SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Yolda

Kısa zaman önce fotoğraflarını takip etmeye başladığım bağımsız fotoğraf kolektifi Nar Photos’dan söz etmek istiyorum. Daha doğrusu onların yeni sergilerinden.

Daha önce kentsel dönüşüme yönelik çalışmalarını içeren Milyonluk Manzara isimli kitabı anlatırken bahsetmiştim.

Geçtiğimiz yıl Gezi Parkı direnişi sırasında da, tüm süreci, yaşananları yakından takip etmişlerdi ve paylaşmışlardı.

Bu kez Türkiye’nin yakın geçmişine ışık tutan fotoğrafları, İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi’nde sergileniyor.

Küratörlüğünü Sena Çakırkaya’nın üstlendiği sergi, “Yolda” ismiyle 2003 – 2013 arşivinden bir derleme niteliğinde.

28 Mayıs’ta açılışı yapılan sergi 9 Kasım’a kadar sürüyor.

Gezmek için epeyce vakit var.

Acele etmeyin.

Yavaş yavaş, sindire sindire gezin derim, öyle ki fotoğraflar Türkiye’nin yakın geçmişine ait toplumsal olayları anlamaya ve sorgulamaya yönelik.

Zaten Kolektif olaylara yaklaşırken, yaşananları bize sunulduğu şekliyle kabullenmektense, sorgulamayı tercih ettiklerini ifade ediyor.

Sergi, Nar Photos’un kendilerine özgün çizgileriyle sanat fotoğrafçılığı ve foto muhabirlik arasındaki sınırları ortadan kaldırarak oluşturduğu dosya konularıyla dikkat çekiyor.

Onların fotoğraflarıyla çeşitli coğrafyalara ait farklı kültürleri öğreniyoruz.

Türkiye’nin sosyal ve siyasal hayatına yönelik olaylara Nar Photos fotoğrafçıları gözünden tanıklık ediyoruz.

Sergide yer alan fotoğrafçılar; Adnan Onur Acar, Ahmet Şık, Aylin Kızıl, Barış Sever, Eren Aytuğ, Erhan Arık, Fatma Çelik, Fırat Aygün, Gençer Yurttaş, Gülşin Ketenci, Hüsamettin Bahçe, Kerem Uzel, Lezgin Kani, Mehmet Kaçmaz, Özcan Yurdalan, Ruben Mangasaryan, Saner Şen, Serpil Polat, Serra Akcan ve Tolga Sezgin.

Türkiye’nin sorunlu başlıklarına, görünmeyen gölgede kalmış konularına içeriden bir bakış açısıyla yaklaşan sergide; İnönü Stadyumu, Gezi Parkı, göçmenler, Newroz, sünnet, kına, kentsel dönüşüme yönelik 75 fotoğraf ile acılarımızla, karanlık taraflarımızla, yakın geçmişimizle yüzleşiyoruz.

İşçiler, kadın hareketi, etnik kimlikler, azınlıklar, gündelik hayat, kürt meselesi, sokak muhalefeti, kültürel yapı, gündemde pek yer bulamayan ya da yüzeysel bir bakışla değerlendirilen konular biraraya geliyor.

Fotoğrafların yanı sıra kolektif olarak gerçekleştirilen Mezat, Kalanda, İnönü Stadyumu, Lübbey, Akhuryan İstasyonu ve Kuzey İstanbul başlıklı 6 video da sergide yer alıyor.

Ülkemizin çeşitli bölgelerinden özgün kareleri ve yaşanan olayları bir kez de Nar Photos gözünden görmek isteyenlere belge niteliğinde bir sergi:Yolda

Yazının devamı...

Bir Şehri Yok Etmek

Kitapçıda “yeni çıkanlar” rafına baktığımda, yine İstanbul’un yok edilmesi üzerine yazılmış bir kitap gözüme ilişti: Bir Şehri Yok Etmek

Emine Uşaklıgil’in kitabını aslında duymuştum ama henüz inceleme fırsatım olmamıştı: Kentsel dönüşüm gündeminin tam da merkezine odaklanan bu kitap bir çok şeyin birleşimi aslında.

Gazetecilik sağduyusuyla yola çıkılmış, araştırma ve tarih temelli bir çalışma.

Bu alandaki çalışmalara özel bir ilgim var.

Yazılanları, yapılanları kaçırmamaya çalışıyorum.

İstanbul, kent dokusu, işgal başlıkları doğrudan ilgimi çekiyor ama İstanbul’da yaşayan herhangi biri için de konu bir o kadar çarpıcı zaten.

Artık bu konu sadece, kentsel dönüşümün yaşandığı yerlerin bir sorunu ya da durumu olmaktan çıktı. Duyarlı bir çok insan konuya dikkat çekmek için bir çok girişimde bulunuyor.

Yakın zamanda internette Gezi Parkı Sanat Kolektifi tarafından, İstanbul'da kentsel dönüşüm yüzünden yıkılan mekanlar ile azalan yeşil alanlara dikkat çekmek için Kentsel İsyan Projesi adıyla hazırlanan videoyu izledim.

Gezi Parkı, Haydarpaşa Garı, Emek Sineması, Sulukule, 3. Köprü şantiyesi, Beşiktaş İskelesi, Fener-Balat, Çamlıca Tepesi, Atatürk Kültür Merkezi’nde müzisyenler, yazarlar, dansçılar proje için dans ediyorlar.

Bir Şehri Yok Etmek ise konuya detaylı yaklaşıyor ve araştırmacı bir kimlikle çeşitli başlıklarda konuyu irdeliyor.

İstanbul’un kaybeden olmasından yola çıkıyor.

Kentsel dönüşüme geniş bir açıyla bakıyor:

Hepimizin hatırladığı Sulukule ile başlayan bir süreç: Kültürel bir yıkım, mahallelerin yok olması, insanların yerlerinden edilmesi, orada yaşayanlar için kararlar verilmesi...

Tarlabaşı, Balat, Süleymaniye, Ayazma, Okmeydanı'ndaki kişisel tecrübeler ve yıkımın devam etmesi…

TOKİ öncesi ve sonrası...

3. Köprü, 3. Havalimanı ve Kanal İstanbul projeleri ile devam eden proje süreci...

Bahsedilen yerlere ve projelere dair sürekli olarak yeni şeyler duyuyoruz.

İstanbul alıştığımız, bildiğimiz İstanbul olmaktan çıkıyor.

Kitabın sevdiğim yanı, yok olan yerleri anlatırken, onlardan sadece inşaat süreci ya da sosyolojik bir olgu olarak bahsetmiyor.

Sizi kültürel mirasın tanıklığıyla İstanbul’un dokusuna yaklaştırıyor ve size İstanbul’un güzelliklerini, kaybettiklerini bir kez daha hatırlatıyor.

Ya da tanıklık ettiği insan hikayeleriyle olaylara yaklaşıyor.

Yıkımla yok olan, bitp giden yaşamlara dokunuyor.

Avucumuzun arasından kayıp giden bu şehre bir borç bilinerek yazılmış bu kitap elbette süreci tamamen durduramayacak.

Ama yine de bu çalışma, gidişatı ve geçmişi bir kez daha gözler önüne sererek “ortak bir düşe” sözcülük edebilir diye düşünüyorum.

Yazının devamı...

"Gerçek" bir aşk

Teknolojinin bu derece ilerlemesiyle birbirimize yabancılaşmak, sanal bir dünyada yaşarken yalnızlaşmak...

Acaba durum gerçekten öyle mi?

Sorunun muhatabı bir film girdi vizyona: “Her” Türkçe ismiyle “Aşk”.

Bilim-kurgu gibi gelse de, izlediğinizde farkedeceksiniz ki aslında kurgulanmış bir şeyden çok var olan bir gerçek: Romantik bir dram.

Durum, hiç de uzak değil bize, yaşadığımız dünyaya.

Olanı iyi bir oyunculuk ve hikaye ile tekrar gözler önüne seriyor başarılı yönetmen Spike Jonze.

Yaşadığımız dünyada, durum zaten anlatıldığı gibi: Ellerimizde telefonlarımız, her şeyi oradan yönetiyoruz. Günlük programımızı oradan yapıp, seyahat planlıyoruz, restoran rezervasyonu onaylıyoruz, beğendiğimiz bir şeyin fotoğrafını çekip paylaşıyoruz, çoğaltıyoruz, bilmediğimiz, tanımadığımız kişileri takip edip, onların paylaştıklarına yorum yapıyoruz, biz de takip ediliyoruz, sanal dünyada izlerimizi bırakıyoruz. Politik fikirlerimizi bile daha rahat ifade ediyor, anlatmak istediklerimizi daha kolay aktarıyoruz.

Kimliğimizi bedensiz var ediyoruz.

Orada yaşıyoruz!

Gelelim aşka, bunca şeyin arasında “aşk” da sanala doğru kayıyor elbet.

Kahramanımız Theodore (Joaquin Phoenix), karısından ayrıldıktan sonra tek başına yaşamaya başlamış ve gittikçe yalnızlaşmıştır.

Yeni birileriyle tanışsa da, bir ilişki yaşamak onun için zor ve yorucudur.

Her şeyden önce heyecanını yitirmiştir.

Bir reklam filmi hayatını değiştirir.

Kusursuz bir yapay zeka programı hayatına girer.

Sadece sesten oluşan bu sanal varlık (Samantha) onun artık her şeyidir.

Onunla hayatı paylaşır, öyle ki bu ona keyif vermeye de başlar.

Sanki tekrar “Samantha” (gizemli sesiyle Scarlett Johansson) ile hayata döner.

İlginç olan ise bu durumun bizi şaşırtmamasıdır ya da uzak gelmemesidir.

Theodore’un iş yerindeki arkadaşlarına sevgilisinden bahsederken, onun bir “işletim sistemi” olduğunu söylerkenki rahatlığı bize de geçmiştir.

Yaşadıkları kadar, aşkı da gerçektir.

Hatta Theodore’un Samantha (işletim sistemi) ile olan aşkı her zamanki dertlere ve sorunlara gebedir. Kıskançlık, merak, ilgi, ilgisizlik...

Aşkın evreleri bile aynıdır.

Yaşananlar bildiğimizden farklı değildir.

Bu durum gerçekçiliği arttırıyor elbette.

Sanal bir aşk bile, kolay vazgeçilebilir ve geçici olmuyor.

Filmin gerçeklik ile kurduğu bağda, atmosferik etkisi de önem taşıyor. Mekanlardaki minimalist çizgiler, teknolojik binalar içinde geçmişe bir öykünmeyle yüksek belli pantolon giyen insanlar, pastel renkli bir dünya.

Spike Jonze başarılı yönetmenliğine bu kez yazarlığını da eklemiş. Joaquin Phoenix’in yakın plan tek başına oyunculuğu ise izlemeye değer.

Sanal gerçek bir dünyada yaşananlar ve bir yalnız adamın gözünden olan biten size de hiç yabancı gelmeyecek.

Keyifli seyirler diliyorum.

Yazının devamı...

Fotoğrafçı çocuklar neler yaptı?

Çocuklarla çalışmak, yakın ilişki kurup, proje üretmek geçmişte kısmen deneyimlediğim bir şey olduğu için söylüyorum, zor iş.

Özel bir eğitim gerektiren bir süreç aslında.

Ama yine de her zaman bu derece hazırlıkı olmasak da, çocuklarla yakın ilişki kurup uzmanlık alanlarımızı onlarla paylaşma ya da en basitinden birlikte bir şeyler üretme dönemlerinde bile önce çocuklarla iyi bir iletişim kurmak gerekiyor. Bazen de her şey doğal sürecinde ilerliyor ve ortaya yaratıcı işler çıkıyor.

Çocuk atölyeleri deyince aklıma 15 yıla yakın zamandır gerçekleştirilen “Fotoğrafçı Çocuklar Atölyeleri” geliyor.

Fotoğraf Vakfı tarafından düzenlenen bu atölyeler travmalara neden olan olaylara maruz kalan sosyal, kültürel, bedensel engeller gibi nedenlerle fırsat eşitliğinden yararlanamayan çocuklara ulaşmayı ve bir şeyler üretmeyi hedefliyor.

Üretilen şeylerin daha sonra sergilenmesi, başkalarıyla paylaşılması söz konusu elbet. Hatta çoğu çalışma daha sonra kitap olarak da yayınlandı ve kalıcı oldu.

Belki hatırlarsınız, Marmara ve Van depremlerinde, bu kötü olaya maruz kalan çocuklarla bir çok atölye yapıldı.

Bir çok uzman ya da akademisyen çocuklara, kendi alanında bir şeyler öğretmek ya da bir şeyler paylaşmak için oradaydı.

Elbette oradaki çocukların yaşadıkları acılar yok olmadı. Ama bu atölyeler, bir şeyler üretirken hayatla tekrar bağ kurmaları konusunda onlar için bir adım oldu.

Bu paylaşımlardan en bilineni de fotoğraf atölyeleriydi.

Atölyeler ekiple çalışmak, paylaşmak, öğrenmek ve uygulamak üzerine kuruluydu.

Atölyelerde çocukların çektikleri fotoğraflar ise onların kendi dünyalarına ait izleri taşıyordu.

Şimdi tüm bu atölyelerde yaşananları, deneyimleri paylaşmak ve hatta üretilenleri tekrar görmek ve göstermek için bir sempozyum düzenleniyor.

Sempozyum Galata Fotoğrafhanesi ve Sivil Düşün AB Programı ve Açık Toplum Vakfı desteğiyle 11-12 Ocak 2014 tarihlerinde Galata Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi’nde gerçekleşecek.

Özellikle çocuklarla daha önce çalışmış, proje üretmiş akademisyenler, fotoğrafçılar, deneyimlerini aktaracaklar.

Çocuk ve gençlerin de katılacağı forumlar sempozyum katılımcılarına bundan sonrası için de ışık tutacak.

Yapılanları görmek, belki bundan sonrası için parçası olmak isteyebileceğiniz projelerle tanışmak, üretmek ya da varsa bu konuda deneyimlerinizi paylaşmak isterseniz kaçırmayın derim.

@hulyoalkan

Yazının devamı...

İyi Bir Yemek Tek Başına Yenmeyen Yemektir

Yemek ve kitap, çok sevdiğim iki şey bir araya gelince ilgilenmeden duramam. Bu kadar yoğun iş koşuşturmasında beni mutlu eden içeriğe sahip bir kitabı okumaya dikkat ediyorum.

Hem keyif veren hem de derin bilgi içeren bir kitap var elimde. Yazarı üniversite yıllarında bir dönem dersini de almış olduğum Hülya Ekşigil.

Hafta sonu bir televizyon programında kitap üzerine kendisiyle yapılan söyleşisine rastladım. Kitabın ismi de bir o kadar cezbedici: İyi Bir Yemek Tek Başına Yenmeyen Yemektir.

Hülya Ekşigil, kitabın isminin kendisine ait olmadığını söylüyor ve yalnız yediği yemeklerin de aksine bir o kadar lezzetli olabileceğine inanıyor.

Ben tam da kitabın ismine uygun olarak böyle düşünenlerdenim. Uzun zaman yalnız yaşamama ve kendim için özenli yemekler hazırlamama rağmen, yemeğimi biriyle paylaşmanın, hatta kalabalığa yemek yapmanın keyfi bir başka.

Gelelim kitaba...

Kitap hem yemek kültürüne, hem mekanlara, hem de lezzetli ve farklı tariflere yer veriyor.

Ekşigil'in Milliyet Sanat'ta yazdığı yazıları da içeren kitapta, bilinen lezzetlerin tarihçelerine, yemek isimlerinin etimolojik olarak kökenlerine de değiniliyor.

Tüm bu bilgilerden sonra pastırmayı keyifle satın alabileceğiniz işin erbabı mekanları da tanıtıyor.

Çok ilginç bilgiler de yer alıyor kitapta.

“Hangi tür müzik iştahımızı açıyor” ya da “ilk buluşmada uzak durulacak yiyecekler” gibi pratik bilgilerin yanı sıra, günlük hayatımızda önemli yeri olan yiyeceklerden çorbanın tarihçesine, Paris’te açılan ilk çorbacıdan bahsedilirken, yazar çorbayla ilintili kendi hikayesine yer veriyor ve son olarak İran mutfağından bir çorba tarifi paylaşmaktan da geri kalmıyor: Nar Çorbası ( Ashe Anar)

Gündelik hayattan anektodlarla yemeğe yaklaşan Ekşigil, okuyucuyu keyifli bir yolculuğa çıkarıyor.

Bilinen yiyeceklerin bilinmeyen yönlerini anlatırken, gerçek hayattan kesitlere ve insan hikayelerine de yer veriyor.

Kitapta benim sofralarımın da baş tacı olan sarımsağa da yer verilmesi beni daha da sevindirdi. Bir çok derde deva olduğu bilinen, eski Mısırlıların baş tacı ettiği sarımsak; piramitlerin inşasında çalışan kölelerin güçlerini korumak için her gün yedikleri bir yiyecekmiş.

Farklı kaynaklara göndermeler yapan bu kitabı keyifle okuyacağınıza inanıyorum. Sadece mutfakta yararlanacağınız bir kitap olarak değil, başucu kitabı olarak da öneriyorum.

Keyifli okumalar dilerim

@hulyoalkan

Yazının devamı...

"Başka Sinema" tam gaz devam ediyor!

Sanata dair güzel şeyler oluyor.

Yeni yepyeni bir festival.

Her zaman ulaşabildiğiniz, her an elinizin altında: Başka Sinema

Herkesten önce yerli yabancı bağımsız filmleri izleyebileceğimiz, asıl önemlisi tarihlerle sınırlı olmayan bir film festivali.

"Bize her gün festival" diyorlar.

Duyunca çok sevindim.

Kaçırdım, gidemedim, yetişemedim derdine bir çare.

Bağımsız ödüllü filmler, görmeye yetecek kadar uzun süre vizyonda.

Şimdilik sadece 4 sinema bu Festival kapsamında: Beyoğlu Beyoğlu, Altunizade Capitol, Kadıköy Rexx, Ankara Büyülü Fener Kızılay.

İstanbul ve Ankara izleyicisinin yüzünü güldüren Festival, başka illere de yayılacağının müjdesini de veriyor.

Festival 1 Kasım'da dolu dolu bir programla başladı:

Onur Ünlü’nün “Sen Aydınlatırsın Geceyi”, Noah Baumbach’ın “Frances Ha”, Abdellatif Kechiche’in “Mavi En Sıcak Renktir” filmleri ilgiyle izlendi.

İzleyici her gün 3 filmle buluşuyor.

Ve filmler antraksız.

İsterseniz filmleri arka arkaya da izleyebilirsiniz.

Tam bir festival havası.

Bir festivalde olması gereken ne varsa mevcut.

Sürpriz film gösterimleri, kısa filmler, gala geceleri, sanatçılarla ve film ekipleriyle film sonrası sohbetler.

Tüm bu etkinlikler ise Başka Çarşamba'ya kalıyor.

Heyecan verici bu proje, hem bağımsız filmleri izleyicisine kavuşturuyor hem de Beyoğlu Sineması gibi sinemaları destekleyerek, onların ömrünü uzatıyor.

Büyük bir ihtiyaca cevap veren proje umut verici.

Hala haberi olmayanlara, duymayanlara duyurulur, Festival Aralık'ta da tam gaz devam ediyor!

Detaylar ve sonraki film seansları ise baskasinema.com adresinde.

İzleyicisi tarafından da sahiplenilen uzun soluklu bir festival olması dileğiyle...

@hulyoalkan

Yazının devamı...

Bu deli bizim köyün olsa

Hakan Vreskala.

Belki çoğunuz duymuştur adını.

Ben geç tanımışım kendisini.

Gezi direnişi sırasında barikatta gerçekleştirdiği 'Dağılın lan!' performansını biliyordum elbet.

Üzerine bir kaç şarkısını da dinlemişliğim vardı. “Kurdî nizanim” şarkısına bayılmış, “Her köyde bir deli var”ı çok sevmiştim.

Ama bu derece iyi bir müzisyen olduğunu bilmiyordum.

8 Kasım Cuma gecesi garajistanbul’da tek kişilik gösterisiyle (hatta Türkiye’deki ilk gösterisiyle) karşımızdaydı.

Ne izleyeceğimizi, neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk.

Aslında gösteriyi daha çok müzik ağırlıklı bekliyorduk.

Stockholm’de yaşayan ve anladığım kadarıyla Avrupa kentlerinde sık sık konser veren İzmirli Hakan Vreskala’nın müziğinden ya da bu alandaki başarısından bahsetmeyeceğim.

Daha çok izlediğim ve deneyimlediğim tek kişilk gösteriden söz edeceğim.

Gösteri öncesinde okuduğum metinde "kendini politik hissetmeyen gelmesin" diyordu.

Beklenti yüksekti.

İsveç’te yaşayan bir gurbetçi olduğunu bildiğim Vreskala, elbette oralardan bir esinti getirecekti sahneye.

Önce sakin başladı.

Vreskala anlatmaya, biz kendisini tanımaya çalışıyorduk.

Sonra davulunu eline alan Hakan Vreskala öyle bir esti ki!

Darbuka şovları, düğün, halay hikayeleri, samimi itirafları, şarkıları ve en önemlisi sahnede yanından ayırmadığı davuluyla performansı muhteşemdi.

Çaldığı düğünlerin neşesini, turnesinde yer aldığı Şivan Perwer konserlerinde tanık olduklarını, gurbetçi ruhunu, zaman zaman da en özelini bizimle paylaştı.

Tek kişilik bir performansın biraz da ortamın enerjisine ve seyircisine bağlı olduğunu ekleyip daha fazla detay vermeyeceğim.

Yetenekli, biraz isyankar biraz “deli” bir o kadar da samimi Hakan Vreskala, gösterisini bu kez “dağılmayın bir arada durun” diyerek bitirdi.

Güzel bir performans, güzel bir insan izlemek isterseniz; ister konserini ister tek kişilk performansını bir yerlerde yakalayın derim.

@hulyoalkan

Yazının devamı...

Fotoğrafçı gözüyle bir başka

Günümüzde fotoğrafla ilişkimiz çok sıkı fıkı. Özellikle teknolojinin geldiği şu noktada elimizdeki telefonların fotoğraf çekmedeki maharetleri göz önünde bulundurulduğunda her an her şeyin fotoğrafını çekebilir durumdayız. Bu özgürlük biraz arsızlığa neden olsa da, biraz daha bilgiyle, bilinçle fotoğrafa yaklaşmanın, görüntüleri seçmenin değerini düşürmüyor.

Bazıları ise konuya biraz daha önem veriyor ve teknik anlamda kendini konuyla ilgili geliştirmeye çalışıyor.

Çoğumuzun bir dönem biraz daha profesyonelce fotoğraf çekme isteği olmuştur. Profesyonel fotoğraf makinası alanlarınız ya da işi biraz daha ileri götürüp kursa gidenleriniz vardır.

Yaklaşık 10 yıldır çalışmalarını aralıksız olarak sürdüren ve 2007 yılından itibaren Fotoğraf Vakfı'na da ev sahipliği yapan Galata Fotoğrafhanesi de yurtiçi ve yurtdışından saygın fotoğrafçıların yürüttüğü atölyeler ile fotoğraf meraklılarına bu konuda derman olmakta.

Bir çok kitap ve dergi yayınlanmasına da ön ayak olan Galata Fotoğrafhanesi, 2004 yılında Başka Bir Fotoğrafa Yolculuk mottosuyla yola çıktı ve Fotoğrafhane’nin yetiştirdiği öğrencilerin çektiği fotoğraflardan oluşan sergiler de düzenledi.

Aralarında Murat Germen, Orhan Cem Çetin, Özcan Yurdalan, Kemal Cengizkan ve Nar Photos fotoğrafçıları gibi tanınmış isimlerin de bulunduğu kendi çalışmalarının orijinal baskılarını herkesin satın alabileceği bir ortama taşıdı. Elbette Fotoğrafhane’nin yetiştirdiği öğrencilerin fotoğrafları da burada yer alıyor.

Bu satıştan elde edilecek tüm gelir ise Galata Fotoğrafhanesi yararına kullanılacak.

“Telefonlarımızla çektiğimiz fotoğrafların yanında fotoğrafçı gözüyle çekilmiş bir fotoğrafın yeri başkadır" diyorsanız, bu çalışmalardan birine sahip olmak veya sevdiklerinize hediye etmek ya da atölyelere katılmak isterseniz Galata Fotoğrafhanesi ile tanışmak için sitelerini ziyaret edebilirsiniz.

Fotoğraf: Füsun Karaman

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.