SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Ben Neyim?

Bir önceki yazımda bizi biz yapan yeteneklerimizi farkında olmanın öneminden bahsetmiştim. Bugünkü yazımda ise sahip olduğu yeteneğin farkında olmayan sevgili Quetzel’in bu yeteneğini keşfedişinin hikâyesinden bahsetmek istiyorum. Umarım, Quetzel’in hikâyesi yeteneğinizi bulmada ilham kaynağı olur.

Uzak bir diyarda, özel yetenekleri olan insanların yaşadığı bir kabile varmış. Bu kabile, “” anlamına gelen "" adıyla bilinirmiş. Kabiledeki herkesin özel bir yeteneği varmış. Uçabilenler, kurt adamlar, astral seyahat yapanlar, aynı anda iki farklı yerde olabilenler, rüzgâr çıkartanlar, geleceği görenler, ışık hızından hızlı koşanlar. Ve daha birçoğu...

Günlerden bir gün kabilede yaşayan ailelerden birinin kız çocuğu olmuş. Her yeni doğan çocuğa yapıldığı gibi onu da Bilge adama götürmüşler. Küçük bebeğin isminin belirlenebilmesi için Bilge adamın, kabilenin ataları ile bağlantıya geçmesi gerekiyormuş. Bu sefer ki isim koyma ritüeli her zamankinden biraz daha uzun sürmüş. Bilge adam ritüeli tamamladığında Ataların bu minik kıza "kutsal" anlamına gelen Quetzal adını verdiklerini söylemiş. Kabiledekiler bu yeni bebeğin bembeyaz teni, masmavi gözleri, ince telli sarı bukleli saçları ve huzur dolu bakışı ile Quetzal ismini hak ettiğini düşünmüşler.

Yıllar geçmiş, Quetzal, okulunu başarıyla bitirmiş ama yeteneğini hala öğrenememiş. Diğer arkadaşları gibi özel yeteneğinin olmadığına dair üzüldüğü günlerden birinde, Bilge adam’ın kendisine doğru yürüdüğünü fark etmiş. Bilge adam, gülümseyerek Quetzal’a yaklaşmış ve ona nasıl olduğunu sormuş. Quetzal’da Bilge adam’a;

- demiş

Bilge adam hafifçe gülümseyerek;

- demiş

- diye yanıtlamış Quetzal.

Bilge adam Quetzal'in son söylediklerine anlamayarak;

- demiş Quetzal.

Bunun üzerine Bilge adam gülümseyerek;

- demiş

- diye sormuş Quetzal.

-

Quetzal, çaba harcamadan kolayca yaptığı şeylerle yeteneği arasında bağlantı kuramamış olsa da Bilge adamın sözünü dinleyerek çaba sarf etmeden kolayca yaptığı şeyleri düşünmeye başlamış. Quetzal’in yavaş yavaş zihni açılmaya başlamış. Ve ;

diye Bilge adam’a soru sormuş. Bilge adam;

demiş ama o an Quetzal’in kendisini dinlemediğini ve öylece dalıp gittiğini fark etmiş. Quetzal, bir müddet sonra gözlerinde gittikçe parlayan bir gülümsemeyle tekrar Bilge adam ile konuşmaya başlamış.

- demiş ve koşarak Bilge adamın yanında ayrılmış.

Bilge adam Quetzal'in gidişini izlerken kendi çocukluğu aklına gelmiş. Annesi, sakinleştirici olduğunu ona ilk kez söylediğinde, önceleri diğer arkadaşları gibi uçamadığı ve ışınlanamadığı için üzülse de sonradan sakinleştirici olmanın büyük bir sorumluluk gerektirdiğini anlamış. Bilge adam olduğunda sakinleştirici olmanın faydasını çok görmüş. Sakinleştirici olması sayesinde, yıllarca insanların kendi içlerindeki gerçeği yani sevgiyi görmesini sağlayan ayna olmuş.

Bilge adam, Quetzal bebekken isminin belirlenmesi için ilk defa kendisine getirildiğinde onun içindeki sevginin çok güçlü olduğunu ve ileride kendisi gibi kabilenin bilgesi olacağını hemen anlamış. Ve artık Quetzal’in kabilenin yeni bilgesi olarak yetiştirmenin zamanı geldiğini düşünerek Quetzal’in ailesi ile buluşmaya niyetlenerek evinin yolunu tutmuş.

Evet, Quetzal gibi yeteneğinizin ne olduğunu keşfetmek isterseniz hiç çaba harcamadan kolayca yaptığınız şeylerin ne olduğunu belirleyin. Ve bunlarla etrafınızdakilere ne kadar faydalı olabileceğinizi düşünün. Yeteneğiniz uzun zamandır orada sabırla sizi bekliyor. Bence artık onunla buluşmanın zamanı geldi...

Sevgiler

Arzu ve İstekleriniz Gerçeğinizi Oluşturur

www.yourwishisyourreality.com

Yazının devamı...

Yeteneklerimizin Götürdüğü Yere Gitmek

Sahip olduğumuz yeteneklerin farkına varamıyoruz. Farkına varamayınca da bize ait olanı yapamıyor ve sonunda mutsuz oluyoruz. Bu haftaki yazıma sahip olduğu yeteneğin farkına varamayan küçük peri Tinker Bell’in hikâyesi ile başlamak istiyorum;

Periler Kraliçesi, yeni doğan küçük peri Tinker Bell’in yeteneğinin tespit edilmesi için tüm perileri etrafına toplar ve sihirli sopasıyla mantara benzeyen bir platform oluşturur. Platformun üzerinde değişik semboller yer almaktadır. Tinker Bell bu sembollerin önünden yavaş yavaş geçer. Çekiç şeklindeki sembolün önüne geldiğinde bu sembolü önemsemez ve diğerlerine yönelir. Tinker Bell çekiçten uzaklaştıkça, çekiç peşinden gelmektedir. Periler Kraliçesi, peşinden gelen çekiç konusunda Tinker Bell’i uyarır. Tinker Bell çekice dokunur dokunmaz şimdiye kadar kimsenin görmediği parlaklıkta bir ışık demeti Tinker Bell’in etrafını sarar. Bu parlak ışık Thinker’in özel bir yeteneği olduğuna işaret etmektedir. Tinker Bell ise bu durumdan hiç hoşlanmamıştır. Tamirci olmanın sıkıcı olacağını düşünmektedir. Tinker Bell, rüzgâr perisi gibi olmaya çalıştığı bir günde rüzgâr perisinin oyununa gelir ve bahar mevsimi hazırlıklarını tamamen bozulmasına sebep olur. Durumu öğrenen periler kraliçesi mevsimlerden sorumlu baş perileri toplar. Yapacak bir şey yoktur. Bu sene Bahar mevsimi geç gelecektir. Tinker Bell yaptığı hatayı telafi etmek için neler yapabileceğini düşünürken birden Tamirci Perisi olduğu aklına gelir ve hemen işe koyulur. Tinker Bell özel yeteneğini kullanarak 2 gün içinde bahar hazırlıklarının tamamlanmasını sağlayacak yeni aletler yaratır. Ve bu yeni aletler ile bahar mevsimi hazırlıkları tam zamanında tamamlanır. Periler Kraliçesi, Thinker Bell’in diğer perilerle birlikte bahar mevsimini yaratmak üzere dünyaya gitmesine izin verir. Tinker Bell dünyaya gidebildiği için çok mutludur ve tamircilik yeteneğini artik daha çok sevmektedir.

Aslında biz de zaman zaman tıpkı Tinker Bell gibi davranıp özel yeteneğimizi görmezden geliriz. Çünkü aynı yeteneğin herkeste olduğuna inanırız. Kendimizinkiler yerine başkalarının yeteneklerine sahip olmayı isteriz. Bize ait olmayan yeteneklerin gerçekleştireceği hedeflere yöneliriz ki bu hedefler ya gerçekleşmez ya da gerçekleşmeleri zaman alır. Gerçekten mutlu olmak istiyorsak, sahip olduğumuz yetenekleri keşfetmeliyiz. Kendi yeteneklerimizi fark ettikçe kendimizi daha iyi tanırız. Kendimizi tanıdıkça da yaşam su gibi akmaya başlar. Önümüze yeni kapılar açılır. Ancak yeni kapıların açılması, önceki bakış akışımızı bırakmayı gerektirir ki bu da biraz zorlayıcı olabilir. Ancak zorluğun sonunda mutluluk ve özgürlük bizi bekliyor olacaktır. Aslında önemli olan yeni kapıların açılmasına ne kadar hazır olduğumuzdur.

Sevgiler

Arzu ve İsteklerinizi Gerçeğinizi Oluşturur.

www.yourwishisyourreality.com

Yazının devamı...

İlerleme Potansiyelimiz Hakkında Neler Biliyoruz

Geçenlerde Pera müzesinde T.C Merkez Bankasının Sirentin Sureti koleksiyonunun sergisini gezmeye gittim. Müzeyi gezerken sergilenen tabloların arasına ünlü kişilere ait yazılar yerleştirilmişti. Bu yazılardan en çok dikkatimi çeken Fransız Antropolog Claude Levi Straus’a ait olandı. C.Levi Straus bu yazısında” ” kavramına farklı bir bakış açısı getiriyordu. Yazı şöyle idi;

Claude lévi-strauss 1959

Bu yazı insanlığın ilerlemesi ile ilgili olmakla birlikte felsefe konusunda derin birikimi olanların affına sığınarak bende yansıttığı anlamını sizlerle paylaşmak istiyorum.

İlerleme dediğimiz şey sadece ileri doğru ve sürekli olması gerekmez, değişik yönlere doğru yapılan çeşitli hamleler de ilerleme olarak kabul edilmelidir. Hayatta yaptığımız her türlü hamle ister ileri isterse diğer yönlere doğru olsun, aslında hamleler biriktikçe ilerleme potansiyelimizi oluştururlar.

Hayatımızda ilerleme baskısı bazen bizi öyle sıkıştırır ki; hareket etmekten kaçınmak en doğru yol gibi gözükebilir. Hâlbuki hareket etmeme hamlesi ilerleme yolunda denenmiş bir hamle olarak bir sonraki seçiminizin ne olacağını belirleyen hamlelerden biridir. Başka bir deyişle; hamlelerimizin yönü ne olur olsun, her biri seçimlerimiz sonucunda neler olabileceği konusunda fikir edinmemize yardımcı olur. Bazı hamleler bizi başarısızlığa sürüklemiş olabilir, ancak hepsi benzer hamleleri tekrar seçmemizi engelleyen yapı taşlarıdır. Ve bize artık farklı bir hamlenin yapılması gerektiğini açık ve net olarak hatırlatırlar.

Sonuç olarak hepinizin de bildiği gibi her hamlede bir şey öğrenilir. Hamlelerimizin birini öldürür, diğerini diriltiriz. Evrendeki hiçbir şeyin durağan olmadığı gibi hamlelerimizde durağan olmayacaktır. Bu ölüm ve diriliş halinin farkında iseniz çok şanslısınız, farkında değilseniz yine şanslısınız, çünkü attığımız hamleler biriktikçe nasıl ve ne şekilde ilerleyeceğiniz daha da netleşecektir. Kesin olan tek şey her ölüm sonrasında tekrardan doğuş olacaktır. Ama bir daha aynı seçim olmayacaktır. Bu sefer her şey farklı olacaktır!

Bir düşünün ilerlemediğinizi düşündüğünüz bir anda, aslında yaptığınız o hamlenin ilerleme potansiyelinizin bir parçası olduğunu bilseniz, o an her neyi seçtiyseniz onu yapmaya devam eder miydiniz? Yoksa daha farklı ve size keyif verecek bir şeyi mi yapardınız?

Mucize, şu an deneyimlediğinizden başka bir şeyi yapmaktır. Bırakın değişik ama size keyif verecek hamleler sizin ilerleme stiliniz olsun. Madem her ne yapıyorsak ilerliyoruz demek ise bari keyif alalım.

Unutmayın aslında hiçbir zaman durmuyorsunuz, hep ilerleme halindeydiniz. Önemli olan şu an seçtiğiniz hamlelerin neler olduğu ve biriktiklerindeki ilerlemenizin nasıl olacağıdır?

Sevgiler

Arzu ve İstekleriniz Gerçeğinizi Oluştururlar

www.yourwishisyourreality.com

Yazının devamı...

Yalnızlık mı? Tek Başınalık mı?

Bugün Osho’nun konusu “” olan kitabında geçen bir benzetmeyi sizinle paylaşmak istiyorum.

Şimdi yukarıdaki kuşun hikâyesinin, sevgideyken yaptıklarınızla benzerlik gösterip göstermediğine bakmanızı istiyorum. Mesela, çocukken yaptıklarınızın çevrenizdeki kişileri mutlu ettiğini fark ettiğinizde aynı ilgi ve alakayı sürekli kılabilmek adına sadece diğerlerinin ilgisini çeken özellikleriniz ile var olmaya seçmiş olabilir. Yetişkin olduğunuzda ise üzüntü, kızgınlık ve çektiğimiz acıları anlatan hikâyelerinizin çevreniz tarafından beğenildiğini yani sadece o anlarda diğerlerinin ilgisini çektiğinizi fark etmiş ve bunun üzerine başınızdan geçen talihsiz olayları sürekli gündeminizde tutmayı alışkanlık haline getirmiş olabilirsiniz.

Geçmişte sevdiklerinizin istediği gibi olabilmek adına arzu ve isteklerinizden vazgeçtiyseniz yukarıdaki kuşun hikâyesinde olduğu gibi içinizdeki özgür ruhu kafese kapatmışsınız demektir. Hâlbuki sizi her kim sevdi ise sizi özgür haliniz ile sevdi. Ama siz ne yaptınız, onun sizi sevdiği halinizden farklı bir şeyi ona sundunuz veya sunuyorsunuz. Ve bu şekilde arzularınızın doğrultusunda var olmak yerine, olması gerektiğini düşündüğünüzü yaparak diğer insanların “gerçek sizi” hissetmelerini engelliyorsunuz

Yanıt çok basit aslında!! Bu duruma gelişimiz, kendimizi yalnız hissediyor olmamızdan kaynaklanıyor. Kendimizi yalnız hissettiğimizde aslında bizimle ilgili bir şeylerin eksik olduğunu da kabul etmiş oluyoruz. Bir şeylerin eksik olması durumunda ise eksikliği yok etmek için dışarıya çıkıyoruz. İhtiyacımızı karşılayacağını düşündüğümüz her ne var ise ona dört elle sarılıyoruz. Bu öyle bir dört elle sarılış oluyor ki kişi hareket edemez hale gelebiliyor. Hareket edemeyince de doğal olarak bir şey yapamıyor ve siz yalnızlığınızla tekrar baş başa kalıyorsunuz.

Buradan çıkış yolu ise, ilişkilerde tek başına olabilmeyi becerebilmekte yatar. Tek başına olma hali tam ve bütün olmaktır. Artık ihtiyaç hissi tamamen ortadan kalkmıştır. İhtiyaçlarımızın karşılanması niyeti yerine sahip olduklarımızı diğerleri ile paylaşma niyeti hâkimdir. Sonuçta kaybedilecek ve kazanılacak bir şey olmaz. Sadece orada olup yaşamın keyfine çıkarırız. Bu durumu filarmoni orkestrasındaki kemancının durumuna benzetebiliriz. Kemancı tek başına olduğunda da çok güzel keman çalmaktadır. Yeteneğini Filarmoni orkestrasındaki diğer dostlarıyla paylaşmak istediğinde orkestranın diğer üyeleri ile birlikte çok sesliliği deneyimler. Birlikte büyüme halini keşfeder. Herkes özgürdür. Her bir birey bir bütünü tamamlayan tek bir parçadır.

Evet şimdi size soruyorum; bir orkestra içinde kemancı olmak mı yoksa süslü bir kafesin içinden etrafı seyretmek mi istersiniz?

Sevgiler

Arzu ve İstekleriniz Gerçeğinizi Oluşturur

www.yourwishisyourreality.com

Yazının devamı...

Mutluluk Seviyeniz % Kaç?

Çocuk filmlerini takip etmeyi çok severim. Örneğin; Yıldız Savaşlarından karanlık ve ışığın arasındaki ince çizgiyi, Yüzüklerin Efendisinden gölge ile aslımızın arasındaki dostluğu, Alice Harikalar Diyarı’ndan bilinçaltımızın imkansız dediklerinin aslında koca bir yalan olduğunu, Happy Feet’ten farklı olmanın güzelliğini keşfettim. Tüm bu hikâyelerden aldığım ilhamla arada sırada büyüklere masallar yazıyorum. “ “ isimli masalımda küçük Ali’nin hikâyesini anlattım. Bir önceki yazımda insanlara yardım etmenin sandığımızdan daha farklı şekilleri olabileceğinden bahsetmiştim. Ali’nin hikâyesinin bu yazı ile çok bağlantılı olduğundan sizlerle paylaşmak istedim. Geri bildirimlerinizi dört gözle bekliyorum.

Kuzey ülkelerinden birinde küçük bir adada Ali isminde bir çocuk yaşarmış. Ali küçük yaşta ailesini kaybetmiş olduğundan köy halkı Ali’nin bakımını üstlenmiş. Ali’de bu yardımın karşılığında köy halkının hayvanlarına çobanlık yapıyormuş. Yıllar geçmiş, küçük Ali güçlü, kuvvetli bir genç adam olmuş. Artık sadece çobanlık yapmıyor, köydeki ailelerin tamir işlerine de bakıyormuş. Ali çalışmayı, insanlar için bir şeyler yapmayı çok severmiş. Bazı günler günde 14-15 saat çalıştığı bile olurmuş. Bazı günler yapılacak işi olmadığında kapı kapı dolaşır, köy halkına tamir edilecek bir şeyleri olup olmadığını sorarmış. Kapısını çaldığı evde kimseyi bulamazsa, evin arka kapısından içeri girer, tamir edilmesi gereken her ne var ise tamir eder sonra küçük bir not bırakarak evden ayrılırmış. Köy halkı, Ali’nin bu desteğinden önceleri çok memnun olsa da, bir müddet sonra evlerindeki eşyalarının talepleri olmadan onarılması onları rahatsız etmeye başlamış. Ve bu rahatsızlıklarını Ali’ye söylemeye karar vermişler. Ve bir akşam köy okulunda konuşmak üzere toplanmışlar. Ali’ye yardımlarından dolayı teşekkür ettikten sonra Ali’nin yaptığı yardımların zaman zaman fayda yerine zarar verdiğini söylemişler. Konuşmada sözü alan ilk kişi Ayşe Hanım olmuş. Ayşe Hanım, köyün öğretmeniymiş.

- Ayağı kırık büyük bir masam vardı. Bu masayı okula yeni başlayan Veli için küçültüp çalışma masası ve sandalye haline getirmeyi planlıyorduk. Ancak bir gün okuldan eve geldiğimde masanın tamir edildiğini görünce, Veli için masa ve sandalye yapabilmek için farklı alternatiflere yönelmek zorunda kaldım ve boşu boşuna bir sürü zaman kaybettim. Ayşe Hanım’dan sonra sözü demirci Rıza almış;

- İşime yaramayan kırık, dökük bir sürü bakır kabım vardı. Hepsini erittikten sonra soğuğa karşı korunabilmek için pencerelere destek yapacaktım. Ancak bir gün eve gelip bütün bakır kapların tamir edildiğini gördüm. Bakır kaplardan çok soğuktan korunmaya ihtiyacım vardır. Kaplara ihtiyacım olmadığından hepsini komşularımla paylaştım. Çünkü her biri eritilmeyecek kadar güzel kaplar haline gelmişlerdi. Ailem ve ben bir müddet daha üşümeye devam edeceğiz. Faydalı bir şey yaptığını düşünüyorsun ama bize sormadan yaptıkların maalesef işe yaramaktan ziyade bize zarar veriyor.

Demirci Rıza’dan sonra sırayla Hikmet ve Kamil Bey ile Zekiye, Servet, Huriye ve Ayfer Hanım söz almışlar. Hepsi de önce Ali’nin yaptıklarını takdir ettiklerini ancak yaptığı yardımların hayatlarını olumsuz etkilediğini söylemişler. Ali, anlatılanları büyük bir dikkatle dinlemiş, dostlarını üzmüş olduğundan dolayı kendini çok mutsuz hissetmiş. Hepsinden ayrı ayrı özür dileyerek evine dönmüş. Ama yine de yaptığı yardımların olumsuz sonuç vermesini aklı almıyormuş. Bundan sonraki günlerinde sadece hayvanları otlatma işine devam etmiş. Köy okulunda yapılan toplantıdan sonra tam 2 ay geçmiş. Hiç kimse Ali’den ekstra bir yardım talep etmemiş.

Köydeki dostlarına yardım etmenin mutluluğunun gerçek kaynağı olduğunu fark ettiğinde Ali çok üzülmüş. Nasıl olup ta böyle bir mantık geliştirebildiğine inanamıyormuş. Günler geçmiş, köy halkı için bir şey yapamıyor olmak onu çok rahatsız ediyormuş. Ali gittikçe sinirli bir insan haline gelmiş. Günlerden bir gün hayvanları otlatmaya götürürken ayağı bir taşa takılmış. Ve canı çok yandığından taşa söylenmeye başlamış. O sırada yanından geçmekte olan yaşlı bir adam Ali’ye kiminle konuştuğunu sormuş. Ali’nin hala kızgınlığı devam ettiğinden;

-” demiş, Yaşlı Adam;

- demiş.

- demiş Ali.

- demiş yaşlı adam. Ali, yaşlı adama sinirlenerek;

- demiş ve gözlerinden yaşlar inmeye başlamış.

- demiş yaşlı adam.

çıkartıyorum demiş Ali.

- diye sormuş yaşlı adam. Ali başından geçenleri yaşlı adama anlatmış.

- demiş, yaşlı adam.

- , demiş Ali.

- demiş yaşlı adam sonra da “ diye sormuş

- demiş.

- demiş. Ali;

diye sormuş.

- demiş. Ali, bir müddet düşünmüş. Ve;

- diye sormuş.

- demiş Yaşlı Adam.

- diye sormuş, Ali. Yaşlı adam gülerek;

- demiş. Ali, bunun üzerine bir müddet düşüncelere dalmış. Sonra;

- diye sormuş ama yaşlı adamın orada olmadığını fark etmiş.

Ali, sonraki birkaç gün yaşlı adam ile yaptıkları konuşmayı sürekli hatırlayarak, gerçek sevginin anlamını ve kendisini nelerin mutlu edeceğini düşünmeye başlamış. Değişik bir konu üzerine kafa yormak onun üzüntülerinden uzaklaştırmaya başlamış. Yine bir gün kendisini nelerin mutlu edeceğini düşünürken, küçükken yaşadığı köyün dışındaki yerleri merak ettiği aklına gelmiş. Uzak diyarlarda neler olduğunu keşfetmek beni mutlu edebilir diye düşünmüş. Ve köy halkına bu fikrini paylaştıktan sonra köyünün dışındaki ülkeleri ziyaret etmeye başlamış. Gezip gördüğü yerlerde yeni insanlarla tanışmış, daha önce görmediği bitki ve hayvan türlerini keşfetmiş. Ali’nin eski neşesi tekrar gelmiş. Seyahat ettiği yerlerde Ali’nin mutlu halini görenler, onunla sohbet etmek için sıraya girmeye başlamışlar. Herkes mutluluğu keşfeden bu adamdan bahsediyormuş. Dünyanın her tarafından Ali’yi görmeye gelenler Ali’den mutluluğun sırrını öğrenmek istiyormuş. Ali’de soranlara anlatmış;

-

Ali, tüm bunları anlatırken yıllar önce karşılaştığı yaşlı adama da binlerce kez şükrediyormuş. Yine bir gün aynı yaşlı adam tekrar karşısında belirmiş. Ali gülümseyerek;

- diye sormuş. Yaşlı adam ise Ali’ye gülümseyerek;

demiş.. Ali ise ;

demiş yaşlı adama. Ve yaşlı adam her zaman ki gibi geldiği gibi aniden yok olmuş. Ali, yoksa bir hayal miydi diye düşünse de fazla kurcalamamaya karar vermiş. Ve başka mutluluğa doğru yoluna devam etmiş.

Bu bir masal olsa da Ali kendi mutluluğun sırrını keşfetti. Siz de herkesin mutlu olmasını isteyerek sürekli insanlara yardım etme telaşında olanlardansınız. Yoksa Ali gibi diğerlerinin mutluluğu için önce kendinizin mutlu olması gerektiğine inanmaya başladınız mı?

Sevgiler

Arzu ve İstekleriniz Gerçeğinizi Oluştururlar

www.yourwishisyourreality.com

Yazının devamı...

Yardım Etmenin Dayanılmaz Çekimi

Geçmişte batının en hızlı “” olduğum zamanlarda; diğerlerinin hayatlarına müdahale etme konusunda çok başarılıydım. Müdahale etme işinin bendeki adı “Yardım Etme” idi. Sizden talep edilmedikçe yardım etmeyin tarzı farkındalık yazıları dikkatime çekildiğinde; bu yazılara “” şeklinde tepki gösterirdim. Bu durum, insanlara yardım etmenin sadece ve sadece kibrimi besleyen ritüeller olduğunu fark edene kadar devam etti. Ve o günden sonra kibrime hizmet etmeden insanlara yardım etmenin yolunu bulmaya niyetlendim. Ve zamanla “gerçek yardım etme”nin kendi bildiğimin ötesinde birçok değişik yolu olduğunu fark ettim. Bugün keşfetmiş olduğum yardım ritüellerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle size içini açan, sorununu paylaşan kişileri koşulsuz dinlemekle başlayın. Yani zihninizden hızla geçen o güzel fikirlerinizi paylaşmak yerine susun. Susun ama tam bir sessizlik olsun. İçinizden konuşmayın, söylenenleri yargılamayın, herhangi bir fikir yürütmeyin, bırakın anlattıklarını dinlediğiniz kişi koşulsuz dinleniyor olmanın tadına çıkarsın. Eminim, yarattığınız bu özel alan için sizi her zaman şükranla hatırlayacaktır. Hatta bu uygulamayı hayatınıza sürekli uyarladığınızda popülerliğinizin gittikçe artacağından emin olabilirsiniz.

Diğer bir yardım ritüeli ise insanların sizin için bir şey yapmalarına izin vermektir. Birileri sizin için bir şey yapmak istediğinde “gerçekten gerek yok ben yapabilirim” veya “ gerçekten yapmak istediğine emin misin” şeklinde sanki istemediği halde sizin için bir şey yapıyor olduğunu ısrarla hatırlatarak kendisini kötü hissetmesine sebep olmayın. Size yardım etmekten onu mahrum bıraktığınızda, o da başkasına bir şeyler vermenin sunacağı cömertlik hissini deneyimlemekten mahrum kalacaktır. Bırakın istediği gibi olsun ve onun cömertlik hissini deneyimlemesine yardımcı olun. Çünkü gerçek cömertlik önce o hissi hissetmekle hayata geçer, tıpkı sevgi, şefkat ve diğer hislerde olduğu gibi.

Bir diğer yardım ritüeli de kendi mutluluğunuzu bir an evvel keşfetmenizdir. Belki şu an içinizden “benim mutlu olmamın diğerlerine faydası ne olabilir ki?” şeklinde düşünceler geçiyor olabilir. 2 sene önce ilk defa Dalai Lama’nın Dharamshala’daki eğitimine katılmıştım. Dalai Lama’yı göreceğim için çok heyecanlıydım. Eğitimin başlama saati geldiğinde Dalai Lama hepimize gülümseyerek selam verdikten sonra kendisine ayrılan bölüme doğru yürüdü ve eğitimine başladı. Eğitim bittikten sonra yalnız kaldığımda kendimle ilgili önemli bir şeyi fark ettim. O günkü eğitim süresince zihnimden yargılamaya dair herhangi bir düşünce geçmemişti. Kendimi sadece huzur içinde hissetmiştim. Karmaşa, sorgulama v.s. den eser yoktu. Dalai Lama’nın eğitimde bulunan diğer herkesin de aynı deneyimi yaşadığından emindim. Dalai Lama kendinde olanı büyük bir cömertlikle hepimize yansıtmıştı. Siz de kendi mutluluğunuzu keşfedip sürekli bu hissi hissettiğinizde tıpkı Dalai Lama’nın yaptığı gibi diğer insanların da aynı duyguyu hissetmesine yardımcı olabilirsiniz.

Bahsedeceğim son yardım ritüeli ise şükran duymak. Gün içinde sonucu garantilemek adına sürekli negatife yöneldiğinizi fark etmiş olabilir misiniz? Evet çoğunlukla negatife yöneliyoruz. Çünkü bu şekilde daha başarılı olacağımıza inanıyoruz. Başarıyı garantilemek adına negatife yönelmek başta mantıklı görünse de sürekli negatife yönelmek, insanın enerjisini aşağıya çeker ve sonuç olarak kişinin kendisini mutsuz hissetmesine sebep olur. Bu konudaki diğer bir gerçek ise negatife ne kadar çok odaklanırsak o kadar oranda da etrafımızdaki pozitifi yani güzellikleri kaçırırız.

Aslında en doğru yol; pozitif ve negatifin birbiri ile dost olduğu o ünlü karışımı yani orta yolu seçebilmektir. Orta yolu bulmanın en doğru yolu ise sahip olduklarımız için şükran duymaktır. (*) Şükran duymayı bir disiplin haline getirmek isteyenler için önerim; “Şükran günlüğü” ne sahip olmak. Örneğin her gün şükran duyduğunuz 5 şeyi bu günlüğe yazın. Ancak aynı şeyi tekrar tekrar yazmamaya özen gösterin. Ve günden güne kendi değerinizi arttırın.

Evet, şu an için farkındalığıma gelen yardım ritüelleri bunlar. Bu ritüellerden bir veya bir kaçını hayatınızda uygulamaya başlamayı düşünürseniz ne ala. Uygulamaya başladığınızda ilk bir ay sonrasında olacaklara çok şaşırabilirsiniz!!!!

Sevgiler

Arzu ve İstekleriniz Gerçeğinizi Oluştururlar

(*)Emmons&McCullough2003 yaptığı çalışmada şükran çalışması yapan ile yapmayan 2 test grubu arasında yapılan araştırma çalışmasında şükran duyma çalışması yapanlarda fiziksel rahatsızlıkların azaldığı ve kendilerini daha iyi hissetme halinin oluştuğu gözlemlenmiştir. Pozitif duyguların sadece neşe ve mutluluğunu arttırmaya hizmet etmediği aynı zamanda stres ve zihinsel zorlukları da azaltan bir ortam sağladığını göstermektedir.

Yazının devamı...

Değişim Var ise Neden Hep Sıkılıyoruz?

Doğada hiçbir şey aynı kalmaz. Evrendeki her şey sürekli değişir. Hepimiz az çok bu değişimin farkındayız ve bu nedenle mevsimlerin, gece ve gündüzün değişimini her zaman anlayışla karşılarız. Sürekli gece ya da sürekli gündüz olmasını arzulamayız, bu konuda bilgece bir kabullenme hali içindeyizdir. Hiç düşündünüz mü? Aynı bilgeliği hayatımızdaki değişimlere de uygulayabilsek nasıl olurdu?

Olmaz Olmaz !!!. Hiç iyi olmazdı. Çünkü tepki vermeyi çok severiz. Tepki vermezsek var olamayacağımızı düşünürüz. Aslında değişimin hep farkındayız. Örneğin şu anki halimiz ile 2 sene önceki halimizin arasında büyük farklılıklar vardır. Ama biz yine de sahip olduklarımızın değişmemesi için elimizden gelen her şeyi yaparız. Hatta zaman zaman değişimi önlemek adına hayatımızdaki insanların özgürlüğünü kısıtlar, onların sahip olduğu güzel şeyleri bizden başka hiç kimse ile paylaşmasına izin vermeyiz. Kişi güzel şeylerini teker teker terk ettiğinde ise artık onu beğenmemeye başlarız. Ama olsun biz yine de sahip olduklarımızın aynı kalacağına dair hikâyeler yazmaya devam ederiz. Sevdiklerimizin sahip oldukları o güzel şeyleri sayesinde dikkatimizi çektiklerini bir çırpıda unutuveririz.

Bazen de hikâyemize olan inancımızı sınamak isteriz ve başka bir hikâye yaratırız. Bu seferki hikâyenin konusu bir gün bizi terk edebileceklerine dairdir. Bu iki farklı senaryonun aynı anda var oluyor olması doğal olarak yaşamımızda dengesizlik yaratır. Hayatımızdaki kişi olanlara bir türlü anlam veremez. Çünkü birbiri ile çelişen bu iki hikâyeden haberi yoktur, önceleri bizim onu çok sevdiğimizi düşünür. Ancak kısıtlamaların dozajı arttıkça onu sevmediğimizi düşünmeye başlar. Çünkü teorik olarak mantıklı bir insan sevdiğinin arzu ve isteklerini kısıtlamayacaktır. Tüm bu değişimler olurken enteresan bir şey daha oluyordur. Değişimlerle birlikte bilincimiz de gelişir ve değişir. Bilincimiz değiştiği halde biz onun değişim öncesi halinde kalmasında ısrar ettiğimiz sürece kendimizi kendi gerçeğimizle yaptığımız savaşın içinde buluveririz.

Evrendeki değişim gibi her gün, her saat, her an değiştiğimizi kabul ettiğimizde sahip olduklarımızın yanlızca bir yönü yerine diğer yönlerini de deneyimleme fırsatını elde ederiz. Yarattığımız hikâyelerin aynı kalması için diğerlerini ikna etmemize gerek kalmaz.

Hikâye yazmakta ısrarlı iseniz doğaçlama tekniğini seçin. Doğaçlama tekniğinde yazılı metin, kural, bağlanma, sonuçları kontrol etmek, eleştirilme korkusu olmaz, sadece siz olursunuz. Sadece ben keyifli olur mu? demeyin tek başınalığın keyfini sürün, eşi benzeri olmayacak bir doğaçlama yapın. Yaşarken bilin, yaşarken tanıyın, yaşarken keyif alın. Bir takım şeylerin değişmeyeceğine dair hikâyeler yaratarak kendinize boşluklar yaratmayın kısaca kendinizi hafife almayın. Değişimin güzelliğini fark edin.

Yazımı Osho’nun sıkılganlık üzerine yazdığı bir örnekleme ile bitirmek istiyorum. Osho der ki; “

Peki; Siz sıkılganlığın hangi tarafında olmak istersiniz?

Sevgiler

Yazının devamı...

Niyetin gücü

Bugün deneyimlerimizin oluşmasında önemli rolü olan “” nden bahsetmek istiyorum. Gün içinde kendimiz ya da başkaları adına bir şeylere sahip olmayı ya da bir durumun gerçekleşmesini arzular, günlük aksiyonlarımızı da ona göre belirleriz. Bazen hayatımızda hoşumuza gitmeyen olaylar gerçekleşir. Aslında bu olaylar niyetimizden uzaklaşmış olmaktan kaynaklanmaktadır. Peki, bizi niyetimizden uzaklaştıran şey ne olabilir?

Bu sorunun yanıtı çok basittir. Bizi niyet enerjisinden ayıran egomuzdur. Egonun etkisini azaltmak, niyetimizde kalarak niyetimize uygun düşünceler ile bu düşüncelere uygun duygu ve durumları hayatımıza çekebilmek için dikkatimizi eğitmemiz gerekir. Şöyle ki düşünceler statik, zihniniz ise dinamiktir. Düşüncelerin statik enerjide olması demek, düşünceleriniz ile ilgili durumların size doğru çekilmesi anlamına gelir ki hayatımızda da bu çekimin sonuçlarını deneyimleriz. Yaşamınızda olası kötü sorunları düşündüğünüz sürece onların sonuçları ile karşılaşırız. Yani bizi rahatsız eden olumsuz düşünceleri düşünmemek için kendimizi zorlayarak düşünmemeğe çalışmak onları düşünmeyi getirmekten başka bir şeye yaramaz. Oysa bunu yenebilmek için en iyi formül ”” düşünmeyi seçmektir.

Pozitif niyetin gücünü, Dr. Masaru Emoto’nun sularla yaptığı çalışma bize net bir şekilde göstermektedir. Dr. Masaru Emoto kendi geliştirdiği teknik ile soğuk bir odanın içinde son derece güçlü bir mikroskop ve çok hızlı bir fotoğraf çekimi şekli ile su kristallerinin resimlerini çekmeyi başarmıştır. Ve görülmüştür ki içinde sevgi sözcüklerinin yer aldığı sözlerin suya doğru söylenmesi sonucunda kristallerin muhteşem güzel bir şekil almış, kötü sözler söylenmesi durumunda ise kristallerin şekillerinde bozulma olmuştur. Sevgi ve nefret sözcüklerinin su molekülleri üzerinde yaptığı bu değişikliğin bilimsel yönü tam olarak bilinmiyor olsa da bedenimizin büyük bir kısmının su olduğunu hatırlatarak zihnimizden geçen düşüncelerin bedenimize yaptıklarını tahmin etmeyi tamamen size bırakıyorum.

Sonuç olarak, deneyimlerimizin kalitesini arttırmak istiyorsak niyetimizin kalitesine önem vermeliyiz. Hayatınız arzu ettiğiniz gibi gitmiyorsa; öncelikle şu anki sizin ne istediğine odaklanın. Çünkü gelecekteki sizin neler isteyebileceğini bugünden bilmenize imkân yoktur. Niyetinizin hayatınızda yaratacağı değişimi imgeleyip ve imgelediğiniz her ne ise onu hissedin yani niyetin kendisi olun. Hisler bir tür enerjidir. Ve bu enerji sizi niyetinize götürecek olan tek şeydir. Son olarak, her akşam yatmadan önce o gün yaptıklarınızı gözden geçirin, gün içinde yaptıklarınız ile hissettiklerinizin niyetinizle bağlantılı olup olmadığına bakın. Niyetinizle uyumlu olmayanları listeleyin ve bir daha aynılarını yapmayı isteyip istemediğinize karar verin. Çünkü niyetiniz ile bağlantısı olmayan deneyimleri değiştirmeyi ya da son vermeyi ancak ve ancak siz yapabilirsiniz.

Unutmayın; pasta yemek istiyorsanız marketten kakao, un, margarin, şeker ve yumurta satın alın ki anneniz size pasta yapabilsin. Marketten pasta malzemeleri yerine patates, yağ ve kıyma satın alırsanız kıymalı patates yiyor olabilirsiniz. Aslında kıymalı patateste güzel bir yemektir. Ancak bu şekilde devam ettiğiniz sürece hiçbir zaman pasta yiyemiyor olacaksınız.

Sevgiler

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.