SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

İlişkinizi Öfkeniz mi Yönetiyor?

Öfke doyurulmamış isteklere, istenmeyen sonuçlara ve karşılanmayan beklentilere verilen duygusal tepkidir.

İlişkilerde aşık olduğumuz, birlikte yola çıktığımız, birbirimizin bir adım ileriye gitmesi için gerekeni yapmak kararlılığında olduğumuz kişiye neden öfkeleniyoruz? Kuşlar bile kendi cinsiyle uçar sadece. Siz de aynı frekansta olduğunuz için eşinizi seçtiniz. Seçimi kendiniz yaptınız, onunla her anı mutlu, huzurlu yaşamak istiyorsunuz. Ama sizi rahatsız eden bir noktada öfke, hiddet çıkıyor ortaya.

Öfkelendiğiniz an, karşınızdakinin haklarını engellediğinizi biliyor musunuz?

Eşinizle bir akşam yemeği planınız var ancak son anda eşiniz keyfi olmadığını, sizi de keyifsizliği ile üzmek istemediğini söylerse ne yaparsınız?

Eğer kişisel algılayıp, sizinle dışarı çıkmak istemediğini, birlikte vakit geçirmek istemediğini düşündüyseniz sesiniz yükselecek, öfkeli davranışlar sergileyeceksiniz. Halbuki o sadece keyifsiz. Sizinle ilgili bir konu değil olan.

Hz Mevlana “ hiddet ve asabiyette ölü gibi ol” der.

Siz de öfkelenmeden, kızgınlığın sebebini ilk 15 saniyede fark ederseniz, onun da hakları olduğunu düşünürseniz, bunların hiç biri olmayacak.

Mevlana “ Öfke rüzgar gibidir. Bir süre sonra diner. Ama bir dal kırılmıştır bile.” der.

Öfkenin size hiç yararı olmadığını biliyor musunuz? Öfkenizin üstünü örterseniz tekrar ortaya çıkacak. Bu nedenle kendinize sorun, kızgınlığın nedenini bulun.

Öfke hem bir tercih hem bir alışkanlıktır. Gerginliğe verilen öğrenilmiş bir tepkidir. Davranışlarınızı kontrol edemezsiniz. Ne yapacağını bilmez halde geçici bir çıldırma halidir. Öfke anında beyin yeterince beslenemediği için rasyonel düşünce mümkün değildir. Kalp ritmi normale dönene kadar bu devam eder. Bize bu kadar zarar veren bir duyguyu yaşamayı seçmenin nedenini düşünmek gerek.

Öfke sevgi iletişimini keser, suçluluk ve depresyona götürür, genelde size engel olur. Siz ilişkinize böyle mi başlamıştınız?

Öfkelenmemeyi seçmemin mümkün olduğunu bilseydiniz ne yapardınız?

Kendini seven, kendine değer veren bir kişinin öfkelenmeyeceğini, sadece kızıp geçeceğini bilseydiniz sevgi enerjisini içinize alıp, bu enerjiyi yayan olmayı seçer miydiniz?

Yazının devamı...

İlişkilerde Sosyal Medyanın Rolü

Sosyal medya hayatımıza girdiğinden beri hepimiz online durumdayız. Anne çocuğuna yemek yedirirken anda olamıyor, dışarıda yemekte arkadaşlarla buluştuğumuzda, eşimizle akşam evimizde sohbet ederken anda olamıyoruz, çünkü sosyal medyadan vazgeçemiyoruz. Paylaşımlarımızı kimin beğendiğini, storyde kaç izlenme olduğunu, o sırada takipçilerimizin nerede olduğunu görmek bizim için daha önemli. Sadece online olduğumuz zamanlar da olacak elbette ama sadece anda olmayı deneyimlediğinizde sosyal medyanın tadını daha çok alacaksınız. Paylaşımlarımızın “ben buyum” anlamına geldiğini biliyorsunuz. Konumlandırmanızı yaptıysanız sosyal medyada neyi, nasıl paylaşacağınızı da bilirsiniz.

Bir danışanım sosyal medya paylaşımları nedeniyle eleştiri aldığını, iş yerinde en az ücret artış oranının kendisinde olmasının nedeninin işverenin çok geziyorsun, senin paraya ihtiyacın yok yorumunun son nokta olduğunu söyledi. İncelediğimde danışanım konumlandırmasının çok dışında bir yaşamı fotoğraflıyor, belki hayal ettiğini postlarında kullanıyor. Bilinçli değil yaptığı… Ama sonuç ortada. Fotoğraftaki pozlar bile bambaşka yansıtıyor onu.

Sosyal medya paylaşımlarımızda konumlandırmamız paralelinde paylaşım yapmak ilişkiler için çok önemli. Son zamanlarda tanışmalar, yeni başlayan ilişkiler vaktimizin çoğunu geçirdiğimiz sosyal medyada oluyor. Erkek kadına onu çok beğendiğini söylüyor, kadın bir kahve içelim teklifine evet diyor. Beğenilmek, hatta onsuz olamamaya kadar giden güzel sözlerden çok etkileniyor, sonra kahve içiliyor. Evet kadın gerçekten inanıyor, profil düzgün, yalan söylemez inancı onu rahatlatıyor. Erkeğin kadına söylediği tüm güzel sözler o ana kadar geçerli, ancak uzun süreli ilişki istenmiyor. Bana gelen geri bildirimler erkeğin evli olduğu ya da birlikte olduğu kız arkadaşının olduğu yönünde… Erkek ya da kadın online olduğu zamanlarda beğenisini değerlendiriyor. Sonra bana ağlayarak telefon ediliyor, yine aynı, yine aynı, ben istediğim ilişkiyi hak etmiyor muyum deniyor.

Ne istediğini bilen, ne olduğunu bilen, yol haritasını çizmiş olanlar için, kendisini kişisel bir marka olarak görüp marka vaadini bilenler için sorun yok… Sorun ne yaptığını bilemeyenlerde…

Bu yaşananlar bize mutlaka bir şey söylüyor, dersimizi alamadıysak tekrar aynı tür olayı yaşamaktan kaçamayız. Bu bir kısır döngüdür.

Sosyal medyanın bizden aldıkları kadar bize kattıklarını da söylememiz gerekiyor. Dünyadan haber almak, hobilerinizle ilgili bilgi almak, söylemek istediklerinizi paylaşmak çok güzel… Bağımlı olmak, onsuz olamamak ise bir anlamda hastalık. Bu konuda ilişkilerde, iş hayatında yaşadığı problemler nedeniyle son günlerde psikologlara başvuranların sayısının arttığı söyleniyor.

Sosyal medyada olalım, ancak sürekli online olarak değil, anline olmanın keyfini çıkaralım.

Yazının devamı...

İlişkilere Sanatsal Bakış

Bir fotoğrafa, bir tabloya, bir sanat eserine nasıl bakılacağını öğrenmek istiyoruz. Sadece hobimiz olsa bile eğitim almak, bu konuda kendimizi geliştirmek istiyoruz. Bir esere nasıl bakmak gerektiğini bilmek için gerekeni yapıyoruz. Peki sürekli iyi gitmediği için mutsuz olduğumuz ilişkimize nasıl bakıyoruz? Farklı bir bakış açısını bile denemiyoruz.

Son gittiğim sergide sanatçının resim yaparken bir ifadesi olduğu söylendi. O ifadeyi siz bire bir alamıyorsanız sizin için değildir o eser. Baktığınızda resim size bir şeyler söylüyor, iletişim kuruyorsanız sizin içindir. Bakıp ne söylediğini hissetmek için çaba var burada. Ya ilişkilerimizde? Sadece şikayet ettiğimiz ilişkilerimiz için sanata baktığımız gibi “sanatsal bir bakış” geliştirebilir miyiz?

Her sanatın kendine özgü kuralları, bilimsel, tarihsel ve felsefi boyutu vardır. Çıkış noktaları farklıdır.

Contemporary’de hocamızın görüşme yaptığı Ardan Özmenoğlu post-itlerle bir tablo yapmıştı. Yaşadıklarımızdan yola çıkıyorum, hep post-itlerle birbirimize hatırlatma yapmıyor muyuz, kendimize hatırlatmalarımız da bu şekilde. Ben tablolarımla, çalışmalarımla yatıyor, onlarla kalkıyorum. Tatile bile gitmiyorum. Sanat benim eşim, kopamam derken heyecanını yansıtıyordu.

Orada ilişkilerimiz aklıma geldi. Bir zorunluluk muydu, istenmeden yaşanılan mıydı ilişkiler?

İlişkiler de sanat… Bir ilişkinin başlamasını düşünün… Bir ressamın tuvale bir fırça darbesiyle yansıttığı bir boya ile bir renk ile başlıyor her şey. Tamamen kendisini yansıtıyor sanatçı. İçinden geleni yapıyor, bu tablo nasıl satar, insanlar buna ne der demiyor.

Biz bir ilişkinin başında kendimiz oluyor muyuz? Yoksa karşımızdakinin bizi beğenmesi için kalıplar doğrultusunda gerekeni mi yapıyoruz? Değişiyoruz, ilk günkü ben ile bugünkü ben arasında fark var. Sonra da ilişkinin devamında tepki aldığımızda karşımızdakinin o farklılığı anlayamamasını biz hiç anlayamıyoruz.

İlişkimize sanatsal bir bakışa ne dersiniz? O halde bize yansıyan enerjiyi okumak, sevgi dilini bilerek onun sevgi diline uygun dil kullanmak, sizin ona yansıyan enerjinizi kendiniz olarak değerlendirip hissettiklerinizi ifade edip etmediğinizi değerlendirme zamanı.

Bir sanat eserine, bir tabloya baktığınızda güzeli arıyorsunuz, estetik değerlendirme yapıyor, o resmi anlamlandırıyorsunuz. İlişkileri de böyle anlamlandırabiliriz. Her anın, her davranışın, her sözcüğün güzelliğini, estetik tarafını görmek gerek. Yaşadıklarımız bizim seçimimiz, bizim değişimimiz herkesi değiştirecek. Seçtiğimiz kişi bizim seçimimiz. Onunla yaşamımızı yeniden anlamlandırmaya, ilişkimizi bir sanat eseri olarak görmeye var mısınız?

Yazının devamı...

Sessiz Anlaşmaya Hayır

Eşinizle, sevgilinizle, ailenizle, arkadaşınızla, iş yerinde yöneticinizle, ekip arkadaşlarınızla olan ilişkilerinizde bir şeyler yolunda gitmiyor, çözüm bulamıyorsanız durun, bitirme noktasında değilsiniz henüz…

Erkek arkadaşınız size çok gergin bir tartışma anında tokat attıysa, sonraki gün evinize kocaman bir buket çiçek gönderip, özür dilerim dediyse ve siz mutluluktan uçtuysanız bilin ki yine gergin bir anda bir tokat daha atılabilir. Sessiz kaldınız, sessiz anlaşma ile size tokat atılmasını ve ardından özür dilenmesini kabul ettiniz. Karşı taraf sizin bu anlaşmayı kabul ettiğinizi düşünüyor. Bir sonraki olayda aynı şekilde olacağından emin. Ama bu kez siz tepki gösteriyorsunuz, polise şikâyete kadar gidiyorsunuz, erkek arkadaşınız şaşkın… Ama daha önce bu olay olmuştu, farklı ne oldu da olay polise intikal etti bu kez diye düşünüyor.

Yapılması gereken ilk davranışınız olay sonrası çiçeği alınca mutluluktan uçmak, sessiz anlaşma imzalamak yerine bir kez daha buna benzer bir olayı kabul etmeyeceğinizi söylemek, kararlı olduğunuzu tam, net bir şekilde ifade etmek, değerlerinizi, ilişkide konumlandırmanızı hatırlatmanız olmalıdır.

İtiraz etmek bir sona eriş diye düşünüyor ve bunu göze alamıyoruz. Değerlerimize aykırı olanları yaşamak konfor alanımızdan çıkmamak daha mı kolay geliyor bize. Mücadele etmek değil, sadece kendinizin ne olduğunu ortaya koymak önemli. Kendimizi konumlandırırken bunu belirlemiyor muyuz? İlişkileri her nerede olursa olsun anne baba ile iş yerinizde veya özel hayatınızda, arkadaşlarınızla konumlandırmanız paralelinde yürütmeniz çok önemli.

En yakın olduğunu düşündüğünüz arkadaşlarınızla iletişiminizde de sessiz anlaşma yapılıyor. Bir bakıyorsunuz çok kibar, asil, değerli olduğunu düşündüğünüz arkadaşınız size öyle bir kabalık yapıyor ki, o anki ruh hali diyorsunuz ve bir gün geliyor hayatınızdan çekilmesi gereken oluyor o kişi. Sessiz anlaşmaya evet derseniz gitme zamanı gelen, gider… Ama gitme zamanındaki gidişler bazen sizi üzebilir.

Üzülmemek, “siz” olmak için, gereksiz söylemler, görüntülerin olmaması için “sessiz anlaşmaya hayır”…

Yazının devamı...

Kendi Değerimizin Farkında mıyız?

Sizin için hayatınızda ne değerli? Aileniz, sevdikleriniz, işiniz, mülkünüz… Peki siz? Bu listede kaçıncı sıraya koyarsınız kendinizi! Ya da şöyle sorayım. Kendinizi ne kadar değerli hissediyorsunuz?

Aret Vartanyan “Eğer sen farkındalık yaşarsan, her gün senin için bir altın fırsata dönüşecektir. Her şey senin farkındalığına bağlıdır.” sözüyle bunu çok net ortaya koymuştur.

Yetersizlik, değersizlik duyguları içinde olan bireyler, içindeki gücün farkında olmayanlar, ben ne yapabilirim ki diyenler etrafımızda oldukça fazla. Peki neden insanlar kendilerini değersiz hisseder? Bu konuyla ilgili çok kısa zaman önce yaşanmış bir olayı anlatmak istiyorum.

Uzun yılar bankacılık sektöründe çalıştıktan sonra emekli olan bir kadın ile karşılaştım. 51 yaşında olan bu kadın ile kişisel gelişim alanında seanslar yapmaya başladık. Değersizlik konusu ile ilgili konuşmalarımızda kendisinden uzun süredir aldığı fotoğrafçılık kursundan bahsetmesini istedim. Ancak aldığım “Sadece vakit geçirmek için gidiyorum” cevabı beni hiç şaşırtmadı. Fotoğrafçılık ile ilgili sohbet ettik. İyi bir fotoğrafçının neler yapabileceğini, fotoğrafçılıkta hedefleri konuştuk. Kendisine neden bir sergi açmıyorsun diye sordum. Heyecanlanmasına rağmen ben yapamam ki dedi. “Biri yapabiliyorsa herkes yapar” deyince gözlerindeki ışıltı şu an bile gözümün önünden gitmiyor. Evet, yapabilirim dedi ve yolculuğu başladı. Bir fotoğraf yarışmasında ödül aldı. Yolculuğun sonunda kendisi bir fotoğrafçılık kursu açmayı hedefliyor. Şimdilik modelleme ile nasıl hoca olacağının kriterlerini oluşturuyor. Ve çok mutlu olduğu kendini değerli hissettiği çok belli. Daha önce şikâyet ettikleri artık kendisini rahatsız etmiyor, rahatsız olduğunda üstesinden gelmeyi biliyor.

Peki siz değerlerinizin farkında mısınız? Değerlerimizin farkında olmayıp, kendimizi sınırlıyor muyuz? Kendisinin farkında olan yolunu çizebilendir. Hedef yoksa, vision board, ya da diğer ismiyle hayal panonuz yoksa nereye gittiğinizi sorsam ne cevap verirdiniz? Yaptığınız her şey sizi bir yere götürebilir. Örneğin çok iyi reçel yapıyorsanız, bir gün konu ile ilgili bir atölyeniz olabileceğini biliyor muydunuz?

Eşiyle, yöneticisi ile istediği iletişimi kuramadığında karşısındakini suçlayan, söylenilenleri kişisel algılayan bir kişinin kendini hayata nasıl konumlandırdığını gözden geçirmesi gerekir.

Ancak ne istediğini bilen, sahip olduğu değerin farkında olan kimlik tanımlamasını yapabilir. Sahip olduğu farklılıkları ortaya koyan kendisiyle barışık, cesur kişiler toplumda her zaman bir adım öndedir. Yeteneklerinizle, değerlerinizle, yaşam amacınızla kendinizi ifade edersiniz.

Yazının devamı...

İlişkilerin Yönünü Değiştirmek

İlişkilerde her şey çok güzel başlayıp devam ederken birden istenmeyen problemler ortaya çıkabiliyor. İlginin azaldığı durumlarda sahip olma içgüdüsü yerini buluyor. Beyni yönetebiliyorsak, hastalıkların bile yorumunda “her şey beyinde biter” diyorsak neden ilişkiler için aynı şeyi söyleyemiyoruz. Kendimizi her gün “yeniden” diyerek yeni güne hazırlıyoruz, ama ilişkilerde bunu yapmıyoruz. Yoksa umursamıyor muyuz?

Her gün yeniden başlıyormuş gibi davrandığımızda farklı sonuç elde edeceğimizden eminim. Einstein “” demiş.

Biz de her gün yaşadığımız ilişki ile ilgili şikayet ediyoruz. Hep biz haklıyız. O bana şunu yaptı, bunu yaptı, önce bir düzelsin ben de o zaman ona farklı davranmaya başlarım diyoruz çoğunlukla. Şikâyeti bırakıp farklı eylemlere var mısınız?

Mutluluğun tarifi nedir diye sorsam kaç kişi buna cevap verebilir? Çoğumuza göre mutluluk bir sonuçtur. Evlenmek istiyorum, istediğim kişi ile evlendiğimde mutlu olacağım. Hep bir sonuca bağlı mutluluk anlayışı. Sonuca ulaştığımızda yeni bir haz arayışı başlıyor. Bu kısır döngü devam edip gidiyor. İlişkilerinizde anda mutluluğu deneyimlediniz mi hiç? Sadece birbirinizle olduğunuz, dikkatin telefon ve tv gibi kitlesel hipnoz araçlarından uzakta, anda kalarak mutlu olmayı deneyimlemenizi öneririm. Sizin ilişkiniz bu şekilde yenilenecek, deneyin. Her gün kısa da olsa anda kalın, birbirinizle sohbet edin, yenilenin.

Eşinize mektup yazın. Duygularınızı yazılı olarak daha rahat anlatırsınız. Yargılanmayı düşünmeyin. Okumasını istemiyorsanız yırtın atın. Kendinize mektup yazın. Bakalım şikayetler devam ediyor mu? Mutsuzluk nerede? Kendinize dürüst olun.

Konumlandırmanızı gözden geçirin. Yoksa eşinize kendinizi nasıl konumlandırdığınızı anlatamadınız mı, sessiz anlaşmalar mı oluştu zamanla? Yapılması gereken tek şey dönüp kendimize bakmamız… Yeniden konumlandırma gerekiyorsa da bunu yapın.

Kimse kimsenin sahibi değil. Birbirini tamamlayan eril ve dişil enerji olarak bir bütün olmanın keyfini, mutluluğunu yaşamak her günün tadını da başkalaştırır.

Yazının devamı...

İlişkilerde Engeller

Mutluluğu şartlara bağladığımızda genellikle bir evimiz, yuvamız olsun, sevdiğimiz bir kişi olsun hayatımızda diyoruz… Bu hayaller gerçekleşmezse mutluluğun olmayacağına inanıyorsak belli bir yaşa gelince, karşılaştığımız kişinin “ruh eşimiz” olduğunu varsayıyoruz. Bu varsayım hayatımızın yönünü değiştiriyor ve işte beklediğim mutluluk dedirtebiliyor.

34 yaşında, güzel bir kadın hayal ettiği, mutlu yuvaya tam kavuşacakken bazı nedenlerle nişanlısından ayrılıyor ve tüm mutluluk hayalleri sona eriyor. Sorun tek oğlunu kaybetmek istemeyen annenin oğlundan kopmak istemeyişi. Oğlunun mutluluğunu isteyen, ancak yalnız kalmak istemeyen anne farkında olmadan evliliğe engel oluyor.

Bazen ilişkilerimizde engel biziz. Kendi kendimize engel olur muyuz hiç diyorsunuz, farkında olmadan yapıyoruz bunu. Bazen verdiğimiz tepkilerin sonuçları dönülmez noktaya getirebiliyor bizleri.

Mevlâna “der. Sözlerimizin sevgi dili ile ağzımızdan çıkması öfke yaratmaz, sonuca götürür bizi. Zarif sözcükleri kullanmak, zarafet içinde konuşmayı denemek gerek. Suçlama, yargılama, yorum içermeyen, kendinizle ilgili deneyimi anlatan söz karşınızdakini üzmez, hatta istediğiniz şekilde davranmasına neden olur. Hep karşımızdakini suçlamak bizdeki sorunun büyüklüğünü gösterir. Sen dilinden ben diline geçişin yarattığı farklılıkları deneyimlediğinizde ilişkinizin renginin değiştiğini göreceksiniz.

İlişkinizde dişil enerji ve eril enerji konumlandırması iç içe geçtiyse, kadın eril enerjisini güçlendirip eşiyle güç savaşına girdiyse ilişkinin seyri değişir. Bu da kendimizin yarattığı bir engel değil mi? Yoksa sizin sevildiğinizi anlamanız ile karşınızdakinin sevgiyi ifade etmesi arasında bir fark mı var?

Beş sevgi dili içinde siz onay sözleri duymak isteyen mi, nitelikli beraberlik isteyen mi, hizmet davranışları bekleyen mi, armağan almayı tercih eden mi, dokunsal bir yapıda olmanız nedeniyle fiziksel temasa önem veren misiniz? Ya eşiniz? O biliyor mu tercihinizi? Sık sık çiçek gönderen eşinize beni hiç sevmiyorsun bir kere bana iltifat etmedin diyebilirsiniz. Çünkü siz sevgi dilinin onay sözleri ile olacağını kabul ediyorsunuz. O halde birbirinizin sevgi dilini bilmek için konuşmaya, onu anlamaya, kendinizi anlatmaya ne dersiniz?

İlişkilerde mutluluk elimizde, önemli olan bunu bilmek, bunun farkında olmak. Günlük yaşam rutin devam ederken ilişkiyi de bu rutinde düşünmeyelim. Bir çiçeği yaşatmak için yaptıklarımızı neden ilişkimize yapmıyoruz?

Yazının devamı...

Kendimize Mobbing

Mobbing son yıllarda iş hayatında gündemde olan bir olgu. Türkçe karşılığı psikolojik baskı olan mobing uygulamaları karşısında neler yapılması gerektiği insan kaynakları departmanı tarafından eğitim organize edilerek çalışanlara anlatılıyor.

Peki psikolojik baskı sadece karşımızdaki kişilerden mi geliyor? Biz kendimize mobbing, yani psikolojik baskı yapmıyor muyuz? Kilo aldım, kilo vermeliyim, canım baklava yemek istiyor, ama yememeliyim. Spor yapmalıyım, canım istemiyor derken zorla istemediklerimizi yapmaya çalışıyoruz. Canın istediği için yediğin tatlı sende suçluluk hissi yaratıyor, neredeyse kendinden nefret noktasında dönüş yapıyor. Sizce buna hakkımız var mı? Burada psikolojik baskıdan öte bir şiddet söz konusu.

Şiddet ve psikolojik baskının kendimizi sevmemiz, değerli bulmamızla ilgili olduğunu biliyor musunuz? Kendimizi iyi hissetmenin bir yolu ise yemek, burada duygusal bir açlık söz konusu olabilir.

Mobbing uygulayanların ortak özellikleri:


Yoksa bu özellikler bizde var mı?

Sevgilim beni terk etti, o halde ben beğenilecek, sevilecek biri değilim düşüncesi size yabancı gelmedi değil mi?
İşte mobbing… Kendinize mobbing. Sonunda depresyonla baş başa kalıyoruz.

Mevlana “Herkes dışını süslerken, sen içini, kalbini süsle. Herkes başkasının ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarınla meşgul ol!” diyor. Biz de içimizi, kalbimizi süsleyelim önce.

İşimizi sevmiyoruz, işe gitmek zorundayız. Her sabah kendimize psikolojik şiddet uyguluyoruz. Neden olanı sevmeyi denemiyorsunuz. Ya sevdiğin işi yap, ya da işini sev… Deneyin…

Bir görüşmeye gidiyorsunuz, sizin için çok önemli bir görüşme. Başarılı olamamki bu görüşmede, konu ile ilgili bilgim yetersiz diyorsunuz. Sonuç başarısızlık tabii ki… Aslında sizin uzmanlık konunuz. Ama kendinizin farkında değilsiniz. Mükemmel olmak öğretildi ya size… Bu da kendinize şiddet değil mi?

Kendinizi onaylayın, başkalarının onayına ihtiyacınız yok. Kendinizi olduğu gibi kabul ediyor musunuz? Mümkün değil, diyenler… Güzel olmak için uğraşıp duruyorum, çok çalışıyorum, en güzel kıyafetleri alıyorum, en iyi makyajı yapıyorum. Sonuç değişmiyor. Güzel ve şık olmak yetmiyor, değil mi? İçinize dönün ve sorun. Siz değerlisiniz, kabul edin.

Şems’ in söylediği gibi kalbinize ayna tutun… İçten değişim dışa yansıyacak… Kendinize değer verdiğiniz için şiddetten vazgeçeceksiniz.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.