SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Röportaj: Mimar Olcay Aydemir

Sevgili Milliyet okurları

Mimarlar Tasarımcılar Dünyası röportaj serimizin son konuğu TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürü, Dr. Yüksek Mimar, Restorasyon Uzmanı Olcay Aydemir.

Merak edilenleri sordum...

1- Son zamanlarda gerek sosyal gerek yazılı ve görsel medyada ''Restorasyon faciası’', ''Yanlış restorasyon’' gibi haberlerle sıklıkla karşılaşıyoruz. Bu haberlerin çoğu ne yazık ki, gerçekten de hatalı uygulamalar. Ancak medya sırf sansasyon yaratmak adına bilimsel kurullara, uzmanlara danışmadan yalan haberler de yapabiliyor. Dolayısıyla kamuoyunun doğruyu yanlıştan ayırması çok zor bir hale geldi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Restorasyon aslında çok uzun süreli ve incelikli bir iş. Yapının ömrünü uzatan bir müdahale, korumacı, kıymetleri ortaya çıkaran ve estetik bir çalışma olması gerekiyor. Ve çağımızda, ulaştığımız noktada restorasyon tam anlamıyla bir sanata dönüştü, çok güzel uygulamalar görüyoruz; bu sürecin kabul görmüş çok da fazla tekniği var. Ancak ne yazık ki zaman zaman, uzman olan olmayan pek çok kişinin kendi beğenilerine göre eleştirdiği bir durum da var. Bunu doğru bulmuyorum. Medya mensupları, haberlerini yapmadan önce, öncelikle kurumlardan, ilgililerden bilgi ister, uzman görüşlerine yer verirse anlamlı oluyor. Böyle olmasını daha saygılı ve etik buluyorum. Çünkü ortada büyük bir emek ve kılı kırk yaran çalışmalar var. İletişim çok sağlıklı, ama bu koşullarda ise anlam kazanıyor.

2- Eski eserleri restorasyon ilkelerine uygun ve doğru gerçekleştirilmesinin temel hedefi, eski eserleri korumak ve kültür mirasına sahip çıkmak. Peki sizin ülkemizde bu konuda yapılan eksik bulduğunuz konular nelerdir?

Eksik bulduğum hususlar demek yerine, süreci güçlendirecek öneriler diyelim. Nitelikli işler için, eğitimli ve liyakat sahibi nitelikli uzman, yüklenici ve iş gücünün görev alması için gerekli mevzuatları ve eğitimleri, sertifikaları hayata geçirmemiz gerek. Sertifikalı usta konusu mutlaka sağlanmalı. Bu konuda çok sevindirici gelişme; Bakanlığımız ve Milli Eğitim Bakanlığı arasında bu tür eğitimler için harekete geçilmesi. Ayrıca iş üreten yüklenicileri, belirli periyotlarla bilgilerini işlerini denetleyecek bir üst kurul veya zorunlu eğitimlere tabii tutmak teşvik edici olabilir.

Geçmiş yıllara kıyasla baktığımızda çok sayıda eserin bakım onarımlarla gelecek nesillere taşınması konusunda ciddi bir çaba var. Bunu desteklemek, teşvik etmek için öncelikli olarak iyi işler konusunda kurumları, kişileri yüreklendirmek ve kutlamak gerek. Ben yola böyle çıkmayı pozitif buluyorum. Zaten iletişimde de pozitif etkileşimler, kıymetlendirmeler kelebek etkisi yapar, her insan yaptığı işlerin, çabalarının değerlendirilmesini, sağlıklı ilişkilerle yorum yapılmasını ister, sonuçta liyakat önemli, o çerçevede ekipler bu çalışmaları gerçekleştiriyor. Ben, koruma konusunda, belli otoritelerin kendilerinin içinde olmadığı vb. gerekçelerle yapılan çalışmaları, onarımları görmezden gelme, kötüleme ve kurumları aşağı çekme gibi bir çaba içinde olmalarını anlayamıyorum. Ortada somut bir çalışma var ve her çaba somut değerlendirmelere ihtiyaç duyar, ki büyüyelim, güçlenelim. Ben saygıyı, sevgiyi ve iletişimi çok önemsiyorum. Bunlar aşılacak sorunlar, yeter ki derdimiz sen ben değil, aynı olsun. Bunlar ilk aklıma gelenler.

3- Eski eserlerde uzun süre dayanıklılığını koruyan yapı taşlarında belli bir zaman sonra bozulma hatta zaman içerisinde yok olma tehlikesi sık yaşanan bir sorun. Restorasyon sürecindeki bütünleme ve konservasyon müdahalelerinde, eksik bölümlerde parça eklenerek tümleme yapılması sırasında, amacına uygun taş seçilmemesi, faklı ve kötü katmanlardan taş seçimi yapılması, işçilikte uygulanan kusurlar başlıca bildiğimiz sorunlardan bazıları. Bilmediklerimiz nelerdir?

Tamamlama meselesi restorasyonda en çok sorun yaşadığımız, en çok tartışılan hatta eleştirel anlamda malzeme olan müdahale şekillerinden biridir. Yani eski bir yapıya, gerek mekânsal, yani yapısal, gerekse malzeme düzeyinde yeni ekler meselesi, önem taşıyan bir uygulama. Bu konuda ciddi entegrasyon sorunları yaşanmakta, en çok da bu müdahale şeklinde eleştiri almaktayız. Dünyadaki uygulamaları iyi bilerek hareket etmeliyiz. Müdahalede; yapı elemanının ilk tasarımındaki özgün haline gelmesi için; “geleneksel mi, çağdaş bir yöntem mi? Estetik amaçlı mı, işlevsel veya strüktürel (statik) nedenle mi?” soruları önemli sorulardır. Bahsettiğiniz gibi taş konusunda da diğer tüm tamamlama işlemlerinde olduğu gibi, laboratuvar analizlerine dayalı çok sayıda örnek, numune ile denenmelidir. Bu konu gerek yapısal, gerekse estetik açıdan önemli bir konu. Burada mevcut durumunun uygulama uzmanlarınca iyi değerlendirmesi ve buna göre karar verilmesi, sonucu başarılı kılan en önemli kriter. Örneğin eski kırık bir mermer parçasını yine yeni bir mermerle tamamlama durumunda iki fraklı yüzyıla ait malzemenin yaratacağı renk kontrastının uyum, estetik açıdan, strüktürel açıdan iyi değerlendirilmesi çok önemlidir. Tabii uygulamanın da uzmanlar tarafından yapılması şart. Yurt dışında heykel tıraşların bir taş tamamlama işini neredeyse büyük bir sanata çevirdikleri uygulamalar gördüm. Her işi ehline teslim etmek lazım.

4- Eski yapılara yeni işlevler katmak, eski ve yeni yapı entegrasyonu sürdürülebilirlik açısından değerlendirdiğimizde, çok önemli bir konu. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Bence yapılar kullanıldıkça ömürler uzuyor. Terkedilmiş, yani içinde insan nefesinin olmadığı yapılar zamanla yok olmaya mahkûm oluyor. “Mekânın Ruhu” dediğimiz şey bu. İnsan varsa yapı korunur. Eski ahşap evlere bakınız tenekelerle, naylonlarla da olsa sudan korunur, bacası tüter ve bu durum o yapının kötü şekilde de olsa aslında ömrünü uzatır. Metruk, yapılara bakın, ruhu kaybolur ve zamanla yıkılırlar. Bu noktada kesinlikle yeni fonksiyonlarla işlevlendirilmeliler. Yeni, ama doğru, uygun fonksiyon verilmesinin ve yaşamasının doğru olduğunu düşünüyorum.

5- Tarihi Eserleri korumak ve geleceğe taşımak için, yapının sorunlarına çözüm olarak, bugünün olanakları ve mimari anlayışıyla ek yapılması çok tartışılan bir konu. Sizce bunun nedeni nedir?

Venedik Tüzüğü'nün 13. Maddesinde ''Eklemelere ancak yapının ilgi çekici bölümlerine, geleneksel konumuna, kompozisyonuna, dengesine ve çevresiyle olan bağlantısına zarar gelmediği durumlarda izin verilebilir'' denilmektedir. Ekler de tıpkı malzeme eki gibi iyi düşünülmesi gereken bir konu. Burada tasarımcılara da büyük bir rol düşüyor. İyi korunmuş bir yapıya doğru tasarımla harika ekler yapılabilir. Bu işlevsiz bir yapıyı kullanılabilir komplekse çevirir. Ancak buradaki en önemli konu, eski eser yapının, bu eki aldığında her hangi bir sorun yaşamaması ve özgünlüğünden ödün vermemesi. Bunun için de tasarımcı ile koruma uzmanın birbiriyle iletişim halinde, uyumlu ve saygılı çalışabilmeli. Bazen sadece yapının sınırları bir ışık, aydınlatma elemanı ile hissettirebilir bile. Harika örnekler var aslında. Bunları zaman zaman paylaşıyorum. Tasarımın ve yaratıcılığın sonu yok. Bu sene Europa Nostarda aldığımız ödül aslında bundan başarılı bir örnek. Saadet Sayın’ın yürüttüğü Boğaziçi Üniversitesi Tarsus-Gözlükule Kazıları Araştırma Merkezi’nin iyi ekleri ile, fonksiyonu ile bir örnek olduğunu düşünüyorum.29 Ekim 2019 tarihinde Paris'te düzenlenen törenle Avrupa Kültürel Miras Ödülleri / Europa Nostra Ödülleri kapsamında “Koruma Dalı”ndaki ödül aldı.

6- Taşınmaz kültür varlıklarında, depreme maruz kalan veya depreme maruz kaldığında yıkılma tehlikesi olan yapılar nasıl korunmalıdır? Bu konuda gerekli özen gösteriliyor mu?

Deprem ülkemizin bir gerçeği. Ve tüm yapılar gibi kagir, ahşap eski eserler de bu süreçte risk altında. Bu tür yapıların güçlendirilmesi korunmasına yönelik yakın zamanda bakanlığımız ve valiliğimizle ortak bir proje ile kriterleri içeren bir kılavuz-Tarihi Yapılar İçin Deprem Risklerinin Yönetimi Kılavuzu hazırlandı. Ülkemiz için çok değerli bir katkı ve çalışmadır. Bunun devamında yapılacak eğitimler ve uygulamalarla bu konuya ağırlık vermek gerekecek. Zaten restorasyon çalışmaları esnasında yapılar bu doğrultuda ele alınarak analizlerle uzman görüşleri doğrultusunda güçlendirilmekteler. Yıkılma riski olanların da lazer tarayıcılar vb ileri belgeleme teknolojileri ile güvenli şekilde belgelenerek askıya alınma, yıkılmak üzere olanların korumaya alınması gerekli ve acildir. Bunun içinde yasa ve yönetmeliklerde bazı düzenlemeler için öneriler yine bu kılavuzda yer aldı. Bu konuda bir özen var elbette, çaba da var. Bu kılavuz için çok emek harcandı. Ancak sadece bakanlığımızın değil, tüm kurumların, kuruluşların, üniversitelerin hatta STK’ların, toplumun sürece katılması, taşın altına elini koyması gerekir. İyi kullanmak, kullanırken bakmak, yeterli bütçe ve zamanın ayrılması gerekli.

7- Türkiye'de geleneksel mimari ölçeğinde birçok örneğimiz var. Maalesef bunları korumak için yeterli çabayı göstermiyoruz. Günümüzde yeni yapı mimarlığında çaba göstermediğimiz, yok ettiğimiz bu yapılara öykünerek ortaya çıkan, kötü mimarlık örnekleri var. Sizce bunun nedeni nedir? Bu konuda neler söylemek isterseniz?

Bunun nedeni eski mimariyi iyi anlayamamış, yorumlayamamış olmak ve imar mevzuatında standart notlarla uygulanan kurallar olabilir. Yeni bir yapı tasarlarken ve üretirken kentin dinamiklerini, eski eserleri, çevrelerini, bulundukları koşul ve duruma göre yorumlayarak karar vermek gerekli. Türkiye geleneksel yapı niteliği, çeşitliliği açısından çok şanslı. Hem de fazlasıyla şanslı. Bu şansı iyi değerlendirmek gerek. Kerpiç yapı malzemesi ve yapı tipolojisine dikkat çekmek için sayın Prof. Dr. Bilge Işık hocamızın önderliğinde “Kerpiç Akademi” olarak bir öğrenci yarışması düzenledik. Çok heyecan verici tasarımlarla karşılaştık. Sonuçlar 7 Mart 2020’ de mimarlar odasında ödül töreni ile ilan edildi. Pandemi olmasaydı 18-19-20 Mart 2020 “Heritage İstanbul Fuarında” da Miras Sohbetlerinde ekibimizin değerli hocaları süreci anlatacaklardı. Bu konuda emek veren insanları, geleneksel olanı desteklemek gerek. Mimar Sinan’ın yeni bir yapı tasarımında geçmişi, geleneksel yapıyı anlama ve yorumlama, okumak konusunda çok başarılı olduğunu buna yıllarını verdiğini Ayasofya’da yaptığı eklerde okumak mümkün.

Kötü mimarlık örneklerini ortadan kaldırabilmemiz için bugünün sanatını, mimari yaklaşımları, geçmişi, o geçmişin birikimini, vardığı noktayı, bir sentez sonucunda doğru ortaya koymak gerek. Özellikle son zamanlarda yeni yapıların cephelerinde geçmişin taklidi motifler, daha önce var olmayan plasterler vb. ekler, uygulamalar oldukça itici. Taklit, bir tasarım ürünü değildir. Geleneksel mimari böyle değildi. Her dönemin sanatı, sanatçısı şehirleri yarattı. Yeni bir şey ortaya koymak için çeşitli ortamlar, işbirlikleri yaratılmalı; mimarlar, tasarımcılar, sanatçılar çok daha fazla bir arada olmalıyız. “Kültür ve Sanat” sonuçta bizim geleneğimiz ve geleceğimizdir; mutlaka sabır ve saygıyla, sevgi ve bilgiyle yaklaşmalıyız. Kişisel hırslar değil liyakat, iletişim, kültürel mirası sürdürülebilir kılmak ve onu geçmişiyle geleceğe taşımak değerlidir. Çünkü kültür ve sanat kalpleri fetheder.

Dr. Olcay Aydemir 1974 yılında Van’da doğdu. İlkokulu, ortaokul ve liseyi Van’da okudu. 1992 ‘de Vangölü Anadolu Lisesini bitirdi. 1993 yılında kazandığı İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık bölümünden 1997 yılında mezun oldu. Aynı yıl, Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Yapı Bilgisi Ana Bilim dalında yüksek lisansa başladı. 1999 yılında “Primavera İş Programları” tezi ile proje ve süreç yönetimi üzerine yüksek lisansını tamamladı. 2008 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir Planlama Bölümünde “Kentsel Yaşam Kalitesi” üzerine doktorasını tamamladı. Aynı yıl Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün "Restorasyon Uzmanlık Sertifikasını" aldı. 2010 yılında Kadir Has Üniversitesinde “Kültür Varlıklarının Korunması” programında 2.yüksek lisansını tamamladı. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Sabahattin Zaim Üniversitesinde Kültür Varlıklarının Korunması, Restorasyonu üzerine ve Kentsel Politikalar ve Yönetim konularında Kentsel Koruma, Kentsel Yaşam Kalitesi konularında dersler vermekte öğretim görevlisi olarak da çalışmaktadır. Akademik çalışmalarını vakıf eserlerin korunması ve sürdürülmesi üzerine yürütmektedir. Bilhassa anıt eserlerin korunması ve sürdürülmesi mevzuatında yapılması gereken düzenlemeler konularında çalışmaları bulunmakta ve koruma alanında bir çok projede, sempozyumda, yayınlarda görev almaktadır.

1997-2006 yıllarında İstanbul Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü’nde mimar olarak çalıştı. 2006 yılında İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nde Mimar olarak göreve başladı. 2008 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Restorasyon Uzmanlık Eğitimi sertifika programını başarıyla tamamlayarak Vakıflar Genel Müdürü’nde restorasyon uzmanı olarak görevini sürdürdükten sonra, 2018 yılında İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürü olarak görevlendirildi. Halen bu görevini sürdürmektedir. İstanbul IV Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü’nde 2008 yılından beri Vakıf temsilcisi olarak, İstanbul Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü II Numaralı Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonunda ise 2013, 2014, 2015, 2016, 2017, 2018 tarihlerinde üye, Başkan Yardımcılığı ve Başkan olarak görev yaptı. Çok sayıda önemli Kültür Varlığının restorasyonunu yürütmüş olup bu alanda uygulamalarına ve akademik çalışmalarına devam etmektedir.

İyi derecede İngilizce bilen Aydemir, evli ve iki çocuk annesidir.

Yazının devamı...

Röportaj; Mimar Ayhan Usta


1- Günümüzde mimarlık konusunun önemi ve karşılığı fazlasıyla değişime uğradı. Sizce mimarlık nedir? Nasıl olmalıdır?

Öncelikle Milliyet Mimarlar - Tasarımcılar Dünyası röportaj serinizde bana da yer verdiğiniz için teşekkür ederim. Türkiye’de gerek akademik gerekse pratik ortamda uğraş veren çok sayıda mimar ve tasarımcılar var. Ancak bu konulara ilgi duyan ya da doğrudan bu konular üzerine yayın yapan medyanın göreceli olarak belirli kişilerle ilgilendiği görülüyor. Bu nedenle bu röportajınızın benim için özel bir önemi var. Öte yandan az önce söylediğim nedenlerle dilerim röportaj seriniz farklı konularda uğraş veren farklı mimar ve tasarımcılarla devam eder.

Mimarlığın farklı tanımlamaları yapılabilir elbette. Ama, mimarlığın hem akademik hem de pratik tarafında kendini konumlandırmış biri olarak benim için mimarlık; insan ve çevresi arasındaki ilişkiye müdahale eylemidir. Neden müdahale ediyoruz sorusunun karşılığı insanın fiziksel ve ruhsal gereksinimleridir. Hangi çevre sorunun karşılığı ise iç içe geçmiş bir dizi katmanı içermektedir. Fiziksel, kentsel, toplumsal, kültürel çevre gibi. Buradaki kritik soru insan ve çevresi arasında yüzlerce yılda oluşmuş ilişki sistemine (ki bu mimarlıktır) yeni gereksinimler söz konusu olduğunda olası müdahalenin nasıl olacağı ile ilgilidir. Kanımca bu soru Tarihsel süreçte de mimarlık gerçekliğinin esasını oluşturmaktadır. Ne var ki mimarlığın ontolojik yönü, fiziksel varlık anlamında gücünü içinde bulunduğu zamanın teknolojinden ve yaşama kültüründen alır. Dolayısıyla mimarlık, içinde bulunduğu coğrafyayı yeni simbiotik ilişkiler yaratacak biçimde dönüştürme iddiasıdır.

2- Mimarlık ve iç mimarlık birlikteliği sizin için ne ifade ediyor?

Söz konusu birliktelik benim için hem gramatik hem de anlam bütünlüğü açısından kusursuz kurulmuş edebi bir tümceyi ifade ediyor. Öznesi “İnsan”, yüklemi “mimarlık” olan, özneyi ve yüklemi anlamsal ve gramatik olarak tamamlayan her şeyin ise “iç mimarlık” olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle birbiriyle ayrışan ya da uğraşan bir tutumdan çok “özne” ye odaklanan bir birliktelik olmalıdır. Her ikisi de “özne” yi ve “çevresini” iyi anlamalıdır ki “özne” için uygun ve konforlu bir atmosfer oluşturabilsinler.

3- Siz aynı zamanda bir akademisyensiniz. Mimarlık öğrencilerinin sık sık değindiği ve rahatsız olduğu bir konu var. Mimarlık eğitimi alırken juri değerlendirmelerinde eleştirilere maruz kalan tasarım örneklerinin, günümüz mimarisinde yer bulması.. Sizce bunun nedeni nedir? Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bilindiği gibi mimarlık eğitiminde eleştiri kültürünün özel bir yeri var. Çünkü mimarlık eğitiminin omurgasını oluşturan tasarım stüdyoları eleştiri kültürünün deneyimlendiği ve mimari tasarıma evrildiği ortamlar. Dolayısıyla Tasarımın bu evrilme süreci içinde karşı karşıya kaldığı eleştiri konuları “olumlama” ve “olumsuzlama” dan çok, “anlama, keşfetme, yaratma” ve “öğrenme” süreçleri açısından kritik eşikler oluşturabilmektedir. “Çirkinliğin” toplumsal, kültürel ve ekonomik bağlamını anlamak bazen “güzel olan” ı yaratmaktan daha değerlidir. Çünkü “güzelin” yabancı olduğu bağlam da sorunlu bir durumu işaret eder. Güzel, yabancı ve çirkin arasında yaşanan gerilimde bir tarafta durmak yerine eleştiriye devam ederek gelecek tasarlamak daha tutarlı olacaktır.

4- Ülkemizdeki mimarlık disiplini sizce nasıl ilerliyor? Bu konuda olumlu ve olumsuz gördüğünüz konular nelerdir?

Ülkemizdeki diğer disiplinler nasıl bir gelişim gösteriyorsa mimarlıkta o gelişimi gösteriyor. Bunu hem akademik ve eğitim anlamında hem de pratik anlamda izlemek olası. Araştırmalar, tezler, yayınlar yapılıyor, ama sonuçlar hem mimari tasarıma hem de karar vericilere, politika üretenlere bir girdi oluşturamıyor. Ancak olumsuz bir durum yaşandığında bir diyalog arayışı söz konusu oluyor. Gerçekte inşaat ekonomisi ülke ekonomisinin büyük bölümlerinden birini oluşturuyor. Buna karşın doğal, ekonomik, insan vb. kaynakları açısından ne yazık ki iyi sonuçlar ortaya çıkmıyor. Örneğin TOKİ aracılığıyla geliştirilen sosyal konut projeleri sosyal devlet bağlamında mükemmel bir politika olmasına karşın, orta çıkan fiziksel çevrenin mekânsal kalitesi anlamında sıradanlaşarak etkisini kaybediyor. Oysa konut kültürü toplumsal ve kültürel hafızanın en iyi izlendiği yapı türü olarak üzerinde en duyarlı çalışılması gereken konuların başında geliyor. Bu konuda çok zengin tarihsel ve kültürel mirasın yanı sıra akademik birikim de olmasına karşın “hızlı”, “ucuz”, “eleştirel süreçlere kapalı” üretim, kentleri sıradanlaştırarak aynılaştırıyor.

Bu nedenle olumsuzluklar konusunda mimarlık disiplinini suçlamak yerine, mimarlık disiplinini daha etkin kılacak uygulamalar önemli. Bunların başında yerel ve merkezi yönetimler bağlamında, proje elde etme süreçleri ve yöntemleri açısından tasarıma alan açan, şeffaf, demokratik, rekabet ve liyakata dayalı hukuksal düzenlemelerin oluşturulması geliyor. Bu başarıldığında mimarlık disiplini (mimarlık, planlama, peyzaj mimarlığı, iç mimarlık ve diğer tasarım alanları) kesinlikle daha kaliteli, ekonomik, yeşil, estetik ve yaşanabilir kentsel çevreler konusunda etkisini hissettirecektir.


5- Nitelikli mimar sizce kimdir? Salt eğitim yeterli midir? Nasıl olmalıdır?

Nitelikli mimar konusunda Vitruvius ’tan başlayarak günümüze kadar birbirine yaklaşan çeşitli tanımlamalar yapılmıştır. Hatta bu tanımlamalardan bazıları klişelere dönüşmüştür. Endüstri 4.0 ve nesnelerin internetinin yaşandığı global bir çağda yaşıyoruz. Güney Kore doğumlu Alman filozof ve kültürel teorisyen Byung-Chul Han “iş odaklı” yaşam ve performansa dayalı varoluş üzerinden yeni yaşam biçimlerinin insanı hangi ruhsal durumlara dönüştürdüğüne dikkat çekmektedir. Bu nedenle nitelikli mimar her şeyden önce içinde yaşadığı çağı ve toplumu kavrayabilme ve eleştirel bakabilme yetisine sahip olabilmelidir. Sorun, sadece tektonik anlamda “güzel ve sağlam yapılar” yapabilmeye indirgenmemelidir. Mimar gerektiğinde “yapmamayı” da düşünebilmelidir. Öte yandan Japonyalı mimar Shiguru Bun, tasarımı bir tür “sosyal sorumluluk” olarak tanımlıyor. Dolayısıyla nitelikli mimar, sosyal sorumluluk duygusu taşıyan bir mimardır. Bu nedenle de salt eğitim yeterli değildir. Çünkü iyi bir eğitim alınabilir ama eğitim alacak duygular gelişmemiş, aksine körelmişse mekanik bir profil ortaya çıkacaktır.

6- Toplumsal hafızamızda geriye dönük bir mimari dil var. Günümüz mimarisinde bu dilin çok örneğini görüyoruz. Bu size bir mimar olarak ne hissettiriyor?

Tüketim toplumu içinde yaşıyoruz. Değerli ve anlamlı olan her şey tüketim toplumunu beslemek üzere metalaşıyor. Öte yandan bütün tarihsel dönemlerde mimarlık ve erk arasında güçlü bir ilişkinin varlığı kaçınılmaz bir gerçeklik. İnsanın ve erk sahibinin geçiciliği karşısında duyduğu acizlik mimarlığın ontolojik yapısıyla teselli buluyor. Çünkü mimarlık “kalıcı” bir özelliğe sahiptir. Bu nedenle de Erk, ideolojisini mimari olarak kamusal mekanda kalıcı hale getirerek farkındalık yaratmak için inşa etmek istemektedir. Bu nedenle toplumsal ve kültürel hafızanın talep edilmesi anlaşılabilir bir durumdur. Ancak günümüzde kimi uygulamalarda bu tür taleplerin kolaycı bir yaklaşımla figüratif ve bazen kitsch düzeyinde karşılandığını görülmektedir.

Öte yandan mimari tasarım açısından konuya yaklaşıldığında “tarihselcilik” ve “eleştirel bölgeselcilik” gibi eğilimler düşünüldüğünde mimarın nasıl pozisyon aldığı sorusu önem kazanmaktadır. Erk’in ideolojisini mekansallaştıran bir araç mı, yoksa sosyal sorumluluk bağlamında yukarıda tanımlanan ilişkileri anlamaya ve yorumlamaya çalışan, çağının ruhunu taşıyan biri mi?

7- Mimarlık eğitiminde eksik bulduğunuz konular nelerdir?

Türkiye’de akademisyen mimar, yarışmacı mimar, uygulamacı mimar, memur mimar, tasarımcı mimar,şantiyeci mimar gibi tanımlamalar var. Bu anlamda akademisyen mimar ders vermeli uygulayıcı mimar proje üretmeli gibi bir algısı söz konusu. Kanımca mimarlık eğitiminin eksikliği yok, belki fazlalığı bile var fakat bu ayrışma içinde gelişen yapı oldukça sorunlu. MIT’nin dekanı Prof.Dr.Hashim Sarkis mimarlık ofisi sahibi ve projeler tasarlıyor. Öte yandan en saygın mimarlık okullarının eğitim organizasyonu içinde uygulama içinde olan mimarlar etkin bir role sahip. Ancak burada uygulama içinde olan mimar derken ofisine dergi, kitap girmeyen ve entelektüel birikimi olmayanlardan söz etmiyoruz.

Öte yandan iyi bir mimarlık eğitimi için mevcut öğrenci seçme sisteminin değişmesi ya da mevcut sistem içinde mimarlık eğitimini seçecekler için ilk öğretimden başlayan farklı model arayışlarının yaşama geçirilmesi gerekir.12 yıl zorunlu eğitimde gelişmemiş bir meslek bilinci ve birikimini 4 yılda bırakın mükemmeli, vasat bir seviyeye bile taşımak oldukça zor.

8- Genç mimar adayları, öğrenciler için hangi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Genç mimar adaylarına tavsiyem kaybettiğiniz 12 yılı (zorunlu eğitimde) telafi edecek arayışlar ve uğraşlar içinde olmaları. Okumaları, gezmeleri, sezgilerini geliştirmeleri ve sosyal sorumluluk bilincine sahip olmaları…

AYHAN USTA

Prof.Dr.İKÜ Mimarlık Fak.Mimarlık Böl.Öğretim üyesi/Modern Mimarlar Tasarım,kurucu ortağı

Yazının devamı...

Depremde iç mekan önlemleri

Deprem kuşağında yer alan bir ülke olarak birçok deprem yaşadık. Son olarak, Elazığ’ da yaşanan depremin sonuçlarını derin bir üzüntüyle öğrendik. Deprem sonrasında yapılan tüm araştırmalarda, uygun olmayan bina yapılarının can ve mal kaybına neden olduğu gibi, iç mekan düzenlemelerinin de aynı düzeyde kayıplara neden olduğu araştırma sonuçlarında belirlenmiştir.

Depremlerde meydana gelen ölüm ve yaralanmaların önemli bir bölümü yapısal nedenlerden kaynaklanırken, bir diğer önemli bölümü ise; iç mekanda eşyaların üzerimize devrilmesi, çıkış yollarımızda bulunan mobilyaların tahliyeyi zorlaştırıp kaçışımızı engellemesi, mobilya kapaklarının açılıp içinde var olan eşyaların dökülmesi, kapıların malzemesi, konumu ve kilit sistemi, aydınlatma konumları ve ağırlığı, mobilyada kullanılan malzeme ağırlığı, pencerelerde kullanılan cam, dekoratif ürünler gibi birçok iç mekan donatılarında yapılan hatalı tercihler sonucu kaynaklanıyor.

Mekan ve mekan içindeki eşya birlikteliği, deprem faktörü ile birlikte düşünüldüğünde, oluşabilecek deprem riskleri de minimum seviyeye düşer.

Neler yapmalıyız?

Öncelikle var olan donatıların dengelerinin bozularak devrilmemesi için sabitlenmesi şarttır.

Vitrin, kitaplık, konsol, dresuar, gardırop, makyaj masası, şifonyer, buzdolabı, havalandırma ve ısınma cihazları, tv ve üniteleri, mutfak ek dolap ve adaları, portmanto gibi mobilyaların depremde ciddi yaralanma ve kayıplara neden olduğunu unutmamalıyız. Sabitleme bağlantı aparatlarını özenle seçip, mobilyamız zarar görür endişesi taşımadan uygulamaya geçmeliyiz.

Duvarda kullanılan ayna, tablo, duvar saati, dekoratif aydınlatma elemanları gibi ürünler genelde antrede kullanılır. Antreler tahliye için önemli bir alandır. Burada kullandığımız donatıların geçişi zorlaştırmaması için sabitlenmesi, yaralanma ve can kaybını önlemede büyük önem taşır. Tüm donatılarda duvar bağlantı aparatları, donatıların en, boy, derinlik ve donatı ağırlığına göre seçilmesi özellikle dikkat etmemiz gereken bir konudur.

Yüksekliği fazla olan gardırop, kitaplık, portmanto, kiler, vitrin gibi mobilyalarda doğru malzeme seçimi, yaşanacak risk faktörünü minimum düzeye düşürecektir. Bu tür mobilya seçimlerinde kullanılan malzemelerinin ağırlığı, olası bir depremde büyük zararlara yol açabilir. Sabitlenmesi dışında malzeme tercihleri, tasarımı, boyutları da güvenli mekanlar oluşturmak için önemli bir rol oynar.

Gardırop, giysi dolabı, mutfak dolapları, kiler dolapları gibi kapaklı mobilyaların, deprem sırasında açılması ve içindekilerin dökülmesi, sarsıntı sırasında sıkça rastlanılan, yaralanma ve ciddi zararlara neden olmaktadır. Bu tarz mobilya kapaklarında güvenlik kilidi veya tutaçları kullanarak kapak ve çekmecelerin açılmasını önlemek olası zararları engelleyecektir.

Yatak konumlarının cam kenarından uzak yerleştirilmesi, avize gibi tavana sabitlenen aydınlatma ürünlerinin yatak üzerine denk gelmemesi, yatak odası kapı çıkısının yanında mobilya bulunmaması, depreme uykuda yakalanma sırasında oluşabilecek riskleri en az düzeye indirgeyecektir.

Duvara ve tavana montajı yapılan aydınlatma ürünlerini, avize ve apliklerin yanlış sabitlenme şekli depremde büyük zararlara neden olur. Bu ürünlerin sabitleme şekli, malzemeleri, ağırlığı, konumu, yine bir o kadar önemli bir konudur. Tavana ve duvara sabitlenen aydınlatma ürünlerinin kendi kablo ve düzeneği, depremin sarsıntı boyutuna göre büyük tehlike arz eder. Bu yüzden muhakkak ekstra çelik bir sabitleme aparatı kullanılmalıdır. Kullanılacak ürünlerin malzemelerinin hafif olması, tasarım tercihi, deprem risklerini ortadan kaldırmak açısından önemlidir.

Aksesuar kullanımında ölçüleri büyük, ağırlığı fazla olan, sabitlenmesi mümkün olmayan, kırılma derecesi yüksek ürünler yerine, daha küçük, hafif, kırılma gibi riskler taşımayan malzemelerden imal edilmiş ürünler kullanmak, yaralanmalar konusunda doğru ve önemli bir tercih olacaktır.

Deprem konusunda hassasiyet ve ciddiyetle üzerinde durmamız gereken en önemli konu; öngörülen ve beklenen deprem gerçeğini unutmamaktır. Bu doğrultuda bilinçli davranmak, can ve mal kaybı risklerini en aza indirgemek için mekanlarda kendini ifade eden yaşam şeklimizi, kullanım alışkanlıklarımızı değiştirmek gerekir. Ne zaman olacağı öngörülemeyen fakat beklenen deprem gerçeğini kabul ederek, bir an önce iç mekan düzenlemelerinde eksik olan, risk taşıyan noktaları tespit etmek, gerekirse bir uzmandan bu konuda yardım alarak, gerekli tüm önlemleri almak önceliğimiz olmalıdır.

Deprem öldürmez, almamız gereken önlemleri ertelemek öldürür...

Sevgilerimle

İç mimar/ Sanat yönetmeni

Meral Akçay

Yazının devamı...

Yılın Rengi Klasik Mavi

Sevgili Milliyet Okurları

Bu hafta sizlere, 2020 yılının dekorasyon trendlerinin yıldız rengi mavi renk ve etkilerinden bahsedeceğim. Pantone Renk Enstitüsü, yılın rengi olarak seçtiği klasik mavi (Classic Blue) rengi için: ‘’Yaşadığımız dönemde güvene ve inanca ihtiyacımız var. Klasik mavi de güven veren, kendini gösteren, baskınlığı yansıtan bir ton’’ açıklaması yaptı. İç mimari ve dekorasyon ölçeğinde mavi renk nasıl kullanılır, neler yapabiliriz, bu güven veren ve sakinliğe davet eden rengi mekanlara nasıl entegre edebiliriz, sizlere bunlardan bahsedeceğim.

Öncelikle mavi renginin psikolojik etkilerinden bahsedelim. Mavi; güven, sorumluluk, sadakat, bilgelik, dürüstlük, profesyonellik gibi önemli konuların muhatabı bir renktir. İlk Mısırlılarda ortaya çıkan mavi renk, renk düzeninde üç ana renkten biridir. Mavi renginin siyaha en yakın tonu olan klasik mavi, siyah ve antrasit rengine alternatif olarak kullanabileceğimiz kadar dramatik, baskın bir renktir. İç mekanlarda kullanırken özellikle dikkat etmemiz gereken en önemli konu; mekanın metrekaresi ve aydınlatmasıdır. Bu iki önemli konu mekanların genel konseptini oluştururken çok önemli kriterlerdir. Klasik mavi, siyah, antrasit, lacivert, mor gibi baskın renklerde önemini daha da öne çıkarır. Dramatik baskınlığı, mekanda kendini çok etkin ifade ettiği için, kullanacağımız klasik mavi renginin ölçüsü ve kullanım alanları, bu alanların aydınlatma ölçeği, rengi, istenilen etkiye ulaşabilmek için, çok dikkat etmemiz gereken unsurlardır.

Klasik mavi rengi bir arada kullanabileceğimiz renk skalası; beyaz, bej, gri, buz mavisi, lila, somon, yeşil, hardal sarı. Bu renkleri klasik mavi ile bir arada kullanmak, baskınlığını azaltacağı gibi daha sıcak, etkisini daha natürel ve keyifli hissedeceğiniz bir atmosfere çevirecektir. Eğer mekan metrekaresi büyük ise ve tam olarak etkiyi hissetmek istiyorsanız; bordo, siyah, parlak sarı, zümrüt yeşil, turuncu, kırmızı gibi renklerle kombine edebilirsiniz.

Salon ve mekanların girişlerinde klasik maviyi; koltuk kumaşlarınızda, yan mobilya ürünleri dresuar veya orta sehpalarınızda, tv ünitelerinde, lokal aydınlatma başlıklarında (abajur, lambader, aplik) yine lokal olarak duvar kağıtlarında kullanabilirsiniz. Bunları yaparken, hepsini bir arada değil, sadece bir veya iki ürünü seçerek bu rengi salon veya girişlerinize eklemeniz gerekir. Duvarlarınızda sadece tek duvarda kullanabilirsiniz. Koltuklarınızdan en büyük ölçüde olanını, mavi yaptığınız duvarın önüne, kadife mavi kumaş kaplatarak konumlandırdığınızda, mekanda ciddi bir değişim yaratabilirsiniz. Tamamlayıcı olarak; parlak dore veya çini vazolar, dore çerçeve içerisinde yeşil doğa görselleri ile odak noktası yaratarak mekanınızda köklü olmayan, lokal bir değişimle etkin ve etkileyici bir dekorasyon oluşturabilirsiniz. Halı , perde gibi mekanın ölçeğini keskinleştiren noktalarda bu rengi kullanmamanızı öneririm. Eğer evinizde tamamen beyaz renk hakimse ve Bodrumu özlediyseniz elbette halı ve perdeleri mavi yapabilirsiniz??

Yatak odalarında sadece yatak başlıklarında, perde fonlarında veya aksesuarlarda kullanmanız doğru olacaktır. Uyku kaliteniz, dinlenmiş olarak uyanmanız için yoğun olarak kullanmamak gerekir. Beyaz, pastel pembe, açık somon, krem renkleri ile kombinleyebilirsiniz. Konsantrasyonu ve yaratıcılığı tetikleyen, artıran bir renk olduğu için yine çok baskın olmamak şartı ile çalışma odanızda masanız, kitaplığınız veya tek duvarınızda kullanabilirsiniz.

Mutfaklarda klasik mavi rengini tezgâh arası taşlarda, ada, masa gibi mobilyalarınızda, sandalyelerinizde, aksesuarlarınızda kullanabilirsiniz. Mutfak dolaplarında, eğer metrekaresi çok büyük bir mutfak değilse çok yoğun ve etkin olacağı için sizi rahatsız eder. Klasik mavi aynı zamanda iştah kesen bir renk olduğu için mutfakta kullanırken üzerinde düşünmenizi öneririm.

Banyolar genelde mekanların en küçük metrekaresine sahip alanlardır. Bu yüzden köklü bir değişimden ziyade lavabo veya aksesuarlarda kullanmak var olan metrekareyi koruyarak mavinin baskın olan etkisini minimum ölçekte kullanmanızı sağlar.

Genel olarak özetlemem gerekirse; birçok farklı materyal, doku ile uyumlu olan, mekân algısı üzerinde etkisi oldukça fazla, geleneksel, zarif, asaleti temsil eden klasik mavi aslında, deniz ve gökyüzüne baktığımızda bize hissettirdiği duyguların bütünüdür. Bu bütünlüğü mekanlarınızda yaşamanız, hissetmeniz ve sizi mutlu etmesi dileğiyle...

Sevgilerimle

İç mimar/ Sanat yönetmeni

Meral Akçay

Yazının devamı...

Röportaj; Mimar Cengiz Bektaş

Merhaba sevgili Milliyet okurları.

Mimarlar tasarımcılar dünyası röportaj serimizin bu ayki konuğu Mimar Cengiz Bektaş. Bizleri Kuzguncuk'taki evinde ağırlayan hocamıza merak edilenleri sorduk.

Mimarlığımın ilk yıllarıyla bu günü arasında bir değerlendirme yaptığımda, ana eksende bir değişmenin olmadığını söyleyebilirim. Yalnızca ana ilkelerde gittikçe olgunlaşma oldu.

Benim için mimarlık, insanın ölçülerine, tinsel yapısına, sosyal konumuna, kültürüne en uygun insancıl oylumlar yaratmak, bunları bir bütünün içinde birbiri içine akıtmaktır. Özetle mimarlık; oylumları insancıllaştırmaktır.

Benim için söylediklerinize sevinmem doğal…

Günümüz mimarlığını, içleriyle dışları birbirine uymayan, yalnızca bir tüketim “meta”ı olarak, dışıyla ivedi satılmağa göre şöyle ya da böyle biçim arayışı olarak görüyorum. Mimarların çoğu da anamalın isteklerine göre çalışıyorlar.

Herkes bir şeylere öykünerek başlar. Giderek kendi kişiliğini bulur. Öykünmenin kaynağı, doğruyu bulamamak durumda olmaktır, yine de öykünmek bile beceri, us ister.

Mimarlığı öğrenmek, yalnızca eğitimle kesinkes olanaksız. .. Eğitim elbette önemli… Ama bunun genel kültür ortamında yapılması gerekiyor. Yalnızca bir görüşe bağlı öğretiler içinde yapılmaması gerekiyor. Hem bütün sanat kolları içinde hem de gerçek bir özgürlükle yapılmalı… Bizdeki gibi bir eğitimden geçmeden de mimar olunabildiğini de biliyoruz. Frank Lloyd Wright, Mies van der Rohe’nin kimi öğrencileri buna örnektir.

Devlet Güzel Sanatlar Akademisi ( bu günkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) buna en yakın eğitimi veriyordu.

Yazı yazmak bir tür öz eleştiridir. Bir tür öz denetimdir. Bütün bunlar mimarlığa yararlıdır. En azından bu yol benim için yararlı olmuştur. Yazı yazmaya ilkokuldan sonra başladım. İlk yazım da “Çocuk Haftası” dergisinde yayınlandı. Sonra da dediğiniz gibi Denizli’de bir güncede köşem oldu. Söyleyecek sözüm vardı. Ağabeylerimin adları da C ile başladığı için kimse benim yaşımı bilemedi.

Açıkçası, benim için mimarlıkla içmimarlık bir bütünün parçaları… Bir takım içinde çalışmalılar… Var olan yapılarda iç mimarlık kötü mimarlığı düzeltmeğe yardımcı olabilir

Doğru mimarlık çözüme zaten içten başlar

Oldu ne yazık ki!

Altı yıl “Öz Yönetim İşliği” söylediklerine tam bir örnekti. Ne yazıkki bizdeki eğitim, öz yönetim üyesi olabilecek kişileri yetiştiremiyor. Öğrenciler takım çalışmasını bile beceremiyorlar. Nevzat Sayın’ın söylediği gibi usta-çırak ilişkisiyle yürüyor işler, hem de neolitikten beri.

Pek çok. Konuları mimar saptayamıyor elbette. Yalnızca istemediklerime “hayır” diyebildim. Kimi sürelerde yoksulluk yaşamında kalarak…

Başarı, seçebildiğim konuda söylemek istediklerimi söyleyebilmektir.

Övündüklerim de, yapamayabildiklerim de oldu… Bugüne dek tek ağaç kesmedim. Hem de bunu böyle bir anamal ortamında becerebildim. Mimarlıkla hiç yalan söylemedim. Yurdumun parasal olanakları içinde çalıştım.

Önce ülkelerini tanımalarını öneririm. Bunu öğretimlerinden önce yapsalar daha iyi olur ama gecikmeden şimdi de yapabilirler.

Yeterince “staj” görmeden bir yapı tasarımının altına adlarını yazmasınlar.

Para için değil, iyi mimarlık için çalışsınlar.

Yazının devamı...

Röportaj; Gülay K. Usta

Merhaba sevgili Milliyet okurları

Mimar tasarımcılar dünyası röportaj konuğumuz; Kültür Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölüm başkanı Prof. Dr. Gülay K. Usta.



Mimarlık ve iç mimarlık gibi tasarım eğitimi veren okullara bakıldığında tasarım eğitimi ile ilgili sorunları tanımlama ve çözümleme yolunda çalışmalarını hızlandırmış oldukları görülmektedir. Aslında tüm okulların ortak amacı; meslek disipliniyle ilgili bilgi ve beceri ile donanmış, yaratıcı meslek insanları yetiştirmek. Bunun için eğitim – öğretim modelleri tartışılmakta ve yeni yaklaşımlar denenmektedir. Günümüzde mimarlık ve iç mimarlık eğitiminde sınırlı sayıda olan öğretim tekniklerinin denendiği öğrenci profili giderek değişmiş, bunun yerini kendisini nasıl ifade edeceğinin yolunu kendisinin bulması beklenen yeni öğrenci profili almıştır. Bu nedenle usta- çırak ilişkisi odaklı geleneksel eğitim modeli günümüzde farklı modellere evrilmek durumunda kalmıştır.

Ayrıca dünyada yaşanmakta olan sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş ve küreselleşme olgusu, çok yönlü iletişim olanaklarının artması, insanların yaşamlarının birçok alanında olduğu gibi eğitimden beklentilerini de artırmaktadır. Dünyanın her tarafındaki bilgiye kolay ulaşma olanağı beraberinde rekabet ortamını getirmiş, rekabet ortamında ise kaliteli eğitim, başarının tek koşulu olmuştur. Bu nedenle tasarım eğitimi veren kurumlar, rekabetçi ortamda eğitimin kalitesini arttırmak ve uluslararası standartta öğrenci yetiştirmek durumundadır.

Mimarlık, iç mimarlık gibi tasarım odaklı disiplinlerde eğitim- öğretim modelinde tek –ideal- doğru gibi kavramları öne sürmek olası değildir. Bu nedenle günümüzdeki öğrenci profilini dikkate almak ve öğretme metodları yerine, deneyerek- yaparak öğrenme, öğrenmeyi öğrenme modellerinin tartışılması gerekmektedir.

Bir de üniversitede mimarlık ya da içmimarlık eğitimi almaya karar vermiş gençlerin üniversiteye kadar edindikleri formasyonu düşünmek gerekir. Hele ki Türkiye’ de genellikle üniversite öncesi eğitimde sanat, tasarım, tarih, kültür, felsefe vb. konularda hiçbir altyapı kazanmadan, sadece seçme sınavı sonucuna göre üniversite eğitimine başlayanların tasarım eğitimine adaptasyonu zor süreçleri barındırmaktadır.

Yurt dışına baktığınızda mimarlık okumak istiyorsa aday, ondan bir portfolyo ve neden mimarlık okumak istediği ile ilgili niyet mektubu istenmektedir. Mektupta öğrenci adayı, kurumu, mimarlık okumak istediğine ilişkin sağlam delillerle ikna etmek durumundadır. Mimarlık okulları; mesleğe ilişkin farkındalıklarını, çalışmalarını ve isteklerini değerlendirerek öğrenci kabul etmektedirler. Bu nedenle ülkemizde üniversite öncesinde mimarlık ya da benzer disiplinlerde eğitime yönelik hiçbir hazırlık olmasa da, meslek insanı olmak isteyen öğrencilerin bilinçli bir şekilde kendilerini hazırlamaları gerekiyor.


Genel anlamda üniversite eğitiminde amaçlanan Ve hedef öğrencinin meslek pratiğine yönelik kazanımlarıdır. Eğitim ise öğrenen, eğitmen, müfredat, çevre gibi dört farklı bileşenden oluşan kompleks bir süreçtir. Bu nedenle eğitimin niteliğinin iyileştirilmesinde tüm bileşenlerin rolü önemlidir.

Günümüzde güçlü iletişim araçları, teknolojik olanaklar üniversite eğitiminde de ülkelerin kendi sınırlarını aşan eğitim modellerini ortaya çıkarmaktadır. Bugün yurt dışındaki okullarda çeşitli ortak programlar, değişim programları, online eğitimler, öğrenci ve öğretim üyesi hareketliliği gibi nedenlerle mimarlık, iç mimarlık eğitiminde geleneksel olan yere bağımlılığının ortadan kalkmış, okullar arasında işbirliği ile paralel ve ortak programların oluşturulmuş olduğunu görüyoruz. Ülkemizde ise gün geçtikçe artan üniversite- bölüm sayıları ve eğitimin en önemli koşulu olan öğretim üyesi sayısının yetersizliği üniversite eğitiminde niteliği sorgulatır durumdadır. Özellikle tarih, kültür, sanat vb. konularda entelektüel bir altyapı gerektiren tasarım eğitiminde, öğrencinin üniversite yıllarında bu altyapıyı kazanması ve tasarım kültürünü benimsemesi çok güç olabilmektedir.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen mimarlık ya da iç mimarlık eğitimi veren birçok okul, eğitimin niteliği konusunda önemli çalışmalar yapmakta ve farklı yaklaşımlar denemektedirler. Türkiye ‘de farklı fakülte yapıları bünyesinde iç mimarlık eğitiminin verildiği görülmektedir. Hatta bölüm isimlerinde de farklılıklar vardır, İç Mimarlık, İç Mimarlık ve çevre Tasarımı vb. Okullarda kendi gelenekleri gereği farklı eğitim modelleri benimsenmiştir. Zaman zaman farklı eğitim yaklaşımları olan okulları standartlaştırma ve tek tipleştirme girişimleri olmaktadır. Oysa tüm farklı yaklaşımlar, çeşitlilik ve eğitimin zenginliği olarak değerlendirilmelidir.

Nitelikli eğitim modelinin nasıl olması gerektiğine ilişkin tek bir formül bulunmamaktadır. En kısa anlatımla tasarım eğitimi yaklaşımı olarak hücresel, bütünleşik ve karma sistemlerin uygulandığı görülmektedir. Hücresel sistem; geleneksel eğitim modellerinden olup, her konunun, kazanılması beklenen bilgi ve becerinin farklı derslerde verildiği, bütünleşik sistem; proje bazlı bir model olup, edinilmesi gereken bilgi ve becerinin tasarım derslerinde farklı uzmanlık alanlarından eğitimcilerle verildiği modeldir. Karma sistem ise her iki sistemin birlikte düşünüldüğü bir sistemdir.

Biz, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü olarak karma sistemi benimseyerek eğitim planımızı oluşturduk. Proje odaklı eğitim modelinde farklı uzmanlık alanlarından öğretim elemanlarıyla hem stüdyolarda proje derslerinde, hem de farklı konulardaki seçme dersler de yaparak- öğrenme yolu ile eğitim verilmektedir. Ayrıca tasarım eğitiminin sadece formal eğitim programı ile sürdürülemeyeceğinden hareketle, çeşitli informal eğitim yaklaşımlarına da yer verilmesi önemsenmektedir. Bunlar çeşitli geziler, araştırma çalışmaları, sanat etkinlikleri, seminerler-konferanslar, workshoplar olabilmektedir. Formal eğitimin yanı sıra öğrenciler bu tür etkinliklerle bilgi ve bakış açılarını geliştirebilmekte ve tasarım kültürünün birçok alanını deneyimleyebilmektedirler.


İç Mimarlık eğitimi alan adayın başarısını salt formal eğitim belirleyemez. Dünyadaki master mimarlara baktığımızda bir kısmının formal eğitim almadığını görürüz. Le Corbusier ve Tadao Ando gibi mimarların formal bir üniversite eğitimi almayıp, birçok alanda kendilerini donatarak ve ustalarla çalışarak, tasarım kültürünü deneyimleyerek öğrendiklerini biliyoruz.

Öğrencinin formal eğitiminin yanı sıra kendini tarih, kültür, sanat, felsefe vb. konularda geliştirebilecek çalışmaların içinde olması gerekir. İç mimarlık ve mimarlık alanında sorunların çözümlerine yönelik fikir geliştirebilmek için çevreyi doğru algılayabilmek, eleştirel düşünebilmek ve toplumsal sorunlara duyarlı yaklaşabilmek gerekir. Bunun için meslek adaylarının birçok konuda donanabilecekleri çeşitli gezi, seminer, workshop, tartışma, vb. gibi ortamlardan yararlanması önemlidir. Özellikle İstanbul bunun için iyi bir laboratuvar, hem gezerek, öğrenerek, hem de sanat- tasarım ile ilgili etkinliklere katılarak öğrenciler tasarım eğitimi süreçlerinde önemli kazanımlar elde edebilirler.

Bunların yanı sıra belki de en önemlisi mesleği sevmek. Eğitim sürecine severek ve isteyerek başlandığı zaman, adayların daha başarılı olduğunu söyleyebiliriz.



Ülkemizde eğitimin niteliği ve modeli birçok alanda tartışılmakta ve sorgulanmakta. Son yıllarda doğru ve etkin öğrenme yöntemleri ve ortamları en çok tartışılan konular arasında. Etkin öğrenme ortamı dendiğinde ise öğrencilerin uygulanan eğitim programı içerisinde daha aktif ve katılımcı olduğu koşullardan bahsedilmektedir. Öğrenmeyi öğrenen, sorgulama yeteneğine sahip, yorumlayabilen, katılımcı, paylaşmayı bilen öğrenciler, etkin öğrenme eylemi içinde kabul edilmektedir. Bu nedenle eğitim bilimciler, etkin öğrenme yaklaşımında öğretilecek konuya odaklanmaktan önce, öğrenme eylemini gerçekleştirecek öğrencilere odaklanmanın daha gerçekçi bir yaklaşım olduğunu belirtiyorlar.

Bu nedenle iç Mimarlık eğitiminde de etkin ve katılımcı öğrenme, öğrenmeyi öğrenme, deneyerek – öğrenme modellerinin benimsenmesi gerekir. İç mimarlık eğitimi alan meslektaş adaylarının katılımcı bir şekilde eğitime dahil olmasını başarabilmek gerekir. Özellikle ülkemizde kalıplaşmış bir öğrenen – öğreten yaklaşımı ile kurgulanmış eğitim sisteminden gelen öğrencilerin iç mimarlık eğitim sürecinde, öğretim kadrosuna önemli görevler düşmektedir. Bu görevler; öğrencilerin etkin- katılımcı rol oynamalarını sağlamak, yetişkin olan bireylere sorumluluk vermek, öğreten değil yol gösterici olmak ve karşılaşılan sorunlarda empati duygusunu devreye sokmak vb. olarak sıralanabilir.

Eğitimin en önemli bileşenlerinden biri eğitmen konumundaki kişiler ve formasyonu. Mimarlık gibi iç mimarlık alanı da yapma – üretme pratiği olan alanlar ve eğitimde meslek pratiğe yönelik kazanımların elde edilmesi önemli. Bu nedenle meslek pratiği konusunda deneyimli olan, yapma- üretme eylemi içinde olan kadrolardan eğitim alınmasının olumlu bir durum olduğunu düşünüyorum. Çünkü proje üretme eylemi içinde olan öğretim elemanları özellikle tasarım sorunlarının çözümünde öğrenciler için birer mentör görevi üstlenebilmekteler. Yurt dışındaki okullara baktığımızda da kadrolarındaki hocaların bir çoğunun proje üretiminde aktif olarak yer aldıklarını görüyoruz. Oysa Türkiye’de tasarım eğitimi veren bazı okullarda meslek pratiği olmayan öğretim kadrolarının çoğunlukta olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu durumun eğitim politikaları açısından değerlendirilip, daha dengeli bir yapıya kavuşturulması gerektiğini düşünüyorum.




Mimarlığı insan ve çevresi arasındaki ilişkiye müdahale eylemi olarak düşündüğümüzde mimarlığın karşılaştığı veya karşılaşacağı sorunların neler olabileceği daha anlaşılabilir bir hale geliyor. Çünkü burada sözü edilen müdahale her zaman salt mimari bir eylem olmuyor. Özellikle sosyo-ekonomik, politik gelişmelerin müdahale biçimi olarak daha baskın olduğunu ve bunun mimarlığı olumsuz etkilediğini belirtmek gerekir. Nitekim dünyada yaşanan mimari üretim pratiklerini ve tartışmalarının neresinde olduğumuzu gördüğümüzde sorun daha iyi anlaşılıyor. Türkiye açısından bakıldığında; kentleşme oranının hızla artması sonucu ortaya çıkan barınma sorunu, ancak sorunun kendisinden de önemli olan çözüm stratejilerinin yetersizliği, plansız mekânsal büyüme stratejilerine bağlı nitelikli tarım alanlarının kaybı, bozulan eko-sistem, kentlerin tarihsel kimlikleri üzerindeki baskı, kentsel donatı alanların yetersizliği ve mimari üretim pratiklerindeki kalite sorunu gibi başlıklar sıralanabilir.

Bunlara karşın Türkiye’de yapı üretimi çok olmasa da zaman zaman yarışmalar yoluyla elde ediliyor. Bu olumlu bir durum ama tekil, bireysel çabaların yetersiz olduğunu söyleyebiliriz.

Yapı üretimini ekonominin önemli bir lokomotifi ve yarar aracı olarak gören anlayıştan uzaklaşmadıkça gelecekte mimariden söz edemeyeceğiz gibi görünüyor. Aslında mimariyi; Tschumi ‘nin Hegel’den alıntılayarak ifade ettiği gibi “bir binada yararlılığı işaret etmeyen ne varsa mimarlıktır” bakış açısı ile değerlendirmek doğru bir yaklaşım olarak düşünülebilir.



Aslında iç mimarlık alanını üst kültüre, popüler kültüre hizmet eden bir disiplin olarak görmemek gerekir diye düşünüyorum, ama maalesef böyle bir algı var. Mekanların süreç içinde değişiminin gerekliliği bu algının oluşmasına yol açıyor olabilir. Oysa iç mimarlık alanı da tıpkı mimarlık gibi toplumun tüm kesimlerinin gereksinim ve İsteklerine yönelik bir hizmet alanı olarak değerlendirilmeli. İç Mimarlık hizmeti bir lüks olarak görülmeyip, toplumsal sorunlara ve gereksinimlere yönelik mekanların tasarlanması olarak düşünülmeli.

Aslında hızlı iletişim araçları ile bilgiye kolay ulaşabilme durumu zaman zaman kullanıcıların iç mimarlık alanından beklentilerini belirleyebiliyor. Bazen kullanıcılar internette gördükleri bazı imajlardan etkilenerek mekanlarının tasarlanmasını isteyebiliyorlar. Bu durumda tasarımcının İç mimarlık hizmetinin görsel imajdan ibaret olmayıp, kullanıcının fiziksel ve psikolojik gereksinimlerini çok yönlü çözmeye yönelik bir alan olduğunun anlaşılmasını sağlaması önemlidir. Bu nedenle iç mimar adaylarının tasarım yapacakları alanlarla ilgili öncelikle etüd ve analiz çalışmalarını iyi yaparak, kullanıcının istek ve gereksinimlerini doğru değerlendirerek, yenilik ve gelişmeleri iyi takip ederek tasarım ve üretim sürecini yönetmeleri doğru olacaktır.



Endüstri 4.0 ’ın yaşandığı bir çağda hem mekânsal gereksinimler değişmekte hem de mekanların fiziksel özellikleri farklı boyutlar kazanmaktadır. Bununla birlikte, pazar ekonomisi, hızlı iletişim araçları ve tüketim toplumu kavramları ile ortaya çıkan hızlı değişimleri gerektiren yaşam biçimi ile birlikte , tarihi mekanların artan çekiciliğinin getirdiği yeni düzenleme gereksinimi iç mimarlara talebi arttırmakta ve mesleki çalışma alanını genişletmektedir. Ayrıca yeni malzemeler ve yeni teknolojiler, iç mimarlık alanındaki uygulama olanaklarını zenginleştirmektedir. Özellikle toplumun bilinçlendiği ve kullanıcıların mekanlara ilişkin beklentilerinin yükseldiği düşünüldüğünde, iç mimarlık disiplininin her zaman varlığını sürdürebilecek ve popülaritesini arttıracak bir alan olduğunu söyleyebiliriz.

İç Mimar adaylarına ise, mesleğe ilişkin bilgi ve becerinin kazanılmasının sadece formal eğitimle olamayacağını bir kez daha hatırlatmak isterim. Bu nedenle meraklı, araştırmacı olmak, toplumsal sorunlarla ilgilenmek, eleştirel bakış açısı ile çevreyi ve olayları değerlendirmek, gelişme- değişimlere açık olmak, tarih-sanat-kültür konularıyla ilgilenmek, dünyadaki mesleğe ilişkin gelişmeleri takip etmek, eğitim sürecinde ve sonrasında meslek adaylarının çaba göstermeleri gereken durumlar.

Ayrıca iç mimarlık mesleğini seçmek isteyen öğrencilere mutlu olabilecekleri bir meslekleri olabileceğini söyleyebilirim. Aslında; yaşam senaryoları oluşturmak, kullanıcının tüm yaşamını geçireceği mekanları tasarlamak, iç mimarlara bir mesleki uğraşın dışında bir yaşama kültürü kazandırmaktadır.

İç mimarlık ya da mimarlık mesleğini seçmek isteyen öğrencilere son olarak ünlü mimar Le Corbusier’in öğrencileriyle söyleşisindeki ifadelerini aktarmak isterim.



Prof. Dr. Gülay K. Usta; lisans derecesini 1985 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden almıştır. 1988 yılında yüksek lisans çalışmasını, 1994 yılında ise “Anadolu Osmanlı Mimarisinde Mekan Analizi-Han ve kervansaray yapılarında uygulama” konulu “Doktora”çalışmasını, Bina Bilgisi ana bilim dalında tamamlamıştır. 1996 yılında doçent, 2004 yılında profesör unvanı kazanmıştır.

Mimari tasarım sorunları, konut araştırmaları, mimarlık- iç mimarlık eğitimi alanlarında pek çok ulusal ve uluslararası yayını olan Usta, akademik ve bilimsel çalışmalarının yanı sıra ulusal ve uluslararası mimari proje yarışmalarına, mimarlık sergilerine katılmış ve çeşitli ödüller almıştır.

Prof. Dr. Gülay K. Usta, İç Mimarlık bölüm başkanlığı, Mimarlık ana bilim dalı başkanlığı, güzel sanatlar fakültesi dekanlığı gibi çeşitli akademik ve idari görevlerde bulunmuştur.

Ekim 2012’ den beri İstanbul Kültür Üniversitesi Mimarlık Fakültesinde görev yapan Prof. Dr.Gülay K.Usta, halen İç Mimarlık ve Çevre Tasarım Bölümünde; bölüm başkanı olarak görev üstlenmekte, iç mimarlık proje stüdyosu yürütücülüğü yapmakta ve yüksek lisans – doktora dersleri vermektedir.

Yazının devamı...

2019 Mimari ve Dekorasyon

Merhaba sevgili Milliyet okurları

Her yeni yıl olduğu gibi 2019 yılının da mimari ve dekorasyon trendleri belli ölçekler doğrultusunda belirlendi. 2019 yılı mekan konseptleri ve tasarım ürünlerinde neleri gözlemleyeceğiz? Yeni yılın ilk yazısı olarak sizlere bunlardan bahsetmek istiyorum.

2019’da iç mekan tasarım trendlerinde ilk göze çarpan detaylar arasında geometrik, zarif, çevre dostu ürünlerin ön plana çıktığını görüyoruz. Doğal malzemelerin geleneksel ve çağdaş birlikteliğiyle oluşturulan tasarımlar geçmişe vurgu yaparken aynı zamanda konfor, işlevsellik, modern işlenmiş ürün tasarımlarıyla yorumlanarak, çağdaş iç mekanlar yaratmayı hedefliyor.

Göçebe kültüründen ilham alınarak tasarlanan, multifonksiyonel kompakt mobilyalar, form ve doku birlikteliği natürel malzemeler eşliğinde ön görülmüş mobilya tasarımları, özgün el işçiliğinin modern tasarımlar üzerinde vurgulanmış hali 2019 yılına damgasını vuracak trendlerin başında geliyor. Düz, basit çizgilerin geometrik formlarla yorumlanması dışında rafine tasarımların ön plana çıktığı, doğanın izlerinin 3d efektlerle mekanlara entegre edildiği evrensel, çekici ve özgün mekanlar yine bu senenin en dikkat çekici tasarım anlayışı olacak.

2018 yılında mekanlara dahil edilen, en dikkat çekici vurgusu olan doğaya özlem teması, renk, doku ve tasarımlarıyla 2019 yılında da yerini koruyacak. Yeşil rengi bu yılda tonlarıyla birlikte mekanlarda varlığını sürdürürken toprak tonlarının birlikteliğiyle daha dikkat çekici hale gelecek. Tropikal bitki temaları, yeşil yaprak desenleri, doğal taş ve doğal dokulara yakın tasarım anlayışı dekorasyon trendlerinde yine sık sık karşılaşacağımız şeylerin başında gelecek.

Doğal dekoratif aksesuarlar, mermer, granit, oniks ve akik kristallerinden esinlenilmiş duvar kağıtları, taş ve meta kaplamalar, seramik, cam tasarımlar, etnik desenler, masif ve altın metal malzemelerinin birlikte yorumlandığı tasarımlar yine bu yılın öncü trendlerinden.

Özellikle cam ürünlerin mobilyadan aksesuara, aydınlatmadan duvar panolarına kadar birçok alanda yorumlanması dışında ahşabın pirinç, bakır, ferforje, krom, Corten çeliği, paslanmaz çelik ve alüminyum gibi metallerle yorumlanması ise bir diğer dikkat çekici konu olacak.

2019'da Pantone Renk enstitüsü yılın rengi olarak Living Coral/ Canlı Mercan rengini açıklarken, Sherwin-Williams Company, 2019 için en popüler renk trendleri arasında 6 farklı palet ve 42 farklı renk skalası sundu. Sakinleştirici ve dinlendirici yumuşak tonların yanı sıra, koyu ve enerji veren birçok farklı renk arasında mat siyah, açık vizon, kiremit rengi, petrol mavisi, yeşil, pembe ve bej renkleri mevcut. Yeşil tonlarının toprak tonlarıyla birlikteliği, mat siyah ve ateş renklerinin bir arada yorumu ve mercan, pembe ve turuncu renklerinin natürel soft renklerle kombinasyonları 2019 yılı iç mekan tasarımları için sık sık gözlemleyeceğimiz renkler içinde dikkat çekeceğini düşünüyorum.

Aydınlatmalarda ise çağdaş aydınlatma armatürleri, işlevselliği ile dikkat çeken tasarımlar özellikle cam, mozaik, etnik desenlerin ön plana çıktığı tasarımlar; ahşap ve metal birlikteliğinden oluşan modern çizgilerin yoğun olduğu tarzlar bu yılın aydınlatma seçeneklerinde ön plana çıkacak.

Özetlemem gerekirse; 2019 yılı mimari ve dekorasyon trendleri, var olan tüm çizgileri, renkleri, dokuları ve temaları yok saymayan fakat daha özgün ve yenilikçi bir yorumla deneyimleyeceğimiz bir anlayışla mekanlarımıza dahil olacak.

Hepinize sağlık, mutluluk, huzur dolu bir sene diliyorum.

Sevgilerimle

Yazının devamı...

Mimar Tasarımcılar Dünyası, Mimar Celal Abdi Güzer

Tasarım ve mimarlık yaşam içinde farklı ölçeklerde geniş bir temsiliyet, üretim ve tüketim alanı tanımlıyor. Bu zengin varoluş projeden inşaata, imalattan pazarlamaya, mobilya ve obje ölçeğinden kent ölçeğine farklı alt alanlar ve ölçeklerde çalışmaya olanak tanıyor. Bir başka deyişle mimarlık alanında var olmaya karar verdiğinizde birbirine alternatif olabilecek çok sayıda farklı alan, yol içinde olma, zaman içinde bu yolları değiştirme şansınız var. Bu özgürlük alanı çekici geliyor. Benzer biçimde mimarlık çok sayıda farklı disipliner alanla dirsek teması içinde. Sanat, felsefe, tarih, ideoloji, kültür, ekonomi vs. Bu alanlardan beslenmek ve bu alanları beslemek çok zengin bir deneyim sunuyor. Mimarlık benim için çok genel ama indirgenmeye ve seçmelere açık bir çerçeve, her gün yeniden ve yeni önceliklerle başlanabilecek yeni bir serüveni tanımlıyor.



Benim doktora aşamasında ilgi alanım mimarlık eleştirisi idi. Daha sonra bu ilgi araştırmalar, tezler, dersler, konuşmalar, yazılar aracılığı ile sürdü. Daha çok kültür mimarlık ilişkisine, çağdaş mimarlık tartışmalarına ve bunun Türkiye ortamına yansımalarına odaklanmaya çalıştım. Tabi ki akademik bir eleştiri ile sosyal medya ya da popüler kültür ortamlarındaki eleştirel çabaları birbirleri ile karıştırmamak gerek. Sosyal medyada ancak belli sorular sorulabilir, belli konularda merak uyandıracak kısa ve indirgenmiş yorumlar, duyarlılık çağrıları yapılabilir. Bunu doğrudan eleştiri olarak görmemek gerek. Ancak sosyal medya aracılığı ile çok geniş bir kesime ulaşılabildiği ve bir ağ oluştuğu gözardı edilmemeli.

Türkiye mimarlık ortamı yaşamımızda belirleyici olan diğer dinamiklerden bağımsız bir ortam değil. Kültür, ekonomi, sanat, politika, bilim, teknoloji vs alanlarında neler olup bitiyorsa, nerede duruyorsak mimarlıkta da olup biten ve durduğumuz yer aynı. Nitelikli tasarımlar ve mimarlık örnekleri var ama genel kentsel dokunun içinde kayboluyor, belirleyici bir baskınlığa ulaşmıyor. Son 30 yılda tekil yapı ölçeğinde çok sayıda iyi örnek gösterebiliriz ama kentlere ve kentleşmeye bakıldığında çok sayıda fırsat kaçırdığımızı ve kentsel sorunlarımızı derinleştirdiğimizi söyleyebiliriz. Çevre duyarlılığı, kent kültürü, kent kimliği, enerji verimliliği, koruma, ulaşım gibi konular gözönüne alındığında nitelikli, standartları yüksek, sürdürülebilir kentler oluşturamadık. Gene son 30 yılda giderek büyüyen ve denetlenemez hale gelen, İstanbul başta olmak üzere, metropollerin Anadolu ve diğer kentlerin enerjilerini emdiğini, bölgeler arası eğitim, kültür, sanat altyapısı ve gelir farklarının açıldığını söylemek olası.

“Mimarlar konuşuyor” projesi birbiri ile paralel birkaç hedef barındırıyor. Öncelikle Türkiye ortamında öne çıkan ve ister tasarımcı ister akademisyen olsun mimarlıkla doğrudan ilişkili kişileri tanımak, tanıtmak ve onlarla ilgili bir arşiv oluşturmak hedeflendi. Bu nedenle klasik söyleşilerden farklı, biraz daha uzun, benim de konuşmalara zaman zaman yorum yaparak katıldığım bir formatı var. Oluşan arşiv dolaylı olarak mimarlık eğitimine katkı sağlamaya çalışıyor. Özellikle son yıllarda sayıları artan büyük şehirler dışındaki üniversiteler gözetildiğinde buralarda okuyan öğrencilerin mimarlığın öne çıkan aktörlerini yakından tanıması için bir zemi oluşturuyor. Bu anlamda bazı üniversitelerde derslerde kullanıldığını sevinerek görüyoruz. Benzer biçimde söyleşilerden yapılacak alıntıların, belli bölümlerin yayınlara dönüşmesi de projenin hedeflerinden biri. Büyümeye ve farklı alanlarda değerlendirilmeye açık bir proje olduğu için hedefe varılması söz konusu değil. Sanıyorum bizim öne aldığımız varılacak noktadan çok gidilen yol, bu yol boyunca birikenler.


Bu aslında sadece Türkiye’ye özgü bir sorun değil. Özellikle binaların dışavurumları aracılığı ile kazandıkları artı “kimlik değeri”, bu değerin tüketim toplumu kültürü tarafından işlevselleştirilmesi, pazarda değer artışı olarak görülmesi yatırımcıları ve mimarları ilginç, yeni, değişik, farklı, dikkat çekici gibi sıfatlarla tanımlanabilecek ve özgünlük kavramını yapay bir “farklı olma” kavramına indirgeyen arayışlara itiyor. Farklı geometrik, biçimsel arayışlar, grafik düzenlemeye dönüşen cephe dilleri, alternatif ve çeşitlenen malzeme kullanımları yapıları içinde oldukları kümeden bir adım öne çıkartmayı hedefliyor. Farklılığa indirgenmiş bu yapay özgünlük anlayışı herzaman nitelikli bir mimarlığı temsil etmiyor. Aksine zorlamalarla dolu, mimarlığın ışık, yön, yer gibi asli duyarlılık ortamları ile çelişebilen bir durum yaratabiliyor.

Başta da söylediğim gibi bu sadece Türkiye’ye özgü değil. Örneğin dünyanın birçok yerinde katları dönerek yükselen kuleler, binaları bir hediye paketi gibi kaplayan, içinde olup biteni pek de önemsemeyen cepheler var.

Gerçek anlamda özgünlük ise yapının içinde olduğu yer ve bağlama rağmen var olan bir kavram olmamalı, bu anlamda bir arka plan düşüncesi, bir ideoloji, bir felsefe ile temsiliyet ilişkisi kurmalı, içinde olduğu yeri ve bağlamını bir tasarım girdisi olarak kullanmalı. İçinde olduğumuz tüketim toplumu olgusu tasarım süreçlerini tüketim alışkanlık ve öncelikleri doğrultusunda yönlendiriyor, tasarımcının özgürlük ve özgünlük zeminini kısıtlıyor.

Bugün geldiğimiz noktada gerek mimarlık gerekse kentleşmenin gösterdiği gelişme ve çevre kalitesi içinde olduğumuz inşaat etkinliğinin yoğunluğu ile doğru orantılı değil. Özellikle kaçınılmaz olarak içinde olduğumuz kentsel dönüşüm süreci “kent” ölçeğinde bazı fırsatları değerlendirmeksizin yaygın olarak tekil yapı ölçeğinde uygulanıyor, yık yap süreçlerine odaklanıyor. Oysa daha önce de vurguladığım gibi Türkiye’nin öncelikli sorunları yapı ölçeğinden çok planlama ve kent ölçeğinde. Hâlâ durdurulamayan bir göç olgusu kentlerin planlanan büyüklüklerinin üzerinde ve plan girdilerinden bağımsız olarak büyümesini getiriyor. Özellikle merkezi alanlarda başta ulaşım, altyapı, kamusal ve yeşil alanlar olmak üzere çok katmanlı sorunların biriktiğini görüyoruz. Kentsel dönüşüm merkezi alanları yeniden düşünmek, planlamak ve iyileştirmek için bir fırsat oluştururken tekil yenileme süreçleri bu fırsatın önüne geçiyor. Benzer biçimde ivmelenen inşaat etkinliği özellikle kentsel kimlik, aidiyet ve koruma kavramlarına yönelik bir seçicilik barındırmıyor. Kentlerin, insanların belleğinde iz bırakan pek çok yapı ve kentsel alan yenileme adı altında ya da belli bir rant artışının meşrulaştırması ile yıkılıp yok oluyor. Bence en önemli mutsuzluklardan biri de kent belleğinin ve buna bağlı olarak aidiyet hissinin yitirilmesi. Yeni yapı stoğuna gelince yapılar baskın olarak göstermelik farklar barındıran klişe cephelerle yeniden üretiliyor. Kentle bütünleşmeyen, duvar ya da güvenlik önlemleri ile kentten ayrılan ve koparılan pek çok yapı yan yana dizilerek kentsel bir doku, yol, alan oluşturmaya çalışıyorlar. Özellikle merkezi iş alanlarında yoğunlaşan bu olgu kentsel ve kamusal alan kavramının yok olmasını geleneksel anlamda kent ve kentlilik tanımlarının aşınmasını getiriyor. Birçok yerde söylediğim gibi, iki nitelikli yapı yanyana geldiğinde kendiliğinden nitelikli bir kent oluşmuyor.


Tasarım etkinliği konu aldığı ölçeklere göre farklı disipliner alanlar tanımlamakla birlikte hem bu alanlar hem de ölçekler arasında bir süreklilik ve geçirgenlik, tasarım anlayış ve yaklaşımlarında benzerlikler söz konusudur. Bugün geldiğimiz noktada biraz da tüketim toplumu olgusunun ivmelendirmesi ile çok sayıda disipliner alt başlık ve uzmanlık ile karşı karşıyayız. Mimarlık sadece iç, dış ayrımı ile sınırlı kalmaksızın cephe, aydınlatma, akustik yangın vs gibi uzmalıkları da içeren ve giderek büyüyen bir şemsiyeye dönüşüyor. Bugün sadece cephe hatta cam cephe tasarım danışmanlığı yapan ofisler, yeni uzmanlık alanları var. Öte yandan tasarım etkinliği özü itibarı ile ölçek ve konudan bağımsız bir benzerlik taşıyor. Eğer tasarım, en genel tanımı ile, bir beklenti doğrultusunda girdilerin yeniden bir araya getirilerek belli öncelikler doğrultusunda düzenlenmesi işi ise; alternatif ve seçeneklerin çokluğu içinde ne olacağına karar vermekten çok ne olmayacağına karar vermeye yönelik bir süreçtir. Bu anlayış ve yaklaşım biçimi ölçek ve konu farkı tanımaksızın bir süreklilik zemini oluşturur.

Öte yandan özellikle eğitim ve uygulama aşamasında tasarım ölçeğine bağlı bir çeşitlenme, bilgi ve deneyim farklılaşması söz konusu. Bu nedenle konu ve ölçeğe bağlı farklılaşmaların farklı uzmanlıklar gerektirdiğini ama bunların süreklilik içinde var olduğunu ve birbirlerine geçirgen kaldıklarını unutmamak gerekiyor.


Başta da söylediğim gibi mimarlık mesleği, genelde de tasarım alanı geniş bir şemsiye içinde farklı var olma zeminleri tanımlıyor, farklı disiplinler ilişkiler, ilgi alanları barındırıyor. Bu çeşitlilik ve zenginlik de mimarlığı seçen gençlere zengin bir seçme özgürlüğü tanıyor. Bence bu ayrıcalıklı var olma zemininin ve özgürlük alanının iyi kullanılması gerekiyor. Mimarlık sadece kendi birikiminden değil, sanat, tarih, felsefe diğer disipliner alanlardan, gözlem ve deneyimle oluşan bir kültürel birikimden de besleniyor. Bu nedenle mimar adaylarının ve genç mimarların farklı coğrafyaları, farklı kültürel ortamları deneyimlemeleri, sanatla yakından ilgilenmeleri, farklı alanlarda okumalar yapmaları önem taşıyor. Bütün bunların ötesinde eleştirel bir kültüre sahip çıkmaları, kendilerine hazır sunulan bilgi ve davranış kalıplarını eleştirel bir mesafe ile algılamaları gerekiyor. Bu mesleği seçmek isteyenler kendilerini uzun, zor ama keyifli bir yolun beklediğini unutmamalı.


Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.