SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

2 haftada 3-5 kilo vermek isteyenlere Amerika’dan formül

Kilo verdiren bu formülleri “Mayo Clinic Diyeti” kitabından sizler için yazdım. Kitabın kapağında New York Times’ın En Çok Satanlar Listesinde birinci sıraya ulaştığı yazıyor. Kitabın sloganı “İyi beslen. Hayattan tat al. Kilo ver.” İşte kitaptan öneriler:

5 Alışkanlık Edinin

· Her sabah kahvaltı edin. Çok fazla yemeniz gerekmiyor. İyi bir başlangıç yapmanıza yetecek kadar yemeniz yeterli olacak.

· Her gün en az 4 porsiyon sebze ve en az 3 porsiyon meyve yiyin.

· Beyaz olan, rafine edilmiş veya yüksek ölçüde işlenmiş gıdalar yerine; tam tahıllı ekmeklere, tam buğdaydan yapılan makarnalara, esmer pirince, yulaf ezmesine ve diğer tam tahıllı ürünlere odaklanın.

· Yağ tüketirken sağlıklı olanları tercih edin. (Zeytinyağı, bitkisel yağlar, avokado, sert kabuklu yemişler ve bunlardan elde edilen yağlar, fıstık/fındık ezmesi vb.)

· Her gün en az 30 dakika yürüme veya egzersizi programınıza dahil edin.

5 Alışkanlıktan Vazgeçin

· Televizyon izlerken, bilgisayar başındayken yani ekran önünüzdeyken yemek yemeyin. Televizyon izleme süreniz de egzersiz sürenizi aşmasın.

· Tatlı bir şeyler yemek istediğinizde meyve yiyin. Bonbon, beyaz şeker, esmer şeker, bal, reçel, jöle, tatlılar, şekerlemeler, yüksek fruktozlu mısır şurubu bulunan yiyecekler, gazlı içecekler ve bazı kahve çeşitlerinden ise uzak durun.

· Öğünler arasında atıştırmak istiyorsanız, bunu sadece sebze ve meyve tüketerek yapın. Bunlardan başka bir şeyi öğün aralarında yemeyin.

· Bir iskambil destesinin büyüklüğünü zihninizde canlandırın (yaklaşık 85 gram et). Günlük kırmızı et, beyaz et ve balık tüketiminizi buna göre sınırlayın. Ayrıca süt ve süt ürünleri tüketiyorsanız, sadece kaymaksız süt ve az yağlı süt ürünlerini kullanın ve bunların tüketimini de ölçülü bir biçimde yapın.

· Ya dışarıda yemek yemeyin ya da sipariş verdiğiniz yiyecek ve içecekleri bu önerilere uymanıza engel olmayacak olanlardan seçin.

Fazladan 5 Alışkanlık Daha Edinin

· Gün boyunca yediğiniz ve içtiğiniz her şeyin, yiyeceklerin çeşitleri ve miktarları da dahil olmak üzere, bir kaydını tutun. (Kayıt tutmak, tam olarak ne yediğinizi ve ne kadar yediğinizi bilmenizi sağlar. Bu aynı zamanda, yeme davranışınızdaki sorunlu noktaları da tespit edebilmenize izin verir. Kayıt tutan kişiler, kilo vermekte daha başarılı olmaktadır.)

· Gün boyunca yaptığınız tüm egzersiz ve fiziksel aktiviteyi, türünü ve süresini de belirtecek şekilde kaydedin.

· Yürüdüğünüz veya egzersiz yaptığınız süreyi, günde en az 60 dakika olacak şekilde arttırın. (Bu süreyi elbette kendi hastalıklarınız ve koşullarınıza göre ayarlayın. Mantık sınırlarının dışına çıkmayın.)

· Yalnızca doğal halde bulunan yiyecekleri veya çok az işlenmiş, gerçek gıdaları tüketin. Konservelenmiş, kutulanmış ve direk tüketime hazır hale getirilmiş gıdalar gibi fazlaca işlenmiş gıdaları sınırlandırın veya bunlardan tamamen kaçının.

· Her gün, hemen başlayabileceğiniz ve o gün içinde başarabileceğiniz bir hedef yazın.

Okuyucuya Not:

Buradaki bilgilerin bir kısmını belki de önceden biliyordunuz. Ancak değişim için bilmek yetmiyor, uygulamak gerekiyor. Yukarıda yazılanlar kitabın 1. Kısmı olan “Kilo verin.” bölümünden derlenmiştir. Kitap "Kilo verin", "Kilonuzu yaşayın" ve "Diğer tüm ekstra bilgiler" olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır ve Alkım Yayınevi tarafından yayınlanmıştır. Kilo vermek isteyen diyabetliler içinse geçtiğimiz Şubat ayında “Mayo Clinic Diyabet Diyeti” kitabı yayınlanmıştır.

Güncel sağlık yazıları, röportajları ve yazarla iletişim kurmak için: https://www.facebook.com/metinuyarofficial

Yazının devamı...

Annem ameliyat oldu ve hasta psikolojisi ile yüzleştim

Geçtiğimiz hafta annem ameliyat oldu. Ameliyat kararının alınması bile bir “olay” gerçekten. “Ameliyat olmalısın” diyen doktorlarla “Gerek yok”, “Biraz daha bekleyin” diyen doktorlar arasında bir seçim yapmakla işe başlıyorsunuz. Neyse ki anneme doktorların çoğu “Ameliyat olmalısın” dedi de o aşamayı rahat geçirdik.

“Oh be iyileşeceğim” yerine “Ne olacak benim halim”

Annem ameliyat olmaya karar verdi. Bu sefer de “Bu ameliyatı en iyi kim yapar?” sorusu ortaya çıktı. “Bu alanın en iyilerinden” diye bahsedilen bir doktora gittik. Kendisi bize dakikalar içinde o kadar çok seçenek sundu ki aklımız iyice karıştı. Annem doktordan “Oh be iyileşeceğim” diye çıkmak yerine “Ne olacak benim halim?” kaygısıyla çıktı.

“Anlattım ya hanım efendi bir daha gelmeyin!”

Yurtdışı seyahatleri başlayacak olan (Kongreler vs sebebiyle) bu ilk doktor ameliyat kararını da acilen vermemiz gerektiğini, kendisinin belirli bir süre sonra bunu ayarlamayacağını belirtti. Ancak biz hangi yöntemi seçelim, ne yapalım bilmiyoruz. Annem kararını vermeden önce doktora bir kez daha gelmek istediğini, aklına takılan bir takım sorular olduğunu söyledi. Bir muayene ücreti olarak ciddi miktarda para alan o doktor, hastasının kontrol randevusu hakkını hiçe sayarak: “Anlattım ya hanım efendi size her şeyi, bir daha gelmenize gerek yok, vakit kaybediyoruz, kararınızı verin beni arayın” dedi.

Annem o an ameliyat olmaktan vazgeçti

İşte o an annem o doktora ameliyat olmaktan tamamen vazgeçti. Ben de o an hasta psikolojisine dair dört temel çıkarımda bulundum.

1. Hastaya hele de ameliyat olacaksa tüm seçeneklerin faydalarını ve olası risklerini en sade şekilde anlatmak gerekiyor.

2. Hastanın kaygılarını azaltmanın en önemli yolu doktorun hastasını doğru bir şekilde bilgilendirmesinden geçiyor.

3. Doktorun senelerini vererek öğrendiği tüm bilgileri hastasının dakikalar içinde anlaması tabii ki mümkün değil.

4. Bu nedenle karar sürecinde de doktorun hastasını yalnız bırakmaması ve hasta için “En iyi” olacak seçeneğe birlikte karar vermeleri gerekiyor.

Kimse soru soramadığı bir doktora ameliyat olmaz

Yukarıdaki maddeler çoğaltılabilir. Eminim bu ve benzeri durumlarla birçok kişi yüzleşiyor. Bu nedenle doktor adı da yazmadım. Bu genel bir sorun. Doktorların ameliyatlarında çok başarılı olmaları, bilgi birikimlerinin çok yüksek olması harika ancak bu özellikler “Hastayla doğru iletişim” ile birleşmeyince pek de bir işe yaramıyor. Sonuçta ne mi oldu? “Bu alanın en iyisi” denilen başka bir doktor bulduk. Tüm bilgilerini hastasının anlayacağı bir şekilde anlattı. Annem ikna oldu. Kafasında soru işareti kalmadı. Daha iyi olacağına inanarak ameliyat olmaya karar verdi. Ameliyatı da başarılı geçti. Şimdi iyileşmesini bekliyoruz. İşin özünde şunu unutmayalım yeter: Kimse soru soramadığı ve soramayacağı bir doktora ameliyat olmak istemez.

Yazının devamı...

Yeşim Salkım’ın 25. Yılına Tanıklık Ettim

Yeşim Salkım’ı geçtiğimiz cumartesi akşamı Garajistanbul’da canlı dinledim. Baştan itiraf etmeliyim ki hem benim hem de arkadaşlarım için oldukça keyifli bir akşamdı. Eğlence, dans, merak, sorgulama, hüzün tüm duygular vardı gecede. Salkım’ın sahnelerdeki 25’inci yılını kutladığı “Şarkıcı” projesinin ilk konseriydi ve yaşadığı yılların özetiydi sahnede izlediğimiz.

Sahneden herkesin hayatına dokunuyor

Geçtiğimiz yıl Milliyet Cumartesi’deki İyilik-Sağlık köşem için röportaj yapmıştım Salkım’la. Röportaj bittikten sonra da uzunca sohbet ettik. Kendisinin deyimiyle dışarıdan “snop, sert, hırslı” imajının aksine oldukça sıcak, sohbeti keyifli ve anaç bir Yeşim Salkım ile tanışmıştım. En sadesinden, en cafcaflısına hayatın tüm renklerini görmüş, yaşadıklarını kendi süzgecinden geçirmiş ve hayatına birçok kişinin ulaşmak istediği pencereden bakabilen bir kadın imajı bırakmıştı bende. Röportaj dışındaki bu sohbetimizde bana tüm samimiyetiyle yaşadıklarını anlatmıştı. Heyecanla ve merakla onu dinlerken “keşke” demiştim. Keşke daha fazla insan bu hayat hikayesini dinleyebilse... Bir insan ne kadar göz önünde olursa olsun her şey bildiğimiz gibi olmayabiliyor. Salkım’ın hayatı da gördüğümüz ve bildiğimizin çok ötesiydi. Hikayesinde hepimizin hayatına dokunabilecek yanlar vardı. Gecede beni en çok mutlu eden şeylerden biri de işte buydu. Salkım şarkı aralarında, sahnede tüm açıklığıyla yaşadıklarını anlattı. Sahneye çıktığı ilk dönemden, şöhretinin zirvesindeki döneme ve bugününe kadar kısa kısa keyifli hikayeler.

Yeşim Salkım antidepresan gibi geldi

Yeşim Salkım “İstanbul Yeditepe” ve “Kavanoz Dipli Dünya” gibi şarkılarını söyledikçe anladık ki kaliteli şarkılar hiç eskimiyor. Şarkı sözlerini uzun süre geçse de herkes ezbere biliyor ve şarkılara eşlik ediyor. Türkiye’nin ilk cover şarkısı olduğunu söylediği “Yeniden Başlasın” şimdi de o zamanki etkisini yaratabiliyor. Bir anda herkes dans etmeye başlıyor. Bir annenin kızlarına söylediği “Hep Böyle Kal” şarkısı insanın içine işliyor. Salkım sadece 80’li ve 90’lı yıllara damgasını vurmuş şarkılarını da söylemiyor sahnede. Türk Sanat Müziğinden arabesk şarkılara uzanan geniş bir repertuarı var. Kısacası eğlence, dans, merak, sorgulama, hüzün tüm duyguların karıştığı keyifli bir gece geçirdik. O gece morali gerçekten çok bozuk olan ve zorla getirdiğim arkadaşım dans edip, eğlendi ve gecenin sonunda “iyi ki beni de getirmişsiniz” dedi. Ben de tıp fakültesi son sınıf öğrencisi olan arkadaşıma “Yeşim Salkım sana antidepresan gibi geldi” diye espri yaptım. İyi haber ise; “40 lı yaşlar kadının yeniden doğuşu ve en verimli çağıdır.” tezini sahnedeki performansıyla kanıtlayan Salkım Türkiye turnesine çıkacak. Yazdığım ve buraya sığdıramadıklarıma sizler de tanıklık edebileceksiniz.

Twitter: https://twitter.com/metinuyar

Yazının devamı...

“Altı aylık ömür biçilen annemin kanseri tamamen tedavi oldu”

Dr. Sinan Akkurt aslında bir aile hekimi. 2009 yılında annesine karın zarı kanseri teşhisi konulmuş ve altı aylık ömür biçilmiş. Aynı dönemde, 32 haftalık hamile kız kardeşine de meme kanseri teşhisi konulmuş. Annesini ve ablasını inandığı, güvendiği doktor arkadaşlarına emanet etmiş. Ancak bir anda böyle bir durumda kalınca tedavi için bildiği her yöntemi de denemek istemiş. “Önceden bilgi sahibiydim” dediği biorezonans yöntemini klasik tıbbi tedavinin yanında tamamlayıcı olarak annesinin ve kardeşinin tedavisinde kullanmaya başlamış. Her ikisinde de hızlı bir iyileşmeye görülmüş. Yedi aylık tedavinin sonunda ise altı ay ömür biçilen annesinin ve meme kanserli kardeşinin patoloji raporlarında hiçbir kanser hücresine rastlanmadığını görünce belki başka hastalara da yardımcı olabilirim diyerek biorezonansı iyice araştırmaya başlamış. Son dört yıldır Almanya’daki Uluslararası Biorezonans Kongresine konuşmacı olarak davet edilen Akkurt ile biorezonansı konuştuk.

Biorezonans nedir?

Biorezonanas; kuantum fiziği mantığıyla çalışan, hücrelerin etrafına yaydığı biofiziksel frekanslardan yararlanılan, Almanya merkezli bir tedavi metodudur. Her hücrenin etrafına kendi özelliğini yaydığı biofiziksel bir titreşimi vardır. Buna o hücrenin “frekansı” denir. Her hücrenin frekansı farklıdır yani kendine özgüdür. Virüs, bakteri, parazit, kimyasal maddeler, ağır metaller, çevre kirliliği gibi nedenler hücre frekansların bozulmasına neden olur. Bu da hastalıkların oluşmasına yol açar.

Biorezonansın tedavi mekanizması nasıl?

Hücre frekansını bozan yabancı maddelerin veya çevresel faktörlerin ters frekanslarını vererek hücrenin nötrleşmesi yani eskisi gibi sağlıklı çalışmasını sağlanıyor. Mevcut hastalığınızı ters frekanslar verilerek iyileştirmek mümkün olduğu gibi daha iyi çalışmasını istediğiniz bir organınıza da kendi frekansını güçlendirerek verdiğinizde o organ daha etkin çalışmaya başlıyor.

“Alerjilerden kansere pek çok hastalıkta kullanılıyor”

Bilimsel geçerliliği olan bir yöntem mi?

Tabii, bilimsel makaleler ile desteklenen bir metot. Yurtdışında biorezonans kongreleri düzenleniyor. Türkiye’de de aralık ayında gerçekleştirilen Ulusal Mikrobiyoloji Kongresinde bazı bakterilerin biorezonans yöntemiyle ters frekans verilerek etkin bir şekilde öldürülebildiği ile ilgili bir çalışma yayınlandı. Ülkemizde son yıllarda yaygınlaşmaya başlasa da Avrupa’da 35 yıldır uygulanan bir test ve tedavi yöntemi bu. Almanya’da doğal tıp yöntemleri arasında sayılıyor.

Hangi hastalıkların tedavisinde etkin bir şekilde kullanılıyor?

Cerrahi ve acil hastalıklar hariç her hastalıkta biorezonansın bir tedavi yaklaşımı var. Ama etkinlik olarak baktığınızda alerjiler en yüksek tedavi başarısına ulaşılan gruptur. Alerji tabanlı hastalıklar, romatizmal hastalıklar, migren, baş ağrısı, bel ve boyun ağrılarından tutun da kansere kadar çok geniş yelpazede hastalıkların tedavisinde biorezonanstan yararlanılıyor.

Alerji tedavi edilebilen bir hastalık mı?

Hücrelerin frekansı olduğu gibi alerjik maddelerin de frekansı var. Örneğin A maddesine karşı alerjiniz varsa vücut bu frekansı kaydediyor. Biorezonans sistemi ile bu frekansın tersini üretip vücuda verdiğinizde alerjik maddenin bilgisi nötrleşiyor. Böylece kişi o madde ile bir kez daha karşılaştığında alerji tepkisi vermiyor.

“Kişinin kanında 6400 farklı maddenin taraması yapılıyor”

Kişinin neye alerjisi olduğunu nasıl tespit ediyorsunuz?

Hasta ilk geldiğinde özel bir kan testi ile kanda 6400 farklı maddenin taraması yapılıyor. Bu maddeler içinde alerjenler, virüsler, bakteriler, parazitler, kimyasal maddeler ve toksinlerden tutun da kanser hücreleri bile var. Bu tarama sonucunda kişinin neye alerjisinin olduğu çıkarılabiliyor.

Kaç seansta alerji frekansı nötrleşiyor?

Haftada bir, 75 dakikalık seanslarla ortalama üç ayda alerjenin frekansı nötrleştirilebiliyor. Bazı hastalara haftalık tedavilerin bitiminde anti-frekansların yüklü olduğu çipler takılarak tedavinin bir sonraki seansa dek devam etmesi sağlanıyor. Tedavide başarılı olmak için; alerji tedavisi esnasında kişinin alerjisi olan şeylerden uzak kalması gerekiyor.

***

“Kanserde alternatif değil tamamlayıcı tıp olarak kullanılıyor”

Kanser hastalarının tedavilerinde biorezonans nasıl kullanılıyor?

Kanser hastalarının genel vücut direncinin yani bağışıklığının güçlenmesine ve kanser hücrelerinin azaltılmasına yardımcı oluyor. Dolayısıyla hastalar ne kadar erken evrede bize başvurursa tedavide başarı şansı o kadar artıyor. Biorezonans klasik kanser tedavisine alternatif bir tedavi değil. Kemoterapi ve radyoterapi alanlarda tedavinin yan etkilerine azaltan, tedavinin etkinliğini güçlendiren yardımcı bir yöntem.

Peki, onkologlar da hastalarını biorezonansa yönlendiriyor mu?

İletişim halinde olduğumuz, hastalarını bize yönlendiren onkologlar var. Ayrıca; mevcut hastalarımın yüzde 40’lık bir bölümü zaten doktor ve doktor yakınlarından oluşuyor. Bazen hastalar geç kalıyor ve kanserin son evresinde geliyor. O durumda yaşam süresini belki uzatamıyoruz. Ama ağrılarını azaltarak yaşayacağı süreyi daha konforlu geçirmesine yardımcı oluyoruz.

***

Güncel sağlık haberleri ve yazıları için: https://www.facebook.com/metinuyarofficial

Yazar ile iletişim kurmak için: metin.uyar@milliyet.com.tr

Twitter: https://twitter.com/metinuyar

Yazının devamı...

Sanatçılar Esarete Dur Dedi

Her an göz önünde olan ünlü isimlerin toplum üzerindeki etki gücünün yadsınamayacak kadar güçlü olduğunu hepimiz biliyoruz. Peki, bu isimler bu güçlerini büyük paralar karşılığında anlaştıkları firmaların reklam yüzü olmak veya maddi kazanımlar karşılığında yer aldıkları organizasyonlar ve projeler dışında da kullanıyorlar mı? Ne yazık ki yeterli oranda değil. Ama haksızlık da etmek istemem. En riskli anlarda en önde yürüyen, üç maymunu oynamayan ve sesini duyuramayanların sesi olanlar da var. Bu değerli sanatçılarımızın bir kısmı yunusların esaretine dur demek için “Benim bir dostum var” adlı iki dakikalık spot filmde gönüllü olarak yer aldı.

***

Film; Özge Özder, Aslı Tandoğan ve Ayça Varlıer öncülüğünde kurulan, hayvan hakları için mücadele veren Bana Göz Kulak Ol Duyarlı Yaşam Derneği (BGKO) ve PToT (Production Team of Turkey) Film tarafından çekildi. BGKO sanatçıları gösteri hayvanlarının esaretini bu filmde yunuslar üzerinden anlatmayı tercih etti. Yurtdışından uyarlama olan filmin izin ve hazırlık süreci ise bir ay sürdü. Japonya’nın Taiji Koyu’ndaki toplu yunus katliamları gündemdeyken tamamlanan filmin zamanlaması da oldukça anlamlı.

***

Alican Yücesoy, Aslı Tandoğan, Bennu Yıldırımlar, Binnur Kaya, Ceyda Düvenci, Demet Evgar, Kenan Ece, Levent Üzümcü, Mert Fırat, Özge Özder, Özgün, Özgür Çevik, Selim Bayraktar, Selin Demiratar, Serkan Altunorak, Yasemin Allen filmde yer alan gönüllü sanatçılar. Siz de en azından filmi izleyerek ve daha fazla kişinin izleyip bilgilenmesini sağlayarak bu projeye destek olabilirsiniz.

Kısa filmi izlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=DSfFPOqIPK8

***

Yazarla iletişim kurmak için:

Mail: metin.uyar@milliyet.com.tr

Twitter: https://twitter.com/metinuyar

Yazının devamı...

Cleveland Clinic Türkiye Ofisini Açtı

1921 yılından bu yana varlığını sürdüren, ABD’nin sağlık devlerinden biri olan Cleveland Clinic; Kasım 2013’de Türkiye ofisini açtı. 22 Ocak Çarşamba günü ise İstanbul Swissotel The Bosphorus’ta vereceği davetle açılışını resmi olarak duyuracak.

Cleveland Clinic Ortadoğu İletişim ve Halkla İlişkiler Direktörü Farah I. Al Alami ile resmi davetten bir gün önce bir araya geldik. Sohbetimizden anladığım kadarıyla Cleveland Clinic’in Türkiye’den epeyce hastası var ve Türkiye’yi bu nedenle çok önemsiyorlar. Alami; Cleveland Clinic’in İstanbul bürosundaki ekibin, Türkiye ile ABD’deki Cleveland Clinic arasında önemli bir köprü görevi üstleneceğini söylüyor.

“Sağlık koşullarını iyileştirmek için eğitimler ve seminerler düzenlenecek”

2014 yılında Türkiye’de bir Cleveland Clinic açılmayacakmış ama Türkiye ile her türlü iş birliğine açık olduklarını da belirtiyor. Sohbetimiz esnasında Türkiye’de ve bölgede hakim olan sağlık koşullarını iyileştirmek ve iyi uygulamalar hakkında sağlık topluluğuna değer katmak amacıyla eğitimler, konferanslar ve sempozyumlar düzenleyeceklerini de öğreniyorum.

Alami, Cleveland Clinic hakkında daha fazla şey merak eden herkesi 22 Ocak Çarşamba günü İstanbul Swissotel The Bosphorus’ta verecekleri davete bekliyor. Açılış davetinde hastanenin geçmiş 25 yıl boyunca Türkiye genelinde sağlık hizmeti verdiği isimler başta olmak üzere, toplumun önde gelen kanaat önderleri, sağlık sektöründen önemli isimler, doktorları, çalışma ortakları ve yerel yetkililer ağırlanacak. İlgililere duyurulur.

Facebook: https://www.facebook.com/metinuyarofficial

Twitter: @metinuyar

Mail:

Yazının devamı...

Prof. Dr. Rasim Küçükusta: “Fazla Kilolu Olanlar Daha Uzun Yaşıyor”

Aykırı Profesörlerden olan Prof. Dr. Rasim Küçükusta’nın iki ay önce çıkan son kitabını (“Hasta Etmeyin Adamı”) okudum. Kitap beş bölümden oluşuyor. Fazla kiloluların daha uzun yaşadığının, Akdeniz diyetinin ve kahvaltının hayati öneminin anlatıldığı bölümler kitabın en ilgi çekici kısımları arasında. Kitaptaki sağlıklı beslenme tüyolarını da sizin için yazdım.

***

Balıketlilere sesleniyorum, birazcık fazla kilolu olmak daha sağlıklı olmak demektir”

2 milyon 880 bin kişi üzerinde yapılan ve JAMA dergisinde yayınlanan araştırmada 270 bin ölüm olayı incelenmiş. Sonuçta; 2. ve 3. derece obez olanların tüm sebeplere bağlı ölüm oranlarının normal kilolulardan fazla olduğu ama 1. derece obezlerde ölüm oranlarının yüksek olmadığı ve fazla kilolularda ölüm oranlarının normal kilolulara göre istatiksel olarak anlamlı oranda düşük olduğu belirtilmiş. Kitapta bu iddiayı destekleyecek başka araştırma sonuçlarına da yer verilmiş.

Çıtırlara sesleniyorum, zayıf olmak sağlıklı olmak demek değildir. Adam gibi beslenin”

- Bu araştırmaları paylaştıktan sonra Prof. Küçükusta okuyuculara şöyle sesleniyor:

BİR: Balıketli olanlara sesleniyorum. Sağlıklı beslenmek ve hareketli olmak kaydıyla biraz fazla kilolu olmak daha sağlıklı olmak demektir. Kilonuzu muhafaza edin.

İKİ: Şişmanlara ve göbeklilere sesleniyorum. Orta ve ileri derecede obez olmak, yağın da özellikle göbek çevresinde olması ise tam aksine ölüm riskinin arttırır. Obeziteden ve göbekten kurtulmaya bakın.

ÜÇ: Çıtırlara sesleniyorum, zayıf olmak sağlıklı olmak demek değildir. Adam gibi beslenin.

DÖRT: Herkese sesleniyorum. Herkesin kilosu kendine özeldir; ideal kilo diye herkese uyan bir kilo yoktur.

***

- Herkese uyan ‘ideal kilo’ anlayışına karşı çıkan Küçükusta önemli olanın sağlıklı beslenmek olduğunu vurguluyor ve nasıl sağlıklı besleneceğimizi de açıklıyor.

Nasıl Sağlıklı Besleneceğiz?

1. Rafine şeker ve undan yapılan hiçbir şeyi yememek

2. Her gün meyve yemek ama aşırıya kaçmamak

3. Her gün mevsimin organik sebze salatalarından yemek

4. Haftada bir veya iki gün taze balık yemek

5. Özgür hayvanların ürünlerini (süt, yoğurt, yağ, yumurta, et) tüketmek

6. Yeteri kadar sıvı almak (ölçü: idrarın açık sarı renk olması)

7. Tereyağı ve zeytinyağından şaşmamak; margarin ve sıvı bitkisel yağları mutfağa sokmamak

8. Yenebilenleri çiğ yemek, yenmeyenleri haşlama veya buğulama ile pişirmek

9. Yağda kızartma, mangal, tütsülemeden uzak durmak

10. Günde sadece iki öğün yemek; aralarda sadece bazen bir avucu geçmeyen badem, ceviz, fındık karışımı veya meyve kurusu-pestil yemek

Uyarı: Sağlıklı beslenirken günde 10 bin adım atın veya bir saat süreyle yorulmayacak derecede düz yolda yürüyün veya yüzün.

***

Kilonun altında başka hastalık yatıyorsa...

- Ancak; Küçükusta kilonun altında başka hastalık varsa ona dikkat edilmesi ve öncelikle o sorunun tedavi edilmesi gerektiği konusunda da şöyle uyarıyor:

· 45 kilo olan birine 15 kilo aldırarak veya 130 kilo olan birine 70 kilo verdirerek onları daha sağlıklı yapamazsınız; aksine sağlıklarını allak bullak edersiniz. Ancak; bu kişiler hormonal veya metabolik bir rahatsızlıktan dolayı bu kiloda iseler elbette o zaman rahatsızlığın giderilmesi gerekir. Zaten o bozukluğun ortadan kaldırılması kişileri ‘olması gereken kilolarına’ getirecektir.

· Depresyon tüm yaşlarda kilo kaybı için engel teşkil eder; çünkü bu kişilerin hem egzersiz motivasyonları yoktur. Hem de yemeye düşkündürler. Ayrıca; kronik veya akut ağrıları olduğu için egzersizden kaçan, adeta ‘yerinden kımıldamadan’ yaşayan kişileri bir fizyoterapist yardımıyla harekete geçirmek de çok kıymetlidir.

***

Kitapta ilgimi çeken iki araştırma sonucunu da paylaşıyorum:

Kahvaltı Kalp Krizinden Koruyor”

Harvard’lı uzmanlar tarafından yapılan yeni bir araştırma, sabah kahvaltısı yapmayanlarda kalp krizi ve kalp hastalıkları riskinin düzenli olarak kahvaltı yapanlara göre yüzde 27 daha fazla olduğunu ortaya koydu.

Sağlıklı bir kahvaltıda neler yenmeli?

Tam tahıldan iki dilim ekmek. Fabrikasyon olmayan her türlü peynir ve tereyağı, yoğurt, yeşil ve siyah zeytin, yumurta, mevsim yeşillikleri ve sebzeleri (maydanoz, yeşil biber, salatalık, domates, tere, turp …), 5-10 tane fındık, badem veya ceviz, şekersiz çay veya ıhlamur. Makul miktarda suni katkı maddesi içermeyen sucuk ve pastırma da yiyebilir.

Kahvaltıda asla yenmemesi gerekenler neler?

Her türlü fabrikasyon, ambalajlanmış kahvaltılıklar ile salam, sosis, jambon, reçel, poğaça, bisküvi, kek, sahte bal, rafine un ve şeker ürünleri.

***

Akdeniz Diyeti Kalp Krizi, Felç ve Ölüm Oranını Azaltıyor”

İspanya’da yaşları 55-80 arasında değişen 7 bin 447 kişinin 5 sene süreyle takip edilmesiyle yapılan araştırmada ‘Akdeniz diyeti uygulayanlarda kalp krizi, felç ve ölüm riskinin yüzde 30 daha az olduğu’ tespit edildi.

Akdeniz Diyeti Nedir?

Araştırmacılar Akdeniz diyetini ‘bol zeytinyağı, meyve, sebze, kabuklu kuruyemiş, tahıl; bundan daha az balık ve kümes hayvanları; çok az da mandıra ürünleri, kırmızı et, işlenmiş et, tatlı ve yemeklerde bir miktar şarap’ şeklinde tarif ediyor.

Twitter: @metinuyar

Mail: metinuyar@yandex.com.tr

Yazının devamı...

Ne çektin be Ecz-acı!

Eczacılık mezunuyum ama şuanda gazetecilik yapıyorum. Yazan bir insan olarak haliyle çokça okuyorum. Son dönemde ise okuduklarım, izlediklerim bana meslektaşlarıma karşı çok merkezli bir karalama kampanyası başlatıldığını hissettiriyor. Gelişmeleri kaygıyla ve üzülerek takip ediyorum. Türkiye’de halkın en güvenilir meslek gruplarından biri olarak gördüğü eczacılar son dönemde halk sağlığını tehdit etmekle hatta ikiyüzlü olmakla bile suçlanır hale geldi. Peki, ama bir anda ne değişti de böyle haberler, yazılar ortaya çıkmaya başladı diye düşünüyordum. Tam o sırada ikinci yazıda ağızdaki bakla çıkmış. “Bazı” eczacılara "İkiyüzlü" diyen Profesör “Tezgâh üstü ilaçlar zincir marketlerde ve internette satılmalı, isteyen zincir eczane açmalı.” diye yazmış. Belli ki yakın bir zamanda bu konuda bir şeyler olacak.

Eczacıların aptal olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Yazar, tezgah üstü ilaç reklamlarının da serbest bırakılması için daha öncede çok sayıda yazı yazdığını belirtmiş. Yazara göre tezgah üstü ilaç satışında ve reklamlarında istenen aşamaya hala gelinememiş. Yazının bu bölümünü okurken içimden “Eczacıların aptal olduğunu mu düşünüyorsunuz?” diye haykırmak geldi. Her yerde tezgah üstü ilaç reklamları dönse, zaten ilaçtan para kazanamaz hale getirilen eczacı karlılığı yüksek bu ürünleri satarak evine daha fazla para götürecek. Kim daha fazla parayı tercih etmez? Ama eczacı öncelikle sağlıkçıdır, işletmeci değil. Kısacası halk sağlığını cebine girecek paradan daha fazla düşündüğünden karşı çıkıyor.

Namusumuz ve vicdanımız üzerine yemin ettik, yalan söyleyemeyiz

“İlaç zehirdir argümanını artık bırakın” da denilmiş yazıda. Eczacılık Fakültesi Toksikoloji (zehir bilimi) ders 1 hocamız: “Toksikoloji biliminin kurucusu Paracelsus: ‘Her madde zehirdir. Zehir olmayan madde yoktur; zehir ile ilacı ayıran dozdur’ demiştir. Aşırı su içerseniz hipotansiyona bağlı olarak ölebilirsiniz. Doz çok önemlidir. İlacın dozu hakkında eğitim alan tek meslek grubu sizsiniz, çok dikkatli olun.” Kimse kusura bakmasın biz eczacılık yemini ettik. “Eczacılık mesleği üyeleri arasına katıldığım bu andan itibaren ... hastanın sağlığını baş kaygım olarak telakki edeceğime ... namusum ve vicdanım üzerine and içerim.” dedik. İlacın zehir olduğunu bile bile değildir diyemeyeceğiz! İlacın eczane dışına çıkmasına sonuna kadar direneceğiz.

Eczacıları bu kadar kırmak biraz ayıp olmuyor mu?

Eczacı halk sağlığını ve hastasının haklarını kendi maddi çıkarlarından daha çok önemsediği ve yeminine sağdık kaldığı için onu çağdışı bulabilirsiniz. Ama o çağdışı eczacılar Türkiye’nin dört bir yanında hastalarına ilaç ve besin etkileşimlerine varıncaya kadar en güncel bilgileri sunabilmek için sürekli eğitim alıyor. Şık, temiz ve yenilikçi dükkanları ile çevreden ayrışıyor. Eczacıları bu kadar kırmak biraz ayıp olmuyor mu? Hele de eczacı bütün bunları devletin tahsilatçılığıyla uğraşmasına, SGK’nın tüm hamaliye işleriyle ve maddi sıkıntılarıyla boğuşumasına rağmen yapıyorken. Dükkan kirası, kalfa maaşı gibi tüm giderleri arttığı halde kazançları her geçen gün azalmasına rağmen yılmadan çabalıyorken.

***

İşin özü ne çektin be eczacı. Beş sene okudun. Borç, harç eczane açtın. Yanındaki insanların ekmeği oldun. Şimdi 3-5 büyük zenginin ekmeğine biraz daha yağ sürülsün diye halk sağlığı da hiçe sayılarak seni yok etmeye çalışıyorlar.

Ecz. Metin Uyar

Twitter: @metinuyar

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.