SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Çocuklu Tatil Valizi Gereklilik Listesi

Seçim bitti, havalar ısındı, önümüzde on günlük bir bayram tatili olunca, ''Nereye gitsek?'' programları da başlamıştır. Ve tabii çocukla tatile çıkmanın getirdiği ekstra valiz hazırlığı da annelerin en büyük endişesi. ''Yanıma ne alsam? Eksik eşya almayayım da... Ne unuttum? Neyi almam şart değil?'' gibi soruları bir çok ebeveynden duyuyorum.

Tatilden tatile, daha doğrusu mevsiminden mevsimine bu liste değişiyor. İşin içinde kayak varsa ayrı, yağmurlu bir dönemse farklı, denizli bir dinlenmeyse bambaşka. Yurt içi, yurt dışı bile valizde farklılıklar gösteriyor. Bir de çocuğunuzun yaşına göre de liste değişiyor. Ben şimdi yaz tatili için ortalama bir liste vereceğim size. Yoğunluktan hazırlıklar son dakikaya kaldığında, sizi bir telaş bastığında, ''Ah ben ne koyacağım şimdi bu valize?'' diye bir heyecan kapladığında, açıp bakabilesiniz diye.

01- Günlük takım kıyafetler. Gündüz short-tişört, geceye uzunları. (Tatilde neyle neyi giydireyim diye eşlemek zorunda kalmayın. Şezlong keyfinden beş dakika bile çalmanıza gönlüm razı gelmez.) Artı hepsinin yedeği. (Terler, yemek-su dökülür, kusar vs.) Yaz günü olduğu için tişört ve şort takımlarını tercih edeceksinizdir ama yanında akşamları için pantolon ve uzun kollu alternatifler de bulundurun. Havanın nasıl seyredeceğini bilemeyiz. Yedekli ayakkabı ve çorap da gerekli. Bende bir tane çamurlu su birikintilerine ayakkabıyla dalan bücürük olduğundan tecrübeliyim.

02- Bez, ıslak mendil. Eğer ki kullanmıyorsanız bol alternatifli iç çamaşırı, ortam değişikliğiyle, oyun esnasında küçük kazalar olası. (Gittiğiniz yerden bezi kolaylıkla temin edebilecekseniz, yol için almanız yeterli. Beş gün çarpı 6-7 bez diye düşününce valizde çok yer kaplıyor. Islak mendil her daim kurtarıcınız. Alt değiştirirken, yemek yerken, dondurma akarken... Paket paket koymak gerek ama yine alabilecekseniz, yol için bir paket yeterli olacaktır.)

03- Mayo, mayo içine deniz bezi, deniz havlusu, kolluk (boyun simidi, bel simidi, yelek- çocuğunuz yüzerken neyle rahat ediyorsa...)

04- Güneş kremi ve nemlendirici

05- Şampuan ve banyo havlusu (Otelin kullandığı deterjanlı havluyla bebeğinizi kurulamak istemiyorsanız.)

06- Deniz, kum, sokak için alternatifli şapka. Deniz ve kum için başından uçmayacak bir şapka tercih edebilirsiniz. Kumsalda kullanacağınız şapka hep yüzünü, hem ensesini koruyacak şekilde olursa daha rahat edersiniz.

07- Deniz ayakkabısı ve kumda kullanabileceği terlik. Kullanıyorsa palet.

08- Kullanıyorsa güneş gözlüğü.

09- Kova- kürek. (Kumda eğlenceli vakit geçirebileceği oyuncakları.)

10- Oyuncak ve kitap (En uzun oynadığı oyuncakları mesela Mir hamurları, kalemleri ve puzzellarıyla bayağı uzun oynuyor, bir yere gittiğimizde sırasıyla hepsini çıkarınca bir saat eşimle yemek yiyebiliyoruz ve uyku öncesi için okumaktan-okumanızdan en çok keyif aldığı kitapları)

11- Özellikle yurtdışına gidiyorsanız ilaçlar çok önemli çünkü eczaneden talep edip, almanız zor. Bir sürü soruyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Reçete istiyorlar. ''Size bu ilaçları kim-neden yazdı?'' gibi sorularla karşılaşıyorsunuz. Yurt içi seyahatlerinizde ilaca ulaşmanız daha kolay olsa da, her ihtimale karşı elinizin altında olması gecenin ikisinde ateşi çıkma ihtimali olan bebeler için rahat oluyor. Yanınızda mutlaka taşımanız gerekenler şöyle:
Doğal sinek ilacı ve sinek kovucu kol bandı (Bu bantları ben bebek arabasına takıyordum.), derece (ateş ölçer), ateş düşürücü, ağrı kesici, sinek ısırığına-böcek ısırığına karşı krem, pişik kremi, morluklara karşı krem, sürekli olarak kullandığınız vitamin ve ilaçlar, alerjiye karşı krem veya şurup, (''Benim çocuğumun alerjisi yok.'' demeyin, hangi yaşta, neye karşı alerjisi çıkacağını bilemezsiniz, elinizin altında her ihtimale karşı diye bulundurun.), yara bandı

12- Emzik, biberon, cam rende, bebek kaşığı, diş kaşıyıcı (Bebeğinizin veya çocuğunuzun tatilde nasıl besleneceğini düşünüp, ona göre gittiğiniz yerde işinizi kolaylaştıracak malzemeleri almayı unutmayın.)

13- Bebek arabası, çocuğunuz uyuduğunda örtebilmeniz için örtüsü ve sinekliği. Ayrıca, uzun yürüyüşler veya alışveriş yapmayı düşünüyorsanız, bebek arabasına takılan kancalar çantanızı ve torbanızı taşıyarak, elinizdeki yükleri azaltıyor, aklınızda olsun. Benim gibi iki çocuğu olanlar için, bebek arabalarına takılan ikinci çocuğun ayakta gezebileceği ve oturabileceği aparatlar var. Bebek yatarken, büyük çocuk da yorulduğunda arabadan faydalanabiliyor.

Yaaa, işte böyle. Yazsam daha yazarım. Bebekle-çocukla tatile gitmek ekstra bir valiz, sizinkinden daha çok eşya demek. Ama hiçbir şeyi unutmamak da orada rahatınızın kaçmaması anlamına geliyor ki bu daha önemli. Herkese iyi tatiller. Çocuklar tatilde hastalanmayı çok severler, o yüzden en büyük dileğim sağlıklı, bol eğlenceli vakitler. Ah bir de tatilde telefonları bırakıp, sadece çocuklarla oyun oynarsanız (anı yakalayayım derken-fotoğraf çekerken, anda kalmayı kaçırıyoruz), o keyifli zamanlar, kışa psikolojik vitamin deposu olarak hepinize geri döner.

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

Sen, Çocuklarımıza Dokunamazsın!

Zaman zaman bu tarz yazılar paylaşmak zorunda kalmam beni derinden yaralıyor.

Bir arkadaşım, "Melis çocuğun olduğu zaman, kendini ifade edebilecek yaşa gelinceye kadar kimseyle yalnız oynamasına izin verme olur mu? Senin gözetiminde olsunlar. Özellikle de kızsa." demişti kırgın bir ifadeyle. Ürpertici bir uyarıydı benim için. Sonra devam etti... "Çocuklara taciz en yakınlardan geliyor biliyor musun?" Çokta bilmiyordum açıkçası. Bu taciz haberlerini okudukça, gördükçe içime içime işleyen acısı dışında ben ne kadar da şanslı büyümüşüm meğer diye düşünmeden edemiyordum sadece. Ama insanın aklına gelmiyor, kendi yaşamaz, evlatlarına dokunmaz sanıyor. Tabii yamacımıza yanaşmaması yürekleri dağlamadığı, insanı nefessiz bırakmadığı, tarifsiz bir acıyla kahretmediği anlamına gelmiyor. Yine de biliyor musunuz, ateş düştüğü yeri yakıyor. O anneleri (haberlerdeki), geride kalan aileleri düşünüyorum da, bizim uzaktan hissettiklerimiz ne ki!

Arkadaşım sohbeti, tüylerimi ürperten bir cümleyle devam ettirdi: "Mesela amca oğluyla falan fış fış kayınçı oynarlarken, bırakıp gitme. Hatta öyle oyunlar oynattırma! Tacizin kimden geleceğini bilemezsin. Öyle uzakta arama. Aileden, komşudan da olur böyle şeyler." "Peki." demiştim kara düşüncelere dalarak, "Dikkat edeceğim." Ve o konuşmanın üzerine bazı kararlar aldım...

01- Arkadaşlarıyla-büyükleriyle benim veya gerçekten güvendiğim birinin gözetiminde oynayacak.

02- Kısa bir süre sonra büyüyecek ve kendini ifade etmeye başlayacak, işte o gün çocuğumla "Seni rahatsız eden hiçbir oyunda kalma." tarzında sohbetler edeceğim. Benim yanımda kendini güvende hissettirebilirsem eğer, bana her şeyi anlatabilir. (Çocuklar yaşanılanları anlatmaya çekiniyorlar. Yanlış bir dokunuşu hissediyor fakat söylemeye korkuyor veya utanıyorlar. Ailelerin bu konuda onlarla sohbet etmeleri tacizin tekrarlanmamasını engelleyebilir.)

03- Çocuğumu ben bile öperken izin alacağım ki; onun bedenine, o istemediği surette kimsenin dokunamayacağını öğrenecek. Rahatsız olduğunda izin vermeyecek. (Bunun şu günlerde çok ceremesini çekiyorum. Önüne gelen öpmeye çalışırken, Mir izin vermeyince bağırınca, ‘‘Ay ne şımarık, ay ne kadar yabani...’’ yaftalamaları yüzüme yüzüme çarpıyor. Hiç umursamıyorum. Aksine toplumun bilinçsizliğine üzülüyorum.)

04- Altını minimum sayıda kişi değiştirecek. Bebeklikten itibaren vücuduna sayılı kişi dokunabilecek. Ben, babası, anneannesi veya ablası (benden başka sürekli olarak kim bakıyorsa) gibi. Sınırlandırma koymak önemli. Yanında olduğumda sadece ben değiştireceğim. Tuvalet eğitiminden sonra onu tuvalete tek kişi götürecek. Mümkünse sadece altını değiştiren kişiler. Kreşe başladığı zaman, okulla bu konuyu açıkça gündeme getireceğim. Tuvalete kimin götürdüğü, çocuğuma müdahale edip, etmediği, yardım için ne derece dokunduğu çok önemli. (Bu sene Mir kreşe başlayacağı için bir çok okul –İstanbul Etiler bölgesinden söz ediyorum- gezdim ve bu konuyu uzun uzun hepsiyle tartıştım. Yaşanılan olaylardan ötürü hepsi kendi çapında önemlerini almış durumda. Bazısı ‘biz kesinlikle dokunmuyoruz, yardım bile etmiyoruz’ derken, kimisi ‘sadece sınıf öğretmeninin gerekmesi durumunda desteğiyle ilerliyoruz’ gibi yorumlarda bulundular. Tuvalette yalnız kalma durumlarına kadar konuştuk. O noktada çocuğunuzun da bilinçli olması çok önemli.)

05- Ona vücudunda sadece onun görmesi-ellemesi gereken bölgeleri olduğunu öğreteceğim. (Şimdilerde konuşuyoruz. Örneğin çıplak gezmek-denize girmek istiyor. Ben de ona mayosunun kapladığı yerlerin sadece ona ait olduğunu, yabancıların görmesinin-dokunmasının yanlış olduğunu-böyle bir şey herhangi biriyle yaşaması durumunda bana anlatması gerektiğini söylüyorum. Henüz ne demeye çalıştığımı tam anlamıyor ama yine de duyarak büyümesi önemli.)?05- Banyolarını sadece ben yaptıracağım. İki yaşından itibaren kendilerini yıkayabilmelerini öğreteceğim. Benim gözetimimde, desteğimle vücutlarını yıkayabilecek, çıplakken başkalarına ihtiyaç duymayacaklar. Belli bir yaşa geldiklerinde -dört yaş civarı- banyoda kendi kendilerine vakit geçirebilecek ve onlardan izin aldıktan sonra yanlarına gireceğim. (Tabii bu noktada çok dikkatli olmak gerekir, suyla şaka olmayacağı için gerçekten bilinçlendikten sonra bir çocuğu suyla yalnız bırakabilirsiniz.)

Ama en önemlisi toplumun eğitilmesi. ‘‘Hiçbir zaman ne duyalım, ne tanık olalım, ne yaşayalım.’’ dediğimiz taciz, tecavüz, cinayet, pedofili olayları her geçen gün artarak gündemimize geliyor. Sağlıklı bireyler yetiştirelim, tacizcileri ortadan kaldıralım. İnsanlığı eğitelim. Daha doğduğu ilk günden ailede. Okutalım, kız çocuğu-erkek demeden okula gönderelim. Toplumun bakış açısını değiştirelim. Çocuk yaşta evlilikleri ortadan kaldıralım. Eşine kadın değil, düşünmeye-üretmeye açık zihinler yetiştirelim. Dernekleri takip edelim, destek olalım. (Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği benim destek verdiklerimden bir tanesi. Çocuk Haklarını Koruma Platformu takipçisi olduklarımdan.)

Dileğim o ki; yüreğimizi sızlatmasın o satırlar. Toplum adına utanç duymayalım yaşanılanlardan. Kendi adımıza mahcup olmayalım engelleyemediklerimizden. Coğrafyası olmadan her çocuk güvenebilsin, sevebilsin ebeveynlerini, akrabalarını, komşularını, sokaktaki yabancıyı. Düşündükçe göğsüme ayı oturuyor. Nefes alabilmem için tüm çocukların-kadınların-bireylerin güvende olduğunu bilmem gerekir ki bu da imkansız değişim olmadan. Çaresizlik, korku, öfke, nefret sarmasın benliğimizi. “Yeter artık!” mesajları görüyorum ama böyle haykırmak içimi soğutmuyor benim. Çare olamıyorum ve bu beni kahrediyor. İçim böyle nefessiz, yangın yeri. Kendi payımıza düşeni yapmakla başlayalım. Ucunu bırakmayalım. Takipçisi olalım. Herkes kurduğu sofraya oturuyor bu hayatta. O masaya ne koyduğumuza dikkat edelim. Ne kadar sevgi, o kadar mutluluk kalplerde. Ne kadar vicdan, o kadar merhamet yüreklerde. Ne kadar eğitim, o kadar bilgi beyinlerde. Ne kadar özgüven, o kadar onur tavırlarda. Ne kadar değer, o kadar saygınlık kişiliklerde.

#ÇocuğumaDokunma
#ÇocukİstismarınaHayır

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

Çocuklarda Kekemelik

Oğullarım hastalandığında hemen döner kendime bakarım çünkü (artık beni takip edenler biliyorlar) tüm hastalıkların zihinsel-duygusal sebepleri olduğuna inanıyorum. ‘‘Ben nerede eksik yaptım? Bu çocuk son zamanlarda ne yaşadı?’’ diye düşünür, gözden geçirir ve tavırlarımı bu doğrultuda değiştiririm.

Bir annenin başına ne gelirse, o konu hakkında okumadığı makale, internette karşılaşmadığı tecrübe, danışmadığı arkadaşı kalmıyor. Bir kaç hafta önce Mir Kaya’nın konuşmalarında kelime tekrarı başladı. ‘‘Anne anne anne ben seni seviyorum. Bak bak bak sana bir şey göstereceğim. Anne ne ne ne çizmemi istersin?’’ gibi... Genellikle cümle başlarında, bazense ortasında kelimeleri bir kaç kez söyledikten sonra cümlesine devam ediyor. Bazı durumlarda çok doğal, bazı tekrarlar uzadıkça da bir anneyi endişelendirecek boyuta geliyor. Bu konuyla ilgili yazıları okudukça, annelerin fikirlerini-endişelerini gördükçe ve bu konu hakkında algıda seçiciliğim geliştikçe bir anne çocuğunda ‘kekemelik tarzında’ (çünkü bunlar muhtemelen kekemelik değil) kelime tekrarı, harf uzatması, harf değişikliği, hece tekrarı gibi bir şeyle karşılaştığında ne yapabilir diye yazmak istedim.

Öncelikle işin uzmanına danışmak gerekiyor. Okuduklarıma göre, bu durumda annelerin kafası biraz karışık. ‘‘Pedagog mu görmeli, oyun terapisine mi gitmeliyiz?’’ gibi sorular okudum. Hepsi olabilir ama öncelikle Dil ve Konuşma Terapistine gitmek gerekiyor. Dil ve konuşma terapisti çocuğunuzu gördükten sonra sizin kiminle iletişim halinde olmanız gerektiğiyle ilgili sizi yönlendirecektir. Belki konuşma terapisi almanız gerektiğini, belki bekleyip-gözlemlemeniz gerektiğini, belki de bir pedagogdan destek almanız gerektiğini söyleyebilir ama ilk başvuru konuşma terapistidir.

Ben ne yaptım?

01- Aile dostumuz olan, Dil ve Konuşma Terapistleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Seyhun Topbaş’a danıştım. Kendisi beni çocuk kekemeliğiyle ilgilenen Dr. Sertan Özdemir’e yönlendirdi. İki hafta boyunca çektiğim videolar sonucunda Sertan Bey beni şöyle yönlendirdi...

- Bu yaş grubunda (2) çocuğun kekemelik başlangıcı mı yoksa konuşma hızının düşünce hızına oranla yavaş kaldığından mı yaptığını kestiremiyoruz. Gözlemlemek gerekiyor. Eğer ki çocuk doğal şekilde konuşmaya devam ediyorsa bekliyoruz.
- Ama çocuk konuşma sırasında kelimeyi söylerken efor sarf etmeye başlıyorsa (nefes nefese kalmak vb.) o zaman yüz yüze bir saatlik bir görüşmeyle nasıl bir yol izlemek gerektiğine bakıyorum.
- Eğer aile endişeliyse o zaman yine yüz yüze bir seans görüşmeyi talep ediyorum.
- Burada en önemli nokta ailenin, çocukla ilgilenen kişinin, aile büyüklerinin, okuldaki öğretmenlerin, yani çocukla iletişim kuran tüm büyüklerin tutumu. Çocuklar kendi aralarında bu tarz konuşmalara takılmıyorlar ama büyükler ‘‘Neden böyle konuşuyorsun?’’ gibi sorular sorabiliyorlar ve farklı konuşmasının hiç farkında olmayan bir çocuğa ‘‘Konuşamıyorum. Bu işte bir yanlışlık var. O zaman dikkat etmeliyim. Yanlış yapmaktansa, konuşmamak daha iyi.’’ düşüncelerini yükleyebiliyorlar. Kendiliğinden geçebilecek bir tekrarlama şekli, terapiye ihtiyaç duyabiliyor.
- Öncelikle başlama sebebine bakmak gerekiyor. Herhangi bir travma, korku yaşadı mı? Sebepsiz de olabiliyor... Yakın ailede kekemelik var mı? Bu iki sorunun cevabı da ‘hayır’ ise gözlemlemek, beklemek gerekiyor.
- Tabii ebeveynlerin ilk sordukları soru ‘‘Ne zaman geçer?’’ oluyor. Bunun cevabı yok. Altı gün de olabilir, altı ay da olabilir, 6 yaşında da geçebilir. Olup, düzelip, tekrarlayabilir. Ara ara konuşma terapistiyle iletişimde olmak faydalıdır.
- ‘‘Aileler ne yapmalıdır?’’ sorusunu ise şöyle yanıtlıyor... Konuşma çok doğalmış gibi davranmalısınız. Kelimesini-cümlesini bitirmesini beklemelisiniz. Kesinlikle cümlesini siz tamamlamayın. Konuşurken ağzına değil, gözlerine bakın. Onun yanında herhangi birisiyle konuşması hakkında konuşmayın. Herkesi eğitin. Herkesin sabırla çocuğunuzu dinlemesini söyleyin. Eğer ki çocuk konuşmasının garipliği fark eder ve size ‘‘Neden bu şekilde konuşuyorum?’’ diye sorarsa, ‘‘Çok normal. Çocuklar böyle konuşabilirler. Baban ve ben de çocukluğumuzda böyle konuşuyorduk.’’ diyerek onu rahatlatın. Çözümün püf noktası çocuğun konuşma şeklinden rahatsız olmaması ve konuşmasını kafasına takmaması. Doğal olduğunu düşünmesi.

02- İşi bilenine danıştıktan sonra ikinci yaptığım şey eğer ki kekemelik var ise neden kaynaklanmış olabilir diye Louise Hay’ın kitabına bakmak oldu. Hay diyor ki; ‘‘Kekemelik güvensizlikten, kendini ifade edememekten, ağlamaya izin verilmemesinden kaynaklanabilir. Ve karşılığındaki olumlama şöyledir: ‘‘Kendi adıma çekinmeden, açıkça konuşmakta özgürüm. Artık kendimi güvenle ifade edebilirim. Sadece sevgiyle iletişim kuruyorum.’’ Bu konu üzerinde düşündüğümde, hakikaten Mir son zamanlarda her istediğini ağlayarak elde etmeye çalışıyordu ve ben ona ‘‘Ağlasan da istediğin olmayacak. Zaten yapabilecek olsam seni ağlatmadan yaparım. / Ağlarsan yapmam. / Ağlamayı bırak, yapayım.’’ gibi cümleler kurarak, ağlamasını yutturduğumu, yani istemese de ağlamasını engellediğimi fark ettim. Bunu görünce ne yaptım? İstediği kadar ağlamasına izin verdim. Ağlayarak istediğini yaptırmasına değil, sadece gönlünce ağlamasına... Gün içinde kulağına olumlamasını fısıldamaya başladım. 21 gün boyunca, minimum 21 kez. Mutlaka karşımıza çözümü çıkacaktır, inanıyorum. Onun da bilincini inandırıyorum.

03- Wilhelm Reich bu konuya nasıl yaklaşıyor, ne düşünüyor diye baktım. Reich kısaca şöyle özetliyor; eğer ki bir çocuğun elinden ‘haz duygusunu’ alırsak, o çocuk kekelemeye başlarmış. Neyse ki ona o duyguyu geri verirsek, kekemelik zamanla düzelirmiş. Bu durumu, çakmakla oynayan iki yaşındaki bir erkek çocuk üzerinden örneklendiriyor. (Çocuk yaş kekemeliğin genellikle erkek çocuklarda görülmesinin sebebi, erkeklerin hislerini doyuma ulaştırmak için kız çocuklara oranla tehlikeye daha yakın olmaları ve ailelerin engellemeleri mi var acaba diye düşünmeden edemiyorum, bir pedagoga danışmak gerekir.) Çocuk çakmağı çakmaktan keyif alıyor. Her gün bir saatini ateşi izleyerek geçiriyor. Fakat aile bunu fark edince çakmağı alıyor ve tehlikeli olduğu için bir daha çakmak çakmasına izin vermiyor. Çocuk bu durum sonrasında kekelemeye başlıyor. Reich bu yasaklamanın kekemeliği başlattığına inanıyor ve aile çözümü çakmağı sadece babanın yanında çakabileceğine izin vererek çocuğun bu haz duygusunu elinden almaktan vazgeçerek buluyorlar. Çocuk zaten çakmağı yakma konusunda doyuma erince bu oyundan vaz geçecek. Fakat bu oyun elinden alınırsa, sürekli düşüncesinde çakmak çakmak olacak diye özetliyor. Çocuk gerçekten bir süre babasının yanında çakmakla oynuyor ama bu heves belli bir süre sonra, çocuk doyuma ulaşınca geçiyor. Ve çakmakla oynamaya izin verildikten bir süre sonra kekemelikte tamamen ortadan kalkıyor. Bu durumda kendime dönüp, soruyorum: ‘‘MirKaya’nın yapmaktan keyif aldığı ama tehlikeli olduğu için veya benim keyfimi bozduğu için yapmasına izin vermediğim ne olabilir?’’ Düşümek, fark etmek-bulmak ve çözüme ulaştırmak gerekiyor. Kolay olmayabilir... İmkansız da değil.

Herhangi bir hastalıkta bende adımlar böyle ilerliyor. Hastalığın uzmanına danışmak, hastalığın zihinsel sorununu bulmak ve olumlamasını yapmak, hastalığın nerden kaynaklandığını bularak, çocuğumun duygusal doyuma ulaşmasını sağlamak.

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

Çocuk Doktoru Seçerken Nelere Dikkat Etmeliyiz?

Hamile arkadaşlarım ‘‘Çocuk doktoru seçerken nelere dikkat etmemiz gerekir?’’ diye soruyorlar. Ben de Mir’e hamileyken doktor konusunu çok düşünmüştüm. Birileri, ‘‘Git, tanış. Kimi güvenilir, samimi bulursan ona gidersin.’’ demişlerdi. Bir yandan çok mantıklı gelip, bir yandan da yapamamıştım. Şimdi düşünüyorum da, oğullarımın doktoru Sinan Bey’in (Doç. Dr. Sinan Mahir Kayıran) kapısını çalacağım ve ‘‘Merhaba, ben hamileyim, sizin adınızı çok kişiden duydum. Bir tanışmak istedim.’’ mi diyecektim? Ve bunu bir sürü doktor üzerinde tekrarlayacaktım. Kimse beni geri çevirmezdi tabii ki, hatta oturup, güzel güzel sohbette ederdik ama üniversitede bir hocamın lafı gibi: Bilgi olmadan, fikir olmaz ki! Ne konuşacaktım onlarla? Evet, tavırları bebeğime yaklaşımlarını biraz olsun yansıtırdı ama yine de esas benim için hastalık gibi en zor anda, lohusalık gibi anneliği tanımaya çalıştığımda, annelikte hormonlarla bocaladığımda tepkileri benim seçimimi belirleyebilirdi. Sonuç olarak kimseye gitmedim. Ama arkadaşlarımla konuştum. Herkes kendi doktorunu öneriyordu. Bense hayatın karşıma çıkardığı doktorla ilerleme kararı aldım. Neden mi? Çünkü aşağıda saydığım tüm kriterlere uyuyordu. Umarım siz de çocuğunuz için içinize sinen bir hekimle karşılaşırsınız.

Nelere dikkat etmek gerekiyor?
01- Her gün, her saat ulaşılabilir olmasına.
Anne olunca anlıyorsunuz ki; çocuğun hareketliliği, yaramazlığı, uyumamazlığı, hepsi boş. Hastalığıysa dert. Ve o hastalık ne Pazar dinliyor, ne gece 01:00. O sırada güvenebileceğiniz, fikrini dinleyeceğiniz, size yol gösterecek birine ihtiyaç duyuyorsunuz ki; o da telefonun ucundaki doktorunuz oluyor.

02- Fikir anlayışınızın uyuşmasına.
Doktorunuz hastalıklarda ilaç kullanmayı destekliyor olabilir ama siz ilaç tedavisini reddediyor olabilirsiniz. O zaman doğal yöntemleri tercih eden bir doktor seçmeniz gerekiyor. Veya tam tersi. Mesela, oğullarımın doktoru tam benim kafamda. Benim tüm sülalem doktor, bu yüzden de ben, aşıya-ilaca karşı biri değilim. Fakat homeopatiye inanırım ve tüm hastalıkların zihinsel bir sebebi olduğunu düşünürüm. Bu yüzden de gerekmediği taktirde ilaç benim için doğru bir çözüm değildir. Sinan Bey de gerektiği zaman ilaca başvuran, ihtiyaç olmadığı zamansa gözlemleyen bir doktor. Sırf bu yüzden çocuklar hastalandığında tahlil isterse, ‘‘bir düşüncesi var ki yaptırıyor’’ der sorgulamam. Hastalıklara karşı bakış açınızın uyması ve bu uyumla gelen güven çok önemli.

03- Mesafe.
Özellikle de İstanbul gibi ulaşımın zor olduğu bir şehirde yaşıyorsanız, doktorunuzun yakın çevrede olması çok önemli. Özellikle ilk bir sene, sırf kontrol amaçlı her ay doktor kontrolüne gitmeniz gerekiyor. Hastalık-acil bir durum olduğunda hızlıca yanına varabilmeniz gerekiyor. Mesela, Mir bir yaşında bahçede oynarken, bahçıvanın çim biçme bıçağıyla parmağını kesmişti. Kanlar havada uçuşuyor, fıskiye misali. Hızlan Sinan Bey’e varmamız gerekmişti.

04- İşini severek yapması.
Çocuğunuzla ilgili kafanızda bir sürü soru oluyor. İnternette bir sürü bilgi var. Doğrusu da mevcut, yanlışı da. En doğru cevap doktorunuzda. Bu yüzden size vakit ayırması, sorduğunuz sorulara uzun cevaplar vermesi, sizi bilgilendirmesi, rahatlatması çok önemli. Ama gereksiz bilgilerle kafanızı karıştırmaması da önemli. Gerektiği kadar- yeterli bilgi felsefesi iyidir. Çocuğunuzu ve sizi önemsediğini bilmelisiniz. Mesela bir gün yurtdışında yaşayan bir bebekle ilgili Pazar günü Sinan Bey’e danışmam gerekmişti. Durumu anlattığım ve fikrini sorduğum bir mesaj attım. Hiçbir zaman hastası olamayacak birisi için beni anında arayıp, daha fazla soru sorup, yönlendirmesini yapmıştı. Benim için çok değerli bir tavırdı.

05- Psikolojiden anlaması.
Çocuğa yaklaşımı duyarlı, sevecen olan bir doktor bulmanız önemli. Sonuçta aşı olmak hepimizin canını yakar, çocukların daha çok. Doktor hastayken, kötü bir durumda gittiğimiz yerdir, çocuklar bunu bilirler ve huzursuz olurlar. Tabii sizin tutumunuz da çok önemli. Eğer siz gerilirseniz, o bunu hisseder. Bu apayrı bir konu. (‘Ebeveynlerin doktor ziyaretleri’ konusunu başka zaman anlatayım.) Doktor kendini sevdire de bilir, itici de olabilir. Mir’i çok tavsiye edilen bir göz doktoruna götürmüştüm. O kadar hareketli bir çocuk ki, hele ki göz muayenesi zaten çok zor. ‘‘Eeeehhh düzgün dur bi artık.’’ demişti kadın. Bir daha o odaya girmeyeceğimin kararını vermiştim mesela.

Anneye yaklaşımı anlayışlı olan bir doktor bulmanız önemli. Doktorlar en zor anlarınızda (çocuğunuzun hastalığı) başvurduğunuz kişiler olduğu için sizi yatıştırabilmesi, durumunuzu görebilmesi çok değerli oluyor. Hele ki ilk günler, lohusalık zaten başlı ağır bir süreçken, bir de doktorunuzun tavrı etrafınızdakiler gibi olursa, iyice çöküntüye gidersiniz. Mesela Sinan Bey, Mir’in ilk kontrolünde bana ‘‘Evde durumların nasıl olduğunu sormuştu. Kendimi nasıl hissettiğimi... Mir bir şekilde büyüyecek, peki siz nasılsınız?’’ demişti. O kadar değerli bir soruydu ki! Ama iyiydim. Ve iyi olduğumu gördüğü için de bir psikoloğa yönlendirmemişti. Zorlu bir süreçten geçtiğimi düşünseydi, yardım almam gerektiğini söyleyecekti. Başka bir nokta da, her kontrolde beni tebrik ederdi. Kimseden duymadığım cümleleri uzmandan duyarak odasından çıkmak beni bir sonraki ay kontrolüne kadar çok rahatlatırdı. ‘‘Tebrik ederim, oğlunuza çok iyi bakmışsınız Melis Hanım.’’ derdi. ‘‘Nasıl iyi baktım Sinan Bey, hasta ettim??!!’’ ‘‘İlk müdahaleniz çok doğru. Merak etmeyin, iyileştireceğiz.’’ der, hasta olduğu zamanlar bile beni rahatlatırdı.

Yani her doktor iyi ve doğrudur ama kişisine göre. Kendinizi tanıyın. Nasıl bir büyütme-tedavi süreci istediğinizi bilin ve doktorunuzu ona göre seçin. Tarzını, tavrını, yönlendirmelerini beğeneceğiniz, ona güveneceğiz biri en doğru tercih olacaktır. Varsayalım ki çocuğunuzun bir doktoru var ama içiniz rahat değil... Doktorunuzla aynı frekansta olduğunuzu düşünmüyorsanız, hemen bir u dönüşü yaparak, (arkadaş önerileriyle olabilir) yeni birinin yolunu tutmak en mantıklı karar olacaktır. Çocuk büyütürken, yanımızda güveneceğimiz, her an ulaşabileceğimiz, bizi rahatlatan, yanımızda olduğunu hissettiren yol arkadaşlarına ihtiyacımız var!

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

Anneyken Çocuk Olmak

Ben özel günleri ulu orta kutlamayı sevmem. Birilerinin eksik taraflarına dokunabileceğimi düşünür, onları sarıp sarmalamak isterim elimden geldiğince. Boşluğu dolduramam belki ama umut olabilirim gelecek adına. Her daim anne olmak nasıl bir duygu anlatıyorum zaten. Bugün biraz da anneyken, çocuk olabilmekten bahsetmek istiyorum.

İnsanın annesinin olması demek, hastayken yataktan kalkmasına gerek kalmaması demek. Çocuğunuz yoksa bunun nasıl bir lüks olduğunu bilemezsiniz. Kolunuzu kıpırdatacak haliniz yoktur ama içeride yemek bekleyen, bakım isteyen, oyun direten çocuklar vardır. Yatıp, dinlenebilmek hayaldir. Bunu babalar pek bilemezler ama anneler sürünseler de çocukları için ayaktadırlar. Ama işte annen yanındaysa, serilebileceğin bir yatağın da hazırdır. Üstelik aklın çocuklarda kalmadan...

İnsanın annesinin olması demek, her daim güvenebileceği bir kucağın orada olduğunu bilmek demek. Yaşlı olması, hasta olması fark etmez... Annenin kolları içini dökebilmen için en doğru adrestir. Seni yargılar belki ama hiç bir zaman dışlamaz. Hatalarını söyler ama seni el yapmaz. Yanlışların üstesinden gelmek için elinden tutar, zorlukları aşmak için seninle birlik olur. Seni senden daha çok düşünebilecek başka birisi yoktur. Evet, kendi doğrularıyla düşünür, kararlarında hatalar da yapabilir ama tek bir gayesi vardır; iyiliğin.

İnsanın bir annesi olması demek, kendi anneliğinden anlık-günlük istifalar edebilmen demek. Yorgunsan-mutsuzsan güvenebileceğin birisi var demek. Senin gözünden çocukları görebildiğine emin olduğun kişi yamacında demek. Anneliğin en zor anları olan, hastalık anında çocukların için senin kadar üzülen tek kişiyle bakışıp, o bakışlarda kendini görebilmen, sana güç olması demek.

Anne demek; bu hayatta tek başına, koskocaman yuvayı sana verebilen demek. En lezzetli yemekleri yediğin el, en huzurlu sofralara oturduğun kişi, acını anlayan, derdini en saf duygularla paylaşan tek kişi demek.

Bu hayatta herkesin bir anneye ihtiyacı var. Hep teşekkürüm annem için, hep dualarım herkes için. Birisinin ablasıdır annesi, bir başkasının teyzesi-halası-görümcesi. Kimisinin babasıdır, annesi. Kimisinin anneannesi, babaannesi, sokakta tanıştığı kimsesi. Ama hepimizin başını omzuna yasladığımızda hiçbir tereddüt duymadan güvenebileceğimiz kişidir anne. Seni bu dünyada en sevendir. Seni kimselere değişemeyendir. Kırgınlığını kalbine gömüp, yine sana gülümseyendir. Hatanı bilip, iyiliğin için dua edendir. Mutsuzluğunu görüp kahrolan, mutluluğunda senden çok sevinebilendir. Tüm yaşanılanların en saf halidir. Seni senden çok düşünebilendir. Aynada kendine baktığında gördüğünün bambaşka şeklini görebilendir. Sen kendini çirkin görüyorsundur, o senin sadece güzelliğini bulur. Sen kötü görüyorsundur, o senin içindeki masumluğu bilir. Sen aciz görüyorsundur, o dünyanın en yürekli kişisine bakıyordur. Hepimizin kendimizi annelerimizin gözünden görebilmemiz dileğiyle, kendimizi annelerimizin bizi sevdiği gibi sevebilmemiz dileğiyle... İşte o zaman hayat çok daha eğlenceli, keyifli, yaşanabilir olur.

İyi ki varlar, hep olsunlar. Yanımızda, uzağımızda, çok uzağımızda, telefonun ucunda veya yüreğimizde... Onlar bizi hep seviyorlar, hep koruyacaklar, hep bizimleler.

Tüm annelerin, kendini anne hissedenlerin, annelik için kalbi çarpanların, anne olabilmek için dua edenlerin, herhangi bir canlının anneliğini üstlenenlerin Anneler Günü kutlu olsun. Siz bizi güzelleştiren en değerli varlıklarsınız. Ve anneciğim, çok şanslıyım, sen olduğun için...

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

İki Kardeş Arasında Yaş Farkı Kaç Olmalıdır?

Bu konu hakkında kesin bir fikir birliği yok aslına bakarsanız. Bazı uzmanlar minimum dört yaşın doğru bir aralık olduğunu, böylelikle birinci çocuğun anne-bebek ilişkisini sağlıklı şekilde tamamlamış olmasının doğru olduğunu savunurken, kimi uzmanlar da iki yaştan fazla olmaması gerektiğini, bebeğin yeni gelen kardeşi çok daha kolay karşılayabileceğini söylüyorlar. Ben uzman değilim, bu süreci yaşayan bir anneyim. Sadece kendi tecrübelerimi aktarabilirim.

Bana göre, bu konuda en güzel yorumu bir psikologdan dinlemiştim... Demişti ki; ‘‘Bir gün eve eşinizin bir başka kadınla geldiğini ve ‘bu benim ikinci eşim, bundan sonra o da bizimle yaşayacak ama inan sana olan sevgim hiç değişmedi, seni eskisi gibi çok seviyorum’ dediğinde ne hissederseniz, çocuğunuz da kardeşi olduğunda böyle hissedecek.’’ Yani ha iki, ha dört, ha on dört...

İki yaş örneği
Benim oğullarımın araları tam iki yaş. Neler mi yaşıyorum? Öncelikle Mir Kaya’nın doğumuyla beraber çalışmayı bıraktığım için hiç ayrı kalmadık. Bu sebeple de bana oldukça bağlı (her günümüz bir arada, aktivitelerimiz birlikte, bağımlı değil) bir çocuk olarak büyüdü. Bu noktada da kardeşi olduğunda çok zorlanacağımızı düşünmüştüm. Fakat korktuğum kadar sancılı bir süreç geçirmedik. Bence bu noktada ebeveyn tavrı gerçekten önemli. Nasıl davrandığımızı merak ediyorsanız: Kardeş İlişkilerinde Ebeveyn Tutumu başlıklı yazı(1)

Mir, kardeşi Atlas’a karşı hiçbir zaman kin-öfke gösterisinde bulunmadı. Evet, Atlas Mir’in elindekini alınca veya saçını çekince sinirleniyor ve öfkeyle ‘‘Yapma Atlas!’’ diyor ama bu eyleme karşı duyulan bir öfke, kişiye karşı değil. Bazen oyuncağını paylaşmak istemeyebiliyor. Bazı geceler ‘‘Atlas’ı uyutma, benim yanıma gel.’’ diyebiliyor, zaman zaman ‘‘Atlas kucağından insin çünkü ben geleceğim.’’ diyor ama bu da işin doğalı. Diğer türlü sadece yapmacık tavırlar sergiliyor olurdu. Bu saydıklarım ‘bazen’ ya... Genellikle ise Atlas’ı oyalamaya çalışıyor. O ağladığında haber veriyor. ‘‘Anne dişleri olmadığı için sen onu emzir, acıktı sanırım.’’ veya ‘‘Sen git yemeği hazırla, Atlas’a ben bakarım.’’ diyor mesela. Tüm bu yaptıkları yüreğimin çok derinlerine dokunuyor.

Dört yaş örneği
Benim ve kardeşim arasında dört yaş var. Annemler ikinci çocuğu düşünmezken, ben o kadar çok kardeş istemişim ki; bana kardeş yapmaya karar vermişler. Emre doğduktan sonra o uslu-tatlı-güler yüzlü kız çocuğu gitmiş, yerine kardeşinden razı olmayan bir abla gelmiş. Emre’yi evden göndermek için elimden geleni yapmışım. Başına jöle sürmeler, sürekli ağlama krizlerim... Ona zarar veririm endişesiyle, bizi bir saniye bile yalnız bırakamıyorlarmış. (Zaten ne olursa olsun, çocuklar küçükken yalnız bırakmak doğru değil.) Şimdiyi sorarsanız; ‘‘Emre benim ilk göz ağrım, ilk evladım.’’ diyebilirim. İyi ki de annemlerden illa bir kardeş istemişim.

Bu yazdığım iki örneğin birebir zıtlarını da çok dinledim. Etrafınızdaki abla-abi-kardeş ilişkilerini düşünebilirsiniz...


Abi-abla tutumu
Dediğim gibi ne olursa olsun, ‘eve ortak geldi’ düşüncesi bir şekilde çocuğun kafasında oluşacaktır. Mir’in Atlas’a karşı sevgi dolu olması muhtemelen bizlerin Mir’e karşı yaklaşımımızdan. (Onunla yalnız kaliteli vakitler geçirmeyi ihmal etmememizden. Kıyasa dayalı bir ilişki kurdurmamamızdan.) Ama kardeşinin varlığı hiç mi değişiklik yaratmadı derseniz... Belki yaratmıştır, belki de büyüyordur... Bunu tam olarak ayırt edemiyorum ama Mir’e hala tuvalet eğitimi vermedim. Yazın kendisi talep etmişti ama kardeşinin doğumuna çok yakın olduğundan ve geri dönmek ister diye biraz geciktirdim. Ama bir kere bile meme emmek istemedi mesela. Belki beze de geri dönmeyecekti bu durumda.

Arkadaşlarına karşı oyuncak paylaşımı konusunda hırçın olabiliyor. Ama buna ‘‘Kardeşi olduğu için- kardeşinin hıncını arkadaşlarından çıkardığı için yapıyor.’’ diyemeyiz çünkü çocuklar dünyanın merkezinde kendilerini görürler. Paylaşma kavramı onlar için saçmadır. Talep ettikleri her şey onlarındır, karşısındakinin gözünden olaylara bakamazlar. Empati kurmayı bilmezler. Tüm bu saydıklarımı zamanla öğrenirler.

Siz ne hissediyorsunuz?
Evet, Mir’in bazı arızaları var bize karşı çünkü çok basit; kişiliğini oturtmaya çalışıyor, bize bireyliğini kanıtlama derdinde. ‘‘Ben de varım! Sizden bağımsızım. Kendi kararlarımı alabilirim. Kendim için en iyisini ben bilirim. Kendim yapabilirim. Ben büyüdüm.’’ demeye çalışıyor. Tüm bunlara siz ‘terrible two’ diyebilirsiniz, bense ‘birey olma çabası’ diyorum. İki yaş sendromuyla da bitecek sanmayın. Ardından üçü çok da hareketli gelecek. Yaş büyüdükçe sorunlar hep büyüyecek, didişmeler artacak. O yüzden doğru zaman diye bir dönem yok! ‘‘Siz ne istiyorsunuz?’’ var! Sadece ikinci çocuğu neden istediğinizi bir düşünün... Kendinize hangi soruları sormanız gerektiğini İkinci Çocuk Kararı yazımda bulabilirsiniz. (2)

Şimdi bana sorular geliyor, ‘‘İki yaş arayla çocuk sahibi olmak nasıl?’’ diye... Çok zor. Ama nasıl ki bir bebeğiniz olduğunda yaşadığınız heyecan-sevgi sizinle, ikinci çocukta da duygular öyle... Tüm yorgunluğuna rağmen ‘iyi ki’ diyorum her saniyesinde. Zamanlamayı da on ikiden vurmuşum! Umarım sizin de öyle olur... İster iki, ister 4-5-7 yaş fark olsun, yeter ki; zamanlaması hepiniz için kolay olsun.

Not: Bu yazımla ilgili bir yazıyı daha önermek istiyorum. Hepsini birden okuyabilirseniz, taşlar daha çok yerine oturacaktır: Kardeş Birliği başlıklı yazı (3)
Kalabalık ailelerde sevgi dolu, mutlu kalabilmek dileğiyle...

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

(1) - https://www.milliyet.com.tr/kardes-iliskilerinde-ebeveyn-tutumu-pembenar-yazardetay-aile-2518864/
(2) - https://www.milliyet.com.tr/ikinci-cocuk-karari-pembenar-yazardetay-aile-2567712/
(3) - https://www.milliyet.com.tr/kardes-birligi-pembenar-yazardetay-aile-2543537/

Yazının devamı...

Oyun Alanı Fobisi

Mir Kaya’yı tanıyanlar bilirler; arkadaşlarıyla vakit geçirmeyi çok sever. Parklar, kalabalık oyun alanları onun en mutlu olduğu yerlerdi. Kolay da arkadaşlık kurardı. Şimdilerde mi? İşler biraz değişti. Sırasıyla şöyle anlatayım...

Bir süreliğine, Mir’i haftalık oyun grubuna ablası götürdü. Böylelikle ben de evde Atlas’la baş başa vakit geçirebiliyordum, zira Mir evdeyken, onunla ilgilenmemek elde değil. (Bir yandan Atlas’ı emzirirken, bir yandan da Mir’in saçlarını okşuyor olmam yeterli bir örnek olacaktır herhalde. Bebeğim emzirme dakikalarını bile abisiyle paylaşmak zorunda kalıyor.) Bu süreç başladıktan bir kaç hafta sonra Mir’in park alanlarında rahat hissetmediğini, kimseyle oynamak istemediğini, sürekli benimle yapışık halde hareket etme gereksinimi duyduğunu fark ettim. Ben yanında değilken iyi hissetmiyordu.

Nedenini sorduğumda cevap alamıyor, hissettiklerini çözümleyemiyor, duygularını anlayamıyordum. Oyun gruplarına tekrar birlikte gitmeye, gözlemlemeye, birlikte baş başa daha çok vakit geçirmeye karar verdim. Çocuklar bazen bizleri özlediklerinde, ebeveynlerinin ilgisinin diğer çocuğa kaydığını düşündüklerinde davranış değişikliği gösterebiliyorlar. Acaba ortada bir kardeş kıskaçlığı mı vardı?

Çocuğunuza güvenin:
Bir kaç ders sonra bir gün, derse daha önce hiç görmediğim bir çocuk geldi. Ve Mir yanıma gelip, ‘‘Anne bu çocuk bana vurdu.’’ dedi. Öyle bir şey yaşanmış olsa öğretmenleri veya ablasının anlatacağını düşünüp, ona inanmadığımı ima eden laflar söyledim... ‘‘Yok canım, o çocuk sana niye vursun ki?’’ gibi cümleler kurdum. Fakat Mir çekingenliğini üzerinden atamayınca, ben de ona ‘‘O çocuğun sana zarar vermesine izin vermem. Bak ben buradayım.’’ dememle birlikte, çocuğun yanımızdan geçerken, Mir’in kafasına patlatması bir oldu. Olay hıçkırıklar içinde son buldu. Kafası çok acıdı mı bilemiyorum ama canı çok yanmıştı. Hele benim...

Hemen ona sıkı sıkı sarıldım. İlk iş ondan özür diledim. Çok dürüst davrandım. ‘‘Yanıldım. Söylediklerine inanmadım. Ama sen haklıydın. Dikkat etmediğim için seni koruyamadım. Bir daha bunun olmasına izin vermeyeceğim.’’ dedim ve öğretmenlerinden tek tek Mir’le bu konu hakkında konuşmalarını rica ettim. Sonra o çocuğun Mir’e neden vurmuş olabileceğini açıkladım, öğretmenlerinden de aldığım bilgiye göre agresif bir çocuk olduğunu, arkadaşlarına hep vurduğunu, hatta öğretmenlerine bile öyle davrandığını ama bundan sonra kimseye vuramayacağını çünkü böyle davranması koşulunda bir daha sınıfa giremeyeceğini söyledim.

Tutamayacağınız sözler vermeyin:
Bu hikayeyi, kimi (babası, anneannesi, dedesi) görse anlattı. Konuşarak olayları hazmetmeye çalışıyordu. Ben de ona her seferinde yanında olduğumu, bir daha kimsenin ona böyle davranmayacağını, artık eskisi gibi oyun alanlarında rahat hareket edebilmesi gerektiğini anlatıyordum. Babası, öğretmenleri, sevdikleri hepimiz konuştuk. Biliyor musunuz hiç bir işe yaramadı!

Hatta bir gün zorla ‘‘Haydi tek başına git.’’ diye gönderdiğim kaydırak kuyruğunda, arkasındaki kız kafasına patlatıverdi. Sanırım sıra beklemekten sıkılmıştı ve önünde o olduğu için sinirini Mir’den çıkarttı. Her şey sil baştan başlamıştı... Ve ona söylediğim ‘‘Bir daha olmayacak.’’ cümlesi de çöpe gitmişti. Gün geçtikçe gözünde itibarım zedeleniyordu.

Ne hissettiğinizi çözümleyin:
Sonra fark ettim ki; fazla tepki veriyordum. Arkadaş canlısı Mir’in insanların arasına karışmıyor olması beni geriyordu. ‘‘Bırak.’’ dedim kendi kendime. ‘‘İzin ver oğluna. Zaman tanı. Onun ‘yabaniliğini’ (belki de öyle hissediyordum) üzerine alma. ‘Bu çocuk ne kadar çekingen diye düşünürler mi’ kaygılarını bırak! El aleme bakma. Önemli olan senin çocuğunun duyguları.’’ Aynı zamanda çok konuştuğumu ve onun cümlelerine hiç izin vermediğimi gözlemledim. ‘‘O çocuk sana vurdu diye üzülmüş olmalısın. Çokta haklısın...’’ gibi cümlelerle ne hissetmesi gerektiğine bile benim karar verdiğimi fark ettim. Susmayı, onu dinlemeyi denedim.

Yorumlamasına izin verin:
Sistem değiştirdim... ‘‘Hadi git, arkadaşlarınla oyna.’’ diyen ben, ‘‘İstediğin zaman yanıma gel. Orada yalnız oynamak zorunda değilsin.’’ demeye başladım. Oyun alanına büyük bir çocuk girince, korkuyla yanıma koştuğunda hiç rahatsız olmadım. Ona sarıldım. Kesinlikle ‘‘O çocuk sana bir şey yapmaz ki.’’ demedim. Aksine ‘‘Gel biraz kucağımda otur, sonra gitmek istersen yine gidersin. Veya beraber gidebiliriz.’’ dedim. Ve ona sordum: ‘‘O çocuk vurduğunda ne hissettin? Sence sana niye vurdu? Karşılığında sen ne yapmak istedin? Bir daha sana öyle davranırsa, bu yapmak istediğini yapabilirsin. Şimdi ne hissediyorsun?’’ gibi sorularla sadece onu konuşturdum. Hissettiklerini kendisinin bulmasına izin verdim. Az yorumla kafa bulanıklığını engelledim.

Düzeldi. Mir’in hareketlerimi düzelen, yoksa benim olaya bakış açım mı bilemiyorum... Çünkü hala bazı çocuklardan uzak durmak istiyor. Belki etrafını çok iyi gözlemlediği ve tehlikenin kimden gelebileceğini bildiği için belki de sadece enerjisini sevmiyor. Biz de öyle değil miyizdir?

Çocuğunuzun bir tavrına sinirleniyor, üzülüyor, o davranışı değiştirmesini istiyorsanız, önce kendinize dönün! Neden böyle hissediyorsunuz? Gerçekten o üzüldüğü için mi, etrafa karşı kendinizi sorumlu hissettiğinizden mi, çocukluğunuzda size başka türlü davranıldığından mı... Önce kendinizle ilgili olan tarafı çözün ki; çözüm size gelsin.

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

Bebeklere Uyku Eğitimi

Bu aralar uykusuzluktan-yorgunluktan her bahsettiğimde aldığım tek bir yorum var: ‘‘Ama Melis Hanım, biliyorsunuz ki; uyku eğitimi diye bir şey var.’’

Mir Kaya’ya hamileliğimde bebeği uyutma yöntemleriyle ilgili bir sürü kitap okumuştum. Uyku koçlarıyla çalışmadım ama çalışan arkadaşlarım var. Hepsinde ucundan kıyısından bir şekilde ‘ağlayan bebeğin istediğinin (anne kucağı) verilmemesine-geç verilmesine’ yönelik bir durum söz konusuydu. (Bilmediğim-denk gelmediğim bir yöntem tabii ki olabilir.) Bir çok pedagog, ‘‘’ Bir noktasına kadar katılıyorum; yol gösterici olmalıyız. Ama uyku eğitimi vererek, çocukların uykuya dalmalarını sağlamak ve üç-beş günlük kabustan sonra ailecek huzura erişmek benim çocuklarıma uygulayacağım bir sistem değil. Ebeveynlerin çocuklarına uyku eğitimi vermesine kesinlikle karşı değilim. Bu konuda hatta ne haddime derim. Nasıl ki; benim oğullarımı yetiştirme tarzım sadece bana bağlıysa, herkesin çocuğunu yetiştirme şekli ve yöntemleri de onların taktiri. Donald W. Winnicott bebeklere annelerin doktorlardan bile daha iyi bakabileceğini söylüyor. Evet, ilk çocukta tecrübesiz oluyoruz ve soran-endişeli gözlerle etrafımıza bakıyoruz, aslında formül bir tane ‘sevgi’, sevgiyle kucaklayalım o bebekleri yeterli.

Uyku eğitimi yöntemleri:
Arkadaşlarımla uyku eğitimi konusunda konuştuğumuzda, karanlık odasında saatlerce ağlatanı, kendisinin de kapının ardında ağladığını duyduğum var ki bu en serti. Bir-iki gecede ‘sorun çözülüyor’.

Bazı arkadaşlarım her bir uyanmada dakika sayarak bebeklerinin yanlarına gidiyorlardı. İlk kalkmada üç dakika ağlat, bir sonrakinde 5 dakika sonra yanına git ve sonrasında da yedi dakikaya çıkart yöntemiyle; dakikaları arttırarak bebeğin yanına gidince üç-dört gece sonunda bebek kendiliğinden uykuya dalmaya alışıyordu.

Bir başka sistem Tracy Hogg’un ‘yatır-kaldır’ sistemi. Bebeğin yanında durarak, kendiliğinden uykuya dalmasını bekliyorsunuz. Ağladığı an, ebeveyn kucağına alır, ağlaması kesilir kesilmez de yatağa yatırır. Yattığı an bebeğin tekrar ağlamaya başlaması olasıdır, yine hızlıca kucağınıza alıyorsunuz. Bu yatır-kaldır sistemi saatlerce sürebilir. Bu yüzden ailenin kendine güvendiği bir zaman diliminde eğitime başlaması önemlidir. Kucağına al-yatır-tekrar kucağına al-yatır. İlk gece bir saat süren bu döngü, ertesi gün kırk beş dakikaya iniyor, bir sonraki gün daha da kısalıyor derken, her gün azalarak bitiyor.

Bir başka arkadaşımda, bebeğinin yatağının yanında oturarak, ağladığı zaman orada olduğunu cümleleriyle ifade ederek, onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

Uyku eğitim yöntemlerine bakışım:
Sonuç olarak, her yöntemde, uykuya dalarken veya uykudan uyanınca sakinleşmeye ve anne kucağına ihtiyaç duyan bir bebekten bahsediyoruz. Bu noktada o bebekten saatlerce ayrı kalmak, birkaç dakika ayrı kalmak, ayrı kaldığın an ağlayacağını bilerek onu yatağa bırakmak, bebek ağlarken onu aynı odada olup, sakinleştirmeye çalışmak, elini tutarak uyutmak ama kucağına alamamak... Hepsinde de aynı kapıya çıkan bir durum söz konusu:

Evet, tırnak içinde sorunu çözmüş oluyoruz. Eğitimin sonunda bebek kendi kendine uykuya dalabilen bir birey halini alıyor ama daha büyük bir sorun doğduğuna inanıyorum... Bilinç de şöyle işlemeye devam ediyor... ‘‘

Eğitimlerin anne ve bebek arasındaki bağı kopardığına inanıyorum. Nasıl ki; bir yüksek ses-şiddet esnasında da o bağ kopuyorsa, ağlamaya cevap verilmediği noktada da aslında o bağ zarar görüyor. Oğullarıma sesimin yükseldiği oluyor ama bana kırgınlıklarını anında telafi edebiliyorum. Onlardan özür dileyerek, onlara sarılarak, onları sevdiğimi söyleyerek, kopardığım bağı tamir etmeme imkan tanıyorlar bana. Fakat, loş-karanlık bir odada uyumaya çalışan ve o sırada annesine ihtiyaç duyan bir bebeğin yanında olmamanın (bu tarz bir eğitimden bahsediyorum) tamiri zor bir kopukluk oluşturduğunu düşünüyorum.

Uyku eğitimi vermeyen anneler ne yapabilirler?
Bebek sizin yanınızda, kendiliğinden uykuya dalabilir. Uyandıktan sonra ağlıyor mu, sadece uykusu arasında mıkırdanma mı yaşıyor ona dikkat etmeniz gerekir. Belki uykusu bölünmemiş ve size ihtiyacı yoktur. Yatakta bir iki döndükten sonra kendiliğinden uykuya dalacaktır. Böyle bir durumda hemen yanına koşmanız, uykusunu böler.

Geceleri son emzirmenizi sağdığınız süte yulaf katarak, biberonla verebilirsiniz. Böylelikle ne kadar süt içtiğini bilir ve doyduğuna emin olabilirsiniz.

Gündüzleri karnının doyduğundan ve uykusunu aldığından, enerjisini sarf ettiğinden emin olun. Düşünün siz gündüz doymadığınız zaman rahat bir gece uykusu çekebilir misiniz?

Geceleri uyanması artık canınıza tak mı etti? Destek alın. Gece son beslenmesini biberonla, siz dinlenirken babası verebilir. Veya gece uyandığında babası yine biberonla besleyebilir. Belki acıktığı için değil, sadece alışkanlıktan uyanıyordur, onu da babası kucağında hiçbir şey vermeden uykuya daldırmaya çalışabilir.

Eğitim vermezseniz ne oluyor?
Mir Kaya iki yaşında, hala yatağa beraber gidiyoruz. İlla benimle değil, anneannesi, babası, dayısı... Evde kim varsa, yatağa beraber gidilir, kitap okunur, masal anlatılır ve Mir uykuya dalar. Bir gün biz salonda otururken, bizi öpüp ‘‘İyi geceler’’ diyerek, yatağına kendi gidecek ama henüz bu döneme var. Geceleri yatak keyfi yapmak, hepimize iyi geliyor. İki tarafta şikayetçi değil. Ama bu durum size zor gelecekse, başından uyku eğitimi düşünebilirsiniz. Yorgun hissettiğim zamanlar kendime ‘‘Kendi rahatım için mi, onların mutluluğu için mi?’’ diye soru yöneltip, bu sistemi devam ettirebilme gücü buluyorum. Ve kendime Dr. Donald Woods Winnicott sözünü hatırlatıyorum; ’ (Çocuk Aile ve Dış Dünya kitabından)

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.