SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

"Burnumda eğrilik varmış, ameliyat olmam gerekir mi?"

Bu soru, günde en az 6-7 kez hastalarımdan duyduğum bir sorudur. Burun tıkanıklığı şikayeti olanların da ilk düşündükleri, burnun içinde kıkırdak veya kemiklerinde bir eğrilik olduğudur. Oysa hastaların pek az bir bölümünde, burun içi eğrilikler (septum deviasyonu) tıkanıklığın tek sebebi oluyor. Vücudumuzda cetvelle çizilmiş gibi dümdüz herhangi bir anatomik yapı olmadığı gibi, burnun içi de dümdüz değildir.

Burun kıkırdağının kemik yapılarla birleştiği yerlerde (lat. ) ve özellikle burun çatısına doğru mukozanın kalın olduğu yerlerde (ing. ) septumun doğal kavisleri bulunur. Alışık olmayan bir göz bunları eğrilikmiş gibi görebilir. Burnunda eğrilik olduğu söylenmiş ve ameliyat için görüş almak isteyen, fakat aslında burun tıkanıklığı bile olmayan hastaların çoğu bu gruptadır.

Ayrıca burun orta hattını döşeyen mukozanın da sağlığı önemlidir. Eğer mukozayı şişiren/kalınlaştıran bir hastalık varsa, bir eğriliği olduğundan daha kötü gösterebilir. Üstelik hastaların bir kısmında burun eti büyümesi (konka hipertrofisi) de beraber olabiliyor. Bu hasta grubu, burunlarının zaman zaman tıkandığını söyler; özellikle gece yatınca veya nezle-grip sırasında, ya da alerjik dönemlerde kötüleştiğini belirtir. Kıkırdak ve kemik yapılar “zaman zaman” eğrilip düzelmeyeceğine göre, tıkanıklığın başka sebepleri de olabileceği akla gelmelidir.

Burun içi yapıların büyümesi genellikle 18 yaşında tamamlanır. Buna göre 18 yaşından sonra, bir darbe/travma olmadıkça, burnun zamanla eğrilmesi pek görülmez. Bir hasta ergenlik tamamlandıktan sonra burnunun tıkandığını ifade ediyorsa, aklımıza deviasyondan başka nedenler de gelmelidir. Genellikle ileri yaşlarda meydana gelen burun tıkanıklığı, yaşlanma ile burun ucunun sarkması ve kıkırdak yapıların daralması nedeniyle olur ve bu da deviasyondan farklı bir durumdur.

Burun içerisini, septumu, mukoza sağlığını ve diğer yapıları günümüzde artık “rutin” sayılabilecek bir muayene yöntemi olan “burun endoskopisi” ile doğrudan görerek değerlendiririz. Eğri görünen bölgelere gereğinde ince araçlarla dokunarak, bunun bir mukoza şişmesi mi yoksa altında gerçekten eğri bir kıkırdak veya kemik mi olduğunu anlayabiliriz. En önemlisi soluk havasının hissedildiği, “ferah ve doyurucu bir nefes alma” algısı oluşturan, orta burun pasajlarını ve bu bölgeyi engelleyebilen sorunları görebiliriz. Sorunmuş gibi görünen bazı durumların kişiye faydası bile olabilir. Zira septumdaki eğrilik, havanın orta pasajlara ulaşmasını kolaylaştırıyorsa, bunun düzeltilmemesi dahi tercih edilebilir.

Ameliyat gerektiren bir eğrilik ilaç tedavisi ile düzelmez, ama eğriliğin gerçekten bir ameliyat gerektirdiğinden emin olmak gerekir. Burnunda eğrilik olan hastanın burun tıkanıklığında pay sahibi başka koşullar da varsa, örneğin mukoza veya konka şişmesi, alerjik nezle, bazı sinüs hastalıkları vs gibi durumlar, ilaçlı tedaviler ve endoskopik takiplerden fayda görebilir. Bunlarla burun tıkanıklığı azalabilir veya düzelebilir.

Görüldüğü üzere, burundaki bir eğriliğin ele alınması sanılandan daha titiz bir yaklaşım gerektiriyor. Eğer bariz ve şiddetli bir burun eğriliği yoksa, deviasyonu olanların veya olduğu söylenenlerin önemli bir bölümünde deviasyon ameliyatı (septoplasti) gerekmiyor diyebilirim. Bu şekilde ele alınmayan ve doğrudan ameliyat olan hastaların maalesef bazıları hiç fayda görmeyebiliyor veya burun tıkanıklığı şikayeti bir süre sonra tekrarlayabiliyor.

Yazının devamı...

Geniz akıntısı ve sinüzit hastalığı

Sinüzit denildiğinde, halk arasında akla ilk gelen baş ve yüz bölgesinde ağrı ve iltihaplanmadır. Ani başlayan ve belirli bir sürede sonlanan sinüzitlerde yani “akut” olanlarda bu belirtileri çokça görebiliriz. Ama “kronik” yani uzun süren, müzmin veya zaman zaman tekrarlayan sinüzitlerin çoğunda ise en çok karşılaştığımız belirti geniz akıntısıdır. Kronik sinüzitlerde ağrı ancak iltihaplı dönemlerde (akut ataklar sırasında) olabilir.

Akut sinüzitlerdeki akıntılar, burundan veya genizden iltihaplı (sarı-yeşil) ve bazen kokulu olabilir. Genellikle antibiyotikli tedavilerle 10-14 içinde düzelirler. Kronik sinüzitlerde ise genellikle şeffaf veya bulanık, jel kıvamlı ve yapışkan özellikte olur. Sabah kalkıldığında bunlar da renkli ve kokulu olabilir, fakat gün içinde renkleri açılır. Bunlarda antibiyotiklerle genellikle kalıcı bir düzelme sağlanamaz.

Genel hastalık hali akut sinüzitlerde görülebilirken; kronik sinüzitlerde halsizlik, ateş, kırgınlık gibi belirtiler genellikle görülmez. Burun tıkanıklığı her ikisinde de olabilir; kronik olanda bu da uzun sürelidir.

Geniz akıntısı şikayetiyle başvuranlarda bu belirtinin onlarca sebebi olabiliyor. Bölge dikkate alınarak, akıntının kaynağı burun endoskopisi yapılarak önce geniz, burun ve sinüslerde aranmalıdır. Doğrudan görüş sağlayan bu muayene yapılmadan, tahmine dayalı olarak akut sinüzit, reflü ve alerji gibi hastalıklar için verilmiş tedavilerle, bir türlü düzelmeyen hastalarla karşılaşabiliyoruz. Kronik sinüzitlerde bu ilaçlar ya fayda etmiyor ya da kalıcı bir etki sağlamayabiliyor.

Kronik sinüzitlerin teşhisinde ilk aşamada yaptığımız endoskopik muayene ile, orta meatusları (sinüs kanallarının açıldığı orta pasajlar), mukozanın rengini (burun içi döşemesi), kalınlığını, salgıların özelliklerini ve nereden kaynaklandığını doğrudan görme olanağımız oluyor. Örnek vermek gerekirse, orta meatusları engelleyen anatomik bir bozukluğu, polip ya da mukoza şişmesini görebiliriz; salgıların hangi sinüslerden geldiğini (frontal reses-alın sinüsünün akış yolu, infundibulum-yanak ve ön etmoid sinüslerin ortak yolu veya sfenoetmoid reses-arka etmoid ve sfenoid sinüsün ortak yolu) görebiliriz; aksesuar delikleri (salgının sinüse geri dönmesine yol açabilir) ve daha pek çok koşulu doğrudan görebiliriz.

İkinci aşamada, görerek belirlenen bu teşhislerin bazılarında, çeşitli ilaç tedavileri ile takipler yapılabilir. Takipler sırasında verdiğimiz tedavilerin etkisini, belirtilerin durumuna ve yine endoskopik bulgulara göre kaydederiz. Hastalık kronik olduğu için, düzelene kadar bu şekilde izleyebiliriz. Tedavinin fayda etmediği veya bir aşamadan sonra etki göstermediği hastalarda ise (tedavi ile getirdiğimiz en iyi halinde ve özellikle akut hastalık yokken) bazı filmler ve testler ile araştırmalar yaparız. Örneğin tomografi ile sinüslerin içerisini, hangi sinüslerin tutulduğunu yani evrelemeyi ve hastalığın yaygınlığını belirleriz. Bunlarla tedavinin bir sonraki aşamasına karar verebiliriz; bazen de sinüs kanallarını açacağımız endoskopik sinüzit ameliyatının planını yaparız.

Bu şekilde kronik sinüzitlerin çeşidini yani anatomik bozukluklara bağlı olanlarını, alerji ve inflamasyona bağlı olanlarını, mantar sinüzitlerini, odontojenik sinüzitleri (diş hastalıkları kaynaklı), polipli sinüzitleri, genetik hastalıklar nedeniyle olanları ve hatta tümörleri teşhis ve tedavi etmeye çalışırız. Görüldüğü üzere “sinüzit” adı altında ne kadar farklı koşullar olabiliyor. Bu kadar farklı koşulun da haliyle tek bir tedavisi olmuyor. Dolayısıyla “bitkisel ve doğal” başlığı altında mucizeler vadeden çoğu öneriler de basit sinüzitler veya zaten kendiliğinden düzelecek hastalar hariç beklentileri karşılamıyor.

Geniz akıntısı, sinüzit hastalığının çeşitleri başta olmak üzere, tüm sebepleri ile beraber araştırılması gereken bir belirtidir. Bu belirtiye yol açan koşulların tümüne uygulanacak, yani hedefe yönelik öneri ve tedaviler, çare arayan hastanın umut kaynağı olabilir.

Yazının devamı...

Burun kökenli baş ağrıları

Burun ve sinüslerden kaynaklanan baş ağrılarına “rinojenik baş ağrıları” diyoruz. Hastalardan aldığım sorulardan edindiğim izlenime göre, sinüzitin baş ağrısı nedeni olabileceği, toplumun büyük çoğunluğu tarafından bilinen bir durumdur. Sinüslerle ilgili ağrılar yüzümüzde, alın bölgesinde, gözlerin arasında veya arkasında, başın ortasında, elmacık kemiklerinde veya üst dişlerde hissedilebilir. Bunlar akut iltihaplı sinüzitlerde görülebilir. Hatta öne eğilmekle, ağrıda veya yüzdeki basınçta artma olabilir. Akut sinüzitler 1 ila 3 hafta sürebilir. Ancak sinüzit hastalığının her çeşidinde ağrı olmayabilir ya da hafif şekilde olur. Kronik sinüzitlerde, sinüs kanallarının anatomik olarak veya mukoza şişmesi nedeniyle kapalı olduğu durumlarda, sinüs boşluğuna hava girip çıkamayabilir. Bu durumda sinüsün içinde vakum veya basınç oluşabilir. Buradaki ağrının şiddeti iltihaplı dönemlerde olduğundan genellikle daha az olur; ama uzun süreli ve tekrarlayıcı olabildiği için daha sinir bozucudur.

Burun kökenli diğer bir ağrı sebebi “mukozal temas baş ağrısı” olabilir. Örneğin burun içindeki bir eğriliğin (deviasyon) sivri ucu burun etlerine (konkalar) temas edebilir; bu temas alanındaki sinirlerden yayılan uyarılarla ağrı hissedilebilir. Burun içindeki yapıları kaplayan mukoza örtüsünün şişmesine yol açan pek çok durum bu teması arttırabilir. Diğer bir deyişle, burun tıkanıklığına da yol açan koşulların bazılarında, bu şekilde mukozal temas baş ağrısı olabilir. Yani alerjik nezle, konka hipertrofisi (burun eti büyümesi), ısı değişimleri, hava kirliliği, sigara kullanımı, sinüs sorunları, polipli sinüzit (nazal polipozis), üst solunum yolu infeksiyonları gibi pek çok farklı durum bu tip ağrıları başlatabilir. Bu sinirsel uyarılar bazen migren hastasının atağını da tetikleyebilir. Migren hastalığı Nöroloji branşının tedavi ve takibini gerektirir. Burundaki sorunun tedavisi, belki rinojenik migrenin şiddetini ve sıklığını azaltabilir.

Diğer yandan burun tıkanıklığı olanlarda, özellikle gece yatar vaziyette, burundaki şişmelerin daha da artmasıyla, oksijensizlik ve uykusuzluk görülebilir. Bu durumlar da baş ağrısına yol açabilir. Burun solunumu, doğal ve sağlıklı olan solunum şeklidir. Nefes burundan alınmalı ve burundan verilmelidir. Ağız solunumu yapanlarda uzun vadede solunum ve dolaşım sistemi ile genel sağlık olumsuz etkilenebilir.

Burun içinde büyüyen, yer kaplayan, bası oluşturan, kemik kıkırdak yapıları tutan/haraplayan, mukozayı hasarlayan bazı hastalıklarda da burun kökenli baş ağrıları olabilir. Bu hastalıklar, çeşitli kitleler, lezyonlar, iyi veya kötü huylu tümörler ve kanserler dahi olabilir. Burada sinüs içi basit kistlerle (retansiyon kistleri) karışabilecek inverted papillom dediğimiz, kanser olmayan fakat yayılma özelliği gösteren hastalık önemlidir. Retansiyon kistlerinde çoğu kez tedavi gerekli olmazken, sinüs filminde veya endoskopik muayenede yüzeyindeki düzensizliklerden tanıyabileceğimiz inverted papillomun ameliyatla temizlenmesi gerekir.

Baş ağrılarının nörolojik hastalıklara bağlı olanları da vardır. Yukarıda bahsi geçen migren hastalığında olduğu gibi, primer tipteki baş ağrıları ile Nöroloji branşı ilgilenir. Ama karışıklığa yol açabilen durumlar da vardır. Örneğin küme tipi baş ağrısı (cluster) Nörolojinin ilgi alanındadır fakat göz çevresinde ağrı, burun tıkanıklığı ve gözlerde yaşarma gibi belirtileri ile burun kökenli ağrılara benzer.

Ayırıcı tanı için ve burun-sinüslerle ilgili hastalıkların teşhisinde Kulak Burun Boğaz Uzmanının görüşü gereklidir. Endoskopik burun içi muayenesi yaptığımızda, burun içi anatomisini, mukoza sağlığını, doku şişmelerini, iltihap veya kitle olup olmadığını ve temas noktalarını görebiliyoruz. Örnek vermek gerekirse, burunda orta meatuslardaki (orta pasajlar/sinüs girişleri) darlıklar veya polip gibi oluşumlar görüldüğünde sinüslerin sağlığının bozuk olabileceği anlaşılır. Buralardaki iltihaplı akıntıların, sinüslerin akış yollarından geldiği görülerek teşhis edilebilir. Bu bulgulara rastlayabilmek için, değerlendirmelerin belirli aralıklarla tekrarlanması gerekli olabilir. Şüphede kaldığımız durumlarda tomografi veya MR gibi görüntüleme yöntemleriyle sinüslerin içini, komşu organ ve yapıların durumunu değerlendirebiliyoruz.

Bu şekilde rinojenik baş ağrılarının sebebini teşhis ettikten sonra, mukoza ve yumuşak doku şişmelerine yol açan hastalıklar ve iltihaplı durumlarda önce çeşitli ilaçlarla tedavi uyguluyoruz. Bunlardan hastaların büyük bir kısmı fayda görebiliyor; ağrıları azalabiliyor veya geçebiliyor. Düzelmeyen vakalarda, durum eğer deviasyona (burun eğriliği) bağlıysa, septoplasti ameliyatı ile; kronik sinüs sorunlarına bağlıysa, sinüs kanallarının endoskopik sinüzit ameliyatıyla açılması ile; kitle veya basıya bağlıysa, bunların çıkartılması ile faydalı olabiliyoruz. Bu tedavilere rağmen sonuç alınamayan bazı vakalarda, yine Nöroloji branşının görüşü veya Algoloji (ağrı bilimi) branşının desteğine başvurabiliyoruz.

Baş ağrısı olan bir hastada ağrının yeri, şiddeti ve şekli yönlendirici olmalıdır. Baş ağrısının kaynağına ve sebebine yönelik algoritmik bir yaklaşımla teşhis ve tedaviler belirlenebilir. Bunlar, ilgili branşların uzmanları tarafından uygulanabilir. Araştırmaların eksiksiz olarak yapılması, bulguların tanınması ve doğru yorumlanması, çözüme ulaşılmasında önem taşır.

Yazının devamı...

Rinoplasti ameliyatı sonrası burun tıkanıklığı

Burun tıkanıklığı ya da burundan rahat nefes alamama, sıkça duyulan ve etkilediği kişiye sıkıntı veren belirtilerdir. Burun tıkanıklığı, estetik burun ameliyatı (rinoplasti) olmuş hastalarda da görülebilir. Bu hastaların bazılarında ameliyat öncesinde burun tıkanıklığı olabilir ve tıkanıklığın tedavisi ile beraber burun şeklinin düzelmesini arzu etmiş olabilirler. Ama bazılarında önceden nefes problemi olmadığı halde, rinoplasti ameliyatından sonra burun tıkanıklığı gelişmiş de olabilir.

Burnun yapısı, yüz güzelliğini belirleyebilir; toplumda kişinin beğenilmesini, bu sayede sosyalleşmeyi ve özgüveni etkileyebilir. Sağlık açısından bakıldığında, burun, solunum yollarının başında bulunur; nefesin alınmasını, filtre edilmesini ve hissedilmesini sağlar. Burundan alınan hava, burnun içinde bulunan yapıları kaplayan mukoza örtüsü tarafından ısıtılır, nemlendirilir ve temizlenir. Bu filtrelenmiş solunum havası, ağız-diş sağlığı, boğaz, ses ve akciğerlerimizin sağlığı başta olmak üzere, dolaşım sistemi, uyku kalitesi, fiziksel enerji ve daha pek çok durum için önemlidir. Bu nedenle görsel olarak güzel bir burun hedeflenirken, nefesin kalitesinden ödün verilmemeli; korunması veya düzeltilmesi amaçlanmalıdır.

Rinoplasti sırasında, burun çatısı daraltılabilir ya da indirilebilir; bu uygulamaların burun içerisindeki pasajlardan hava geçişini bozmayacak şekilde yapılması önemlidir. Benzer şekilde, burun kanatları ve burun deliklerine, havanın girmesini bozmayacak şekilde yaklaşılmalıdır. Burnun dışı şekillendirilirken, burun içerisindeki yapılar da şekillendirilebilir/uyarlanabilir. Halk arasında burun kemik-kıkırdak eğrilikleri olarak bilinen deviasyon düzeltilebilir; burun eti olarak bilinen konka dediğimiz yapılar aynı operasyon sırasında küçültülebilir. Bu tip uygulamalar genellikle Rinoplasti yapabilen her uzman tarafından yapılabilir. Ama bazı hastalarda durum bu kadar basit olmayabilir.

Burun-sinüs sağlığını etkileyen, alerjik nezleden polipli sinüzitlere kadar değişen çeşitli hastalıklar vardır. Benzer şekilde sinüs kanallarını engelleyen, işleyişini bozan ve mukozayı etkileyen, anatomik sorunlar da olabilir. Bu durumlar gözden kaçtığında ve tedavi edilmediğinde, Rinoplasti hastasının ve doktorunun gelecekte sorun yaşama olasılığı vardır. Bu tip koşulları endoskopik muayene, takipler ve tedavilere aldığımız yanıtları izleyerek teşhis edebiliyoruz.

Hastanın kliniğinde, tedavilere dirençli burun tıkanıklığı, geniz akıntısı, sık hastalanma, yüz çevresinde dolgunluk, baş ağrıları, sigara kullanımı, burunda kabuklanma, burun spreyi bağımlılığı, alerjik tedaviler ve geçirilmiş burun ameliyatları gibi durumlar olması uyarıcı olmalıdır. Endoskopik muayenede burun mukozasının görünümü, rengi, salgılar, burun içi yapı ve pasajların durumu dikkate alınır. Özellikle orta pasaj (orta meatus) solunum havasının hissedilmesi ve sinüs/mukoza sağlığı için en önemli bölgedir. Buradan hava geçişini engelleyen durumlar arasında, orta konka hipertrofisi, mukoza şişmesi, paradoksik (ters kavisli) orta konka, lateralize (dışa itilmiş) orta konka, konka büllosa (içi hava dolu), sinüzitler (özellikle polipli sinüzit), antrokoanal polip, sineşi (yapışıklık), eğrilik, papillom ve tümörler sayılabilir. Bunlar endoskopik muayene sırasında doğrudan görülebilir. Bu sayede gerekli önlemler alınabilir, tedaviler uygulanabilir ya da doğru ve kapsamlı bir operasyon planı yapılabilir.

Aksi halde, estetik ameliyat sonrası burun tıkanıklığı başlayan bir hasta, burun içinde bir hata yapıldığını düşünerek hekimini suçlayabilir.

Bu çerçevede, ameliyat gerektiren bazı hastalıklar Rinoplasti ameliyatı ile eşzamanlı olarak düzeltilebilir. Bazıları önceki bir zamanda, bazıları ise daha sonra ele alınabilir. Nadir de olsa örneğin tümör ya da polipli sinüzit gibi hastalıklarda, Rinoplasti ameliyatının hiç yapılmaması kararı dahi alınabilir. Burun solunumunu engelleyebilecek şekil veya valv sorunları kadar, belki de daha fazla, burun içi ile ilgili olasılıkların da dikkate alınması gerekir.

Bu yazının amacı Rinoplasti hastasını endişelendirmek değildir. Rinoplasti hastasının mutluluğunun tam olabilmesi için, rahat ve ferah bir nefes alabilmesi de gerekir. Burun estetiği yapmayan bir KBB Uzmanı olarak, bu ameliyattan sonra burun tıkanıklığı ile başvuran hastaların büyük bölümünde, orta pasaj sorunu görüyorum. Buradaki sorunu ilaçlı tedavilerle veya bazen ameliyatla çözebiliyoruz. Diğer koşullarda ise, geri dönüşümsüz anatomik bozukluklara yol açılmamışsa, çoğu kez burun tıkanıklığını tedavi edebiliyoruz. Ama doğrusu, tüm olasılıkların Rinoplasti ameliyatı olmadan önce belirlenmiş olması, hastaya anlatılması ve tedavi planına alınmasıdır. Bunun yolu da endoskopik muayene, tedavi ve takiplerle burun anatomisi ve işleyişinin hekim tarafından anlaşılmasıdır.

Yazının devamı...

Sialendoskopide yanılgılar

Sialendoskopi, tükürük bezi kanallarının içerisini görmek için kullandığımız bir endoskopi yöntemidir. Bu yönteme tükürük bezi endoskopisi de diyoruz. Sialendoskopi sayesinde tükürük bezi taşları, salgı tıkaçları ve darlıklar başta olmak üzere pek çok kanal tıkanıklığı sorununu görerek teşhis ve tedavi edebiliyoruz. Yaklaşık 1-1,5 milimetre çapındaki endoskopların içerisinden 0,6-0,7 milimetre çapındaki araçlarla çalışıyoruz. Bu şekilde örneğin, küçük taşları tutup kanaldan çıkartabiliyoruz ya da büyük taşları kırıp parçalarına ayırdıktan sonra, tek tek tutup veya kanalın içerisini yıkayarak dışarı çıkartabiliyoruz. 1990 yılında uygulanmaya başlayan bu yöntemi ülkemizde 2004 yılından beri kullanıyoruz. Ülkemizde bu yöntem son yıllarda yaygınlaşmaya başladı fakat maalesef henüz yeterli düzeyde değil. Ayrıca hekimler arasında dahi bu yöntemi bilmeyenler olabiliyor ve bu nedenle sialendoskopinin etkinliği ve faydaları ile ilgili yanlış yorumlar yapılabiliyor. Hastalarda kafa karışıklığına yol açan ve bana en sık sordukları bazılarına dikkat çekmek istiyorum:

Bezin içerisindeki tükürük bezi taşları sialendoskopi ile çıkartılamazmış, kanal içerisindekiler çıkartılabilirmiş,

Tükürük bezi ve kanalı birbirinden ayrılamaz; kanal sistemini aynı bir ağaç gibi düşünmek gerekir. Nasıl dallar ağacın yapraklı kısmının içinde bulunuyorsa, tükürük bezi kanalları da bezin içerisine doğru devam ederler. Bizler sialendoskopi sırasında, ana kanal, birincil, ikincil ve bazen üçüncül dallanmalara dahi ulaşabiliyoruz. Uçlara doğru ilerledikçe kanallar incelir; sialendoskopun çapından daha ince bölgelere ulaşamayız, ancak uçlardaki taşlar zaten bezin tamamını şişirecek kadar belirti vermezler. Yani tükürük bezi taşlarının, adı üstünde, zaten çoğu bezin içindedir ve bunların %85-90’ına ulaşabiliriz.

Büyük taşlar sialendoskopi ile çıkartılamazmış,

Tükürük bezi taşları, boyutlarından bağımsız olarak, günümüzde, deneyimli ellerde sialendoskopi ve kombine yöntemlerle %95-96 oranında tedavi edilebiliyor. Sialendoskopi sırasında pnömatik litotripsi (havalı taş kırma) ile kırdıktan sonra 2,5-3 santimetrelik taşları bile çıkartabilmek mümkün oluyor.

Sialendoskopi ile tükürük bezi taşı çıkartılsa da, sonradan tekrar edermiş,

Günümüzde artık tüm branşlarda organ koruyucu uygulamalar tercih ediliyor. Nasıl böbrek taşları tekrarladığı zaman böbrek alınmıyorsa, tükürük bezi taşları da tekrarlarsa sialendoskopi ile çıkartılabilir. Bununla birlikte tek taşı olan vakaların tekrarlama olasılığı yok denebilecek kadar düşüktür. Birden fazla taşı olanlarda ise, sialendoskopi ile taşların hepsi çıkartıldıysa, yeni bir taş oluşma olasılığı düşüktür. Zira uygulamanın bitiminde kanal ağzını genişleterek bırakırız; bu sayede gelecekte taşa dönüşebilecek tortular oluşursa, tükürük salgısıyla kanal içerisinden rahatça temizlenebilir. Ayrıca tedbiren sialendoskopi sonrasında hastanın su içme miktarı, sigara kullanımı ve beslenme alışkanlıklarını düzenleriz.

Tükürük bezi taşı varsa bezin işleyişi bozukmuş, çalışmıyormuş. Bu gibi nedenlerle bezi aldırmak gerekirmiş.

Tükürük bezi çalışmıyor olsaydı zaten salgı üretmez ve yemek yenildiği sırada bez şişmezdi. Bez şişiyorsa zaten çalışıyordur diyebiliriz. Elbette iltihaplı şişmeler bunun dışındadır. Bununla birlikte, tıbbi çalışmalarda, tükürük bezi taşı nedeniyle alınan tükürük bezleri incelendiğinde, bezlerin en az yarısının tamamen normal veya normale yakın olduğu saptanmış. Bez yerine taşın çıkartıldığı vakalarda da, bezin işleyişinin zamanla düzeldiği belirlenmiş.

Görüldüğü üzere, tükürük bezi taşı olan hastaların sialendoskopi ile tedavi şanslarını önleyebilecek bazı yanlış ifadelere açıklık getirmeyi amaçladım. Günümüzde deneyimli ellerde sialendoskopi yönteminin başarısı oldukça yüksektir. Buradaki tek sıkıntı, tükürük bezi taşının çıkartılıp çıkartılamayacağının ancak sialendoskopi sırasında belirlenebilmesidir. Bu nedenle, sialendoskopistlerin bile bu konuda bir kesinlikten sözedebilme lüksü yokken, hastaların, sialendoskopi hakkında yeterli deneyimi olmayan ve hatta sialendoskopi dahi yapmayanların görüşlerine göre hareket etmeleri doğru olmayacaktır.

Günümüzde nasıl böbrek taşları pek çok merkezde kırılıyor ve çıkartılabiliyorsa, tükürük bezi taşları için de bu durum geçerlidir. Sialendoskopi ülkemizde uzmanlar arasında öğrenildikçe, yaygınlaştıkça, tükürük bezi kanal tıkanıklıklarının tedavisinde altın standart haline gelmiş olan bu yöntemin, halk arasında tüm yönleriyle bilinirliği de artacaktır.

Yazının devamı...

Burun Tıkanıklığı ve Kulak Tıkanıklığı İlişkisi

Uçakta veya yolculuk sırasında irtifa değişimlerinde ya da nezle-grip sırasında kulaklarda meydana gelen tıkanma hissini pek çoğumuz yaşamışızdır. Kulaktaki bu tıkanıklık hissi, durup dururken sık sık yaşandığında rahatsız edici olabilir. Bu hastaların bazıları “acaba kulağımda kir mi birikti de tıkandı?” diye muayeneye geldiklerinde, kulakta bir şey yok denildiğinde şaşırırlar. Oysa sorun dış kulak yolunda değil, orta kulak işleyişindedir. Ve bu durum özellikle burun tıkanıklığı ve geniz akıntısı gibi şikayetleri de olan hastalarda karşımıza çıkıyor.

Olağan koşullarda yutkunduğumuzda hepimiz kulağımızda bir çıtırtı duyarız. Bu ses, östaki borusundan orta kulağa girip-çıkan havanın ve çeşitli kasların kulak zarını titreştirmesi ile oluşur, yani normaldir. Östaki borusu, geniz boşluğu ve orta kulak arasında bulunan bir kanaldır ve orta kulağın havalanmasını sağlar. Bu kanalın işleyişini bozan durumlarda orta kulağın basınç dengelenmesi bozulur. Özellikle sık uçak yolculuğu yapanlar, pilotlar ve dalgıçlar için tahammülü zor bir durumdur.

Orta kulaktan hava çıkamadığında, içeride basınç olur; giremediğinde de orta kulakta vakum oluşur. Bu durumlarda kulak zarının titreşimi iyi olmaz ve kişi kulağında tıkanıklık hisseder. Nezle-grip gibi üst solunum yolu infeksiyonlarında, burnumuzun tıkanması ve akıntılarla birlikte kulağımızda tıkanıklık hissetmemizin nedeni budur. Tıkanıklıkla beraber uğultu, kişinin nabzını kulağında hissetmesi ve sesinin kulağında yankılanması gibi farklı belirtiler de olabilir. Hastalık iyileştiğinde kulak tıkanıklığı da düzelir.

Ancak burun tıkanıklığı sürekli olanlarda, kronik burun-sinüs sorunları olanlarda ya da geniz eti olan çocuklarda kulak tıkanıklığı da uzun sürebilir. Zaman zaman çevremizden duyduğumuz kulak zarı çökmeleri, kulakta sıvı toplanması ve bunların sonuçları genellikle bu zeminde gelişir.

Kulak tıkanıklığı şikayeti ile gelen hastalarda yaptığımız KBB muayenesinde kulak zarının çöküntüsünü veya bombeliğini doğrudan görebiliyoruz. Ancak görünüm normal olsa bile timpanometri dediğimiz cihazlarla basınç ölçümü yaparak teşhisi koyabiliyoruz. Ayrıca kaynağını bulmak amacıyla yaptığımız burun içi endoskopisi ile, östaki borusunun işleyişini bozabilecek tıkanıklık nedenlerini, geniz bölgesini ve hatta östaki borusunun girişlerini dahi görebiliyoruz. Buna göre belirlediğimiz tedavinin sonuçlarını da yine timpanometri ve endoskopik muayene ile düzelene kadar takip edebiliyoruz. İç kulak tipi işitme kayıpları ile karışmaması için bazen işitme testleri de yapılması gerekli olur.

Tıkanıklık nedenleri ilaçla yaptığımız tedavilere çoğu kez yanıt verir; ancak bazı mekanik engeller bazı operasyonları gerektirebilir. Kulak tıkanıklığının tedaviye cevap vermediği durumlarda, çeşitli burun operasyonları yanında kulak zarına çizikler (parasentez), tüp takılması ve östaki borusunun genişletilmesi dahil çeşitli girişimlerle de çözüm sağlamak gerekli olabilir.

Yazının devamı...

Geniz Akıntısı Kabusundan Uyanabilirsiniz

Geniz akıntısı, her insanda günde yaklaşık 1 litreyi bulan bir akıntıdır. Sürekli olarak üretilen bu salgı, solunum yollarına giren yabancı madde ve mikropları yakalamak, temizlenmesini sağlamak ve mukozaları nemlendirmek içindir.

Burun ve sinüslerde üretilen geniz akıntısı boğaza doğru iner; yutulduğunda da sindirim sistemi üzerinden temizlenir. Bu durumu normalde hiçbirimiz hissetmeyiz. Ancak geniz akıntısının artması ya da kıvamının yoğunlaşması halinde, hastalar bunu boğazda balgam, yapışkanlık hissi, boğaz temizleme, kuru-gıcık öksürüğü ve sürekli yutkunma isteği gibi şikayetlerle ifade edebilir. Bazı hastalar ağız kokusu, sık boğaz infeksiyonu ve sık faranjit gibi ikincil durumlardan da yakınabilir.

Geniz akıntısının en sık nedenlerinden biri sigara kullanılmasıdır. İçilen su miktarı az ise, salgıların yoğunlaşmasına bağlı da geniz akıntısı olabilir. Bunlar hastaların kendilerinin düzeltebileceği şeylerdir. Bazı ilaçlar, örneğin tansiyonu önleyen veya psikiyatrik tedavi amaçlı ilaçlar salgıların yoğunlaşmasına neden olabilir. Basit nezle-grip ya da sinüzit gibi üst solunum yolu infeksiyonları sırasında şeffaf veya iltihaplı geniz akıntıları olabilir; bunlar kısa süreli tedavilerle düzelebilen geçici durumlardır. Yine mevsimsel alerji ve alerjik nezle dönemlerinde de geniz akıntısı olabilir.

Bazı hastalar, tüm bunlar düşünülmüş ve hatta çeşitli önlem ve tedaviler uygulanmasına rağmen yine de düzelememiş olabiliyorlar. Aylar ve bazen yıllar süren geniz akıntılarında teşhisi zor, gözden kaçabilecek başka sorunlar olabiliyor. Bu gibi durumlarda sıklıkla salgı kısırdöngüleri ve kronik sinüzit gibi, ancak bu konulara yoğunlaşmış Rinoloji Uzmanları tarafından teşhis ve tedavisi yapılabilecek, burun işleyişinin bozulmuş olduğu hastalıklarla karşılaşıyoruz.

Geniz akıntısına yol açan pek çok hastalığın bulgularını, günümüzde endoskopik burun içi muayenesi sayesinde görerek teşhis edebiliyoruz. Örneğin kronik sinüzit hastalığında sinüs kanallarını engelleyen anatomik bozuklukları, darlıkları veya polipleri görebiliyoruz. Burun içini kaplayan mukozanın rengi ve diğer anatomik yapıları değerlendirebiliyoruz. Sinüslerde üretilen salgıların tekrar sinüslere geri dönmesine yol açarak burun işleyişini bozan aksesuar ostiumları bu şekilde yakalayabiliyoruz. Bunlar tomografi gibi filmlerle dahi teşhisi kolay olmayan sorunlardır; ancak sıklıkla deneyimli bir göz tarafından endoskopik muayenede saptanabilirler.

Teşhis bu şekilde doğru yapıldığında, geniz akıntısının tedavisi de belirlenebilir. Bahsettiğimiz durumların biri veya birkaçı hastada birlikte bulunabilir; bu yüzden tüm nedenlere yönelik kapsamlı tedavi ve öneriler yapılmalıdır. Bunların yanında geniz akıntısı olan hastalarda burun işleyişine destek olabilecek yıkama tedavileri oldukça etkilidir. Yalnız yıkama solüsyonları iltihaplanmanın olmadığı dönemlerde kullanılmalı ve hastanın hastalığına göre uyarlanmalıdır. En önemlisi ise takiplerin de endoskopik muayenelerle yapılması ve tedaviye yanıtın düzenli bir şekilde izlenebilmesidir. Bu sayede değişimlere göre tedavide düzenlemeler yapma ve hastalığı tam olarak tanıma imkanımız olur. Çoğu hastada uyguladığımız tedaviler, şikayetlerin sonlanmasıyla sonuçlanabiliyor. Tedavi ve takiplerle düzelmeyen hastalarda ise bazen burun-sinüs işleyişini düzenleyebilecek çeşitli ameliyatlar gerekli olabiliyor.

Ameliyat gerekli olduğunda sinüs kanallarını açmak için yine endoskoplarla görerek gerçekleştirdiğimiz endoskopik sinüzit ameliyatını yapıyoruz. Aksesuar delikler varsa, bunları sinüsün doğal kanalı ile birleştirebiliyoruz. Bu şekilde salgı kısırdöngüsünü ortadan kaldırabiliyor ve salgı akışını düzenleyebiliyoruz. Yalnız bu operasyonların titizlikle, salgı akış yönlerini koruyarak yapılması çok önemli. Zira bu yönlerin tahrip edildiği durumlarda hastalar fayda görmedikleri gibi, daha da kötüleşebiliyorlar.

Sonuç olarak geniz akıntısı sıklıkla tedavi edilebilir bir durumdur; ancak bunun için deneyimle yapılabilen doğru teşhis, doğru tedavi ve takipler gereklidir.

Yazının devamı...

Burun Eti Ameliyattan Sonra Tekrarlar mı?

Burun tıkanıklığı nedeniyle ameliyat önerilen hastaların neredeyse hepsinin sorduğu “burun eti tekrarlar mı?” sorusunun haklı temelleri vardır. Çünkü, çevrelerinde burun eti alınan veya küçültülmüş olanlarda şikayetlerin düzelmediğini ya da bir süre sonra geri döndüğünü sıkça duymaktadırlar. Hatta burun tıkanıklığı şikayeti ile başvuran hastanın kendisi bile geçmişte bu ameliyatları olmuş olabilir. Burun etlerinin ameliyattan sonra tekrar büyümelerinin aslında çok temel ve anlaşılabilir nedenleri vardır. Elbette bunları belirledikten sonra başarılı şekilde tedavileri de yapılabilir.

Burun etleri, tıbbi adıyla konkalar burun boşluğu içinde bulunan parmak benzeri yapılardır. Sağlı sollu alt, orta ve üst konka olarak toplam 6 adettirler. Bunların arasından geçen soluk havası ısıtılır, nemlenir ve temizlenir. Genellikle “burun eti” olarak bahsi geçen ve şişme-inme özellikleri bulunanlar, “alt konkalar”dır. Hatta bunları aynaya baktığınızda burun deliklerinin hemen arkasında görebilirsiniz.

Burun etleri hastalık değildir! Burun etinin büyümesi burun tıkanıklığına yol açabilir.

Burun eti büyüdüğünde hemen ameliyat etmeden önce sorulması gereken sorular vardır. Mesela, burun eti niçin büyümüştür? Bu nedeni bulmadan ameliyat edilirse ne olur? Burun etini büyüten nedeni tedavi etmeden, sadece burun etini küçültmek ne işe yarar? Burun eti büyümesinin ameliyat dışı başka tedavileri var mı? Ameliyat gerekecekse başka sorular da sormak gerekir; burun eti alınmalı mı yoksa küçültülmeli mi? Burun işleyişinde bu kadar önemliyse alınması doğru mu? Küçültülecekse hangi yöntemle küçültülmeli? Beraberinde başka ameliyatlar aynı anda yapılmalı mı, yapılabilir mi? gibi…

Burun etini büyüten birçok neden olabilir. Havalandırma, hava kirliliği, iklim, alışkanlıklar, alerji, bağışıklık, genel sağlık, sık hastalanma, yaş, burun içi anatomik bozukluklar, sinüs sağlığı, mukoza özellikleri, genetik faktörler, beslenme ve daha pek çok neden.

Ciddi bir anatomik ve işlevsel bozukluk yoksa, burun işleyişini arttıran, şişmeleri azaltan bazı ilaç ve spreylerin kullanılması hastaların belirli bir bölümünde burun etlerini küçültebilir. Hastanın yakınmalarındaki düzelmenin endoskopik muayenelerle de takip edilmesi tedavi süresinin belirlenmesi için önemlidir. Zira burun içi görünüm tam olarak düzelmeden medikal tedavinin erken kesilmesi durumunda da şikayetler kısa süre sonra geri dönebilir.

İlaç tedavisinin fayda etmediği hastalarda, sıklıkla sinüs sağlığının bozuk olduğunu saptıyoruz. Burada baş ağrısı, yüzde dolgunluk hissi ve iltihaplı akıntı gibi şikayetleri olan belirgin bir sinüzit hastalığı değil de, daha sinsi, ilgisizmiş gibi görünen, teşhisi kolay olmayan, hatta sıklıkla gözden kaçan burun-sinüs sorunları ile karşılaşıyoruz. Burun tıkanıklığına ek olarak geniz akıntısı, gıcık öksürüğü, sık hastalanma, ağız kuruluğu ve ağız kokusu gibi şikayetlerin nedeni olarak sinüs kanallarının kapalı oluşu, aksesuar delikler ve salgı kısırdöngüsü, sinüs girişlerinin darlığı ve farklı rinitler gibi burun-sinüs içi mukoza örtüsünün sağlığını bozarak burun etlerini büyüten durumlarla karşılaşıyoruz.

Bunlar teşhis ve tedavi edilmeden, tek başına burun etine müdahale yapılması elbette burun etinin aylar veya yıllar sonra tekrar büyümesi ile sonuçlanabilecektir.

Bunun dışında ilaç ve sprey tedavisiyle düzelmeyen burun etlerine hangi yöntemle küçültme yapmak gerekir? Burada cerrahın elinde burun etini küçültmek için hangi araç var, bu aracın teknik kapasitesi nedir, hangi parametrelerle kullanılacak, konkanın nerelerine ne kadar uygulama yapılacak, kaç defa yapılacak, hekimin kullanacağı araçtaki deneyimi nedir, diğer yöntem ve araçlar konusunda bilgisi nedir, hastası için en doğru uygulama gerçekte hangisidir? gibi sorular akla gelebilir. Bu aşamada hastanın hekimine güveni ve inancı, sorularına alacağı tatminkar yanıtlarla sağlanabilir, ancak sonuçlar buna rağmen beklenenden farklı olabilir.

Burun eti büyümesine, hastaya ve hastalığına göre en uygun yöntemle müdahale yapılırken, bunu büyüten neden de örneğin bir çeşit sinüs hastalığıysa düzeltilmelidir, beraberinde buna da müdahale yapılmalıdır, yapılabilir. Sinüs kanalları endoskopik sinüs cerrahisi ile açılabilir veya bir aksesuar ostium ve salgı kısır döngüsü varsa bu çözülebilir. Ya da geçmişte ameliyat olduğu halde bunlar gözden kaçmışsa, sonraki müdahale sırasında bunlar tamamlanabilir.

Görüldüğü üzere burun eti konusu sanıldığı kadar basit değildir. Burun tıkanıklığı nedeniyle başvuran hastaların çoğunda sebep burun eti büyümesidir. Burun etine doğru sorularla ve doğru bir teşhis-tedavi algoritması ile yaklaşıldığında başarılı sonuçlar alınması, çok nadir genetik durumlar dışında, çoğu kez olanaklıdır.

Dr. Atilla Şengör

Şengör KBB / Etiler

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.