SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Sürekli Yorgun musunuz? -1

Kendinizi her zaman çok yorgun mu hissediyorsunuz? Yorgunluk ve kronik yorgunluk biz doktorların orta yaştan ileri yaşa kadar yetişkinlerden duydukları en yaygın şikayetler arasında geliyor. Hastalar tipik olarak sürekli yorgun olduklarını, hatta sabahları bile yorgun kalktıklarını ifade ederler. Uzun çalışma saatlerinden ve çocuk sahibi olanlar çocuklara yetişememe sıkıntısından dert yanmaya meyilli olurlar. Bu faktörler kesinlikle söz konusu problemin bir parçası olabilir ama gerçekte tüm hikâye bundan mı ibaret acaba?

Çoğu durumda, bahsedilen ilk semptom kronik yorgunluktur. Bazı durumlarda, yeterli kalitede uyku almanın önemini vurgulamak dahi bu hastalara tedavi programlarının bir parçası olarak yeterli desteği sağlamaktadır. Ancak birçok durumda uyku kalitesi asıl hikayenin dışında kalmaktadır. Hem erkek hem de kadınlar için hormon seviyesini doğrudan etkileyen ve enerji seviyesini etkileyen temel koşullar bulunmaktadır. Bunlar, ideal kilonuzu ne kadar iyi koruyabildiğinize kadar etki etmektedir. Ne yaparsanız yapın veya kaç saat uyursanız uyuyun yorgunluğunuzu atamıyorsanız, aşağıdaki 6 yaygın sebepten herhangi birinin sizin durumunuzu tanımlayıp tanımlamadığına bakın.

1. Tiroid Hastalığı

Tiroid hastalığı kadınlar ve ileri yaştaki erkeklerde özellikle bir risk faktörüdür.

Tiroid hastalığının semptomları şunlardır:

Sürekli Yorgunluk

Karamsarlık

Kas ve Eklem Ağrısı

Kilo Kaybı veya Kilo Alma

Görme Problemleri

İş Performansında Azalma

Vücut Isısında Dalgalanmalar

İştahın Azalması veya Artması

Tiroid, vücudun ana salgı bezlerinden biridir. Neredeyse tüm vücut fonksiyonlarını bir şekilde etkileyen derecede hormon salgılar. Tiroid şu işlevler açısından önemlidir:

Vücut Isısı

Kalp Hızı

Protein Üretimi

Metabolizma

Tiroid Hastalığının Temel Sebepleri

Tiroid hastalığına etki eden birtakım faktörler bulunmaktadır. Bunlar:

Hormon Dengesizlikleri

Gıda İntoleransı

Rasyasyon

Toksin Maruziyeti

Beslenme Problemleri

Tiroidin Semptomlarını Gidermek İçin 6 Doğal Yöntem

Eğer tiroid nedeniyle kronik bir yorgunluk hissediyorsanız, işte bu semptomları gidermeye yardımcı olacak 6 yöntem yazıyorum:

Beslenmenizden glüteni çıkarın.

Plastik ve alüminyum yerine cam kaplar kullanın. Pek çok insan toksinlere ve ağır metallere karşı duyarlıdır, bunların içerisinde BPA (Bisfenol A) bulunabilir.

Doktorunuzdan iyot ve selenyum seviyenizi kontrol etmesini isteyin. Değerleriniz düşükse, artırmak için gıdalar ve/veya takviyeler alın.

Devedikeni, zerdeçal, klorella ve kişniş gibi özler ve otlar içeren ağır bir metal detoksu yapın.

Dişlerinizde metal dolgular varsa, bunların metal olmayan kompozit dolgular ile değiştirilmesi için doktora başvurun.

Adaptojen bitkiler tüketin. Ginseng, kutsal fesleğen ve meyan kökü gibi adaptojen bitkiler vücut işlevleri üzerinde normalleştirici bir etkiye sahiptir ve vücudun strese adapte olmasına yardımcı olur.

Karbonhidrat gibi “boş kalori” alımınızı azaltın, yerine yağsız protein ve sağlıklı yağ tüketiminizi artırın.

Önümüzdeki hafta yorgunluğun en bilindik nedenlerinden biri olan "hareketsiz yaşam tarzı" ile ilgili önemli bilgiler paylaşacağım.

Yazının devamı...

Menisküse Dikkat!

Değerli Okurlar,

Menisküs sorunları dizlerimize büyük tehdit oluşturuyor. Bu yazımda menisküs sorunları hakkında merak edilenleri yanıtladım.

Kemiklerimizi birbirine bağlayan ve hareket kabiliyetimizi sağlayan eklemler, vücudumuzun pek çok noktasında bulunmaktadır. Hareketli eklemlerimiz içerisinde olan diz eklemi hareket uyumumuzu sağlamamız açısından son derece önemlidir.

Dizlerimizin altındaki ve üzerindeki kemiklerin arasında bulunan dokulara “menisküs” adı verilir.

Menisküs hastalığı bu dokunun yırtılmasından dolayı oluşmaktadır. Menisküs yırtıkları yoğun ağrı ve şişliğe sebep olur. Eğer yırtık büyük boyutlardaysa dizde kilitlenmelere sebep olabilir. Menisküs yırtıkları dikilebilir, tedavisi mümkündür. Bazı yırtıklara müdahale edilmesi bile gerekmezken bazı yırtıkların tamamen iyileşmesi mümkün olmamaktadır.

Yalnızca Yaşlılarda Görülmez

Her yaş aralığında diz eklemi sorunlarıyla karşılaşabilmekteyiz. İlerleyen yaşa bağlı olarak dokuların iyice zayıflamasından dolayı ufak hareketlerde bile menisküs yırtıkları oluşabilir. Hatalı duruş, hızlı ve ani hareketler, fiziksel aktivitelerin azlığı, yaralanmalar, romatizma gibi çeşitli nedenlerin ilerleyen yaş ile birleşmesi halinde diz eklemlerinde pek çok soruna yol açabilir.

Bilinçsiz Spor Yapmak Menisküse Davetiye Çıkarıyor

Spora bağlı menisküs yırtıkları sıkça görülmektedir. Eklemlerin fazla zorlanmasına bağlı olarak oluşan menisküs yırtıkları, dizde şişlik ve ağrı ile kendini gösterir. Eğilip kalkmak, merdiven çıkmak gibi dizdeki eklemleri çalıştıran hareketler ağrıya sebep olur. Bu tarz rahatsızlıklardan şikayetçiyseniz yaptığınız sportif aktiviteleri mümkün olduğunca azaltmanız, yükünü hafifletmeniz gerekir.

Hastanın şikayetinin hangi olayla oluştuğunu anlatması menisküs tanısının konmasında son derece önemlidir. Muayene sonrasında menisküs yırtığı tanısı büyük ölçüde ortaya çıkar ancak net tanı için diz eklemi MR’ı istenmelidir.

Menisküs Tedavisinde Ameliyat Şart mıdır?

Özellikle gençlerde görülen menisküs yırtıklarının tedavisinde yüksek olasılıkla cerrahi işlem yapılması gerekmektedir. Cerrahi işlem gereken yırtıklarda, yapılan işlemde eğer yırtık tedavi edilemiyorsa, yırtık olan kısım oradan çıkarılır. İlerleyen yaşlarda görülen ve çoklukla dokuların zayıflaması kaynaklı oluşan yırtıklar ufaklardır ve cerrahi işlem olmadan iyileşmesi mümkündür. Bu durumda ilgili bölgedeki dokular için ilaç tedavisi başlatır. İlaç tedavisinin yetersiz kalması durumunda kemik dokusunu düzeltmek üzere yeni bir ameliyat yapması gerekebilir.

Menisküs Tedavisinde Rejeneratif Tıp Uygulanabilir mi?

Menisküs yırtığı için düşünülen ilk müdahale rejeneratif tıptır. Menisküs yapısından dolayı yenilenmeye çok uygun bir doku değildir. Yaygın olarak tedavisi artroskopik cerrahi ile yapılmaktadır. Yırtığının yenilenmeye uygun olduğu kararı verilirse özel kanüllerden yerleştirilen uzun iğneler ile menisküs yırtığınız tedavi edebilir.

Bu ameliyat sonrasında bir kaç haftalık bir süre koltuk değneği kullanmanız gerekecektir. Dizinizi zorlayacak hareketlerden kaçınmanızda iyileşme sürecini destekleyecektir. Eğer spor ile uğraşıyorsanız spora dönmeniz minimum 4 hafta kadar sürecektir bu süreç iyileşme hızınıza göre daha fazla uzayabilmektedir. Bu süreç sonrasında yenilenmenin başarılı bir şekilde olması yırtığın şekline göre değişiklik göstermektedir.

Yazının devamı...

İki Adımda Bağışıklık Sistemi

Merhaba değerli okurlar,

Otoimmün rahatsızlığı olan birçok kişide basit ama önemli 2 yöntemin fayda verebileceğini biliyor musunuz? Bu yazımda bağışıklık sistemini kuvvetlendirerek daha düzgün çalışmasını sağlayacak beslenme önerilerinde bulunuyorum.

Olumsuz Etmenlere Rağmen Bağışıklık Sistemi Mucizesi

Bağışıklık sisteminin temelini tüm vücuda yayılan beyaz kan hücrelerinin oluşturur. Bu hücrelerin ana görevleri, hücrelerde oluşan problemleri saptamak ve hücrelere saldıran mikroplarla savaşmaktır. Sağlıklı bir kişide bu süreç kusursuz şekilde işlerken, bazı iç ve dış etmenler bu süreci olumsuz etkileyebilir. Örneğin, modern dünyada tarım ilaçları ve ağır metallerin bağışıklık sistemi problemlerine yol açtığını biliyoruz.

Bağışıklık sistemi; vücudumuzu bakteri, virüs, mantar gibi kötü mikroskobik canlılardan koruyan, hormonlar ve sinir sistemine etki eden bir mekanizmadır. Tüm metabolizmayı hatta psikolojiyi etkileyen bağışıklık sisteminin sağlıklı olması; sindirimi kolaylaştırır, cildi parlaklaştırır, enerji seviyesini yükseltir ve daha pek çok olumlu etki sağlar.

Bağışıklık Sistemi ve Sağlığınız İçin…

İyi çalışan bir sindirim sistemi, bağışıklık problemlerini önlemek için mutlaka gereklidir. Sindirim sistemini iyileştirmek için iki önemli adıma dikkat etmelisiniz:


Sindirim sisteminde ince bağırsak hücreleri arasında çok sıkı bağlar bulunur. Normalde besinler ve zararlı maddeler buradan kana geçemez. Besinler villus dediğimiz tüysü uzantılar ile hücre içine alınır ve işlendikten sonra kana verilerek karaciğere yönlendirilir.

Bu sıkı bağlantılar bozulduğunda bakterilerin, mikrop ürünlerinin ve zararlı maddelerin hücreler arasından doğrudan kana karışır. İşte bu duruma Geçirgen Bağırsak Sendromu diyoruz. Dünyada milyonlarca kişide bulunan bu sendromu yaşayanların çoğu tanı almamış durumda. İsmine bakıca sanki sadece sindirim sistemini etkileyen bir rahatsızlık gibi düşünülebilir oysa bu sendrom birçok sağlık problemi ile ilişkilidir.

Geçirgen Bağırsak Sendromuna bağlı olarak;

- Besin allerjileri,

- Enerji azlığı ve kronik yorgunluk,

- Eklem sorunları,

- Tiroid rahatsızlıkları ve

- Bağışıklık sistemi sorunları gibi, hastalıklar görülebilir.

İyi haber, bakteri ve toksinlerin kana rahatça geçmemesi için sıkı bağlantıları onarabilecek yöntemlerin olması. Bu anlamda en önemli silahımızsa yediklerimizi değiştirmek diyebilirim.

Bu Besinleri Listenizden Çıkarın

- Şeker ve yapay tatlandırıcılar

- İşlenmiş ve mikrodalgadan geçirilmiş besinler

- Hidrojenlenmiş yağlar (Soya, kanola ve mısır yağı eklem ve hücre iltihabına yol açabilir. İyi yağ içeren hindistan cevizi, zeytinyağı veya allerjiniz yoksa fıstık yağı tercih edin. Organik tereyağı veya sade yağ sindirim sistemini rahatlatır, bağışıklık sistemi için mükemmeldir.)


Bağışıklık sistemi sağlığı için D ve C vitaminleri son derece önemlidir. Vitaminler kadar önemli hatta daha önemlisi probiyotikten zengin beslenme diyebilirim. Probiyotikler başta sindirim olmak üzere sağlığa önemli etkileri olan canlı bakteri ve mayalardır.

Besinlerin sindirilmesinde, bağırsak detoksunda, bağışıklık sisteminin dengesi ve desteğinde önemli görevleri vardır. Son yıllarda yapılan bir yığın akademik çalışmayla iyi bakteri azlığının başta otoimmün rahatsızlıklar olmak üzere birçok kronik hastalıkla ilişkili olduğu gösterilmiştir.

En İyi Probiyotik Besinler

- Fermente Sebzeler (Özellikle turşular)

- Fermente Sütler (Kefir, yoğurt ve özellikle keçi yoğurdu)

- Kombucha Çayı

- Kemik Suyu

Bağışıklık Sisteminizin Sağlığına Yatırım Yaparak Büyük Fark Yaratabilirsiniz

Güçlü bir sindirim sistemine sahip olunsa bile bağışıklık sistemini güçlendirmek sağlığınız için önemli bir yatırımdır. Her ne kadar dikkat etseniz de tüketmeniz gerekenler ile kaçınmanız gerekenleri mükemmel şekilde her gün uygulamak mümkün değildir. Bu nedenle yüksek kalitede iltihabı önleyen takviye ürünler almanız da önemli.

Ekinezya, Mürver, Astralagus kökü, Zencefil kökü, Ginseng, D Vitamini ve Oregano gibi ürünlerin destek ürünler olarak günlük diyete eklenmesi halinde bağışıklık sistemine önemli bir yatırım yapılmış olacaktır.


Bağışıklık Sistemi ve Sindirim Kanalı Bağlantısına Dikkat

Enerjinizi arttırarak kronik yorgunluktan kurtulmak, hastalıklarla savaşmak ve otoimmün hastalıklarla başa çıkmanın yolu bağırsaklardan geçiyor.

Bugün otoimmün rahatsızlığa sahip hastalarda sindirim kanalının ve burada yaşayan bakterilerin sağlıklı bireylerden farklı olduğunu biliyoruz. Son yıllarda bunu ortaya koyan pek çok akademik çalışma yapıldı. Binlerce yıl önce fark edildiği gibi “Ne yersen, O’sun” sözü günümüz içinde bilimsel bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Sağlıklı bir ömür için beslenme biçimimiz ve hayat tarzımız en önemli değişken olarak görünüyor.

Yazının devamı...

Dijitalleşme Gençlerde Ciddi Eklem Rahatsızlıklarına Sebep Oluyor!

Günümüzde yaygınlaşan akıllı telefonlarla birlikte gençlerde el, bilek ve boyun rahatsızlıklarında artış görülmektedir.

Bilgisayar, tablet ve cep telefonu gibi araçların kullanımının artmasıyla birlikte Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon hastaların yaş aralığında önemli bir düşüş gözlemlemekteyiz. Bundan 10 yıl kadar önce bel, boyun, el ve bilek rahatsızlıkları ile başvuran hastalarımızın çoğunluğu 40 yaş üzeri kişilerdi. Günümüzde geldiğimiz noktada hastalarımızın çoklukla gençlerden oluşuyor ve bu gelecekte daha büyük sorunlara yol açabilir.

‘Günde ortalama 78 kez telefona bakıyoruz!”

Türkiye’de her 10 haneden 8’i internet erişimine sahip ve akıllı telefon kullanımı % 90’ların üzerine çıkmış durumda. Günde ortalama 78 kez akıllı telefonumuza bakıyoruz ve bu istatistik, Avrupa ortalamasının 1.5 katı. Özellikle gençler, sabah uyandıkları andan itibaren 15 dakika içerisinde cep telefonu kullanmaya başlıyorlar ve bu oran ülkemizde %86 bandında seyrediyor. Gençlerin yoğun cep telefonu kullanımı nedeni ile yaşadığı duruş bozukluğu, boyun ağrılarını da beraberinde getiriyor. İnsanların cep telefonu kullanımı esnasında sürekli olarak boyunlarını eğik tutmaları sebebiyle boyun bölgesinde kireçlenme, kas bozuklukları, omurilik şekil bozuklukları gibi rahatsızlıkların görülmesi 30 yaşın altına indi.

‘İhtiyaçtan fazla kullanılmamalı’

Cep telefonu kullanım yaşının 10’lara kadar indiğini gerçeğinden hareketle dikkat edilmesi gereken hususları belirtmek isterim:

Cep telefonu ihtiyaçtan fazla kullanılmamalıdır. Kullanılması gereken durumlarda ise olabildiğince vücuttan uzaktan tutulması ve devamlı aynı elde kullanılmaması gerekiyor. Yaşanan bel ve boyun problemleri ileride kalıcı hale gelebileceği gibi, ameliyat gerektirecek rahatsızlıklar haline de gelebilir. Gençlerimiz bu konu üzerinde maalesef fazla durmuyor.

‘Hemen ameliyata başvurulmamalı’

Oluşan rahatsızlıkların tedavisinde ilk çözümün ameliyat olmaması gerekir. Ameliyat, bu tip rahatsızlıklarda başvurulacak en son çaredir. Ameliyat safhasından önce fizik tedavi uygulamalarıyla ciddi başarılar elde edebiliyoruz. Uzmanı tarafından yapılacak muayene, röntgen, MR yöntemleri ile teşhisi doğru tanımlayıp hastanın doktoru ile birlikte yol çizmesi gerekiyor. Ayrıca yeni nesil tedaviler olarak tanımlanan ozon terapi, PRP, fitoterapi, proloterapi, PRGF ve kök hücre tedavileri de fizik tedavi yöntemlerinin yetersiz kaldığı noktalarda hastalara çare olmaktadır.

Yazının devamı...

En Yaygın 14 Otoimmün Hastalık ve Belirtileri

Merhabalar Sevgili Okuyucularım,

Bugün sizlere "En Yaygın 14 Otoimmün Hastalık ve Belirtileri" konusuyla ilgili bilgiler vermek istiyorum.


Otoimmünite, bağışıklık sisteminin düzgün bir şekilde işlemeyerek kişinin kendi öz hücrelerine zarar verdiği tıbbi bir durumdur. Bağışıklık sistemi, bakteriler ve virüsler gibi mikrobik istilacılara karşı vücudumuzu korumak üzere tasarlanmıştır. Gerektiği gibi çalıştığında, bağışıklık sistemi bu mikrobik yabancıları algılar, onları çevrelemek ve öldürmek için savaşçı hücrelerden oluşan bir savunma gücü gönderir. Sağlıklı bir bağışıklık sistemi, yabancı istilacılar ile vücudun kendi hücreleri, organları ve “iyi” mikroorganizmaları arasındaki farkı bilir.

Sağlıklı Hücre ve Dokuları Tehdit Ediyor

Otoimmün hastalık durumunda, bağışıklık sistemi vücudun bir parçasını yanlışlıkla yabancı bir istilacı olarak (bir organ, kıkırdak, kas, cilt veya sinirler gibi) algılanıyor. Bu olduğunda, otoantikor olarak adlandırılan proteinler, sağlıklı hücrelere, dokulara sanki zararlı mikroplar veya organizmalarmış gibi saldırmaya başlar.

Çevresel Faktörler ve Beslenme Etkisi

Tıp bilimi bağışıklık sisteminin neden birdenbire vücutta öz hücrelere saldırdığı konusunda kesin bir cevaba sahip değildir. Bazı kişilerin otoimmün hastalığa daha yatkındır. Örneğin, otoimmün rahatsızlıklar kadınlarda erkeklere göre 2’ye 1 oranında daha fazla görülmektedir. Bu, kadınların % 6,4’ünün ve erkeklerin % 2,7’sinin otoimmün bir hastalık ile teşhis edileceği anlamına gelmektedir. Ayrıca, otoimmünite ile doğurganlık çağındaki kadın arasında ilişki olduğu görülmektedir. Sıklıkla kadınlar, 14-44 yaşları arasında teşhis edilirler.

Bazı otoimmün rahatsızlıkların belirli etnik grupları veya aileleri etkileme olasılığı daha yüksektir. Çevresel tetikleyicilerle ilgili olan bir diğer şey, “Batı” beslenmesi olarak bilinen yağı yüksek, şekeri yüksek, yüksek oranda işlenmiş ve ısıl işlem görmüş gıdalarla beslenme şeklidir. Bu kategorideki birçok gıdanın bağışıklık tepkisi oluşturarak ve/veya bağırsaklarda zararlı bakterilerin ve mikropların artmasına neden olarak otoimmüniteye ve inflamasyona (iltihap) giden yolu açtığını düşünüyoruz.

14 Yaygın Otoimmün Rahatsızlık


Tip 1 Diyabet,

Romatoid Artrit (RA) (Eklem İltihabı),

Sedef Hastalığı (Psöriyazis/Psöriyatik Artrit),

Multipl Skleroz (MS),

Sistemik Lupus Eritematozus,

İnflamatuvar Bağırsak Hastalığı (İBH),

Addison Hastalığı,

Graves Hastalığı,

Sjögren Sendromu,

Haşimato Tiroiditi,

Myasthenia Gravis,

Vaskülit,

Pernisiyöz Anemi,

Çölyak Hastalığı

Otoimmün Hastalıkların Ortak Belirtileri


Yorgunluk, ağrıyan kaslar, şiş ve/veya kızarmış eklemler veya dokular, düşük ateş, konsantrasyon zorlukları, eller ve/veya ayaklarda karıncalanma ve/veya uyuşma, saç dökülmesi ve deri döküntüleri

Her hastalıkta olduğu gibi otoimmün hastalık belirtilerinin de bireysel farklılıklara sahiptir. Bazı otoimmün rahatsızlıklarda belirtiler, sedef hastalığı, eklem romatizması veya multipl skleroz vakalarında olduğu gibi ara ara gelip gidebilir. Bu artış ve gerileme döngüleri, alevlenme ve hafifleme olarak bilinir.

Nasıl Teşhis Edilir?

Özellikle alevlenen ve hafifleyen türde otoimmün bir hastalıkta “büyütülecek bir şey olmadığına” dair hastanın kendisini ikna etmesi kolaydır ve bu durum hastalığın ilerlemesine sebep olmaktadır. Otoimmün rahatsızlıklar tek bir test ile teşhis edilemez. Tanıyı koyabilmek için muayene bulgularının profesyonelce değerlendirilmesi gerekir.

Çoğu zaman kullanılan ilk test, antinükleer antikor testidir (ANA). Bu test, bir otoimmün hastalığınızın olması olasılığını belirlemenize yardımcı olurken, hangisine sahip olduğunuzu ortaya çıkarmayacaktır.

Otoimmün Rahatsızlıklar Nasıl Tedavi Edilir?

Otoimmün rahatsızlıklar genellikle tedavi edilebilir olarak kabul edilmez ancak, çoğu etkin bir şekilde yönetilebilir. Amaç, büyük çaplı bağışıklık yanıtlarını kontrol etmek ve alevlenmelerin sıklığını ve ortaya çıktıklarında belirtilerin şiddetini azaltmak için iltihabı hafifletmektir.


* İbuprofen ve naproksen gibi steroid olmayan anti-inflamatuvar ilaçlar

* Ağrı, şişlik, yorgunluk ve cilt döküntülerini hafifleten tedaviler

* Alevlenmeyi önleyen diyetlerin yanı sıra belirtileri azaltmak için düzenli egzersiz yapmayı teşvik eden yaşam tarzı değişiklikleri

Daha kronik durumlarda, geleneksel olarak bağışıklık sistemini koruyucu ilaçlar kullanılmaktadır.

Günümüzde dünyada yeni olarak kök hücre tedavisi ve trombositten zengin plazma (PRP) tedavisi gibi rejeneratif tıp teknikleri, otoimmün hastalık belirtileriyle mücadelede yeni bir seçenek olarak ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde bu tedaviler henüz tam anlamıyla başlamamış olup, Sağlık Bakanlığı’ndan özel proje izinleri gerektirir.

Yazının devamı...

Yeni Başlayanlar İçin Ketojenik Diyet İpuçları

Son zamanlarda kilo verme ve sağlık yararları nedeniyle ‘Ketojenik Diyet’i daha sık duymaya başlamışsınızdır. Ketojenik beslenmenin kilo verme etkisinin yanı sıra birçok sağlık yararları bulunuyor.

Tip 2 şeker hastalığı, epilepsi, erken evre böbrek yetmezliği, parkinson, alzheimer, multipl skleroz, romatizma gibi kronik sağlık sorunları ketojenik diyetin fayda sağladığı bazı rahatsızlıklar arasında sayılabilir. İster kilo verme amaçlı olsun ister sağlık yararları nedeniyle olsun doğru ipuçlarına ihtiyaç var.

gibi sorulara yanıt vermek istiyorum.

Ketojenik Diyet Nedir?

Ketojenik veya keto diyet aslında düşük karbonhidrat alımını esas alan bir diyet şeklidir. Vücudu yağ yakmaya teşvik ediyoruz. Hücreler yakıt olarak karbonhidrat ürünü yani glukoz elde edemeyince yağ yakar hale geliyor. Böylece depo halde bulunan fazla ve bölgesel yağlarınız yakılabiliyor, sağlık yararları ortaya çıkıyor ve aynı zamanda performans artırıcı etki gösteriyor.

Ketojenik Diyette Adaptasyon Önemli, Peki Bu Ne Demek?

Hücreler verimli enerji elde edebilmek için, temel yakıtı yağlardan sağlamak üzerine enzim dediğimiz özel protein yapıları artırmaya başlıyor. Bu süreç haftalar alıyor. Bu nedenle adaptasyon sürecini doğru yönetmek, alışma zorluklarını ortadan kaldırmak bakımından oldukça önemli.

Ketojenik diyette karbonhidrat yerine yağlar yakılmaya teşvik edilir. Bunu başardığınızın önemli bir göstergesi ketozis dediğimiz biyokimyasal bir durumdur.

Ketozis aslında keton diye adlandırdığımız parçacıkların kanda arttığını gösteren metabolik bir durumdur. Ketonlar yağ yıkımı sonrasında açığa çıkan ürünlerdir. Doğru seviyede keton olması adaptasyon için önemli olduğu gibi sonuçta daha iyi bir sağlık, fiziksel performans ve kilo verme açısından da önemlidir. Aynı zamanda birçok çalışma zihinsel performans artırıcı etiklerini ortaya koymuştur.

Ketonların Rolü

Ketonlar aslında yakıt molekülleridir. Kan şekeri yani glukoz olmadığı zamanda kullanılan alternatif enerji kaynaklarıdır. Karbonhidratlar parçalanınca kan glukozuna dönüştürülür. Glukoz hızlı ve kolay enerji kaynağı olması bakımından hücreler için ilk yakıt tercihidir.

Yağ yıkım ürünleri ise daha yavaş enerjiye dönüştürülür ancak verdikleri enerji daha fazladır.

İşte ketojenik diyette karbonhidratı kısıtlamamızın sebebi budur. Eğer çok az seviyede karbonhidrat, orta seviyede protein ile beslenirseniz kanda ketonlar üretilmeye başlar. Özellikle ketojenik diyete başlarken hem karbonhidrat hem de protein miktarlarına dikkat etmek önemlidir!

Karaciğer Yağları Ketonlara Çeviren Fabrikamızdır...

Karaciğer yağları ketonlara çeviren fabrikamızdır. Ketonlar hem vücut hem de beyin için enerji kaynağı olarak kullanılabilir. Beynimiz her gün oldukça fazla enerji tüketen organımızdır. Ketonlar beyin için ana enerji kaynaklarından biridir.

Ketojenik diyetteyseniz enerji kaynağınız karbonhidratlardan yağlara değişmiş olur. Yağ yakımı belirgin olarak artar. Vücudun ihtiyacı olan neredeyse tüm enerji yağlardan sağlanmış olur. Özellikle insülin seviyesi düşer ve şeker hastaları üzerine belirgin yararlı etkiler gerçekleşir.

Adaptasyon süreci ile beraber yağ depolarına ulaşmak kolay hale gelir.

Bu nedenle zayıflama için muazzam bir yöntemdir ayrıca yağların fazla enerji vermesi bakımından açlık hissi azalır.

İyi bir ketojenik diyet, vücudunuzun metabolik ayarlarını yeniden yapmanıza, ana yakıt kaynağı olarak karbonhidrat yerine yağları kullanmaya yardımcı olur.

İyi bir ketojenik diyet, sağlıksız kısa soluklu beslenme yerine ömür boyu sağlıklı beslenme tarzı kazanmanıza yardımcı olur.

Bilinen bir rahatsızlığınız yoksa sürekli ketojenik diyette kalarak kilo kontrolü ve sağlık yararlarından faydalanabilirsiniz. Üstelik kilo verme amacıyla hızlı diyetler veya açlık diyetlerine de ihtiyacınız kalmamış olur.

Ketojenik Diyet Herkes İçin Güvenilir Midir?

Çoğu insan için keto diyetler son derece güvenilirdir. Etkin kilo kontrolü ve sağlık yararları açısından doğru bir keto diyete başlamak en iyi yollardan biridir diyebilirim ancak;

ek öneri ve desteklere ihtiyacınız olabilir. Mutlaka doktor ve diyetisyen kontrolünde olmanızı öneriyorum.

Ketojenik Diyet Nasıl Yararlı Oluyor?

Keto diyetin sağlık ve iyilik hali üzerine yararları fazla sayıdadır. Sadece karbonhidrat kısıtlaması yapan diyetlerden farklı olarak protein alımını da kontrol altında tutuyor böylece etkileri daha da fazla oluyor.

Enerji üretiminin başlıca yağlardan sağlanmasıyla etkin ve sağlıklı keton seviyelerine ulaşılır ve sonuçta insülin seviyesi düşer. Doğru, başlangıç bir ketojenik diyet ile elde edilebilecek kazanımları şöyle sıralayabiliriz;

Literatürde randomize kontrollü dediğimiz geçerliliği yüksek çalışmalarla yararları ortaya konmuştur. Ayrıca bu çalışmalarla diğer karbonhidrat kısıtlayan diyetlere göre daha fazla ve sağlıklı kilo verildiği gösterilmiştir.

Ketojenik Diyete Başlarken Neler Beklenmeli

-Ketojenik diyeti uzun dönem sağlığınıza ve kilo kontrolünüze yatırım olarak düşünün.

-Hücrelerinizin kendini ayarlamaya başlaması birkaç gün veya bir haftayı bulabilir. Unutmayın ki normal ve popüler beslenme düzenimizde hücrelerimiz hızlı karbonhidrat tüketimine ve rafine işlenmiş şeker tüketmeye programlanmış durumda.

-Ketojenik diyetteyken yeteri kadar sıvı almaya özen gösterin.

-Karbonhidrat yakmaktan tamamen yağ yakmaya geçen adaptasyon sürecinin 2-3 haftayı bulabileceğini bilin.

-Bu nedenle alışma döneminde konsantrasyon kayıplarınızın, baş ağrılarınızın ya da hafif grip benzeri bulgularınızın olabileceğini bilin. Temel yakıtınız yağa dönüştükçe bu semptomların azalmasını bekliyoruz. Bunu şuna benzetebiliriz kahveye alışmış birinin kahveyi hayatından çıkarmasıyla yaşadığı yoksunluk durumları gibi. Ketojenik diyete adaptasyonla bedeniniz ve beyniniz başlıca ketonlarla beslenmeyi kolayca sağlayacak ve yan etkiler ortadan kaybolacaktır.

Ketojenik Diyette Hangi Besinleri Tüketiyoruz?

Ketojenik diyete yeni başlıyorsanız veya diyette ilerlemişseniz ana besin gruplarınız şunlar olmalı;

Ketozis durumunu sağlamak için net karbonhidrat tüketiminiz 50 gram altında olmalıdır hatta en ideali 20 gram altıdır.

Bu durum ekmek, hamur işleri, makarnalar, pirinç, patates, şeker ve şekerli pastalar, kekler, dondurma gibi nişasta ve şekerli ürünlerin diyetinizden çıkarılması anlamına geliyor.

Ketojenik diyete başlarken besin alımınız protein bakımından değil yağ bakımından zengin olmalı. Doğru bir oranlamada yakıtınızın en az %70’i yağlardan, en fazla %25’i proteinlerden ve en fazla %10’u karbonhidratlardan oluşmalıdır.

Ketojenik Diyete Başlamaya Hazır mısınız?

Öncelikle mutlaka sabırlı olun çünkü hızlı bir program değil.

Birkaç hafta sonunda size uzun dönem sağlık, kilo kontrolü, enerji artışı ve zihinsel güç sağlamayı amaçlayan bir beslenme düzeni, hayat tarzı değişikliği.

Normalde hücrelerimiz enerji kaynağı olarak başlıca karbonhidrat yakmaya alışmış durumda. Yağ depolarımız hücrelere ve beyne yakıt sağlamak için kullanılmaya hazır halde değil. Sonuç olarak günlük hayatta sürekli karbonhidrat yüklenmesine ve açlık hissi ile mücadeleye ihtiyaç var. Örneğin, uzun süreli egzersizlerde sorun yaşamamak için egzersizden önce, egzersiz sırasında ve sonrasında karbonhidrat tüketme ihtiyacı doğabilir fakat göreceksiniz ki ketojenik diyet bu soruna uzun dönem çözüm.

Hücreleriniz 7/24 yağ yakmaya adapte olduğunda elde edilen enerji sürekli ve düzenli seviyede olacak böylece açlık hissi ve karbonhidrat bazlı yemek arayışı kalmayacaktır.

Ketojenik diyeti kilo verme, zihinsel faaliyetleri, fiziksel performans ve enerjiyi artırma ya da kronik sağlık sorunlarını giderme amaçlı uygulayabilirsiniz. Hangi amaçla uygularsanız uygulayın ketojenik diyete başladığınızda ömür boyu doğal iyilik hali sağlayan bir yolun başlangıcı olduğunu fark edeceksiniz.

Sağlıklı Günler Dilerim :)

Uzm. Dr. Aşkın Nasırcılar

Yazının devamı...

Bu Besinler Yaşlanmayı Yavaşlatıyor...

Gerçekten yaşlanmayı yavaşlatabilir miyiz?

İnsanlık tarihi boyunca bu soruya yanıt amacıyla çok çeşitli uygulamalar yapıldığını biliyoruz. Birçok efsane, inanış ve mitinde doğuş sebebi. Aslında yaşlanma karşıtı çareler için çok uzağa bakmaya gerek yok. Bu konuda tabi mucize beklememek gerekir ve maalesef hikayelerde içene ölümsüzlük veren gizli bir şelale veya kaynak suyu kadar da basit ve etkili değiller. Daha önceki yazılarımda egzersiz, stres kontrolü, uyku, manevi mutluluk ve beslenme gibi ana başlıkları saymıştım. Besinler oldukça fazla olsa da en önemlilerini elimden geldiğince listelemeye özen gösterdim.

Doğru Beslenme Yaşlanma Karşıtı Etkilerde Önemli Rol Oynuyor

Kremler, losyonlar ve estetik cerrahiler sizi dışarıdan daha genç gösterebilir ancak biyolojik yaşınızı içeriden dışarıya gençleştirmek için doğru beslenme ve rejeneratif tıp desteği şart. Hücresel seviyede yenilenmek için hücrenin ihtiyacı olan ürünleri alırsanız sadece genç görünmez ve hissetmezsiniz aynı zamanda daha sağlıklı ve mutlu olabilirsiniz.

Sağlıklı bir diyetin yaşlanmanın etkilerini yavaşlattığına hiç şüphe yok. Doğa, yaşlanma karşıtı besinleri tüketmeniz sonucu kemiklerinizden beyninize, kaslarınızdan cildinize daha genç görünmeniz ve hissetmeniz için gerekeni sizin adınıza yapıyor. Bu anlamda yaşlanma karşıtı etkiler için “yüksek anti-oksidanlı besinler” ve “anti-infamatuvar besinler” iki önemli diyet türüdür.

Yaşlanma Karşıtı Harika Besinler

Uzun zamandır yaban mersininin antioksidan etkileri biliniyor. Lezzetli ve aynı zamanda besleyici bir yemiş. Yaşlanmayı yavaşlatıyor, ömrü uzattığı düşünülüyor. Beynin bilişsel ve hafıza ile ilişkili alanlarını oksidatif hasara karşı koruması nedeniyle beyin meyvesi de diyebiliriz. Aynı zamanda yaşla ilişkili hücre hasarını yavaşlatıyor.

İçeriği, mavi renk veren antosiyaninlerce zengin. Hücre metabolizması sonucu açığa çıkan zararlı maddelerin hasar vermesini sınırlandırıyor. Bu sayede birçok kronik hastalığı önleyebilme özelliğine sahip.

Evet anti-aging programına girip aynı zamanda çikolata da yiyebilirsiniz. Dengeli bir diyette orta miktarda çikolata güncel 2015-2020 arası diyet rehberlerinde tüketilmesi önerilen ürünler arasında yer alıyor.

Burada dikkat edilmesi gereken orta düzeyde tüketmek çünkü çikolata kalori olarak yoğundur ve miktarı aşırı kalori alımıyla sonuçlanabilir. Özellikle %70-90 kakao içeren, az miktarda bitter çikolata tüketilebilir.

Kabuklu yemişleri süper besinler olarak adlandırabiliriz. Kavrulmadan tüketilmeleri besin değerleri açısından önemli. Hem iştahı baskılarlar hem de doymamış tekli veya çoklu sağlıklı yağlar içermeleri nedeniyle anti-aging etkisi göstermektedirler. Kalp damar sağlığı, bilişsel fonksiyonlar ve kanser gibi kronik hastalıkları önlemeye yardımcı özellikler taşırlar. Tip 2 şeker hastalığına ve kalp hastalıklarına yakalanma riskini azaltırlar. Aynı zamanda beyin sağlığını da desteklerler. Yaşlılarda bilişsel gerilemeyi yavaşlatırlar. Damar sistemini korurlar. Besin ve anti-aging değeri yüksek çerezler arasında kestane, ceviz, ülkemizde de yetiştirilmeye başlanan pikan cevizi sayılabilir.

İncir, flavonoid ve polifenollerce zengindir. Bu özelliği nedeniyle güçlü antioksidan etkiye sahiptir. Oksidatif stresin olumsuz etkileriyle savaşır. Karaciğer ve beyni destekler. Bağırsak sağlığını desteklemesi önemli bir özelliğidir.

Cilt ve organlarda bulunan, hücreleri birbirine bağlayan ve iletişimlerini sağlayan bağ dokusunun en önemli proteini kollajendir. Dolayısıyla cilt ve organ sağlığımız açısından yeterli düzeyde yeni kollajene ihtiyacımız var. Kollajeniniz sağlıklı ve yeterli düzeyde olursa akan yıllar sizi daha az yıpratabilir. Yapılan çalışmalar, özellikle deniz ürünleri kaynaklı kollajenin belirgin anti-aging etkileri olduğunu gösteriyor.

Chaga mantarları anti-aging etkilerinin çoğunu yetiştiği huş ağacından sağlamaktadır. Soğuk ve kuzey iklimde yetişir, çok çeşitli anti-oksidan, anti-tümör ve antiviral maddeler üretirler. Ayrıca mikroplara karşı bağışıklığı artıran maddelerde sentezlerler.

İçeriklerindeki polifenoller serbest radikallerle savaşarak anti-oksidan etki gösterir. Kapsül, tablet, tentür veya çay, kahve formunda tüketilebilirler.

Somonun yararlı etkilerinden daha fazla faydalanabilmek için vahşi ve doğal ortamında yakalanmış somon gerçek bir değere sahip. Kültürü yapılan somonunda hiç etkisiz olduğunu söyleyemeyiz ancak yapay yemlerle beslendiklerinden sağlık ve anti-aging etkilerinin sınırlı olacağı da bir gerçek. Hatta beslendikleri yemlere göre sağlıksız da olabilirler.

Somon balığı astaksantin diye adlandırılan bir süper antioksidan açısından zengindir, aynı zamanda anti-aging etkisi gösteren karotenoidce de zengindir.

Astaksantin iyi kolesterol HDL’ yi arttırırken, kötü kolesterol LDL’yi azaltır. İnflamasyon denilen iltihabi yangıyı ve oksidatif stresi azaltır ayrıca bileşimindeki başka bileşenlerle de mükemmel bir anti-aging besinidir.

Kemik suyunda bulunan kalsiyum, magnezyum, fosfor, silikon, sülfür gibi mineraller emilime hazır halde bulunurlar. Kemik sağlığı için olmazsa olmazlardır. Kemik sağlığının iyi olması anti-aging için önemli bir şarttır.

Kemik suyunun anti-aging etkileri kıkırdak sağlığı ve kireçleme karşıtı etkileri nedeniyle kondroitin sülfat ve gllukozaminden gelir. Eklem ağrısını azaltan anti-inflamatuvar etkileri bulunmaktadır.

Yaşlandıkça cinsiyet hormonlarının seviyesi azalır. Maca kökü bu hormonal azalmayı önleyerek anti-aging etki gösterir. Östrojen, progesteron ve testesteron hormonlarını dengeye veya normale getirir. Bu anlamda seksüel disfonksiyon, kısırlık, osteoporoz ve menapoz belirtileriyle savaşır.

Avokado meyvesi, içerdiği yoğun bileşenler nedeniyle anti-aging etkili süper besinlerin başında gelir. Fitokimyasal bileşiminin kanser ile savaşan doğal maddeler içerdiği düşünülmektedir. Sağlık ve gençlik etkileri oluşturan, damarları koruyan tekli doymamış yağ asitlerince ve antioksidanlarca zengindir.

Aslında bir baharat olan zerdeçal, anti-aging ve cilt parlatıcı etkileri nedeniyle yüzlerce yıl kozmetik amaçlı olarak kullanılmış. Günümüzde aktif bileşeni turmerik ya da kurkuminin anti aging etkileri oluşturduğu düşünülmektedir. Kök veya toz halinde yemeklere, içeceklere eklenebilir. Eklemlerin ve beyin dokusunun yaşlanmasını önleyerek nörodejeneratif hastalıklarda etkili olabilir. Az emilen doğal formu bağırsak iltihabını azaltabilir. Kana emilimini arttırmak amacıyla çok çeşitli formlarda hazırlanan tablet, kapsül biçimleri bulunmaktadır.

Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar;

Diyetinize kurkumin, zerdeçal kökü, maca kökü veya chaga mantarları eklemeden önce mutlaka doktorunuza danışınız.

Zerdeçal kan sulandırıcıların, diyabetik ilaçların ve ağrı kesicilerin etkilerini engelleyebilir. Maca kökü cinsiyet hormonlarını taklit ettiği için memede fibroid hastalık, endometriozis, ailede yüksek östrojen ilişkili meme kanseri öyküsü veya yatkınlığı varsa, erkeklerde prostat kanseri durumlarında doktorunuz maca kökünü kullanmamanızı tavsiye edebilir. Ayrıca chaga mantarlarının bazı antikoagülan ve hipoglisemik ilaçları olumsuz yönde etkileyebildiği bildirilmiştir.

Son not:

Her ne kadar doktorunuz size yukarıda saydığım bazı nedenlerle bu besinleri kullanmamanızı tavsiye etse de size uygun benzer bir besin mutlaka bulunmaktadır. Bu anlamda Sağlık Bakanlığı onaylı uzman bir fitoterapist hekime danışmanızı öneririm.

Sağlıklı Günler Dilerim :)

Yazının devamı...

Ramazan Ayında İştahınızı Baskılayacak 5 Doğal Besin!

Herkese Selamlar,

Madem Ramazan ayı içerisindeyiz, ben de Ramazan’a yakışır bir yazı yazayım dedim ve sizler için bu ayda iştahınızı baskılayacak bazı besinleri mercek altına aldım.

Aşırı iştah ve fazla yeme arzusu dünyada en fazla sağlık problemi yaratan sebepler arasında diyebilirim. Onlarca yıl süren çalışmalar, çeşitli diyetler, cerrahiler ve riskli ilaçlar sonrasında kilo vermenin kolay olmadığını öğrenmiş bulunuyoruz. Çünkü herkesin metabolizması farklı, bu nedenle herkese uyan tek bir diyet ve yöntem maalesef ki yok. Fakat kilo verme endüstrisi bu durumu bilmenizi istemiyor ve kesinlikle bazı güvenli ve doğal iştah baskılayıcıları bilmenizi de istenmiyor.

Sağlıksız kilo alımını tetikleyen bazı faktörler var. Bunlar;

Yerleşmiş alışkanlıklar,

Genetik,

Sosyal çevre,

Vücut imaj algınız,

İlaç kullanımı,

Davranışsal öğrenme,

Sağlık durumunuz,

Besin tercihleriniz,

Besin eksiklikleri,

Stres gibi durumu karmaşıklaştıran etmenlerdir.

Doğal iştah baskılayıcılar, suni iştah baskılayıcı kimyasallara göre daha etkili ve zararsız. Amerikan Besin ve İlaç Dairesi FDA’ de suni iştah baskılayıcılar konusunda sürekli uyarılarda bulunuyor.

Doğal iştah baskılayıcılar vücutta “ ve ” hormonlarını dengeleyerek etki gösteriyor. Bu hormonlar son yenilen yiyeceklere, duygu, stres, uyku durumlarınıza, o an sahip olduğunuz kiloya, genetik yapınıza, hücresel inflamasyon yani iltihap düzeylerinize göre gün içinde sürekli artış ve düşüş gibi değişimler gösteriyor. Gördüğünüz gibi toplumun düşündüğünden farklı olarak, iştahınızı etkileyen ne kadar çok sebep var. Doğal iştah baskılayıcıları, doğru besin ve yararlı yağları tüketmenizi istemenize neden oluyor. Ayrıca;

Depolanmış yağları yakmanızı uyararak enerjinizi artırıyor,

Kan glukoz seviyelerini dengeliyor,

İştahınızı baskılıyor,

Tiroid sağlığınıza destek oluyor,

Serotonin gibi mutluluk hormonlarınızı artırıyor.

5 Harika İştah Baskılayıcı

1.Yeşil Çay Ekstresi

Yeşil çay doğrudan tüketilebileceği gibi, kapsül veya yağ olarak da tüketilebilir. Zihin ve beden sağlığını güçlendirici etkisi nedeniyle binlerce yıldır kullanılmaktadır. Bugün yüzlerce çalışma yeşil çayın demansdan (bunama), metabolizma bozukluklarına ve iştah hormonlarını düzenleyici etkilerine kadar rahatsızlıkta yardımcı olabileceğini ortaya koyuyor.

Örneğin, bu çalışmalardan birinde 12 hafta boyunca günlük 857mg yeşil çay ekstresi alanların açlık hormonu ghrelin seviyelerinin almayanlara göre anlamlı derecede düşük olduğu saptanmış.

Yeşil çay ekstresi aynı zamanda kolesterol ve kan glukoz seviyelerini düzenler, hücresel iltihabı azaltır, yağ hücresinin çoğalmasını yavaşlatır. Ayrıca yağ yakılmasına da yardımcı olur. Genellikle yetişkinler için 800-900 mg günlük doz önerilir. Bu doz gün içinde üçe bölünerek alınabilir. Çoğu yetişkin için güvenlidir.

2.Safran Ekstresi

Safranın duygu durumunu olumlu yönde etkilediği gösterilmiştir. Hormonal ve stres ilişkili iştah artışı gibi durumlarda doğal iştah baskılayıcı etkisi yüksektir. Duygu durumunun yönelttiği atıştırma ihtiyacını azaltır. Duygu durumunuzu pozitif yönde artırarak depresyon belirtilerine ve adet öncesi semptomlara iyi gelir. Bazı çalışmalar düşük doz antidepresanlar kadar etkili olduğunu göstermiştir.

.

3.Esansiyel Greyfurt Yağı

Greyfurt, yararlı asitler, antioksidanlar, esansiyel yağlar ve doğal enzimler içerir. Kilo yönetimine etkisi dışında lenf dolaşım sistemini de uyarır.

Bir araştırmada greyfurt esans kokusunun otonom sinir sistemi çalışmasını olumlu yönde değiştirdiği, lipoliz dediğimiz yağ yakma metabolizmasını uyardığı ve iştahı düzenlediği gösterilmiştir.

Esansiyel greyfurt yağı tedavisi, hem evde hem de işte kolayca uygulanabilen bir tedavi yöntemidir.

Çeşitli çalışmalar haftada 3 kez 15 dakika aralıklı esansiyel greyfurt yağını kilo kontrolüne yardımcı olması nedeniyle önermektedir. Aynı zamanda saf greyfurt yağını hava nemlendiriciniz var ise bir kaç damla damlatarak da kullanabilirsiniz. Vücut sabunlarına, jellerine veya masaj yağlarına doğrudan ekleyebilirsiniz. Tabi kullanmadan önce alerjiniz olmadığından emin olmak için küçük bir cilt bölgesinde deneyerek emin olmalısınız.

4.Lif Oranı Yüksek Besinler

Yüzlerce yıldır lifli besinlerin tokluk hissi yarattığı biliniyor. En etkili doğal iştah azaltıcılardandır diyebilirim.

Aynı zamanda sindirim sistemi, kalp sağlığı ve güçlü bağışıklık sistemi için de liflerin önemi büyüktür.

Lifler sindirilemediği için tokluk hissi yaratır ayrıca büyük oranda su tutarlar ve sindirim sistemindeki yoğunlukları nedeniyle glukoz emilimini azaltarak glukozun yavaş yavaş kontrollü olarak kana geçmesini sağlarlar. Tüm bu saydıklarım uzun süre tokluk hissi yaratır, açlık hissini baskılar. Bunların yanı sıra yüksek lifli diyetlerin farklı sağlık faydaları da bulunmaktadır.

5.Baharatlar

Baharat türleriyle yapılan çok sayıda çalışma var ve faydaları bilimsel olarak ortaya konmuş durumda. Üstelik kalorisiz besinler. Hem yetiştirilmeleri kolay hem de taze elde edilmeleri mümkün. Herkesin damak zevkine uygun bir baharat türü de mutlaka bulunuyor. Baharat sevmiyorum diyen birini bulmak neredeyse mümkün değil. Çok sayıda baharatın aynı zamanda doğal iştah baskılayıcı özelliği vardır. Birçok faydaları arasında;

Yağ yakmanızı kolaylaştırırlar,

Açlığı baskılarlar,

Kan şekerini düzenlerler,

Serbest radikal hasarını azaltırlar,

Tatlı arayışlarını azaltırlar.

En popüler baharatlar arasında kapsaisin içerenler favoridir. Çalışmalar kapsaisin içeren baharatların diyet ilişkili termogenezisi (ısı üretimini) artırarak vücutta yağ yakılmasını uyardıkları gösterilmiştir. Kapsaisin aynı zamanda metabolik aktiviteyi düzenler.

Bu baharatlar arasında:

Kırmızı biber

Kara biber

Zerdeçal

Zencefil

Kişniş

Maydanoz

Tarçın

Köriyi sayabiliriz.

Baharatları yiyecek ve içeceklere ekleyebilirsiniz. Çaylarda, detoks içeceklerinizde, çorbalarda, kırmızı et, tavuk, balık yemeklerinde sağlık yararları dışında tat verici olarak kullanabilirsiniz.

Doğal iştah baskılayıcı diğer besinler

Yüksek lifli besinler, baharatlar, esansiyel yağlar hepsi harika ve doğal iştah baskılayıcıları ancak daha fazlasını da yapabilirsiniz.

.Omega-3ler ve probiyotikler inflamasyonu (iltihabı) azaltırlar, duygu durumunu pozitif yönde artırırlar, yaşlanma etkilerine karşı koyarlar ve bağırsak sağlığınızı desteklerler.

Açlık ataklarınızı azaltmak istiyorsanız her ikisi de lifler kadar ihtiyaçtır.

Suyun gücü ve önemi maalesef çoğu insan tarafından göz ardı ediliyor. Basit ve etkili iştah baskılayıcılardandır diyebilirim. Doluluk hissi dışında tüm hücre ve organlarınızın suya doymuş halde olması sağlık için şarttır. Susuz kaldığınızda açlık hissi uyarıları da artar.

Stres faktörü, aşırı yemek yeme isteğinde göz ardı edilen bir etmen. Stres varlığı, bazı kişilerde açlık durumu olmasa bile yeme isteğini artırır. Stresi azaltın demek çok kolay, gerçekleştirmek maalesef çok zor ancak stresi azaltacak yöntemleri keşfetmeniz sadece iştahınızı değil aynı zamanda erken yaşlanma ve kronik rahatsızlıkları önleme açısından da büyük önem taşıyor.

.Beden yorgun olduğunda, enerjiyi artırmak amacıyla sinyaller gönderir. Açlık hissi de bunlardan biridir. Günümüz çalışma hayatında kalitesiz ve yetersiz uyku ile stres en fazla göz ardı edilen konulardır.

Dikkat edilmesi gereken noktalar:

Doğal iştah azaltıcılar şüphesiz suni ilaçlardan daha sağlıklı ve etkilidir fakat akılda tutulması gereken, doğal olmaları sınırsız tüketilebilecekleri anlamına gelmez. Bireysel farklılıklar, sağlık, yaş ve fiziksel durumunuz ve kullandığınız ilaçlar tüketmeden önce doktorunuza danışmanız gereken konulardır. Ayrıca uygunluk durumunda dozlarına mutlaka dikkat edin ve aynı tıbbi ilaçlarda olduğu gibi seyrek veya sık yan etkileri olabileceğini bilin. Gebelik, emzirme, alerji veya herhangi bir sağlık şikayetiniz varsa ve ilaç kullanıyorsanız yine mutlaka doktorunuza danışın.

Her ne kadar yukarıda birçok uyarı yapmış olsam da doğal ürünlerin, internetten siparişle online aldığınız veya eczaneden aldığınız şişelenmiş ürünlere göre çok daha güvenli olduklarını düşünüyorum.

Unutulmaması gereken iştah üzerine etkileri kalıcı değildir. Kalıcı olması için yaşam tarzı haline getirmek esastır.

Uzm. Dr. Aşkın Nasırcılar

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.