebiliriz ki, hataya düşmekten kurtulalım?

Bu zor, haklısınız. Ama aptallık ettiğimizi gösteren bazı emarelerin olduğunu düşünüyorum. Naçizane, onları şöyle sıralamak isterim:

- Teredütünüz varsa, veya içine gireceğiniz durumla ilgili soru işaretleri, tedirginlik belirmişse, aptallık etme vardır.

- Zihniniz bir olgudan eminken, vicdanınız/kalbiniz/iç sesiniz rahat değilse, durup bir bakmak gerekir. Zihinle kalp/ruh çoğunlukla zıt bir şekilde çalışır ve sadece zihne dayalı çözümlerin insanı mutlu etmediği aşikârdır. Klasik olacak ama “” bir bakmak lazım.

- İnsanın en yüksek hayrına olan işlerin su gibi aktığını düşünürsek, sürekli engellere takılan herhangi bir kararımızı, tavrımızı gözden geçirmek iyi olacaktır. Çünkü doğru olmayan işler, tereyağından kıl çeker gibi gelişmez, zorluk üzerine zorluk getirir, bir türlü akmaz. Evren’in yasası böyledir.

- İç sesiniz, seçiminizle ilgili sürekli bir hata yaptığınızı size fısıldıyorsa, bir fırsatı kaçırmış olma ihtimaliniz olduğunu düşünüyorsanız, muhtemelen kararınızı revize etmeniz gerekecektir.

- Spiritüel bakış açısıyla, doğru bir karar verdiğimizde bu kararın enerjisi önce kendimize, sonra etrafımıza yayılır. Kararımızı verdikten sonra tam bir ışıldama halindeysek, işlerimiz rast gidiyorsa, açılmışsa, birdenbire şans ve bereket kapımızı çalıyor ve hoş tesadüflerle karşılaşıyorsak, o zaman kararımız ruhumuzun daha mutlu olmasında bir araç olmuştur, yani ruhun bu dünyaya gelme sebebine katkıda bulunmuştur ve o karar bizim (herkes için de) doğrudur. Tam tersi bir durum yaşanıyorsa, mutsuzluğunuz, şansızlığınız artıyor, başınıza istenmedik birçok şey geliyorsa, kayıplarınız ve bereketiniz birdenbire azalıyorsa, hatta sürekli kazalara/zararlara maruz kalıyorsanız, etrafınızdaki insanlar size cephe almış gibi davranıyorlarsa, bilin ki tercihinizde bir sorun olabilir. Çünkü yanlış karar, yanlış enerji demektir.

Yukarıdakilerden bir veya birkaç tanesini yaşıyorsak, aptallık veya hata etme olasılığımız, dolayısı ile kendimizi yararı olmayan, hatta zararlı durumlara sürükleme şansımız çok daha fazladır.

Son kelâm.

Bertrand Russell’in ünlü sözünü burada anımsamakta yarar var: "."

Safımızı seçelim. Dünyayı kurtaralım.

Esra E. (ARYA) Karaosmanoğlu

Alterego.esra@gmail.com

Bu sendromla ilgili daha fazla bilgi edinmek isterseniz:https://evrimagaci.org/cehaletten-dogan-cesaret-dunningkruger-etkisi-nedir-2799.

HAZİRAN 2020

Yazının devamı...

Aşk'a Düşmek

İngilizce’de kullanılan “FALL IN LOVE”, yani “Aşk’a düşmek” tabirinin çok da haksız bir tanımlama olmadığını düşünüyorum. Sanki düz yolda yürürken birdenbire bir kuyuya düşmüşsünüz gibi. Ama sonra düşünüyorum, aslında tam tersi. Kuyunun içinde debelenirken, düz yola çıkmak Aşk’a düşmek.

Gönlünüze, bedeninize, zihninize, tüm hücrelerinize AŞK düştüğünde, başınıza gelenler karşısında tepkiniz iki türlü olabilir. Çoğunlukla, korumacı zihin sizi uzaklaştırmaya çalışacaktır. Zihin yeniliği sevmez, çünkü orada bilinmeyen vardır. Bilinmeyen ise, potansiyel tehlike demektir. Zihnin görevi, kişiyi bildiği güvenli sulara çekmek. Bir de kalp vardır, o ise bambaşka bir dil konuşur. Us ile çelişen bir konuşmadır bu genellikle. Kalbin sebepleri pek cılızdır: “” gibi gerekçelerle doludur. Azınlıkta olan kişiler, kalplerinden gelen bu cılız, ama gece gündüz yakalarını bırakmayan sebeplerle Aşk’a dalmaya cesaret eder. İşte o kişilerdir Aşk’a düşenler.

Macera burada da bitmiyor elbette. Aşk’a düştükten sonra, Aşk’ta kalabilmek asıl meziyet. AŞK OLMAK. Kaçımız yapabiliyoruz bunu, hangimiz orada kalabiliyoruz? Dış şartlara yeniliyor muyuz? Zihnimiz arkadan sinsice sürdürdüğü propagandada galip mi geliyor? Yavaş yavaş kalbin açtığı o mükemmel okyanusta zihin, birike birike okyanus haline gelecek olan zehir damlacıklarını akıttığında, seçimimiz ne oluyor?

Çünkü o zehir damlacıkları, illa ki olacak. Hayatınızdaki insan hiçbir zaman, altını çizerek yazıyorum HİÇBİR ZAMAN, istediğiniz kişi olmayacak. Zihnin size senelerdir dayattığı “” hiç olmayacak. Prensiplerinizi yumuşatmanız, belki de bakış açınızı değiştirmeniz gerekliliği hep olacak. Zaten “ideal eş” hareketsiz su anlamına gelir; orada hiçbir gelişme, keşif, kendini aşma yoktur. Yol engebesiz ise, bizi heyecanlandıran, düşündüren, seçim yaptıran, mücadele yetimizi ortaya çıkaran bir şey de olmaz. Gerçek bir deneyimden bahsedemeyiz bile.

Yeryüzüne gelmemizin sebebinin, deneyimlemek olduğuna inanıyorum. Bunların bazıları hatalı seçimlerden gelebilecek deneyimler -ki bu “hatalı” sıfatı tamamen izafî bir tanımlamadır-. Bir ilişkinin içinde, kişilerden biri veya ikisi birden, hata yapacak ki, orada kişisel bir gelişme mümkün olsun. Mutlu ve tatmin edici bir ilişki hiçbir zaman pürüzsüz bir zeminde yeşermiyor. Aksine, bizi ruhen ve zihinsel olarak zorlayan, hislerimizden şüphe ettiren durumlarla karşılaşmadıkça, “”ye götürecek olan sinerjiyi hiçbir zaman arayamayız, bulup da tutunamayız. Aydınlığa çıkabilmek için zifiri karanlıkta ölmek gerek. Severken ölmek, cesaret ister. Herkesin harcı değildir. Tutunmak ise, sinerjiyi bulmak ve sürdürmek için şart olacak. Spiritüel gelişimin simgesi lotus çiçeğinin hayatı balçığın dibinde başlar, suyun üzerinde parlak güneşin altında serpildikçe bembeyaz ve göz kamaştırıcı bir çiçek haline gelir. Balçık olmadan, çiçek de çoğu zaman olmuyor.

Spiritüel olarak bizi büyütecek ilişkiler hangileridir? Aşk varsa eğer, zorlayacak olanlar, karşımızdakini mutlaka değiştirmek istediklerimiz, zihnimizin (altını çiziyorum kalbimizin değil) sürekli “” dediği ilişkiler. Ne zaman bir ilişkinin spiritüel olup olmadığını anlarız peki? Çatışmalar çıktıktan sonra anlayış, empati ve sevgi alanında buluşabildiklerimiz. Biraz zaman alsa da karşımızdakini olduğu gibi kabul edip, değiştirmeye çalışmaktan vazgeçtiklerimiz. Ortak anlaşma zeminini konuşarak, severek, çok çok severek yakalayabildiklerimiz. Birlikte olduğumuz kişinin farkındalığını artırarak, insan olarak potansiyelini en iyi ve en geniş şekilde deneyimlemesi için altın bir merdiven olduklarımız. “” olmasında destek olduklarımız. Sebat edip vazgeçmediğimizde, onun daha sevgi dolu bir insan olarak kanatlanmasına izin verdiklerimiz. İşte bu kişiler gerçekten spiritüel anlamda bir birliktelik yakalayabilirler. Sadece bu kişiler, gerçekten “Aşk’a düşer”.

Bugün 27 Mayıs, Aşk’a düşmenin güneşin etrafında ışıl ışıl bir tur atmasının ilk günü.

Bugün o’nun yaş günü.

Mutlu ve Aşk dolu bir hayatın olsun.

Her daim.

Namaste,

ARYA Esra

Insta @acemiyogi

27 MAYIS 2020

Yazının devamı...

COVİD ve Yoga'nın Altın Çağı

Tüm bu süreçte, evlerimizde kalmak zorunda olan biz ayrıcalıklı azınlığın yeni gözdesi şüphesiz Yoga oldu. Tabi, Yoga’yı daha önceden de biliyorduk. Stüdyolara oluk oluk para akıtıp, işle eve dönüş arasına bir Yoga dersi sıkıştırıyorduk. En pahalı Yoga mat’lerini alıp, üstümüzdeki tayta göre kombin yapabiliyorduk. Gittiğimiz Yoga stüdyosu derslerinde ters duruşlardan düz duruşlara uçabiliyor, kaslarımıza ve esnekliğimize mutluluk hormonu da basabiliyorduk. Bunları biliyorduk. Bunun ötesiyle de aslında çoğu eğitmen ve öğrenci, hiç ilgilenmiyorduk.

Peki pandemi sürecinde Yoga dünyasında neler değişti? Bence çok şey değişti. Burada bir avuç Yoga eğitmeni yıllardır “O stüdyolarda yaptıklarınız yeterli bir Yoga değil!” diye bas bas bağırıyoruz. Benim gibi daha geleneksel ve ticari kaygılardan uzak bir eğitim almış kişiler, baş üstü durmasını çok iyi beceremiyoruz ya, korona öncesi süreçte ne yalan söyleyelim, Yoga konusundaki yeterliliğimiz meslektaşlarımız tarafından oldukça sorgulandı. Herkesin yapabileceği ve sakatlanmalardan uzak dersler verdiğimiz için, bizlerin öğrettiği “kolay yoga”, “erişilebilir yoga”, hep hor görüldü.

Oysa gerçek nimet, tam da buradaydı.

Korona günlerinde bunu sanırım büyük bir kitle fark etti. Virüsün kapılarımıza dayandığı bu günlerde, akrobatik baş aşağı duruşlar bizi bir yere götürmeyecekti. Yapsak ne olur, yamasak ne olur… Kaygımız hafiflemezdi. İnsanlar zihinlerini berraklaştıran, evhamlarını dindiren, uykularını düzenleyebilecek ve en önemlisi teslimiyeti tekrar hatırlatacak bir Yoga tarzı arayışına girdiler. Bu dönemde yaşadıkları panik atakları bertaraf edebilecek nefes egzersizlerinin peşine düştüler. Virüs akciğerlere yerleşiyor ya, akciğerleri güçlendirecek hareketler aramaya başladılar. Ve sonunu henüz hiçbirimizin bilmediği bu sürecin uzaması karşısında sabrımızı güçlendirecek teknikler üzerinde durmaya başladılar. Evet, bu dönemde akrobatik Yoga hareketleri, işlevsiz birer içi boş çuval oldu.

Bu gidişat, veya farkındalık artışı, memnuniyet verici. Birçok insan hayatlarında ilk defa “içlerine” dönmek durumunda kaldılar. Zoom üzerinden sohbetler, Netflix bir yere kadar… Bedensel olarak sağlıklı kalıp bu kaygı illeti ile baş etmenin yolları belki ilk defa arandı. Belirsizlikte sakin, sükunette ve olabildiğince tatminde kalabilmenin bir yolunu gösterebilir miydi online yapılan etkinlikler? Ve insanlar ilk defa bu sorularına sadece Yoga’nın cevap verebileceğini fark etti. Öyle stüdyolarda yaptırılan akrobatik Yoga değil, insanın kendi içine dönmesini sağlayan, bu yoldaki zorlukları yönetebilen, huzur getiren ve binlerce yıldır aynı şeyi söyleyen Yoga’yı.

Geleneksel Yoga eğitimi almış (gurukula sistemi) Yoga hocaları senelerdir Yoga’nın bu tarafına dikkat çekiyordu aslında. “Bedeninizi bükmeyle çok ilgilenmeyin, gelin nefes, meditasyon, basit hareketler yapalım!” diye diye dilimizde tüy bitti. Çok şükür bu dönemde, insanlar daha yararlı ve en önemlisi, bedensel esneklik peşinde koşmayan, ruhsal olarak hayat kalitelerini artırabilecek sistemler aramaya başladılar. Koronavirüs dönemini Yoga açısından yeni bir farkındalık dönemi olarak görüyorum. Nihayet, bu tarz Yoga dersi veren eğitmenlerin söyledikleri biraz daha fazla dinleniyor oldu. Yoga eğitmenleri arasında bir ego savaşı değil bu, insana yararlı ve kalıcı olanın bilimini okumuş eğitmenlerin bir nevi altın çağı.

Koronavirüs kadar vahim bir olay sebebiyle, Yoga’nın kalıcı faydalarının keşfedilmiş olması elbette üzücü. Ama bir başlangıç oldu bu, bir uyanış. Belki bundan sonra insanlar, görsellik ve geçici olana bağımlılıklarından sıyrılabilip, daha kuvvetli bir iç denge ve refah yoluna baş koyabilecekler. Sanıyorum Yoga da, bu güzel farkındalıktan nasibini alacak.

Bu yazıyı bitirmeden evvel, bir teşekkür…

Yararlı Yoga’yı, insan onurunu ve maneviyatını yükselten Yoga’yı, kalıcı bir şekilde insanlarda farkındalık, birlik bilinci ve mutluluk yaratacak olan Yoga’yı bana öğreten sevgili Hocam Adnan Çabuk ve geleneksel Yoga’yı öğreten tüm hocalara buradan selam olsun!

Namaste

ARYA Esra

Insta: @acemiyogi (sorularınız için)

MAYIS 2020

Yazının devamı...

Yeni Yıl Ve Ötelenen Hayatlar

Bir kez daha yılın “o” zamanına geldik.

Birbirimize hediyeler almak için alışveriş merkezlerinde mağazadan mağazaya koşturmaya, yılbaşı programları arasında seçim yapmaya, “gece oradan oraya o trafikte nasıl geçeriz” diye hesap etmeye, astroloji sayfalarında iyicil gezegenlerin peşine düşmeye, kırmızı iç çamaşırımızı tozlanmış çekmeceden çıkarmaya, kılıcımızı düşmana doğru savurur gibi kalemimizi beyaz sayfalarda koşturtarak yeni yıl dileklerimizi yazmaya başladıysak eğer, evet yılın “o” zamanına gelmişiz demektir. Önümüzdeki 365 günden söke söke alacaklarımızı tek tek yazarız yeni yıl dilek listemize. Öyle aşk, meşk, iş, sağlık gibi genellemeler değil, basbayağı detaylı yazarız listemizi. Günümüzün kişisel gelişimcileri bizlere çok iyi öğretmiştir, dilek listesine evlenilecek adamın boyunu posunu yaşını yazmayı, ne kadar maaş alması gerektiğini, beraber olunacak kadının ölçülerini, hayalimizdeki evin dış cephe kaplamasını, istediğimiz o arabanın far rengini ve banka hesabımızda virgülden sonra biriken sıfırları. Bunların hepsini detaylı detaylı yazmayı çok iyi öğrenmişizdir. Çünkü “genel dilekler OUT”, “özel dilekler IN” çağına adım atalı çok olmuştur.

Aslında bu dileklerin bir önceki senelerde benzer bir beyaz kağıda benzer bir tükenmez kalemle yazılanlardan çok farkı yoktur. Farklıymış gibi yaparız. Mesela adamın bıyığı olsun mu olmasın mı bu seneki dilek listesine ilave ediveririz.

Değişiklik bundan ibarettir.

Etrafımızdaki her şey, istisnasız her şey bize mutluluğun şimdi, burada ve derhal değil de, yarın, öteki gün veya zaman çizgisinde belirsiz bir noktada mutlaka, ama mutlaka ve illa ki nasip olacağını söylediğine göre, hayattan beklentilerimizi Aralık ayının son günlerinde beyaz kağıtlara karalarken kendimizi bulmak çok da şaşılacak bir durum değil. Instagram’ı açarız mesela, “bilmem kaç saniye olumlu düşünürsen yarın hiç beklemediğin bir yerden güzel bir haber alacaksın” gibi bir görselle burun buruna kalma ihtimaliniz çok yüksektir. Veya WhatsApp grubumuza bir saadet zinciri mesajı gelmiştir, derhal 12 kişiye mesajı gönderirsek içimiz yeni yılda refah ile dolacak ve dertlerimizden kurtulacağızdır. Televizyon reklamları bas bas buyurur, 36 bedene indiğimizde ve o daracık elbiseyi, elimizde bir çubuklu dondurma eşliğinde giydiğimizde, spor arabasından inen adam bize aşık olacaktır. Hem de kör kütük.

Mutluluk, hep bir başka günün hesabına yazılmıştır.

Tersten okursak, bugünün hesabına mutsuzluk düşmüştür.

Kimse bize mutluluğun yarın kapımızı çalmama ihtimalinden bahsetmez. Çünkü ticarî olarak bu fikir satmaz ve ertesi gün bir kamyonun altında kalma istatistiğimiz görmezden gelinir. Kimse bize “o” bedene indiğimizde dünyanın en bedbah insanı olma ihtimalimizden bahsetmez. Veya “o” spor arabalı adamın, o mükemmel vücutlu kadının bizi dünyanın en mutsuz insanı yapabileceğinden söz edilmez. Tüm gezegen, şimdi ne kadar mutsuz olduğumuza ve gelecekteki belirsiz bir mutluluk ütopyasına işaret eder.

Tıpkı yeni yıl dilekleri gibi.

Bu yıl o terfiyi alamamışızdır, ideal eşle tanışamamışızdır -Ah! O kahrolası Venüs geri geri gitmeyeydi olacaktı!-, o arabayı alamamışızdır, o tek başına çıkmak istediğimiz yolculuğu çok düşünmüş ama evdeki kanepemizden kalkamamışızdır, doğal olarak geride bıraktığımız mutluluk kırıntıları hiçbir işe yaramamış ve berrrr-bat bir yıl geçirmişizdir. Zaten gezegenler hep retro olmuştur bu sene, tümü birden, o yüzden de şanssızlığımıza şanssızlık katılmıştır. Ama önümüzdeki yıl var ya, önümüzdeki yıl “yırttığımız” yıl olacaktır. Kesinlikle…. Bu inançla yazarız da yazarız yeni yıl dileklerimizi boş beyaz sayfalara.

Ne zaman yeni yıl dilek listesi görsem, birisinin yazdığını işitsem, içimi müthiş bir hüzün kaplar. İşte biri daha bu yıl, başına gelen onca şükredeceği şeyi görmemiştir, şansını idrak etmemiştir, yeryüzündeki milyarlarca insanın onun yerinde olup yeni yıl dileği yazmaya bir milim kadar yaklaşamayacağını hiç anlamamıştır. Bir sonraki yılın bir öncekini mumla aratabileceğini, belki elimizi kolumuzu kullanamaz durumda olacağımızı, her şeyimizi ve tüm sevdiklerimizi kaybedebileceğimizi, nefesimizin tam da o ümit bağladığımız yılda durabileceğini, hiç ama hiç aklımıza getirmemişizdir. Ve etrafımızdaki çoğu insan gibi, bugünkü mutluluğumuzun ve şükredeceklerimizin farkında olmayıp, hayatı basbayağı ertelemişizdir. Yeni yıl dilek listemiz belirsiz bir tarihe ötelemiştir mutluluğumuzu. Karşımda “BuYılDaBerbatGeçti” ordusuna katılan bir asker ve “ÖnümüzdekiYılBenimYılımOlacak” diyen bir umut dilencisi görürüm o anlarda.

Yılın “o” zamanına geldiysek eğer, naçizane tavsiyem bu sene bir değişiklik yapın. Yeni yıl dileklerinizi yazmayın. Mutluluğunuzu ötelemeyip, belki de bir daha hiç bu kadar mutlu olamayabileceğinizi aklınıza getirin. Ertelediğiniz her şeyi şimdi, hemen ve derhal yapın. Mesela o taytı giymek için 36 beden olmayı beklemeyin. O spor salonuna gitmek için Ocak’ın ilk gününü işaretlemeyin. O seyahate çıkmak için hiç gelmeyecek bir finansal refahı gözlemeyin. O uçak biletini alın. O arkadaşınıza telefon edip “haydi iki lafın belini kıralım!” deyin. O şarap şişesini açın. O kişiye “seni seviyorum” mesajı gönderin. O meslektaşınıza barış dalı uzatın. O kırmızı iç çamaşırını yılbaşında değil, bugün giyin.

NAMASTE.


ARYA Esra E. Karaosmanoğlu


“Acemi Yogi”

Instagram: acemiyogi

ARALIK 2019

Yazının devamı...

Vata Mevsiminde Beden Başkadır

Uzun yıllardır ara mevsim diye bir şey yaşamıyoruz. Sağ olsun insanoğlu, iklim canavarı olmayı da başarabildi. Eskiden “mevsimlik” giysilerimiz vardı, ne yaz ne kış arası giyinenlerden. Ancak bu sene belki ilk defa uzun süredir bir “ara mevsim” yaşar olduk. Kasım’ın sonunda 21 dereceler görmek elbette çok hayra alamet değil ama en azından kavurucu sıcaklardan dondurucu soğuklara -olursa- yumuşak bir geçiş yapıyoruz.

Ayurveda’ya göre her şey 3 Dosha’ya göre ayrılır, insan bedeninden tutun, fiziksel aktivitelere, cansız malzemelerden rüyalarımıza kadar. Mevsimler de aynı şekilde, Vata, Pitta ve Kapha olmak üzere 3’e ayrılır. Bu 3 Dosha’nın ne olduğunu eski yazılarımdan okuyabilirsiniz. Şimdi uzun uzun bunların açıklamalarına girmeyeceğim ama içinde bulunduğumuz mevsim Dosha’sı üzerine ufak bilgiler paylaşmak istiyorum.

Bundan 5.000 yıl kadar önce, o zamanın en ileri hekimleri, yani Ayurveda uzmanları, mevsimlere göre bedenlerimizin farklılaştığını keşfedip, hava değişikliğine hastalanmadan uyumlanabilmenin yöntemlerini keşfetmişler. Sonbahar ayları Ayurveda’ya göre Vata ağırlıklıdır. Başka bir ifadeyle, Vata olan her şey sonbaharda artar. Kitabî bilgilere göre sonbahar Eylül ve takip eden iki ay süresince yaşanırken, bu sene güz biraz daha geç geldi. Şu anda, yaşamakta olduğumuz mevsim derecelerine göre tam da Vata dönemindeyiz diyebiliriz.

Tesadüf değil, Ayurveda’da detoks, yani arınma sadece mevsim geçişlerinde yapılır. Sonbahar ve İlkbaharda. Yazın ve kışın detoks yapılmaz mesela. Bunun da sebebi oldukça basit. Sonbaharda yapılan detoks akciğerleri kış sezonuna hazırlamak, ilkbaharda yapılan detoks ise kışın tüketilen ağır yemeklerin tortularından kurtulup karaciğeri dinlendirmektir. Ve bedenin tam değiştiği zamanlar seçilir fiziksel arınma çalışmaları için.

Vata (sonbahar) mevsimi, Dosha’mız ne olursa olsun, hepimizi etkiler. Ayurveda’ya göre Vata boşluk ve hava elementini temsil eder. Hava, kuruluk, rüzgâr ve hareket demektir. Bu mevsimde tüm bu özellikler yoğunlaşacağı için, bedenimizde ve zihnimizde de bunların yansımalarını epey hissederiz.

Peki, Vata sezonunda bizlere ne olur?

Bedensel açıdan: Bedenimiz içgüdüsel olarak kışa hazırlanmaya başlar. Yağlı ve ağır yemekler daha tercih edilir olur. Haliyle, dondurucu soğuklardan korunmak amacıyla bedende yağlanma başlar. Ağırlık hissi çöker ve akabinde hareketsizlik tercih edilir. Vata, hava elementi demiştik, hava elementi de bedende migren, baş ağrısı, taşikardi, yorgunluk, uykusuzluk, midede şişkinlik, susuzluk hissi, kabızlık, yüksek tansiyon, cilt kuruluğu, kırılan tırnaklar, dökülen saçlar, bedende esneklik azlığı, kas ağrıları, siyatik ağrısı, artrit gibi kemik ve diş ağrıları, diş etlerinde çekilme şeklinde tezahür eder.

Zihinsel açıdan: Vata dengesizliği genelde öncelikle zihinde hissedilir. Vata’nın temsil ettiği hava ve boşluk elementi zihnimizi biraz daha “sisli” hale getirir. Ayaklarımızın yere çok basmadığı, anksiyetemizin yükseldiği, düşünce hızımızı kontrol etmekte zorlandığımız, hiperaktif ve unutkan olduğumuz, gerçekçilikten uzaklaştığımız bir dönem olur. Yani Ayurveda’ya göre kafaların oldukça karışık, dumanlı, biraz da depresif olduğumuz bir mevsimdir sonbahar. Ancak bu mevsimin bedenimizdeki etkilerini faydalı bir şekilde kullanma imkanımız da olur. Örneğin Vata sezonunda -aklımız bir karış havada ya- yaratıcılığımızı döktüreceğimiz bir sezondur. Düşünsel olarak aklımıza yeni fikirlerin düştüğü bir dönemdir. Boşluk elementinin fazlalığı derin meditasyon yapmayı sağlar, dolayısı ile bu dönemde yapılan her türlü spiritüel pratikte ilerlemek mümkündür.

Enerji açısından: Vata sezonunda enerjimiz deyim yerindeyse “kabuk değiştirdiği” için biraz düşer. Hava elementi değişkendir, hızlıdır, bu da inişli-çıkışlı ruh halleri getirir. Her şey çok hızlı ve çok yavaş seyreder, döngüler içinde. İnsanı yorar. Vata sezonunda enerjiyi yeniden oluşturabilmek için dinlenmek esastır. Hava elementinin temsil ettiği hareketlilik sizi daha çok etkilemişse, şu sıralar aynı anda tonla işle ilgileniyor bulabilirsiniz kendinizi. Özellikle bu kişilerin Vata sezonunda dinlenmeye daha çok zaman ayırmaları iyi olur.

Yukarıda değindiğim gibi, beden tipiniz yani Dosha’nız ne olursa olsun, içinde bulunduğumuz mevsimde illa ki bu belirtilerden bazılarını yaşayacaksınız. Dosha’nızın ne kadar dengeli olduğuna göre mevsimsel etkileri az veya çok hissedebilmek mümkün. Dosha’nızın dengede olup olmadığı, dengelemek için ne yapılması gerektiği ve hastalık önleyici uygulamaları ehil bir Ayurveda uzmanı size söyleyecektir.

Peki Vata sezonunda hepimiz, ama istisnasız hepimiz, ne yapmalıyız?

-Yılın ayları Dosha’lara nasıl ayrılıyorsa, Ayurveda’ya göre 1 gün de 3 Dosha arasında bölünür. Günün Vata saatleri olan 2-6 ve 14-18 önemlidir. Sabah Vata döngüsü bitmeden, yani 6’dan önce kalkmanız üzerinizdeki mahmurluğu alıp günü enerjik şekilde geçirmenizi sağlayacaktır. Sabah 6’ya kadar ufak bir meditasyon yapabilirseniz gününüzü taçlandırmış olursunuz. Bu saatten önce yapılan meditatif çalışmalar hem kolay, hem etkilidir. Saat 14-16 arası dışarıdaki işlerinizi yapmak, hareket etmek, sosyalleşmek ve günün son yemeğini yemek için idealdir.

- Yazdan kışa geçiş bedende mini bir kaos yarattığından, günlük rutinlere Vata döneminde önem vermek gerekir. Aynı saatte kalkmak, aynı saatte yatmak, günü bölerek işlerinize göre dağıtmak ve böylece bir rutin oluşturmak, sizi git gide artan ataletten kurtaracaktır.

- Egzersiz seçimleriniz yumuşak olsun. Vata zorlanmaya çok gelmeyeceği için, dinlenmeye de önem verilmesini ister. Günlük bazda kendinize dinlenme, rahatlama zamanı ayırın.

- Vata soğuğu sevmez, dolayısı ile kendinizi sıcak tutun. Özellikle akşamları ılıkla sıcak arası bir duş alın.

- Vata sezonunda en ağır hasar gören organımız cilttir. Cilt aşırı derecede kurur. Zaten ateş elementinin fazla olduğu yaz aylarından, yani Pitta sezonundan yeni çıkmışızdır, cildimizin suyu çekilmiştir. Bu yüzden, her gün bol su içerek, tüm vücudunuza susam yağı sürmeyi ihmal etmeyin. Özellikle beden tipi Vata olan kişiler bundan çok yararlanacaklar. Biz buna Ayurveda’da abhyanga masajı diyoruz.

- Ayurveda’ya göre Vata sezonunda öğün atlamamak gerekir. Günde 3 öğüne sadık kalınması düşmekte olan enerjinizi toparlamaya yardımcı olacaktır. Yukarıda da belirttiğim gibi Vata soğuğu sevmez, dolayısı ile yemekleriniz hep sıcak veya en kötü ihtimalle ılık olsun. Çiğ ve pişmemiş gıdaları (salata, çiğ sebze ve meyve gibi) daha az tüketin.

- Öğünlerinizde şekerli, ekşi ve tuzlu tatlara ağırlık verip, acı, kekremsi ve keskin tatları azaltın. Vata’nızı dengelemek için avokado, muz, limon, balkabağı, kuşkonmaz, havuç, pancar, kinoa, pirinç, maş fasülyesi, badem, susam ve saf yağ (yani ghee) tüketimini artırmakta fayda var. Prensip olarak, “köklendirici” gıdalar tercih edilmeli, kök sebzeler, çorbalar ve kemik sularından oluşan, hazmı kolay yemekler gibi. Her türlü baharat Vata sezonunda çok iyidir.

- Vata mevsiminde gaz, şişkinlik gibi bağırsak hareketleri olağandır. Eşit miktarda birlikte kaynatacağınız kişniş, rezene ve kimyon çayını gün boyu tüketirseniz, Vata sezonunun neden olduğu bu rahatsızlığın etkilerini önemli ölçüde azaltmış olursunuz.

- Bol bol sosyalleşin. Vata sosyalleştikçe iyi hisseden bir Dosha’dır dolayısı ile bu mevsimde iletişime özellikle önem verilmesi gerekir. Sonbaharda biraz daha hüzünleniriz ve içimize dönebiliriz, ancak Ayurveda’ya göre bu dönemde içe kapanmak çok iyi gelmez.

- Bu mevsimde Vata dengeleyici renkleri giymeye gayret eden. Bunlar genelde pastel tonlardır.

Yukarıdakileri uyguladığınızda, Ayurveda’ya göre sonbahar mevsimiyle gelen sıkıntı, rahatsızlık ve değişikliklerden daha iyi bir şekilde korunabiliriz. Ayurveda bize doğa ile uyumlu bir şekilde yaşamanın reçetelerini binlerce senedir sunuyor. Aslında Anadolu’nun kadim öğretilerinde de var olan bu bilgiler bizim genlerimizde saklı. Onları tekrardan canlandırmanın, hatırlamanın ve uygulamanın zamanı geldi bence.


NAMASTE.

ARYA Esra E. Karaosmanoğlu

“Acemi Yogi”

Instagram: acemiyogi

KASIM 2019

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.