SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Anne Yüreğine Sahip Olmak İçin Doğurmak mı Gerekir

Oldum olası üzülürüm bu sonradan hayatımıza dayatılmış özel günlerde. Annesizlerin, babasızların, sevgilisi olmayanların nasıl da buruk olduklarını düşünürüm.

Bugün anneler günü…

Şanslıyım ben, anneyim, şahane bir oğlum var.

Şanslıyım, annem hayatta, sağlıklı, fedakar harika bir anne.

Peki ya annesini kaybetmiş ve ömür boyu o özlemle yaşayacak olanlar…

Ya da annesini hiç tanımamış olanlar…

Annesi hasta olanlar ve belki de seneye yanında olmayacağını hissedenler…

Annesi babası ayrılmış çocuklar… Onlar ne hisseder peki, babalarıyla birlikte annesine sürpriz hazırlayan diğer çocukları görünce…

Annesine hediye alması gerektiği mesajı bilinçaltına verilmiş, ama o dünyanın en kıymetli varlığına, en kıymetli hediyeyi almak isteyip, alacak parası olmayanlar…

Anneyi anne yapan nedir ki? Sadece doğurmuş olmak mı?

Elbette kendi canımızdan can verdiğimiz bir canlı ile aramızda fizyolojik, psikolojik, kimyasal, hormonal bir bağ var. Bu inkar edilemez…

Başka bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Anne sevgisi gerçek sevgi olarak bilinir ya, işte nedir onu gerçek kılan?

Kayıtsız, şartsız, beklentisiz sevmek değil mi…

Bazen kızmak, kırılmak, affedebilmek, aynı şeklide sevmeye devam edebilmek…

Bir bakın çevrenize, sizi böyle seven birileri var mı? Bir arkadaş, belki eşiniz, belki sevgiliniz, belki de müdürünüz…

Dört elle sarılın ona, kolay bulunmaz bir servete sahipsiniz demektir…

Böyle insanların varlığının önemi, hayatınızdan gittiğinde anlaşılır.

Tıpkı annesini kaybetmiş bir çocuğunki gibi, o boşluk hiç dolmaz, o özlem hiç dinmez…

Tüm annelere, tüm anne yüreğine sahip olanlara sonsuz sevgi ve saygıyla…

Sadece bugün değil, her gün…

Aşkla…

Yazının devamı...

Filler dikkat bastığınız yerde Karınca olabilir

Gözlerinizi kapatın.

Bir çocuğunuz olduğunu hayal edin.

Çocuğunuzun sizin gibi biriyle olduğunu düşünün.

Gülümsediniz mi?

Hayır mı?

O zaman bir durup, düşünün.

Sizin gibi bir arkadaş, bir işveren, bir sevgili, bir eş ister miydiniz hayatınızda?

Hiç bir şey hissedemediniz mi?

O zaman devamını okumasanız da olur. Zira sizin için bir şey ifade etmeyecektir.

Empati kuramayan insanlar, çoğunlukla doğru iletişim de kuramazlar. Oysa insanları diğer tüm varlıklardan ayrı kılan şey, konuşabilmesidir. Konuşabildiğinizde anlaşamayacağınız, orta yol bulamayacağınız insan yoktur.

Konuşurken bile,

Sizin ne dediğiniz,

Aslında ne demek istediğiniz,

Karşınızdakinin ne anladığı,

Ne cevap verdiği,

Aslında ne demek istediği….

gibi bir çok olasılık varken, bir de konuşmadan, sadece davranışlarla karşınızdakinin bir şeyi anlamasını beklediğinizi düşünün. İletişimi altyazılara, satır arası verilen mesajlara bıraktığınızı…..

Empati kurabilme yeteneği doğuştan mı geliyor, sonradan mı öğreniliyor bilmiyorum ama, iyi bir insan olmanın, medeni bir toplum haline gelebilmenin temel kurallarından biri.

Yolda neden hoplaya zıplaya yürüdüğünü sorduğumda,

'Karıncalar, üzerlerine bir devin basmasını istemezlerdi herhalde.' diye yanıt veren bir oğlum var benim.

Özetle anlatmak istediğim bu işte :)

‘Güzeli güzel yapan edeptir,

Edep ise güzeli sevmeye sebeptir.’

Mevlana

Aşk’la

Yazının devamı...

Yedi Yaşındaki Çocuktan Hayat Dersleri

. Anne, dinazorların insanlardan önce yaşadıklarını nereden biliyoruz?

.. Arkeologlar buldukları kemikleri laboratuara götürüp bir takım testler uyguluyorlar canım. Sonra da bize tahmini yaşlarını söylüyorlar.

. Peki ya da daha ilk insanın kemiklerini bulamadılarsa….

.. ????? :)))

( Demek ki neymiş? Her duyduğumuza körü körüne inanmayacakmışız!!! )

. Okul için bir sunum hazırlamamız gerekiyor anne. Konusu, ‘Kurallara Neden Uymalıyız?’

..Peki canım, o zaman uymakta en zorladığın kuraldan başlayalım. Hangisi?

. Kurallara uyma kuralı.

.. ???? Hımmmm, ikinciye geçelim en iyisi.

. Kurallara uyma kuralı diye bir şey olmazsa, başka kural da olmaz ki anneciğim.

.. ???????? :))))

( Demek ki neymiş? Söylenebilecek hiçbir sözün kalmadığı anlar olabilirmiş!!! )

. En büyük hayalimizin resmini çizmemi istediler anne. Bak bunu çizdim.

.. Oooo kocaman bir dünya ve üzerinde sen. Peki ama neden yalnızsın, ne yapıyorsun?

. E ben özgür ruhluyum, dünyayı geziyorum.

..????? :)))

( Demek ki neymiş? Özgürlük insanın doğasında varmış!!! )

. Çizgi karakter Pingu’ nun ailesinden habersiz dışarı çıkmasını doğru buluyor musunuz?

.. Evet buluyorum, çünkü macera şansı oluyor.

. ?????? :)))

( Demek ki neymiş? Her zaman beklediğimiz yanıtları alamayabilirmişiz!!! )

. Tatilde seni Roma’ya götüreyim mi tatlım? İspanyol Merdivenler’ini görürsün.

..Merdiven görüp ne yapacağım anneciğim, ben balık tutmak istiyorum.

. ????? :)))

( Demek ki neymiş? Mutluluğu uzaklarda aramamak gerekiyormuş!!! )

Aşk’la

Yazının devamı...

Kirpilerden İlişki Tüyoları

Kirpiler kışın çok üşür. O kadar çok üşürler ki, ısınmak için birbirlerine sokulurlar. Ama çok yaklaştıklarında dikenleri birbirlerine batar. O zaman da dikenleri batmasın diye uzaklaşırlar. Sonra yine üşürler, ısınmak için yakınlaşırlar ve dikenler batar, uzaklaşırlar… Bu böyle sürüp gider.

Schopenhauer’in anlattığı bu hikayedeki gibi değil mi bütün ilişkiler? Sevgi ve nefret aslında bu kadar zıt ve bir o kadar da yakın kavramlar, düalite…

Bunu en doğal çocuklar yaşıyor tabii ki… Dondurmayı seviyorum; ıspanaktan nefret ediyorum. Ali’yi seviyorum çünkü bana kalemini verdi; Ayşe’den nefret ediyorum, çünkü sandalyemi çekti. Bu kadar basit işte… Ama biraz akıllarını karıştırmak, düşünmeye itmekte fayda var ki sevginin hazzını yaşasınlar;

Hani sandalyeni çektiği için nefret ettiğin Ayşe var ya, yarın sana en sevdiğin dondurmadan getirirse, onu sever misin peki???

Kalemini sana verdiği için çok sevdiğin Ali var ya, yarın çizdiğin bir resmi karalarsa, hala onu sevmeye devam edebilir misin???

Kocaman açılmış gözlerle size bakan ve düşünen bir çocukla karşılaşacağına garanti veririm. Alacağınız yanıt size de öyle farklı bakış açıları kazandıracak ki…

Bir insanı hem çok sevip, hem de görmek bile istemediğiniz zamanlar olmadı mı hiç?

Platon’un anlattığı bir efsaneye göre insanlar başlangıçta iki başlı, dört kollu, dört ayaklı varlıklardı. Sonra bir gün tanrılar onları ortadan ikiye ayırmaya karar verdi. Onları böldüler ve bu tam insandan iki yarım insan yarattılar. Biri kadın, diğeri erkek. O günden sonra her yarım, diğer yarısını aramaya başladı.

Mutlaka duymuşsunuzdur;

‘Sen benim öbür yarımsın...’

‘Ruh ikizimsin...’

‘Yerim seni…’

Platon’un bu miti doğru olabilir mi acaba …. :)

Sevgi düalitenin pozitif yanı, birleştiren, yakınlaştıran, bağ kuran, mutlu eden. Nefret ise negatif olan taraf, uzaklaştıran, ayıran, dağıtan.

Birinden nefret ediyorsan, kızgınsan, öfkeliysen aslında SEVİYORSUN, demektir. Çünkü ancak sevdiğin insan aklını kurcalar.

Neyse Pazar Pazar bu kadar felsefe yeter…. Üşüdüm, kirpim nerede.... !!! :)

Aşk’la

Yazının devamı...

'Işık Saçmak İçin, Önce Yanmak Gerek'

Zümrüd-ü Anka....

Muhteşem renkli, güzel sesli, efsanevi bilge kuş…

Efsane içinde efsane, felsefe içinde felsefe......

• Küçük bir söyleşiye ne dersin
• Neden olmasın….
• Nerede yaşarsın sen
• Yaşam Ağacı’nın dallarında… Hani hemen hemen tüm kültürlerde, tüm geleneklerde karşınıza çıkan, dünyanın göbeği ile evreni, anne ile bebeğinin göbek kordonu gibi birbirine bağlayan, besleyen, sonsuz bilgi kaynağı mitolojik ağaç var ya, işte onun dallarında.
• Ne yer, ne içersin sen
• Ab-ı Hayat… Hani mitolojide Yaşam Ağacı’nın köklerinden çıkan, içene sonsuz şifa ve ölümsüzlük kazandırdığından bahsedilen efsanevi su var ya, işte ondan.
• Nerede bu Yaşam Ağacı, hangi dağda kaynıyor Ab-ı Hayat,
• Hani yeşil zümrütten oluşan, kökleri arşın merkezine ulaşam meşhur Kaf Dağı var ya, işte orada.
• Nasıl varırız oraya
• En yaygın bilinen efsaneye göre, yedi tane zorlu vadi var yol üstünde, aşman gereken, şöyle sıralamış mitolojiyi kaleme alanlar. Aşk, Marifet, İstisna, Tevhid, Şaşkınlık, Yokoluş.

Ama bana sorarsan sen kendi yolunu seç. Aşıp aşamayacağın engelleri en iyi sen bilirsin. Kimi aşktan yanar mesela, kimi aşksızlıktan. Kimi varlıkla başa çıkamaz, kimi yoklukla. Herkesin yolu bir olabilir mi?

Ben burayı bulana kadar 1700 yıl geçti, tam üç kez yandım.

Yandım ve küllerimden tekrar doğdum. Mevlana’da söylemiş ya,

Aşk’la

Yazının devamı...

Benim Sihirli Ecza Dolabım

Aman babam duymasın… Eski eczacılardan o, hani ilaç yapanlardan… Okursa kızar bana, kocakarı reçeteleri bunlar, diye :)))

ZEYTİNYAĞI - LİMON

Sızma zeytinyağı, içine biraz limon, pul biber, kekik ve sıcacık ekmek….. Favori kahvaltım, hem de çocukluğumdan beri. Meğer sızma zeytinyağı en güçlü antioksidanlardanmış, limon da yediklerimizi alkali yapmaya yarıyormuş. Gençlik iksiri gibi....

KAHVE TELVESİ

Müthiş bir peeling, hem yüz hem vücut için. Selülit mi, o ne ki…..

YAŞ MAYA

İçine birazcık süt ile hazırlanan bir maske. Bu da lifting için sihirli formül....

ELMA RENDESİ

Üniversitede 180 dakikaydı bizim derslerimiz, düşünebiliyor musunuz? Hadi mimari proje falan neyse, keyifli, sohbetli geçiyordu. Ama ya mimarlık tarihi, sanat tarihi!!! aman aman, dinle dinle bitmez. Sıkıntıdan ergenlik sivilcelerimi yolup, bütün yüzümü yara izi içinde bırakmıştım. Zavallı annem derdime çare ararken biri önermiş, elma rendesi sürsün, diye. O gün bugündür kullanırım. Yüzümde ne yara lekesi, ne güneş lekesi, eser yok artık….

GÜLSUYU

İçine biraz gliserin, limon ve bal katılarak hazırlanan tonik. Bu da babaannemin reçetesi.

ZENCEFİL - BAL - LİMON

Bir kavanoz balı, içine taze zencefil ve bir tane de limonu kabukları ile doğrayıp buzdolabında bekletiyorum. Bu da bağışıklık sistemini güçlendirme iksiri...

İNGİLİZ KARBONATI

Boğazım mı şişti, diş etlerim mi kanıyor, dişlerim biraz sarardı mı? Çözümüm bu beyaz sihirli tozda.

Eczaneden aldıklarım da var tabii, ecza dolabımın vazgeçilmezleri :

ARNICA

Montana çiçeği ekstresinden yapılan bir krem. Morluk ve ödem için birebir, bebeklere bile kullanabilir.

ALOE VERA

Aloe Vera bitkisinin özü, yanıklar için.

VICKS

Soğuk algınlığı, öksürük zamanlarında gece yatmadan önce ayak altına sürüp, üzerine bir de çorap giyip uyuyoruz, sabaha bir şey kalmıyor.

ASPİRİN

Bahçelerde oynayan çocuklardık ya biz. İşte ben o zamanlarda akasya ağacının çiçeklerini yerdim. Evet yerdim, yanlış okumadınız :)) Annem çıldırırdı, babam boşver yesin, salisilik asit, bir şey olmaz, derdi. Salisilik asit içeren söğüt ağacının yaprağı, kabuğu, Hipokrat reçetelerinde var, eski Mısır ve Sümer kayıtlarında var. Tabii ki fazlasının toksik etki yaptığı kanıtlandığı için doktor kontrolünde kullanmak gerekli. Babamın da bu reçetelere karşı çıkma nedeni bu aslında. Elbette bir çok ilaç, doğal içeriklerle hazırlanıyor ama çok ince hesap ve formüllerle. Evde hazırlanan reçetelerde dozaj ayarlayamama riski çok yüksek.

Ben başım ağrıdığında bebek aspirini alıyorum, cildimde sivilce çıkarsa da suda eritip yüzüme sürüyorum, o kadar..

BEPANTHEN MERHEM

Üzerine yazacak bir şey yok, bir de güzel koksa…

Kilo korumak ve vücut güzelleştirmek için bir iksir yok. Günde iki öğün yiyorum, bir de yoga yapıyorum.

Aman sakın bunları bir öneri olarak almayın, doktorunuza danışmadan uygulamaya kalkışmayın. Her bünye birbirinden farklıdır, birine iyi gelen, diğerini kötü etkileyebilir.

Ben sadece iki şey önerebilirim. Birincisi vücudunuzun sesini dinleyin. Eğer o sesi dinlerseniz, onu duymayı öğrendiğinizde, size neye ihtiyacı olduğunu söyleyecektir. İkincisi de ‘ Hani derler ya ‘’Her şeyin azı karar, çoğu zarar.’’ İşte aynen öyle.

Her şeyin fazlası zarar!!!

Aşk’la

Yazının devamı...

Üzerimi Biraz Sıcağa Boyar mısın

Ne bir şiir dizesi, ne de bir kitap başlığı....

Nasıl derin, nasıl etkileyici, nasıl tokat gibi… Hele ki minicik bir yavrunun ağzından döküldüğünü hayal ettiğinizde...

Sabah saat 06.00. Yani aslında, bulunduğumuz coğrafi konum nedeniyle olmamız gereken saat dilimine göre saat 05.00. Hatta 1978 yılına kadar kabul ettiğimiz Greenwich ortalama güneş zamanına göre 04.00.

Derin uykuda olan minicik bir yavruyu gece karanlığında ve buz gibi bir havada uyandırıp, okula yollamaya çalışıyorum. Önce hafifçe ışığı açtım, sonra biraz daha arttırdım, yavaşça vücudu uyansın diye. Sonra hafif hafif yorganı kaldırdım üzerinden.

Ani açılan güçlü ışıkla, şiddetli bir alarm sesiyle uyanmanın yarattığı sinir bozucu etkinin önüne geçmek için hafif hafif uyandırmaya çalışıyorum onu. Ve evet böyle dedi bana;

Belki resim yapıyordu rüyasında. Belli ki üşümüştü ben üzerini açınca. Uykuyla uyanıklık arasında bir yerde, işte bu sözler döküldü ağzından.

Öpe koklaya, yavaş yavaş uyandırdım onu, bir şeyler atıştırdık beraber. Ve gece karanlığında servise bindirerek okula yolladım kuzumu. Dönüp uyuyabilir miyim tekrar!!! O ve onun gibi bir çok çocuk, bir çok insan, bu insan doğasına aykırı yaşamı sürdürmek zorundayken…

Nasıl da değişiyor insan... Hiç farkında olmamıştım kış saati uygulamasının bu kadar önemli olduğunu. Hatta kızardım erkenden gün bitiyor diye. Okula gitmek zorunda olan çocukların, sabah belli bir saate işinin başında olmak zorunda olan insanların neler hissettiğini şimdi hissedebiliyorum.

Güneş doğmadan insan uyanmaz, uyanamaz, uyanmamalı…

Aşk’la yaşayalım insanca…..

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.