SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Momtalks 2017'nin ardından

Geçtiğimiz Perşembe günü birincisi yapılan Momtalks ta pek çok değerli konuşmacı vardı. Bazıları ilham verici, bazıları bilgilendirici, bazıları hem bilgilendirici hem keyifli idi. Öncelikle bu hayali hayata geçirmiş olan “Anne Beynim Aç” kitabının yazarı akademisyen Dr. Bahar Eriş’ te teşekkür etmek ve izlenimlerimi kısaca paylaşmak istiyorum.

Etkinlik Ümmühan Koçak’ın katıldığı ilk bölümle başladı. Bilmeyenler için Ümmühan Koçak Mersin’in Arslanköy’ ünde yaşayan ve 2001 yılından beri köyde kurduğu tiyatro topluluğu ile ünü yurt dışına taşan şahsına münhasır, kişisel gelişim kitaplarının anlattıklarının örneği olan bir yaşanmışlığa sahip bir Anadolu kadını.

İnanmış, hayal etmiş, vazgeçmemiş, mücadele etmiş ve belki de tahmin edemeyeceği kadar çok ses getirmiş. Başlangıçtaki amacı köyde yaşayan kadınların sorunlarını eşlerine, kaynanalarına duyurmak ve hissettirmekmiş, bunu başaran Ümmiye teyze öyle içten, öyle sahici idi ki pek çok olanağa sahip şehirli ama kendisini kurban gibi gören kadınlara, erkeklere ilham kaynağı olabilir. Şiddetle tavsiyemdir.Ted konuşmasını da ayrıca izleyebilirsiniz.

Momtalks etkinliğinin öğleden sonraki oturumunda ise herkesin yakından tanıdığı üç yazar çocuk yetiştirmeyi, anne babalığı ve detaylarını konuştu.

Doğan Cüceloğlu hocamız,görmüş geçirmiş tabiri caizse aşmış bir baba olarak deneyimleri ile akademik bilgileri ile sorulara cevap verirken, Mümin Sekman başarı kavramı ekseninde çocuk ve anne baba tutumlarını konuşurken, Özgür Bolat ise baba olmamasına rağmen akademik birikimi ve araştırmaların verileri ile izleyicilere çok keyifli ancak çok da değerli paylaşımlarda bulundular.

Doğan Cüceloğlu oğlunun basket maçında son saniyede kaçırdığı basket, maçla ilgili olarak yaşadığı ve hayal kırıklığı anısındaki, söylemi ile oğlunun hayatına nasıl dokunduğunu anlattığında hepimiz güzel bir ders oldu. Maçtan sonra “baba biliyorum benden utanıyorsun dediğinde ne kadar kötü hissettiğini ve bununla başa çıkmak için verdiği mücadelesini anlattı. Doğan hoca oğluna 2 soru sormuş “maç sırasında elinden gelenin en iyisini yaptın mı? Ve maç sırasında içinde coşku, tutku var mıydı, ” Kontrol altında iki şey vardır, elinden gelenin en iyini yapmak ve bunu coşku ile yapmak. Her iki soruyu da evet olarak yanıtlayan oğlunun duygusu bir anda değişmiş ve yıllar sonra o anın hayatının dönüm noktası olduğunu babasıyla paylaştığında neler hissettiğini anlatan Doğan Cüceloğlu hepimizi duygulandırdı.. Önceki olaydan 7 yıl sonra Baba sen dünyanın en iyi babasısın dedi. O an hissetliğimin hiçbir parasal karşılığı yok. Baba o gün sen bana özgürlüğümü verdin, o gün bana iki pusula verdin. Ben o günden sonra teflon gibi oldum.. Bu iki soru benim kılavuzum oldu. Diyen oğul Cüceloğlu ‘nun sözleri gurur verici. “Bence anne babanın ve öğretmenlerin toplumun takip edeceği iki şey var. Elinden gelenin en iyisini mi yapıyor ve şevk var mı?” diyen Doğan hoca hepimize de iki klavuz vermiş oldu.

Başarı uzmanı olarak kabul edilen Mümin Sekman da mutluluk başarı ilişkisi üzerinde durdu. Karakterle başarı uyumlu ise başarılı, uyumsuz ise başarısız ve de mutsuz bir tablo ortaya çıkacağını vurguladı. Bazı şeylerin değişmez olduğunu, bazı şeylerin değişmesini istiyoruz. Başarmayı amaç değeri olarak bakan insanlar için başarı sonuçtur, başarıyı mutluluğun aracı olarak görenler vardır. Başarı ve mutluluk ilişkisi üzerinde ilerleyen konuşmalarda çocuklarla ilgili pek çok önemli noktalar vardı.

Özgür Bolat ise ben değerliyim, ben anda olduğum için değerliyim, annem babam beni zaten seviyor diyen bir çocuk hayata teslim olabilir derken, ödülün çocuğun yetişmesinde yarattığı sorunlarından bilimsel örnekler ve araştırma sonuçları ile bahsetti

Özgür Bolat;Anne baba olarak iyi bir model olmak, yeterli. Başka bir şeye gerek yok. Siz anne baba olarak bundan başka bir şey yapmayın derken pek çok gereksiz çaba ve mücadele içinde olan özellikle anneler için etkili oldu.

Konuşmaların tamamı hassasanne facebook sayfasında yayınlandı. Anne babaların çok yararlanacağı bu konuşmaları dinlemelerini önermek isterim.

Daha sonra yüzde 96 otistik raporu olan Ayberk Aksu'nun üvey annesi Naciye Torunlar Aksu gözden çıkarılmış Ayberk’e nasıl yaşam şansı tanıdığını anlattı. Konuşamayan, iletişim kuramayan, takıntıları olan, otizmli Ayberk'i iç dünyasından çıkarmayı başaran Naciye hanım yaptığı tek şeyin sevgi ile yaklaşmak ve onu normal kabul etmek olduğunu söyledi. Ayberk, bugün Türkiye'nin ilk otizmli mankeni. Tekirdağ yüzme şampiyonu.

Nil Karaibrahimgil ve Özgür Bolat’ın ortak oturumunda övgü ile ödül arasındaki fark konuşuldu ve Nil Karaibrahimgil çocuğu ile ilgili olan konuşmalarının biraz tuhaflaştığının örneklerini verdi.

Anaokulu olan bir arkadaşım çocuklara sormuş aferin ne demek diye” annemizin babamızın bizi başından savmak için söylediği sözdür” yanıtı alındığını paylaşan Özgür Bolat ile Nil Karaibrahimgil’in keyifli sohbetlerini yine hassasanne facebok sayfsından zileyebilirsiniz.

Tüm bunları yazma nedenim, büyük emek ve çaba ile yapılan bu etkinliğin etki alanını arttırmak tüm izleyiciler çok yararlanarak ayrıldıklarını ifade ettikleri bu etkinlikten bir katılımcı 25 sayfa not aldığını söylüyordu arkadaşına.

İyiyi, güzeli, doğruyu büyütmeyi önemseyen biri olarak bu etkinliği paylaşmak ve kaçıranlara da tanışma fırsatı vermek istedim.

Gelecek yıl tekrarlanmasını ve kalıcı hale gelmesini umut ettiğim etkinliğe emeği geçen herkese tekrar teşekkür etmek isterim.

Sevgilerimle

http://www.neslihanerdogdu.com/

https://www.facebook.com/erdogduneslihan/?ref=bookmarks

https://www.instagram.com/neslihanerdogdu/

Yazının devamı...

Armut dibine düşer?

“Armut dibine düşer” atasözü sizi hangi durumlarda rahatsız eder?

Odasını toplamayan ve darmadağınık yaşayan çocuğunuza nasihat ederken kendi odanız ve eşyalarınız dağınıksa, ödevlerini son dakikaya bırakıyorsun diye kızarken faturaları son anda ödediğinizi ya da toplantınız için gereken raporları toplantı sabahı hazırlarken kendinizi bulduğunuzda mı?

Benzer durumlarla karşılaştığınızı sanıyorum. Yaşı küçük çocukları olanlar için de bu bilgi oldukça anlamlı aslında.

Pek çok anne-baba çocuğunu sürekli eleştirirken kendine bakmayı pek de akıl etmez. “Armut dibine düşerken”, şaşırmıyoruz ama çocuklarımız bizim yaptıklarımızı yaptığında onlara doğrusunu ve idealini söylüyoruz.

Bir anne baba çocuğunun nasıl davranmasını istiyorsa öyle davranmalı ve bu konuda ne kadar önemli bir sorumluluğa sahip olduğunu hatırlamalıdır.

Bağırarak konuşulan bir ailede çocuk da bağırarak konuşacak, sofrada kimse kimseyi beklemiyorsa çocuk da beklemeyecek, ağzında lokma varken konuşan bir büyüğü varsa o da bunu öğrenmeyecek,sokağa çöp atan bir ebeveyni varsa o da bunu yapacaktır, kitaplarla haşır neşir olan bir ailede yaşıyorsa o da kitap sevecek,büyüklere saygı gösterildiğini görüyorsa o da gösterecektir.

Benzer sosyal davranışlar daha çok okulda öğrenilecek şeyler gibi düşünülse de her şeyin mayası ailede atılıyor. Mayanın tutup tutmaması sosyal çevreye bağlı olmakla beraber çocuk ailede gördüğünü öğreniyor.

Bu bağlamda çocuk yetiştirmeyi, ağzına beslemek,marka marka giysi ya da oyuncak almak sanan anne-babalar için bu konunun dikkate alınmasının önemli olduğunu düşünüyorum.

Armut hangi ağacın dibine düşecek bu tamamen sizin kontrolünüzde sevgili ebeveynler. Ne yaparsanız yapın ne söylerseniz söyleyin bu sorumluluktan kurtulmak mümkün değil.

O halde bir bakalım; ebeveyn olarak ne tür örnekler sunuyorum?

Çocuğum benim hangi davranışlarıma tanık oluyor?

Çocuğumun yapmasını istemediğimi söylediğim şeyler için ben ne yapıyorum?

Çocuğumun hangi özellikleri kazanmasını istiyorum ve ben bunlar için neler yapıyorum?

Soruları işinize yarar diye düşünüyorum.

Sevgilerimle

https://www.facebook.com/erdogduneslihan/?ref=bookmarks

https://www.instagram.com/neslihanerdogdu/

www.neslihanerdogdu.com

Yazının devamı...

Çok bilen anneler

Minik DURU hayatımızın tam ortasına geldi, oturdu. Şahane bir duygu. Yepyeni bir hayat, taptaze, masum, savunmasız, günahsız, zararsız çok güzel duygular yaşatıyor bizlere.

Ben de onunla haşır neşir olurken kendi anneliğimi hatırlamaya başladım, ne çok olmuş. Kızım dünyaya geldiğinde kendimce doğru bulduğum ve bilmiş bilmiş uygulamaya çalıştığım şeylerden birini hatırladım bugün. “Çocuğumu sıcağa alıştırmayacağım, öyle sarıp sarmalamak neymiş” dediğim geldi aklıma Duru’yu güzelce sarıp derin derin uyuturken . Ekim doğumlu olan kızım bir türlü uykuya dalamaz, sık sık uyanır, vızıklanırdı. Bu çocuk üşüyor, ondan uyumuyor dediklerinde ise “hayır sıcağa alıştırmayacağım, sonra hemen hastalanır” dediğimi hatırlıyorum. Çok biliyorum ya… Sonra nasıl olduysa İlayda’yı güzelce sarıp sarmaladı biri ve 3,5 saat deliksiz uydu yavrum. Fark ettim ki idealize ettiğimiz şeylerle realite aynı değil. Bizim anne baba olarak idealize edeceğimiz şey sanırım daha çok değerlerle ilgili olmalıdır.

Yani çocuğumuzun doğası ile ilgili bir şeyi kendi doğrumuza dönüştüremiyoruz. 36-37 derece bir ortamdan dünyaya gelen bebek ilk zamanlarda 22-23 dereceye nasıl uyum sağlasın, bu süreci görmezden gelip, benim gibi yapılırsa, aman ne huysuz çocuk, uyumuyor dersiniz.

Sık emzirmeyeceğim, kucağa alışmasın, örtmeyeceğim sıcağa alışmasın, onu ağlatmayacağım, her şeyini saatle yapacağım türünden kararlarımız doğanın eli ile bozulmaya mahkum.

İdealize edeceğimiz, etmemiz gereken şeyler ise hep sonradan ipin ucu kaçtığında ya da sorunlar oluştuğunda gündeme geliyor. Biz anne babalar olarak hangi değerlere sahip çocuklar yetiştireceğimizi idealize etmeliyiz. Çocuğum saygılı, duyarlı ve sorumluluk sahibi olmalı diye bir idealiniz varsa bu belli bir oranda gerçekleşir. Ama sadece yediğine, banyosuna, oyuncağına, sağlığına odaklı olursanız, bir gün

“Bu çocuk söz dinlemez oldu” , “her gördüğünü istiyor” , “ ne büyük dinliyor ne küçük” , “ hiç kontrol edemiyorum, ne biçim çocuk bu” gibi sözler sarf edersiniz ki bu tamamen bizimle ilgili. Yani çocuğumuza neler ektiğimizle ilgili.

Şu an bir haftalık olan Duru’nun anne ve babası için en önemli konular emmesi, uyuması, gaz sancıları.” Ağlayarak bir şey istediğinde nasıl davranacağız? “ , “Bir oyuncak için tutturduğunda ne diyeceğiz? “ , “Beslenmesinde nelere dikkat edeceğiz, neleri yemesine izin vereceğiz, neleri vermeyeceğiz? ,“Annesine bağırdığında ya da babasına tekme attığında tavrımız ne olacak?” , “Arkadaşına vurduğunda nasıl tepki vermeliyiz?”, “Ödevlerini zamanında yapmazsa ya da öğretmenine saygısızlık ederse tavrımız ne olacak?” gibi sorular ve cevapları onlar için anlamsız belki. Ancak ben bu tip konularda anne babaların ilkelerini çok başlarda koymaları gerektiğini düşünüyorum. Sonradan çok geç oluyor ve bu defa sorun ya da sıkıntıların nasıl çözüleceğine dair kafa yoruluyor.

Anne/çocuk sitelerinde, bloglarda, hesaplarda çocuğa dair konuların hep beslenme, sağlık ve oyuncak, giysi, eğitim, zeka gelişimi gibi taraflar ağır basıyor. İlkesel ve değerler tarafı için büyümeleri bekleniyor galiba. Ancak biliyorum ki bu arada bir kayma oluyor ve anne babalar ne olduğunu anlamadan çocuklarından şikayet etmeye başlıyorlar.

Duru üzerinden gidecek olursak; Duru’nun şımarık, tutturuk, ağlak bir çocuk olup olmaması kime bağlı?

Duru’nun nasıl sosyal ilişkiler kuracağı kime bağlı?

Duru’nun teknolojiden zarar görüp görmemesi kime bağlı?

Duru’nun sağlıklı, doğru beslenip beslenmemesi kime bağlı?

Duru’nun çevresine duyarlı, saygılı, neyi nerde ne zaman yapıp yapmaması gerektiğini bilen bir çocuk, birey olması kime bağlı?

Duru’nun anne ve babası aman daha küçücük çocuk bunları büyüyünce konuşuruz dediklerinde ise çok geç kalmış olacaklar muhtemelen. Duru pek çok şeyi deneyimlemiş , ağladığında nelerin yapıldığını keşfetmiş ve bunu amaca ve kendine göre bir yol bulmuş olacak muhtemelen.

Bugün 12 günlük olan Duru için bunları yazarken anneliğimizi davranışlar üzerinde idealize etmemizin eksik taraflarına dikkat çekmek istiyorum.

İdeal annelik, her gün yıkamak, temiz giydirmek, iyi beslemek gibi düşünülse de belki en başlarda doğru olabilir. Bunlar gerekli ancak yeterli değil.

İdeal anne babalık için, birey olarak kendi duruşunuzla ilgili temel değerleri çocuğunuz için de belirlemeli ve ilk günden bu yönde ilerlemelisiniz.

Bebeklerin bilinci açık ve ne duyarlarsa kayıt ediyorlar. Ne söylerseniz bundan haberdarlar. “Yaramaz “diyorsak yaramazlık kayıt altına alınıyor, “harika” diyorsak harika olduğunu duyuyor. Bu nedenle dünyaya gelen her bebeğin sorumluluğu anne ve babasında .

Bu savunmasız, tertemiz melekleri biz anne babalar şekillendiriyoruz. Şikayet ettiğimiz her şeyin sorumlusu biziz kısaca. Bu nedenle nelerden şikayet edebileceğimizi düşünüp, onlarla ilgili ilkeleri ve değerleri belirleyerek gitmek en akıllıcası.

Bu nedenle daha sonra çok önemi olmayacak şeyler için enerji harcamak yerine, çocuğumuzun tüm hayatını etkileyecek değerler ve ilkeler konusunda biraz mesai harcayalım derim ben.

Sevgiyle kalın.

https://www.facebook.com/erdogduneslihan/?ref=bookmarks

https://www.instagram.com/neslihanerdogdu/

http://www.neslihanerdogdu.com/

Yazının devamı...

Duru Geliyor...

Duru; yıllar yıllar önce 1 kg 800 gr dünyaya gelen ailemizin ilk torununun, benim portakal kafalı yeğenimin, kızı olacak Allah'ın izniyle. Duru için tüm hazırlıklar tamam, odası, giysileri, oyuncakları. Her şey ne kadar özenli ve keyifli. Yeğenimin karnı burnunda ve ben ne kadar uzaklardan bakıyorum bu keyifli maceraya. Benim hamileliğimin üzerinden 23 yıl geçmiş, kızım koca kız olmuş ailemizdeki en yakın bebek 15 yaşında. Her şey bana çok uzak. Bu uzaklık bir kıyaslama ve kavrama şansı da veriyor. Şuan Duru’ nun odasından yazıyorum. Bir kaç gün sonra bu odanın sahibi küçük kız geldiğinde bizim dünyamız da onun dünyası da değişecek. Şu an güvende ve huzurlu, annesinin kalp atışlarını duyuyor, sıcak ve karanlık bir dünyadan bambaşka bir dünyaya yolculuk ediyor. Bizim dünyamıza gözlerini açtığında neler hissedecek ve neler yaşayacak bilmiyorum. Dilerim onun ve tüm bebekler için harika bir dünya olur birden bire. Birden bire olmayacak elbette ama, hepimiz kendi çocuklarımızı düşünerek değiştirsek en azından daha iyi bir dünya olabilir diye düşünüyorum.

Bugün Duru’ nun birkaç eksiği için çıkmıştık. Markette 3 yaşlarında bir çocuk çikolata almış, elinden bırakmıyor, kasadan geçirecekler ve yiyecek ama mümkün değil, kasadaki görevliye vermiyor elindekini. Nasıl bir mücadele anlatamam. Anne hem mücadele ediyor hem de utanıyor, hem kızıyor,arada bir “öfff bu çocuk…” diyor ama kendini kontrol ediyor. Durumu yönetiyor ama stres altında.

O anda durup sormak geldi ”hanımefendi bu çocuk böyle mi dünyaya geldi, yoksa bu hale siz mi getirdiniz, bir düşünmek ister misiniz?” diye.

Başka bir örnek cumartesi akşamı yemek yediğimiz mekanda arka masalardan birinde iki aile 3 ya da 4 çocuk vardı, çocuklardan 2 yaşlarında 2 kız çocuğun masaların arasında dolanıyorlar,anneler “kızım gel” diye oturdukları yerden bağırıyor, çocuklar gelmiyor, anneler yine bağırıyor çocuklar bağırarak yine koşuşuyorlar. Sonra yemekler geliyor, yemek sayı sayılarak yeniyor ve sayı da hep bir ağızdan koro halinde sayılıyor. Sanki kendi evlerinin salonunda, kendi yemek masalarındaymış kadar rahatlar. Çevredekiler sohbet mi ediyor, kafa dinlemeye iki laf etmeye mi gelmişler, birilerini rahatsız mı ediyoruz, umurlarında değil. Bu kendi seslerini bile kontrol etmeyerek çevre bilinici vermeyen (belki de onlarda da yok) anne babalar sonra durup “hiç söz dinlemiyor, ne yapayım “diyecekler.

Lütfen azıcık düşünelim 9 ay karnımızda taşıyıp, pamuklara sardığımız o masum, melekler kendiliğinden bu hale gelmiyor. Laftan anlamayan, arsız, tutturuk çocukları siz yaratıyorsunuz. Sonra da şikayet ediyorsunuz.

“Şimdi ki çocuklar böyle….. “diye başlayan cümlelere sığınmayın lütfen, her çocuk “şimdiki zamanın çocuğu” zira. Evet her nesil kendi koşulları içinde büyüyor ancak bir çok evrensel doğru ve kural var. Bunlar zaman ve koşullar ne olursa olsun var olacak. Anne babaların kendi sorumluluğunu farkında olmaları halinde, şikayet edilecek çocuklara sahip olmayacaklarını garanti ederim. Biliyorum çünkü çocuğuma ben ne öğretimse öyle davrandı, başkalarını rahatsız etmemeyi öğrettim, dışarıda her şeyin istenmeyeceğini , her seferinde oyuncak alınmayacağını öğrettim, yemek yerken konuşulmayacağını , ağlayarak bir şey istenmeyeceğini öğrettim. Ve ben çocuğumdan “ aman bu çocuk da şöyle diye hiç şikayet etmedim…

Duru’nun cici odasında bunları yazarken yukarında anlattığım örneklere benzemeyeceğinden çok eminim çünkü bunu yapacak ya da yapmayacak olan anne babası.

Biz Duru’cuğumuzu çok seveceğiz onu gözümüzden sakınacağız, hiçbir şeyini eksiksiz etmemeye çalışacağız belki, ama şımarık, arsız,başkalarına zarar veren bir çocuk etmeyeceğiz bunu biliyorum. Çünkü çok sevmekle şımartmak, ilgi göstermekle arsız yapmak arasındaki sınırlar düşünülerek ve ebeveyn sorumluğu ile aşılabiliyor. Bu bir ebeveynin asla kaçamayacağı ve devir edemeyeceği bir sorumluluk. Çocuklarınız bir hamur ve onu şekillendirecek olan sizsiniz.

Duru büyük teyze büyük konuştu,sakın beni mahcup etme ve hayırlısıyla evine, güzel odana, seni merakla bekleyen sevgi dolu kalplere gel..

Seni merakla bekliyoruz. Not:Büyük teyzen:)

www.instagram.com/neslihanerdogdu/

www.facebook.com/erdogduneslihan/?ref=bookmarks

www.neslihanerdogdu.com/

Yazının devamı...

Çalışan Anne Olmak..

“Ben annem gibi olmayacağım”

Okuldan eve dönüş yolunda aramızda hafif bir hoşlanma ilişkisi bulunan lise arkadaşım ile sohbet ederken verdiğim bir karardı… Bu erkek arkadaşım biraz geleneksel biraz da tutucu bir yaklaşım ile kadının çalışmamasına dair negatif görüşlere sahipti ve kadınları da hafiften aşağılıyordu sanki ya da ben öyle hissetmiştim. O an karar vermiştim, ben “çalışan bir kadın” olacaktım. Çocuğuma annen ne iş yapıyor denildiğinde “ev kadını” dememeliydi. Çünkü bana annen ne iş yapıyor diye sorulduğunda “ev kadını” demekten hoşlanmıyor ve kötü hissediyordum. Yıl 1980’ler. Kadının çalışma hayatında girdiğini hissettiğimiz hatta benim bir çocuk olarak bundan rahatsızlık duyacağım kadar etkili olmaya başlamış yıllar.

O zaman yaptığım bu seçim ile; rastlantısal hayatım üniversite, iş hayatı derken ilerlerdi. Rastlantısallığı şu ki ben ne üniversite bölüm seçimim de ne de iş tercihimde çok bilinçli olmamıştım.

Yaşamımın ilerleyen aşamasında da bu bilinçte uzak seçimler yaptım. Kızım dünyaya geldikten sonra da hayatım öyle bir aktı ve karıştı ki, kendimi sorgulamaya başladığımda 39 yaşındaydım.

Geçmişe baktığımda çalışan anne olacağım diye verdiğim karara, çalışan annenliğin bedelleri ile de yaklaşmayı isterdim.

Bugün fark ettiğim ama yaşarken anlamadığım bazı şeylerden bahsetmek istiyorum.

Ben çalışan anne olduğum için hep eksik “hissettirdim” kendimi. Evet bunu ben yaptım. Ben çocuğumu parka götüremiyorum, okuldan geldiğinde karşılayamıyorum diye eksik hissettim. Bu eksikliğimi toplumsal algı ve temayüllere dayanarak yaptım. Ben eksik hissettikçe dillendirdim ve bunu çocuğumda söylemeye başladı. O söylediğinde de çok acıttı içimi.

Aslında haklılık payı vardı. O gün o zamanları yaşarken bugünkü bilinç ve farkındalığımda olmadığım için işimi hayatımın merkezine koyup, arta kalan zamanları çocuğum, eşim, evim ve kendim arasında paylaştırıyordum. Bu elbette hiçbir şekilde yetmiyordu. Çünkü haftada ortalama 70-72 saat çalışıyor ve hiçbir biçimde zaman konusunda yetişemiyordum.

Anne olarak yapmak istediklerim vardı, çalışan anne olarak yapamadıklarım.

Benim kadar şuursuzca sistemin içine hapis olup yaşayan başkaları da var mı bilmiyorum, umarım yoktur.

Eğer varsa şunu öğrendim; hiçbir iş buna değmiyor ve hiçbir kazanç.

Zaman da geri gelmiyor maalesef, bu hepimiz için çok açık. Yaşanan anın illüzyonundan uzaklaşmak ve dışarıdan bakabilmek çok gerekli, keşke o zaman ben bir koç ile tanışıp çalışsaymışım ama olmadı. Eğer daha dışarıdan bakabilme fırsatım olsaydı bunun bir illüzyon olduğunu fark etseydim eğer şimdi ki duygularımda pişmanlıklar daha az, iyi ki ler daha çok olacaktı eminim. Yaşadıklarım konusundaki pişmanlıklarımı dürüstçe paylaşmak konusunu bir kez daha düşünürdüm. Bu kadar dürüst davranmasaydım belki,yani kızıma ben seninle ilgilenemedim, daha fazla zaman geçirmek isterdim gibi söylemelerim olmasaydı,kızım da bunu daha normal görebilirdi.Elbette çocuğunu okuldan alan anneleri gördüğünde o çocukları içten içe kıskanmasına engel olmazdı bu durum ama ben elimle beni acıtması için bir sopa vermeseymişim iyi olur muş.

Bir başka öğrendiğim de şu; ne olursa olsun arada sağlam varsa her şeyin üstesinden geliniyor. Gerçek sevgi inşa edilmişse aranıza, o bağ güçlü ve olması gerektiği gibi oluyor. Ben en büyük değer olarak kızıma onu koşulsuzca sevdiğimi hissettirdim hep o da bunu hissetti. Bu hissediş ve bilme doğrudan ya da dolaylı. Ama annesinin onu başarısız da olsa, yanlış da yapsa,hata da yapsa sevdiği ve seveceği.

Bu şımarıkça değil elbet ama, çalışan annenlerin vermesi gereken en güçlü duygu bu sevgi.

Onun dışındaki her şey çok kolay. Çalışan annenin suçluk duygusu ile çocuğuna sunduğu maddi şeylere de dikkat çekerek bitirmek istiyorum. Elbette ben de yaptım. Onu sevindirmenin yolunun oyuncak, şeker, çikolata almak olduğu yanılsamasına kapıldım. Çok abartmadığımı düşünüyorum ancak abartıldığını görüyorum.

Bir araştırma yapılmış, çocukların en çok neye sevindiğini önce anne/babalara sormuşlar, şunu aldığımız gün, bunu aldığımız gün diye yanıtlamış anne/babalar. Çocuklara sorulmuş, en çok sizi ne sevindirdi, en mutlu olduğunuz anı söyleyin diye. Çocuklar ise anılarını anlatmışlar, kayak yapmaya gittiğimiz, orada düştüğümüz gün, su tabancaları ile su savaşı yaptığımızda,kovalamaca oynarken havuza düştüğümüz gün gibi.

Çalışan anne olarak çocuklarımızı ihmal ettiğimizi düşünerek,veremediğimiz ilgimizi ve zamanımızı telafi etsin diye aldıklarımız birer çöp. Psikologlarına dediği gibi nicelik değil nitelik.

Kucağımıza alıp,temas edip göz göze geçirilecek 15 dk dan daha değerli ne olabilir,derim. O günleri çoktan kaçırmış bir anne olarak. Geriye bakarken.

Sevgilerimle

www.neslihanerdogdu.com/

www.instagram.com/neslihanerdogdu/

www.facebook.com/erdogduneslihan/

Yazının devamı...

Yaşasın okullar açıldı dediniz mi?

Büyük çoğunluğun evet dediğini duyar gibiyim. Neden böyle tahmin ettim derseniz, gözlemler, duyumların etkisi diyebilirim. Benim bu cümleyi kurabileceğim bir durumum olmadı hiç ne yazık ki çünkü çocuğum tatildeyken ben yine çalışıyordum. Yani ondan bıkacak, sıkılacak “aman okullar açılsa da kafamdan gitse” deme durumum olmadı. Olsaydı der miydim, şimdi aklımla hayır,o zamanki aklımla belki de derdim.

Bu cümlelerin kurulduğunu içten ya da sesli biçimde kurulduğunu biliyorum.

Bunu irdelemek önemli geldi bana.

İnsan çocuğu başından gitsin diye neden dört gözle okulun başlamasını bekler? Ben bunu gerçekten merak ediyorum.

Düşünürken bulduğum yanıtlar ise şöyle;

Çocukla verimi ve keyifli zaman geçirmek için ortam yaratılamıyor olabilir,

Anne çocuğunun özgürlüğünü kısıtladığını düşünüyor olabilir,

Çocuk evdeyken tüm kontrol eline geçtiği için anne bundan rahatsız oluyor olabilir..

Yazdığım kitapta da belirttiğim gibi her şey o kadar çabuk geçiyor ve özlemle, keşke küçük olsa da boyama yapabilsek demek öyle üzücü ki, şimdiyi yaşarken bezmek ve kurtulma isteği daha da üzücü..

İnsan çocuğundan hangi durumda bezer ve kurtulmak ister?

Çocukla sağlıklı bir iletişim ve ilişki yoksa; küçük ya da büyük fark etmez.

Çocuklar anne babaları parmaklarında oynatıyorlar. Yemek türü, şekli,teknoloji kullanımı vb diğer tüm konularda çocuğun istediği oluyor. Anne ya da baba kafam şişti şu oyunu bırak dediğinde kıyamet kopuyor. Onunda çaresi kulaklıklarla çözümleniyor ancak saatler boyunca bir ekrana bakan küçük gözler ve körpe beyinler anne babaya emanet aslında. Anne baba çocuğu ile sağlıklı iletişim kuramamışsa ve sınırlar, ilkeler benimsenmemişse, haydi bir çatışma belki kavga bağırış çağırış. Bu olmasın en azından azalsın diye, okulların açılmasını dört gözle bekleyen anneler var.

Çocukla yapılacak etkili, keyifli ve doyumlu bir aktivite yoksa çocuktan kurtulmak isteyen anne olabilir. Düşünün sabah kalkılıyor,kahvaltı televizyon ya da tablette iş başı yapılıyor. Anne acıktım, oğlum/kızım bırak şunu elinden, yok bırakmam…Devam eden bir didişme. Anne sözünü geçiremiyor, ama bırak şunu elinden dediği çocuk için eğlenceli cihazın vereceği hazzı ya da onu oyalayan ya da her nesinden hoşnutsa onun yerine koyacağı bir şey yok ise bu didişme sürer gider.

Çocuğunuzun yaşına göre birlikte keyif alacağınız oyun ya da aktiviteler bulabilir, zamanınızı keyfili, eğlenceli, kazanımlı bir hale getirebilirsiniz. Bulacağınız bu şey sizinle çocuğunuzun zihnine “anı” olarak kazınacaktır. Çocuğunuzla anı biriktirmek için bir fırsat olan tatilleri önceden planlayarak, değerli hale getirmeniz mümkün.

Yoksa bugün yaşasın okullar açıldı diyen annelerden olursunuz.

Öyleyseniz bile lütfen bugünden sonra; ilk tatil gününde ne yapsak bu ikimiz için de keyifli, eğlenceli ve keyif verici olur ve çocuğumla hiç unutamayacağımız bir anıya dönüşür?

Bu o kadar değerli ki, şu anda bunu yapamayacak bir anne olarak sizi çok kıskanıyorum…

Sizin yaratıcılığınıza inanıyorum, mutlaka bunu bulacaksınız, sevgi ve umutla…

Yazının devamı...

Kurban psikolojisinde,çaresiz ebeveynler nasıl davranır?

“Ne yapayım istiyor?” Diyen ve çocuğunun istediğini yapan, boyun eğen bir ebeveyn için neler söylenebilir?

“Çaresiz”,”zavallı”,”yazık” gibi kelimeler geliyor aklıma. Kişisel gelişim alanında ve “kurban”, “kurban psikolojisi ya da kurban bilinci olarak adlandırılır. Kurban bilinci, kendi yaratıcı gücümüzden ve yaratma kabiliyetimizden vazgeçmektir. Bunun yerine sahip olduğumuz / olamadığımız şeylerde, yaşadığımız olaylarda bir şeyleri ya da başkalarını suçlu tutmaktır. Kendi gücümüzü onlara vererek, bir şeylerin ya da birilerinin hayatımızı kontrol etmesine izin vermektir. Başkalarının kendi bilincimizi ve seçimlerimizi yönetmesine izin vermektir.

Bu konu ile ilgili pek çok bilge ya da kadim bilgilerde pek çok mesajlar bulunur.

“Eğer her şeyin başkalarının suçu olduğuna inanırsanız, hayatta çok ıstırap çekersiniz. Ama ne zaman ki her şeyin sizden tohum verdiğini fark edersiniz, o zaman hem neşe hem barışı öğrenirsiniz. “der, Dalai Lama

Kabala der ki :Hiçbir zaman insanları ya da dış etkenleri suçlamayın. Başkalarını suçlamak bizi kurban psikolojisine sokar; çevremizde gelişen olayların sebebi değil, bir sonucu yapar. Sebep ya da sonuç olma kararını bizden alır. Bizi çevremizde yaşananların sonucu yapar. Sorumluluk almak ise, hatalı olsak da olmasak da, hayatımızın direksiyonunu elimizde tutar. Sonuç olmak yerine, hayatta istediğiniz şeyleri yaratmak için bir sebep olun, harekete geçin.

Sürekli şikayet edip kurban rolü oynamaktan vazgeçin. Ya olduğu gibi bırakın ya değiştirin ya da kabullenin. Bunun dışında tüm seçenekler deliliktir. Eckhart Tolle

“Ne yapayım istiyor?” diyerek çocuğuna yaşına, olgunlaşma düzeyine uygun olmayan şeyler alan, yapan bir ebeveyn çocuğunun elinde kukla olmasının ötesinde ona doğru bir örnek, çocuğu için doğru kararları veren bir yetişkin olmanın ötesinde kendisi desteğe muhtaçtır. Eğer 4 yaşındaki bir çocuğun istekleri karşısında çaresiz bir anne ya da baba görürseniz ya da siz öyleyseniz lütfen en hızlı bir biçimde destek alın.

“Ne yapayım istiyor? “Bu cümle ya da benzer bir cümleyi duyduğunuzda, söylediğinizde durup hemen düşünün; bu durumun oluşmasındaki payım ne? Bu durumu değiştirmek için şu an ne yapabilirim? Bugüne kadar yaptıklarımdan farklı ne yapabilirim? Beni bugüne getiren düşünce ve inanç sistemim neydi?

Bu durumu düzeltmek için ödeyeceğim bedel ne? Neye razıyım? Örneğin; çocuğun bir süre ağlamasına katlanmak ya da çevrenin ne gaddar anne/baba bakışlarını sineye çekmek mi?

Unutmayın bugün tv, tablet,oyun,telefon vererek,vermeye boyun eğerek,dirayetli olmayarak yarın kedi köpek isteği, öbür gün belki de ona sunamayacağınız başka istekleri doğuracak bir davranış kalıbı öğretiyorsunuz. Küçükken önüne geçemeyeceğiniz davranışlar zaman içinde çocuğunuzun davranış modeli haline gelecek.Şimdiden peşine kurbanlığı kabul etmek de şöyle oluyor,"dönem böyle,bütün çocuklar böyle,nasıl engel olabilirim ki,görüyor istiyor..." Küçücük neredeyse bebeklerin pc ile haşır neişr olmasını marifet olarak gösterip sonra şikayet edilecek ve belki de çocuk kanser olacak, gözleri bozulacak başka sorunlar ortaya çıkacak ve aile farkında olmayacak ki bundan ben sorumluyum.Ortaya çıkan tüm olumsuzluklardan sonra ise kurulacak cümleler ”bu çocuk çok şımardı, valla elimizden bir şey gelmiyor, ne yapacağımızı bilemiyoruz?” olacak.

Temeli bebeklikten,1,5,3,4,5 yaşlardan geliyor. Hiç bir çocuk 16-17-20 yaşında bir anda gelmediğine göre source="" sans=""> Ebeveyn koçluğu talebi için;

www.neslihanerdogdu.com/ebeveyn-koclugu/

www.facebook.com/erdogduneslihan/

www.instagram.com/neslihanerdogdu/

Yazının devamı...

Çocuklarımızın karnesini doğru okumak...

Bu hafta karne haftası, yarıyılın karnesi evlere gelecek... Ebeveynlerin tutumlarına göre de yaşananlar ortaya çıkacak.

Ebeveynler karneye nasıl yaklaşır/ yaklaşmalıdır? Bu soruların cevaplarını aramak istiyorum bu yazımda.

Ebeveynler çocukları karne alıp getirdiklerinde;

A) Kendi anne babaları gibi davranır

B)Kendi anne babalarının zıddı gibi davranır

C) Etraf nasıl davranıyorsa öyle davranır.

D) Çocuğuna katkı sunacak ve geliştirecek bir zihniyette davranır

E) Şuursuzca otomatik, düşünmeden ya da bilinçsizce davranır

Ben D maddesinde ki bir ebeveynin bakış açısını genişletmek ve bu ebeveyni örneklendirmek istiyorum, çünkü bu aynı zamanda yukarıdaki sorumun ikinci kısmını da yanıtlamış olacak…

Çocuğumuzun eve getirdiği karne ile ilgili katkı sunan ve geliştirici bir zihniyette davranmak ne demek derseniz?

Eleştirmeden, suçlamadan, tehditler savurmadan, yasaklar koymadan işbirlikçi ve elde edilen sonucu gelişim fırsatı olarak kullanan bir ebeveyn olmak nasıl mümkün?

Öncelikle karne kimin karnesi buna bir bakalım… Karne yani derslerin karşısında yer alan notlar ilgili derse ait performans sonuçları..Öncelikle öğrencinin sonra da sizin..

Sizin nasıl derseniz; çocuğunuz o notları alırken siz ne yapıyordunuz? Sosyal medyada içtiğiniz kahveyi, yaptığınız yemeği mi paylaşıyordunuz, yoksa çocuğunuzu gözlemleyip, neler yaşadığını, duygularını mı gözlemliyor, anlamaya ve yardım etmeye mi çalışıyordunuz? Çocuğunuzu suçlamadan ve yargılamadan önce lütfen düşünün, okulun parasını ödemek, maddi ihtiyaçlarını karşılamak sorumluklarınızı yaptığınız anlamına geliyor mu? İyi bir anne ya da baba olmak için bu yeterli mi?

Alınacak karne ile ilgili olarak önce kendinizi gözden geçirmenizi tavsiye etmek isterim, tavsiye vermekten pek hoşlanmasam da…

İşinize yarayacak bazı sorular;

Ben nasıl karneler getiriyordum ve ben nasıl bir dönemin öğrencisiydim?

Çocuğum için yaptıklarım bana ona yargılama hakkı verir mi?

Çocuğumun iyiliği dediğim şey gerçekten onun iyiliği mi? Bundan nasıl emin olabilirim?

Karneyle ilgili tepkimin altında ne yatıyor? Kıyaslama mı, mükemmeliyetçilik mi, kendi yapamadıklarım mı, benim sunduklarımın karşılığı diye mi, kendimce geliştirdiğim inançlar mı?

Karnedeki notlar çocuğumun potansiyeline uygun mu?

Eğer uygunsa, kabul edip devam etmek değilse bununla ilgili çözüm odaklı neler yapılabilir buna bakmak…

Karne ile ilgili vereceğim tepki ne sağlayacak?

Vereceğim olumsuz tepki neyi değiştirecek?

Çocuğumun doğru mesajları alması için ne yapmalıyım?

Çocuğum okul, ders, not ile ilgili nasıl bir algı ve hedefe sahip?

Gibi sorularla karne günü doğru ve geliştirici bir tepki verme şansı yakalayabilirsiniz…

Aksi takdirde ya bağırır çağırır ya da “aferin oğluma/kızıma” gibi sıradan tepkilerle geçiştirirsiniz.

Bir ebeveyn olarak çocuğumuza ve hayatına katkı sunmak çok temel bir sorumluluğumuz bizim, belki de bu karne bunun için bir vesile olur.

Şöyle hayal ettim;

Akşam yemeği yendi, karneler ortaya çıktı…

Kendi kendimize, kendi gerçeğimizden, yaşanmışlığımızdan ve deneyimlerimizden yorum yapmak, yargılamak ya da eleştirmek yerine…

Çocuğumuzun ismi ile…. Sen bu karneyi nasıl yorumluyorsun? Bu karne sana ne anlatıyor, ne demek istiyor? Seni yansıtıyor mu? Yansıtmıyorsa ne eksik, ikinci dönem için neyi farklı yapmalısın gibi sorular ile çocuğunuza kendisini değiştirme fırsatı verdiğiniz güzel, geliştirici, etkileşimli ve kazanımlı bir akşam hayal ettim…

Ne dersiniz? Belki alışılmışın dışında ancak çok etkili deneyenlerin yorumlarını merak ediyorum…

Karneyi hepinizin karnesi olarak görmeniz dileğiyle…

Ebeveyn koçluğu talebi için;

www.neslihanerdogdu.com/ebeveyn-koclugu/

www.facebook.com/erdogduneslihan/

www.instagram.com/neslihanerdogdu/

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.