SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Diyabetliler nasıl beslenmeli?

Diyabetle sağlıklı bir yaşam sürebilmek için diyabete uygun beslenmek şart. Türkiye Diyabet Vakfı Başkanı Prof. Dr. Temel Yılmaz : “Diyabet hastalarının beslenmesinde ara öğün şarttır. Meyve veya kuruyemişten ise ara öğün olmaz. Ara öğünde çok tahıllı, kepekli, çavdarlı ekmek, bisküvi ve leblebi gibi yavaş emilen, glisemik indeksi düşük olan yiyecekler tercih edilmeli.” diyor. Yılmaz’dan hastalarına verdiği beslenme programını aldım. İşte o medikal beslenme programı …

Sabah Kahvaltısı:

* 2 dilim ekmek (kepek, çavdar, yulaf, tahıllı ekmek olabilir)

* 1,5 dilim peynir (40 gram yağsız)

* Bol mevsim yeşillikleri; domates, salatalık vb. serbest)

* Haftada 3-4 gün; 1 adet yumurta veya 3-5 zeytin serbest

* Çay, bitki çayı veya kahve (şekersiz)

Ara Öğün:

1 dilim ekmek, light peynir, çay-kahve veya 5 kepekli bisküvi, çay-kahve veya küçük kepekli sandviç, light peynir

Öğle Yemeği:

(1 dilim ekmek yerine 1 kase çorba içilebilir)

1. Seçenek (sebze) :

* 2 dilim ekmek (kepek, çavdar, yulaf, tahıllı ekmek olabilir) veya 5-6 yemek kaşığı kepekli makarna veya 4-5 yemek kaşığı bulgur pilavı

* 6-7 yemek kaşığı sebze yemeği (etsiz, suyu süzülerek)

* 2-4 kaşık yoğurt (yağsız) veya1 bardak ayran

* 1 porsiyon salata (yağsız, az miktarda limon, sirke, nar ekşisi, balzamik olabilir)

2. Seçenek (salata) :

* 2 dilim ekmek (kepek, çavdar, yulaf, tahıllı ekmek olabilir)

* 1 porsiyon et, tavuk, balık ya da peynir

* 2 porsiyon salata (yağsız, az miktarda limon, sirke, nar ekşisi, balzamik olabilir)

Ara Öğün:

* 2 dilim ekmek (kepek, çavdar, yulaf, tahıllı ekmek olabilir)

* 1 dilim peynir (ekmek ile tost veya sandviç şeklinde olabilir)

* Çay, kahve, ayran veya diyet içecek

Akşam Yemeği:

1. Seçenek (ızgara) :

* 2 dilim ekmek (kepek, çavdar, yulaf, tahıllı ekmek olabilir) veya 5-6 yemek kaşığı kepekli makarna veya 4-5 yemek kaşığı bulgur pilavı

* 1 birim ızgara et, tavuk veya balık (150 gram)

* Bol haşlanmış veya ızgara sebze(sınırsız) veya 4 kaşık sebze yemeği

* 1 porsiyon salata (yağsız, az miktarda limon, sirke, nar ekşisi, balzamik olabilir)

2. Seçenek (kurubaklagil) :

* 2 dilim ekmek (kepek, çavdar, yulaf, tahıllı ekmek olabilir) veya 4-5 yemek kaşığı bulgur pilavı

* 4-6 kaşık kuru baklagil (etsiz, suyu süzülerek)

* 2-3 kaşık yoğurt (yağsız) veya 1 bardak ayran (yağsız)

* 1 porsiyon salata (yağsız, az miktarda limon, sirke, nar ekşisi, balzamik olabilir)

Ara Öğün:

Light peynir ile 1 dilim ekmek, 1 bardak süt (yağsız) veya yoğurt veya krem light peynir ile 1 dilim ekmek, 1 porsiyon meyve veya havuç, leblebi, meyve, salatalık

***

Meraklılarına:Prof. Dr. Temel Yılmaz ile Milliyet Cumartesi İyilik-Sağlık köşesinde yayınlanan diyabet röportajımızın tamamını okumak isteyenler için link: https://www.milliyet.com.tr/yuruyus-yap-kilo-ver-diyabete/metin-uyar/cumartesi/yazardetay/16.11.2013/1792839/default.htm

Yazının devamı...

Uğur Dündar’dan Porno Film İsteyen Doktorlar!

Bu hafta “İlaç sektöründe büyük şok” başlığı ile verilen haberlerde ilaç firmalarının gizli bir bütçesi olduğunu öğrendik! Haberde büyük bir ilaç firmasında çalışmış eski bir yönetici, şirket içinde bir bütçe oluşturulduğunu, doktorlara ilaç yazmaları karşılığında tablet bilgisayar ve çamaşır kurutma makinesi gibi ürünler alındığını iddia ediyor. İlaç firmasının patronu ise “Böyle bir bütçemiz var. Doktorların defter, kalem gibi ihtiyaçlarını karşılıyoruz. Ben böyle biliyorum” diyor. Peki ama bu “gizli” bütçe bizi gerçekten şaşırttı mı?

***

Bu haberi okurken değerli hocam Uğur Dündar’ın hayatının, Nedim Şener tarafından kaleme alındığı “İşte Hayatım” kitabında okuduğum bir bölüm aklıma geldi. Kitabın o bölümünde Uğur Dündar’ın gençlik yıllarında bir ilaç firmasında ilaç temsilcisi olarak işe başladığı yazıyor. Ancak; bu iş Dündar için birkaç saat bile sürmemiş. Nedenini kitaptan alıntıladığım aşağıdaki cümleleri okuduğunuzda anlayacaksınız...

***

Uğur Dündar, elinde çanta ilaç pazarlıyor

‘Dündar’a ‘Hepargene’ adı verilen ve karaciğer hastalıklarının tedavisinde kullanılan bir ilaç hakkında eğitim verilir. Eğitim sonunda Dündar çantasını ilaçla doldurur ve Çapa Tıp Fakültesi’nin yolunu tutar. Bir doktorun odasına giren Dündar, gördüğü manzara karşısında adeta şoke olur. İçerideki altı, yedi doktor viskiyi açmışlar, kafaları çekiyorlar! Dündar odaya bir kez girmiş bulunduğundan geri dönemez ve ilaç tanıtımına başlar:

- “Efendim ben (...) ilaç firmasından geliyorum, piyasaya yeni bir ilacımız çıktı, adı Hepargene... Adında da anlaşılacağı gibi karaciğeri rejenere eden ilacımız...”

- İçkinin etkisindeki doktorlardan biri, cümlesini tamamlamasını beklemeden sorar:

- “Ne yaparmış ne?.. Karaciğeri rejenere mi edermiş!... Anlat bakalım yakışıklı, anlat!..”

- Diğerleri de ona eşlik eder: “Karaciğeri rejenere edermiş ha!”

- Sarhoş hekimler koro halinde gülüşmeye, karşısındaki genç temsilciyle alay etmeye başlarlar! Alkolün etkisiyle dilini zor döndüren biri, “Sen bu palavraları bırak da, miki filmi var mı miki filmi, ondan bize bahset!” der.

- Uğur Dündar şaşırır. Çünkü hayatında “miki filmi” diye bir şeyi ilk kez duymuştur, porno filmi anlamına geldiğini bilmez... “Anlamadım efendim, miki filmi nedir?” diye sorar.

- Cevap almak yerine hakarete maruz kalır. “Oh oh ohhooo anlamamış! Yuh keriz!..”

- İçinden ya sabır diyerek, son bir hamle yapar: “Efendim lütfen ciddi olun! Ben buraya alay edilmek, hakarete uğramak için değil, siz değerli hekimlerimize bir ilacı tanıtmak için ...” derken alkol duvarını çoktan aşmış olan doktor, “Oh oh ohhh! İlaç tanıtmak için gelmiş yakışıklı çocuk!..” diye başladığı cümlesini bitirmeye fırsat bulamaz. Dündar elindeki çantayı doktorun kafasına fırlatır. Doktor koltukla birlikte devrilir.

- Odadaki doktorların hepsi bir anda suspus olurlar. Uğur Dündar yere dökülen ilaçları toplar, çantasını doldurup dışarı çıkar. Doğruca şirketin yolunu tutar. Karar vermiştir, bu iş ona göre değildir.’

Amerika’da doktora kadın bile ayarlanır hale gelmişse, bu gidişin sonu nereye varacak?

İşin özü; halk sağlığı için gecesini gündüzüne katarak çalışan fedakar doktorlarımız olduğu kadar meslek ahlakını hiçe sayan doktorların da var olduğunu zaten biliyoruz. Bu nedenle “İlacınızı yazarım. Ancak ilaç yazmam için ... isterim” diyen doktorun varlığına veya firmaların bu konuda ayırdığı bütçelere şaşırmıyoruz. Bu çarpık düzenin anlattığım hikayeden bu yana yıllar geçmiş olmasına rağmen değişmemiş olmasına şaşırıyoruz. Üstelik bu durum sadece ülkemizde değil, tüm dünyada böyle. Jake Gyllenhaal ile Anne Hathaway’in başrollerini paylaştığı “Love & Other Drugs” filmindeki sahneler, Amerika’da ilaç temsilcilerinin doktorlara kadın ayarlayacak kadar ileri gittiğini tiye alarak da olsa gözler önüne seriyor. Öyleyse artık yüksek sesle sormaya başlayalım; bu sistem neden böyle, burada 'hapı yutan' hasta olmasına rağmen neden tartışmada hasta saha dışında bırakılıyor, neden kimse bu çarpıklığı değiştirmek için uğraşmıyor, bu gidişin sonu nereye varacak?

Yazının devamı...

“Sevişmeyi Anlat Onlara Aşkım”

Sizin hiç AIDS’li sevgiliniz oldu mu? Korunmasız bir şekilde sevişmek istediğiniz ama bir türlü sevişemediğiniz. Sevdiğiniz insanla aranıza yasaklar koyduğunuz. Bu soruya şimdilik “Hayır” diyorsanız bile bir gün “Evet” diyebileceğiniz de aklınızında bulunsun. 1 Aralık Dünya AIDS gününde paylaşılan verilere bakın. Türkiye’de şuanda 6 bin 802 AIDS’li kişi var. Dünyada her gün 6 bin 300 kişiye AIDS etkeni olan HIV (İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü) bulaşıyor. Dünya Sağlık Örgütünün 2012 yılı sonu verilerine göre yaklaşık 35 milyon kişi HIV/AIDS ile yaşıyor.

***

Pek çoğumuz AIDS’ten korunmak için riskli cinsel ilişkilerden kaçınmak, kondom kullanmak, başkasının kullandığı bir enjektörü (iğne vb) asla kullanmamak gibi gereklilikleri biliyoruz. Peki; HIV’li kişilerin saptanması, tedaviye başlatılması, böylece hastalığı bulaştırma risklerinin azaltılması gerektiğini de biliyor muyuz? Eğer biliyorsak onları neden hastalıklarını gizlemeye zorluyoruz?

“HIV ile yaşamanın zorluğu “cadı” avına meraklı toplum yapısından kaynaklanıyor.”

Bu kişilerin birçoğu AIDS’li olduğunu söyleyemiyor. Her ne kadar; HIV virüsü günlük ilişkiler ile bulaşmasa da AIDS’li kişiler ciddi bir şekilde toplum baskısı ve ötekileştirmeye maruz kalıyor. Bunu ‘Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları’ kitabında Murat Köylü’nün şu cümlesini okuduğumda anlıyorum: “HIV ile yaşamanın zorluğu virüsten, tıbbi zafiyetten çok, genel ahlaktan, “cüzamlı” ve “cadı” avına meraklı toplum yapısından kaynaklanıyor.”

***

HIV, ameliyat olurken ciddi bir kan kaybı yaşadığınız esnada aldığınız bir kandan bile bulaşabilir. Herkesin başına gelmesi bu kadar muhtemel bu sağlık sorunu erken teşhis edildiğinde hastalar sağlıklı ve uzun bir yaşam sürebiliyor. Aldıkları tedavi virüsü bulaştırma olasılıklarını da azaltıyor. Ancak; bu kişiler arasında sırf toplum tarafından ötekileştirilmemek için tedaviyi reddedenler oluyor. Yani aslında toplum kendi kuyusunu kendi kazıyor. Bu satırları yazarken aklıma İncir Reçeli Filmi’nin son sahnesi geliyor. AIDS’ten ölmek üzere olan bir kadının sevgilisine söyleyebildiği son cümleleri, belki de vasiyetini izlediğimiz o sahneden bir bölüm:

Bir sevgilinin ölmeden önceki son sözleri

Babam bu hastalığı evimize taşıdığında ben daha doğmamışım. Annem aylarca bana emzirdiğinin süt olduğunu sanmış. Gerçeği öğrenince hem babamın aldatmasına, hem de beni zehirleyişine dayanamadı ve tedaviyi bıraktı. “İntihar etti” dediğimde yalan söylememiştim. Ben de annemin yolundan gittim. Herkesin hastalığımı yüzüme vurarak yaşayacağım uzun bir ömürdense, herkesmiş gibi yaşanan kısa bir ömür daha iyiydi sevdiğim. ... Bana nefes alan hiçbir şeyi sevme hakkı vermediler. Ben de incir reçelini sevdim. İncir reçeli sendin aşkım. ...”

“Birbirlerine değerek, dokunarak yaşayabilmenin güzelliklerini anlat”

“Dışarıda hikayelerini anlatmanı bekleyen binlerce hayat var. Hepsi de anlaşılmayı bekliyor, benim gibi. Yaz aşkım. Hiç durmandan yaz. Birbirlerini anlat onlara. Birbirlerine değerek, dokunarak yaşayabilmenin güzelliklerini anlat. Birbirlerine karışmayı anlat. Yaşam savaşı içinde yaşamayı, yaşatmayı unuttuklarını anlat. Sevişmeyi anlat onlara. En zor anlarda bile hiç ayrılmamacasına tek vücut olabilmeyi anlat. Yalnız yürümek zor. Kolayını anlat. ...”

Not: AIDS hakkındaki veriler; Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gülden Çelik’ten öğrenilmiştir.

Yazının devamı...

Kızlı Erkekli Ayıplıyoruz

Zaman zaman toplumda salgın hastalıklar oluşur. Salgından korkarız. Çünkü salgının bir başlangıç noktası olsa da dalga dalga topluma yayılır. Halkı kırıp geçirmeye başladığı anda artık geri döndürülemez bir noktaya gelinmiştir. O kadar hastaya ne ilaç yeter ne tedavi. Bittiğinde ise gerisinde koca bir enkaz bırakır. Kayıpları için kanayan yürekler, hafızalardan bir türlü çıkmayan korkular, acılar...

Ama paniğe gerek yok. Artık salgını önlemenin bir yolu olduğunu biliyoruz. Hastalık etkenine ve yayılma hızına bakıyoruz. O etkeni yok edip, yayılmanın önüne geçiyoruz. Günlük hayatta ise salgın etkeni bazen bir liderin, bir cümlesi olabiliyor. O cümle öyle bir yayılıyor ki, ciddi bir tehdit oluşturuyor. Toplum bir anda kamplaşıyor, “onlar” ve “biz” ortaya çıkıyor. Demokrasinin getirdiği birlikte yaşama kültürü yerini ötekileştirmeye ve ötekini yok etme mücadelesine bırakıyor.

Bu yazıyı yazma sebebim geçtiğimiz hafta Meclis Başkanvekilinin "Kızlı erkekli eğitimi kaldıracağız" açıklamasından sonra hafta boyunca sıkça duyduğum şu cümleler:

* Onlar bizim kızlı erkekli yaşam biçimimizi ayıplıyor da biz onları ayıplamıyor muyuz? 21. yüzyıl Türkiye’sinde hala tek tip bir yaşam biçimini dayatan anlayışlarını, öteki tüm var oluşları “uygunsuz, yanlış, ahlaksız” diye nitelendirmelerini ayıplıyoruz.

* 10 yıldır bu ülkeyi “demokrat” kimliğiyle yöneten iktidarın tam seçim arifesinde "kızlı erkekli yaşam bize ters" diyerek gençliği, siyasetin mezesi haline getirmesini kabul edemiyoruz.

* Başbakan’ın açıklamasının akabinde bir valinin Coş’arak "gereken yapılacak" demesi, milletin meclisinde başkan vekilliği yapan birinin kızlı erkekli okulları ayırmak için yasa hazırlığında olduklarını söylemesi karşısında korkuyoruz.

Korktuğumuz için hırçınlaşıyoruz

* Esen rüzgarın gücüyle güvenlik güçlerinin kızlı erkekli yaşamakta olan gençlerin evlerini basıp, sudan sebeplerle ceza kesmeleri, senelerdir yüz yüze baktığımız komşularımızın bizi ihbar etmeleri korkularımızı pekiştiriyor ve hırçınlaşıyoruz.

* Kocasını, bekar arkadaşları ile tanıştırabileceğini söyleyen bir ilişki uzmanının; 60 yaşında bir adamla 12 yaşında bir kızın evlenmesinde bir sakınca görmezken, kızlı erkekli yaşamı ahlaksız bulan "ahlak" anlayışına “uygun” yaşamak istemiyoruz.

Biz kadınlarla sadece sevişmiyoruz

* Biz kadınlarla sadece sevişmiyoruz. Onlarla farklı ve güzel pek çok paylaşım yaşıyoruz. Bu yüzden onları cinsel bir obje olarak görmüyoruz. Ama buna karşı tarafı nasıl ikna edeceğimizi bilemiyoruz.

* Sevginin, sarılmanın, öpüşmenin ısrarla insanın sadece karşı cinsleri arasında olabileceğini düşünen sığlıklarını hiç anlayamıyoruz.

* Tüm bu yaşananlar bizi çok kırıyor. Gençliklerini doyasıya yaşamadıkları için bizi hiç anlayamadıklarını düşünüyoruz. Keşke geriye dönebilmeleri ve gençliklerini dolu dolu yaşamaları mümkün olsa...

Dikkat! Salgın belirtileri ortaya çıkmış. “Ötekini yok edeceğiz” hızla ağızdan ağza yayılıyor. Ötekileştirilen gurup ise kırmızı alarm veriyor. Unutmayın erken teşhis hayat kurtarır.

Yazının devamı...

Dershane sorunu mu havuz problemi mi?

Artık nur topu gibi bir dershane sorunumuz var. Havuz problemlerini çözüp üniversite kazanan yöneticiler bu sorunu çözemediğine göre sınav sisteminde bir bozukluk var. Üniversite gibi analitik zeka, sorgulama, düşünme gerektiren bir ortamda bile dersleri ezberleyip geçen yöneticilerin ezberlerini bozma vakti çoktan geldi. Açın gözlerinizi! Dershane sorunu cemaat-iktidar savaşından çok daha fazlası...

Dershaneler kapatılsın” mı dediniz?

Dershanelerle tanışıklığı ortaokul yıllarına dayanan bir nesiliz biz. En özelinden bir ortaokulun öğrencisi de olsak, iyi bir lise kazanabilmek için dershaneye gitmiş bir kuşağız. Kanımızın en deli aktığı lise yıllarımızı ise okul, dershane, ev üçgeni arasında heba etmiş bir gençliğiz. Gelişmiş ülkelerdeki yaşıtlarımız genel kültürlerini geliştirmek, hobilerine vakit ayırmak, düzenli spor yapmak gibi bizim yetkililerimizin “boş” bulduğu şeylerle uğraşırken bizler yarış atı olmak gibi “önemli” işlerle meşguldük.

Gençliğin heba olması çökmüş eğitim sisteminden kaynaklanıyor

Nesillerdir gençliğin heba olmasının ise sadece bir tek nedeni var. Eğitim sistemimizin çoktan çökmüş olması! İnsanın geçmişindeki kötü anıları sildiğinin en güzel kanıtıdır eğitimdeki sorunlar. Başbakan’ından Milli Eğitim Bakanı’na herkes o sıralardan geçiyor ama biri de “Vatana millete hayrımız olsun, geleceğimiz olan gençlere yatırım yapalım, eğitim sistemindeki çarpıklıkları düzeltelim” demiyor. İşte o boş vermişliğin ürünüdür dershaneler. Şişirilmiş kurumlar değildir. İhtiyaçtan doğmuş ve bu kadar yaygınlaşmıştır.

Öğretmenler utanmadı mı?

Peki senelerdir dershanelerin bu kadar yaygınlaşmasının sebebi neden hiç sorgulanmadı. Okulda bir şey öğretme isteğini çoktan yitirmiş “öğretmenler”, özel ders verirken tam performans çalıştıklarında, öğrenci ailelerinin alıntı teri olan paraların dershanelere akmasında kendi yetersizliğini görüp, utanmadı mı? Dershane mevzusu çok önemli. Dershaneler cemaat ve iktidar kavgası ile zincir dershane sahiplerinin ekonomik kaygıları arasında sıkışmış bir konudan çok daha ötesidir. Dershaneler aslında bu ülkenin geleceği olan gençlerin en değerli zamanını, ailelerin parasını çalan bir hırsızdır.

Batsın Bu Dünya

Dershaneler tabii ki kalkmalıdır ama öncesinde köklü bir eğitim reformu gerekir. Okullar acilen devam zorunluluğu olan kurumlardan çıkarılıp öğrencinin koşarak, istekle gittiği, eğitim ve öğretimin bir numaralı adresi haline getirilmelidir. Yoksa dershaneler kapanır. Ekonomik gücü olan aileler çocuklarını özel derslere boğar. Ailesi maddi zorluklar içinde boğuşan çoğunluk ise “Batsın Bu Dünya” der ve kaderine küser.

***

Dershane sorunu nasıl çözülür?

* Özel derslerinde bülbül gibi şakıyan “öğretmenler”, okulda dut yemiş bülbüle dönmediğinde

* Öğrencilerin papağanlar gibi ezberleyip ezberleyemediğine bakmak yerine algı ve sorgulamaları değerlendirildiğinde

* Okulda verilen eğitimde çok başarılı bir öğrenci merkezi sınav soruları karşısında Fransız kalmadığında (bkz: sıfır net yapan okul birincileri)

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.