SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Tükürük Bezi Taşlarınızı Bekletmeyin!

Tükürük bezinde taş olabildiğini belki de ilk defa duyuyorsunuzdur. Oysa ülkemizde tahminen 15-16 bin kadar tükürük bezi taşı olan hasta vardır. Bu hastalardaki ilk belirti genellikle yemek yerken aniden yanak veya çene altındaki bezlerde şişme olmasıdır. Yanak (parotis) ya da çene altı (submandibuler) tükürük bezinin kanalı taşla tıkandığında, tükürük kanaldan boşalamadığı için bez şişer. Panikle doktora başvuran hasta genellikle bir antibiyotik tedavisi görür, fakat şişmelerin tekrarlaması nedeniyle yapılan ultrasonografi veya tomografi gibi tetkiklerde taş saptandığında durumu anlar. Şişmelerin sıklığı zamanla artabilir, bazen kalıcı da olabilir; hatta ağrı veya tükürük bezinde iltihaplanmalar yapabilir. Geçmişte tükürük bezi taşı teşhis edildiğinde taşın kendiliğinden düşmesi beklenirdi; düşmediğinde ve hastanın şikayetleri dayanılmaz hale geldiğinde tükürük bezi açık ameliyatla alınırdı. Nasıl böbrek taşları için böbreği almıyorsak, günümüzde tükürük bezi taşları için de tükürük bezini almıyoruz; sialendoskopi yöntemiyle taşları çıkartabiliyoruz. Açık ameliyatının yüz sinirinin çeşitli dallarını zedeleme riski nedeniyle ancak tümör gibi başka alternatif tedavisi olmayan hastalıklar için saklanmalıdır.

Sialendoskopi yöntemi yeni bir yöntem değil; 1990 yılında Avrupada, 2004 yılından beri de ülkemizde uygulamaya başladık. Sialendoskoplar yaklaşık 1,5 milimetre çapında; içinde hem görme, hem yıkama, hem de çalışmak için olukları var. Sialendoskop içinden taşları kırmak ve tutmak için kullandığımız araçlar 0,7mm çapında; yani bunu “kürdan içinden iğne ile çalışmaya” benzetebiliriz. Sialendoskopi yöntemiyle çapları tükürük kanallarının çapına yakın olan yani 3-4 milimetreye kadar olan taşları doğrudan tutup çıkartabiliyoruz. Bundan daha büyük taşlar için genellikle kırma yöntemi gerekir, hatta vakaların çoğunda da yani yaklaşık 70-80%’inde taş kırma gerekliliği vardır. Küçük bir taşı tutup çıkartması 10-15 dakika alırken, 1 santimetre ve üzeri taşlarda kırma işlemiyle beraber 3-5 saat çalışmak gerekli olabiliyor.

Tükürük bezi taşlarının senede 1 milimetre kadar büyüdüklerini bildiğimiz için, kaybedilen her sene bizim çalışmamızı zorlaştırdığı gibi hastanın tedavi şansını azaltabiliyor. Çünkü büyüyen taşlar kanalı zedeleyebiliyor, kanala gömülebiliyor ve bu şekilde kendisine endoskopik yolla ulaşılmasını dahi zorlaştırabiliyor. Bu yüzden tükürük bezi taşı saptanan hastalara bezin ameliyatla alınması bir seçenek olarak sunulmamalı, bekletilmemeli, taşlarının sialendoskopi yöntemiyle çıkartılabilmesi için yönlendirilmelidirler.

Sialendoskopik uygulamalar sadece taşlar için değil, kendiliğinden oluşan veya ağız içi müdahaleler nedeniyle oluşan kanal darlıkları, radyasyon hasarına bağlı kanal içi yapışıklıklar, Sjögren hastalığı gibi romatizmal-inflamatuvar kanal sorunları ve jüvenil rekürran parotitis (çocukluk çağının tekrarlayan tükürük bezi şişmeleri) gibi tükürük bezi kanalının tıkayıcı hastalıklarında da kullanılmakta ve faydalı olmaktadır. Günümüzde tükürük kanallarını tıkayan hastalıkları doğrudan görebilme ve bunları doğrudan tedavi etme olanağı sağlayan sialendoskopi yöntemi bu konuda ileri eğitim, endoskopi tecrübesi ve geniş araç donanımı (taş kırma cihazları dahil) gerektirmektedir. Bu alt yapılar sağlandığında bu yöntemin tükürük bezi taşlarının tedavisindeki başarı oranı 85%’leri bulabilmektedir.

Dr. Atilla Şengör
Şengör KBB / Etiler

www.atillasengor.net

Yazının devamı...

Otrivine Bağımlılığı Tedavi Edilmesi Gereken Bir Hastalıktır

Otrivine, İliadin gibi burun açıcı spreyleri uzun süreli kullananlar, ilk başta mucizevi etkilere maruz kalırken gittikçe bu spreyler olmadan nefes alamaz hale geliyor. KBB uzmanı Dr. Atilla Şengör, “Adrenalin hormonuyla benzer mekanizmaya sahip bu tür burun spreyleri zamanla kıkırdak dokuyu bozabilir, hatta dolaşım sistemi bundan etkilenebilir.” diyor. Burun açıcı spreylerin ancak doktor kontrolünde kısa sürelerle kullanılması gerektiğini söyleyen Dr. Şengör bu konuda en çok sorulan soruları yanıtladı.

Otrivine burun spreyi bağımlılığı nasıl oluşur?

Her insan burun spreyi bağımlısı olmaz. Bir şekilde burun ve sinüslerinde sorunları olan hastalar burun spreyi bağımlılığına daha yatkındırlar. Burun tıkanıklığı olan kişi burun açıcı spreyi (nazal dekonjestan) kullandığında, bir anda burnunun açıldığını ve rahat nefes almaya başladığını görür. Burnu sürekli tıkalı bir kişi için bu durum adeta mucize gibidir. Nefesin bir anda açılması, spreyin etkisiyle burun etlerinin (konkalar) büzüşmesi sayesinde olur. Burun açıcı sprey kullanılmaya devam edilirse zamanla burun etlerinin şişme-inme döngüsü bozulur ve bu kişi sprey sıkmadan burnu açılamaz hale gelir. Soluk almak yaşam için en önemli gereksinim olduğu için, burun spreyi bağımlılığı diğer madde bağımlılıkları ile boy ölçüşebilir denilebilir. Burun açıcı spreyi günde 10 defaya kadar kullanan, hatta 1-2 günde tamamını bitiren, yıllar boyunca kullanan hastalar vardır. Sprey kullanımının sıklığı ve miktarı arttıkça çeşitli sağlık sorunlarına da davetiye çıkmış olur.

Otrivine burun spreyi bağımlılığının zararları/yan etkileri nelerdir?

Burun açıcı spreylerin etkisi adrenalin hormonunu taklit eder; sinirlendiğimizde burun açılır, ağzımız kurur, gözbebeklerimiz büyür, yüzümüz beyazlar. Vücudun dolaşımı kalbe ve kaslara yöneltilir, yani yüzeyel kan dolaşımı azalır; burun açıcı spreyin burun içindeki zararlı etkisi de buna bağlıdır. Burun etlerini ve tüm burun içerisini kaplayan mukoza örtüsünü aslında önemli bir organ gibi düşünmelisiniz. Sprey ne kadar sık kullanılırsa bu mukoza örtüsünün dolaşımı da o kadar bozulacaktır ve dolayısıyla burundan alınan havanın filtrelenmesi, temizlenmesi, nemlendirilmesi ve ısıtılması gibi önemli işlevler aksayacaktır. Mukoza kanlanması zamanla aşırı bozulursa, altında bulunan kıkırdak doku da etkilenebilir ve septumda (burun destek kıkırdağı) hasarlanmalar ve delinmeler oluşabilir. Diğer yandan yüksek miktarda dekonjestan kullanımının mukozalardan emilim yoluyla, hipertansiyon gibi hastalıklara yol açabileceği konusunda endişeler vardır.

Otrivin burun spreyi bağımlılığı tedavi edilmezse ne olur?

Burun spreyi bağımlılığı ile sonuçlanmış olan burun tıkanıklığının kendisi hem temel hem önemli bir sorundur. Burun tıkanıklığı yaşam kalitesini kötü yönde etkiler; uyku problemleri, dinlenememe, yorgunluk, enerji düşüklüğü ve dikkat dağınıklığı yapabilir. Ayrıca boğaz kuruluğu, faranjit gibi boğaz sorunları ve alt solunum yolu problemlerini şiddetlendirir. Bazen geniz akıntısı, sinüzit hastalığı ve kronik gıcık öksürüğü ile de ilişkilidir. Burun tıkanıklığının ve sprey bağımlılığının mutlaka beraber tedavi edilmesi gerekir. Bunlar düzeltilmezse, hastanın burun spreyi bağımlılığı devam ederse, burun tıkanıklığına bağlı genel vücut sağlığı yanında, burun açıcı sprey yüzünden burun işleyişi ile vücudun dolaşım sistemi olumsuz şekilde etkilenebilir.

Otrivine burun spreyi bağımlılığı nasıl tedavi edilir?

Burun spreyi bağımlıları bunu bir hastalık olarak kabul etmeli ve tedavisi için yardım almalıdırlar. Bu bilinçle tedavinin çoğu kez olanaklı olduğunu öğrenmeleri yüreklerine su serpecektir. Bir sprey ile kolaylıkla nefesi açılan bir hastanın bu kolay yolu bırakması ve zor yolu seçerek hekimin önerilerine uyması, hasta ve hekim arasında kurulan başarılı iletişimle de doğrudan ilgilidir. Burun işleyişini düzeltmeye yönelik destek tedavisi ile beraber hastanın da sprey kullanımını azaltmaya yönelik gayret göstermesi gereklidir. Bunu kolaylaştırmak için burun açıcı spreyin etkisini taklit eden bazı haplardan faydalanılabilir. Eğer sprey bağımlılığının nedeni tek başına burun eti büyümesi ise, hasta çoğu kez bu “bıraktırma tedavisi” ile düzelir. Tüm bunlara rağmen hasta spreyden vazgeçemiyorsa burun eti küçültme operasyonu yapılabilir. Burun eti küçültme operasyonu kısa süreli genel anestezi altında endoskopik lazer tekniği ile yapıldığı zaman sonuç oldukça başarılıdır ve genellikle tekrarlamaz. Tıbbın her alanında olduğu gibi, burun tıkanıklığının ve sprey bağımlılığının da tüm sebeplerini bulmak ve eş zamanlı tedavi etmek esastır. Bu bütünsel yaklaşımla burun etinin büyümesine eşlik eden sigara kullanımı, alerjik nezle, sinüzit hastalığı, deviasyon ve konka bulloza gibi anatomik farklılıkların tümüne yönelik uygulanan tedavilerle hastalarımız burun spreyi bağımlılıklarından kalıcı olarak kurtulabileceklerdir.

Yazının devamı...

Boyunda Şişme Tükürük Bezi Taşının Belirtisi Olabilir

Yemek yerken çene altında, boyunda veya yanakta aniden şişme olabilir. Kişiyi panik ve endişeye sürükleyen bu durum tükürük bezlerinin kanallarını tıkayan taşlara bağlı olabiliyor. Normalde tükürük bezlerinden yemek yenildiği sırada akması gereken tükürük salgısı, kanalın tıkanık olduğu durumlarda boşalamadığı için hasta olan çene altı veya yanak tükürük bezi aniden şişiyor. Taş kanalı tam tıkamıyorsa tükürük bezindeki şişme yarım saat kadar bir sürede genellikle iniyor. Halk arasında “böbrek taşları” yaygın olarak bilinmesine karşın, tükürük bezi taşları toplumda pek bilinmez. Bu yüzden boynu şişen hasta doktora başvurduğunda, tükürük bezi taşına sahip olduğunu öğrenince çok şaşırıyor.

Tükürük bezi taşları toplumda yaklaşık bin kişiden birinde görülür. Tükürük taşı oluşumuna yol açabildiği bilinen tek sistemik hastalık Gut Hastalığı; ancak taşlı hastaların çok azı bu hastalığa sahip. Fakat tükürük bezi taşı olan hastalarda görülebilen bazı ortak davranışlar var; bunlar az su içmeleri, sigara kullanmaları ve sebzeden fakir beslenmeleridir.

Tükürük bezi taşları tükürük kanallarının herhangi bir yerinde, bir veya birden fazla sayıda, değişik büyüklüklerde ve sertliklerde olabiliyor. Bu taşlar zamanla büyüdüklerinden, belirti verdiklerinde fazla gecikmeden çıkartılmaları gerekiyor. Zira erken dönemde sialendoskopi yöntemiyle kolaylıkla çıkartılabilecek bir tükürük bezi taşında, hasta bu şansı kaçırdığında bezinin ameliyatla alınması gerekebiliyor. Günümüzde tükürük bezi kanalını tıkayansorunuı teşhis ve tedavi edebilmek için tükürük bezi endoskopisini yani sialendoskopi yöntemini kullanıyoruz. Çok ince ve içerisinden çalışma olanağı sağlayan bu araçlarla taşları tutup kanaldan çıkartmak, kanaldaki darlıkları genişletmek ve içerisinden yoğun salgıları yıkayıp temizlemek olanaklı. Ayrıca tükürük bezi kanalı içerisinde aynı böbrek taşlarında olduğu gibi, taşları parçalayabilmek için pnömotik kırma yöntemi kullanıyoruz.

Aslında sialendoskopi yöntemi yeni bir yöntem gibi algılanmamalıdır. 1990’dan beri dünyada yaygınlaşan bu yöntemi 2004 yılında ülkemizde kullanmaya başladık. Zaman içerisinde hem teknolojide hem de uygulamalarımızda oldukça ilerledik. Tek başına sialendoskopi yöntemi ile veya bununla beraber uygulayabildiğimiz ağız içi yaklaşımlarla tükürük bezi taşlarının çoğunu çıkartabiliyoruz. 2 santimetreye kadar olan taşları dahi yerine göre bu yöntemlerle çıkartabiliyoruz. Ancak sialendoskopinin süresi basit taşlar için 15 dakika kadar kısa bir süre olabileceği gibi, zorlu taşlarda 3 saat dahi sürebiliyor. Bu nedenle tükürük bezi taşı önceden belirlenmiş vakalarda tükürük bezi endoskopisini narkoz altında yapmayı tercih ediyoruz.

Sialendoskopi yöntemi, tükürük bezi kanalı tıkanıklığının çözümünde güncel ve başarılı bir yöntem olmasına karşın, uzun bir eğitim ve öğrenme süreci gerektiriyor. Pahalı araçların ve uyumlu teknolojilerin her hastanede bulunmaması ise ayrı bir dezavantaj. Bunu aşabilmek için yanımızda taşıdığımız alet bavulumuzla operasyona girmek gerekebiliyor. Ancak tekniğin bütün zorluklarına rağmen hastanın taşını çıkarttığımızda, tükürük bezinin boşuna alınmasını önlemiş olmanın verdiği tatmin ve mutluluk çok büyük oluyor.

Tükürük bezi taşı tedavisi ile ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek ve Dr. Atilla Şengör'ün videosunu izlemek için linke tıklayınız.

Yazının devamı...

Sigara sinüzit yapar mı?

Sigaranın olumsuz etkileri ve vücuda verdiği zararlar onlarca yıldır halka anlatılmaktadır. Akciğerlerin tertemiz pembe dokularının, sigara içen bir kişide katran siyahına dönüşmüş halini pek çoğunuz görmüştür. Sigaranın solunum sisteminde yaptığı hasar sadece akciğerlerle sınırlı değildir. Solunum yollarının başı olan burun ve sinüsler de sigaradan nasibini alır. Sigara ve sinüzit birlikteliği toplumda oldukça yaygındır. Sinsi bir şekilde yavaş yavaş mukoza örtüsünü bozan sigara sinüziti tetikleyebilmektedir. Sigara içen veya sigara dumanına maruz kalan sinüzitli hastalarda burun tıkanıklığı, geniz akıntısı, baş ağrısı, yorgunluk ve sık hastalanma gibi belirtileri sıkça görüyoruz.

Sık sık sinüzit atağı geçiren bir sigara kullanıcısına tedavi için “sigarayı azaltmalı ya da sigarayı bırakmalısın” dendiğinde, genellikle bu öneriye uymaz. Bu tip hastalara sigaranın hangi mekanizmalarla burun ve sinüsleri bozduğunun anlatılması, algısı ve muhakemesi yüksek olanların tedavi şansını arttırmaktadır. Burun ve sinüslerin içini kaplayan mukoza örtüsü bir orman gibi düşünülebilir. Bu ormandaki her ağaç düzenli olarak tek bir yöne doğru salınmakta ve havayı temizlemektedir. Bunun burundaki karşılığı: her ağaç bir “siliya” dır ve mikron boyutlarında milyarlarca sayıdaki bu tüycükler sürekli olarak geniz yönünde doğru salınım halindedir. Siliyaların üzerinde jel gibi mukus salgısı bulunur. Tozların ve mikropların tutulması ve burun içerisinin ıslaklığı bu mukus tabakası sayesinde olur. İşte bu siliyalar ve mukus tabakası sayesinde (mukosiliyer sistem) burun ve sinüs boşluklarındaki birikintiler geniz boşluğuna doğru iletilir ve böylelikle temizlenir. Sigara siliyaların moleküler bağlantılarını parçalar, siliyalara tek tek zarar verir, mu şekilde mukoza örtüsünü ve işleyişini bozar. Bunu ormandaki ağaçları kesmeye ya da ormanı yakmaya benzetebilirsiniz. Sonuçta her iki durumda da tabiatı bozduğunuzda, bunun türlü türlü olumsuz sonuçları olacaktır.

Bu zararlı değişikliği burun ve sinüs boşluklarına uyarlayacak olursak; sigara içenlerde siliya çalışması durduğunda sinüslerin temizlenmesi bozulur ve infeksiyona yani sinüzite eğilim oluşur. Sigaranın içerdiği toksik maddeler mukoza örtüsüne hasar verir, şişmeler ve ödem olur, burun etleri büyür, burun tıkanıklığı olur. Sinüs kanalları normalde de çok dardır ve buraları kaplayan mukoza örtüsü şiştiğinde sinüs kanalları kapanabilir, bu durum da sinüzit hastalığına eğilimi arttırır. Sigaranın içindeki formaldehit ve amonyak mukus salgısının artmasına ve yoğunlaşmasına neden olur. Bu durum çoğu kez yoğun geniz akıntısı ve balgam şeklinde hissedilir. Aynı şekilde toz ve polen gibi alerjenlerin de burundan temizlenmesi bozulur; hastada daha önce olmadığı halde alerjik hapşırmalar ve burun tıkanıklıkları başlayabilir. Bu koşulların tümü burun ve sinüslerin işleyişini bozar, sinüzit tetiklenebilir, hatta koku ve tat duyusu dahi etkilenebilir.

Bazen tıkanıklıkla beraber burun tamamen devre dışı kalabilir. Bu durumda yapılan ağız solunumu yüzünden alt solunum yolları daha da fazla etkilenir; hava temizlenmeden, ısınmadan ve nemlenmeden akciğerlere gitmiş olur. Ayrıca önemli bir nokta olarak mukosiliyer temizleme sisteminin akciğerlerde de bulunduğunu, ancak temizlenme yönünün aşağıdan boğaza doğru olduğunu belirtmek yerinde olur. Sigara akciğerlerin temizlenme sistemini de bozar. Yani sigara solunum sisteminin her düzeyine pek çok farklı mekanizma ile zarar verir. Bunlara ek olarak sigara genel vücut bağışıklığını da düşürerek infeksiyonlara eğilim yaratır. Hastalar çoğu kez “ama ben sigarayı uzun süredir içiyorum, eskiden böyle olmuyordu” derler. Zaten en büyük yanılgı da budur. Sigara zaman içerisinde yavaş yavaş burun ve sinüslerin işleyişini bozar, bozulma belirli bir düzeyi geçtiğinde durum kısır döngüye ve hastalık sürecine girer. Burun tıkanıklığı, geniz akıntısı ve çeşitli sorunlarla beraber sinüzit hastalığı da ortaya çıkar veya mevcut durumlar kötüleşir. Sık sık sinüzit atakları, tekrarlayan ilaç tedavileri ve bitmek bilmeyen geniz akıntısı hastayı oldukça rahatsız eder. Bu durum çeşitli anatomik bozukluklarla birlikte olduğunda zaman zaman sinüzit ameliyatına dahi başvurmamız gerekebiliyor. Neyse ki hastaların çoğu sigara ve sinüzit ilişkisini hemen kavrıyorlar ve sigarayı bıraktıklarında mukosiliyer sistem aylar bazen de yıllar içerisinde kendini onarabiliyor. Bu dönemde biz hekimlerin de tıbbi desteği sayesinde sinüzitin tedavisi çoğu kez olanaklı oluyor.

Geniz Akıntısı Çözümsüz Değil Videosu'nu İzlemek için Tıklayınız.

Sinüzit Ameliyat Sonrasında Tekrarlar mı? Videosunu İzlemek için Tıklayınız.

www.atillasengor.com

Yazının devamı...

Suda Oluşan Kulak Rahatsızlıkları Hakkında 4 Önemli Bilgi

Denize veya havuza giren her kes hayatında en az bir kez kulak sorunu yaşamıştır. Neyse ki sorunların kaynağı çoğu kez kulak kanalı ile ilgilidir ve bunlar kalıcı bir durum yaratmaksızın tedavi edilebilir. Ancak kronik kulak hastaları ya da basınç problemi olanlar yaz aylarında biraz daha dikkatli olmalıdır.

Kulak Kanalı İltihabı Nasıl ve Neden oluşur?

Kulak kanalında kulak kiri bulunması bir hastalık ya da tedavi edilmesi gereken bir durum değildir. Ancak tıkanıklığa yol açtığında ya da infeksiyonla ilişkili olduğunda durum değişir. Kulak kiri havuza veya denize girildiğinde ıslanır ve şişerek kulak kanalını kapatabilir. Bu durum kişide kulağa su kaçması veya kulak tıkanıklığı şeklinde hissedilir. Küçük kir birikintilerinde, bunlar bazen kendiliğinden çıkarlar, bazen de kuruyup küçüldüklerinde rahatsızlık geçer. Ancak tıkanıklığın geçmediği durumlarda bir KBB Uzmanı tarafından bunların vakumla temizlenmesi gerekli olabilir.

Kulak kiri, ıslandığında mikropların üremesine elverişli ortam da oluşturabilir. Bu sırada bakteriler veya mantarlar kulak kanalında infeksiyonlara yol açabiliyor. Burada tıkanıklıkla birlikte kulakta ağrı da olur. Özellikle kulak girişinde ön kısma işaret parmağı ile basıldığında ağrı şiddetlenir. Bunlarla beraber akıntı ve şişme de olabilir. Hijyen sorunu olan havuz ve denizlerde bu tip kulak iltihaplanmaları daha sık görülmekle beraber, en temiz havuzlarda bile kulak kanalı infeksiyonu olabiliyor.

Nasıl Tedavi Edilir?

Hafif infeksiyonlarda başlangıçta piyasadaki alkollü hazır damlalar kullanılabilir. Fakat kulak zarı delik olanlar veya kulağına tüp takılmış olanlar kendi kendilerine asla kulak damlası kullanmamalıdırlar. Bu tip durumlarda en doğrusu durum ağırlaşmadan önce bir KBB Uzmanına görünmektir.

Kulak kanalının iltihabında en önemli tedavi, itihabın ve odakların vakumla mikroskop altında temizlenmesi ve etken ne ise, buna yönelik kulak damlalarının verilmesidir. Şiddetli infeksiyonlarda antibiyotik kullanımı gerekebilir. Kulağın bir süre kuru tutulması ve kaşınmaması gereklidir. Hastanın tedavi sonunda tekrar kulağını kontrol ettirmesi şarttır. Zira geçti zannedip gelmeyenlerde, tekrarlayan infeksiyonları çok sık görüyoruz.

Dalış Yaparken Nereler Dikkat Edilmeli?

İlişkili diğer bir konu da, dalış yapanlarda derine inildikçe kulaklarda ağrı olmasıdır. Bunu önlemek için valsalva manevrası ile burun kapatılarak kulaklara hava gönderme işlemi yapılır. Bu manevra orta kulak basıncının dengelenmesini sağlar. Valsalva yapılamıyorsa kulak zarı veya orta kulakta çeşitli hasarlar ve hastalıklar meydana gelebilir. Ağrı, tıkanıklık, işitme kaybı, kanama, kulak zarında yırtılmalar, kulakta sıvı toplaması, kulak iltihabı ve çeşitli barotravma (basınç hasarı) durumları mutlaka bir KBB hekiminin görüşü ve tedavisini gerektirir. Grip ve sinüzit gibi üst solunum yolu infeksiyonları sırasında dalış yapılmamalıdır. Diğer yandan düzenli skuba dalış yapanların burun tıkanıklığı ve sinüslerle ilgili hastalıklarını tedavi ettirmiş olmaları gereklidir. Skuba dalıcılarının her sene kontrolden geçmeleri önerilir.

Eğer kulak zarı önceden herhangi bir şekilde delinmişse (kronik otitli veya tüp uygulanmış hastalar), kulağa su kaçması iltihaplanmaya neden olabilir. Normal şartlarda başın suya sokulması bir problem oluşturmazken, bu hastaların kulaklarını sudan korumaları gereklidir.

Her Kulak Tıkanmasının Nedeni Kulak Kanalı İltihabı mıdır?

Burada hatırlatılması gereken önemli bir husus, her kulak tıkanmasının, kulak kanalının iltihabı veya kulak kiri ile ilgili olmayabileceğidir. Bazen işitme sinirinin felçleri ya da ani duyu kayıpları olabiliyor. Değişen şiddetlerde işitme kaybı gördüğümüz bu durumlarda vakit geçirmeden nedenin araştırılması ve tedavi başlanması gerekir. Bu nadir hastalıklar başa geldiğinde, kulağının hangi nedenle tıkandığını hastanın kendi kendine ayırt edebilmesi olanaksızdır. Bu durum ancak bir KBB uzmanı tarafından teşhis edilebilir.

Bu yazıdan çıkartılacak sonuç, kulak rahatsızlıklarının hemen hemen hepsi doktor tarafından görüş ve tedavi gerektirir. Bu nedenle en iyisi durum daha kötüleşmeden ve tedavisi daha güç hale gelmeden, kulak tıkanıklıklığı olanların oyalanmadan işin uzmanına görünmesidir.

www.atillasengor.com

Yazının devamı...

Bademcik Taşları Nasıl Temizlenir?

Halk arasında bademcik taşı olarak bilinen, tıpta tonsillolith ya da magma adını verdiğimiz durum ciddi hastalıklar gurubunda olmamasına karşın, sıkıntı verici bir durumdur. Ağız kokusu ya da yutkunma sırasında sık sık batma şikayetleri yaşayanlarda bademcik taşına sıklıkla rastlıyoruz. Bazı hastalar ise boğazlarında beyaz bir kitle gördüklerinde, bunun bir tümör olması endişesi ile telaş içinde başvuruyorlar. Hastalarımızın çoğunluğunu, daha çok kötü nefes kokusu nedeniyle çevrelerinde zor durumlara düşen gençler oluşturuyor.

Bademcik taşının oluşması, bademciklerin gözeneklerini dolduran ölü dokular, salgı ve yemek kalıntılarının birikmesi nedeniyle oluyor. İçeriğinde Kalsiyum ve Magnezyum bulunabilir. Adeta çürük yumurta gibi koku olmasının nedeni ise bademcik taşlarını kaplayan bakterilerdir. Boğaza bakıldığında beyaz, sarı veya gri renkte görülebilen bu birikintiler bazen bir pirinç tanesi büyüklüğünde olabiliyor. Ancak bulunduğu gözenekte derinleştiğinde boyutları fındık büyüklüğüne dahi ulaşabiliyor. Bademcik gözeneği içerisinde derin yerleşimli ya da katlantılar arasında gizli olanları ise görünmez olabiliyor. Geçmişlerinde tekrarlayan iltihaplar geçirmiş olanların bademciklerinin yapısı bozulmuş, gözenekleri artmış ya da derinleşmiş olanlarda bu durumu biraz daha sık gördüğümüzü söyleyebiliriz. Benzerliği nedeniyle bazı hastalardaki görüntü bademcik iltihabı ile karıştırılabildiği için, defalarca antibiyotik tedavileri kullanılmış olabiliyor. Bazen de bademcik taşının yol açtığı iltihaplanmalarla da karşılaşabiliyoruz.

Bademcik taşlarının önlenme çabaları bazı hastalarda faydalı olabilir. Örneğin gıdalar iyi çiğnenerek yutulabilir, bol sıvı alınabilir ve çeşitli sıvılarla gargara yapılabilir. Ağız hijyenine mutlaka özen gösterilmelidir. Süt ürünlerini fazlaca tüketenler beslenme tarzlarını bir süre değiştirebilirler. Bu şekilde fayda gören hastaları klinikte gözlemleyebiliyoruz. Burun tıkanıklığı olanlar ağız solunumu yaptıkları için bu durumda da boğazda kuruma ve bademcik taşlarının oluşumunda artma gözlemleyebiliyoruz. Aynı şekilde geniz akıntısı da olumsuz bir etken olabiliyor. Bu hastalarda burun tıkanıklığının ve geniz akıntısının nedeninin bulunması ve tedavi edilmesi belirli bir oranda fayda sağlayabiliyor.

Hastaların bazıları ağız içerisinden bademciklerine bastırarak-sıkıştırarak bu birikintileri kendileri çıkartabiliyor. Ancak bu işlem kontrolsüz yapıldığında, bademciklerin hassas yapısı nedeniyle bademcik kanamalarına da yol açabileceği bilinmelidir. Bu yüzden zorlamadan ve mutlaka yapılacaksa kibarca yapılmalı. Bunun için KBB hekimleri olarak bizlere düzenli olarak başvuran hastalarımız vardır. Bizler küret dediğimiz bir araçla zedelemeden bu taşları temizleyebiliyoruz. Ancak bademcik taşları nedeniyle yaşanan sıkıntılar hastanın tahammül sınırlarını aştığında ve önlemlerle de bu durum giderilemiyorsa, kullanabileceğimiz başka tedavi yöntemleri de mevcut. Örneğin bademcik gözeneklerini traşlamak (cryptolysis) veya Thermal Welding yöntemiyle bademciklerin tamamını almak (tonsillektomi), zorunlu kaldığımız durumlarda başvurabildiğimiz, kalıcı sonuç getiren ameliyat teknikleridir.

Yazının devamı...

Kulakta Sıvı Toplanmasında Mutlaka Tüp mü Takılmalı?

Efüzyonlu otit ya da seröz otit, kulak zarının arkasındaki havayla dolu orta kulak boşluğunun sıvıyla dolması demektir. Bu sıvı kulak zarının titreşmesini engeller ve işitme azlığı, duymama ya da kulak tıkanıklığı gibi şikayetlere yol açar. Aileler bu durum çocuklarında olduğu zaman, sağırlığa yol açabileceği korkusuyla telaşlanıyor. Tam bu sırada bir de kulak tüpü takılması ameliyatı önerildiğinde, aileler için bir kabus dönemi ve doktor doktor gezme maratonu başlayabiliyor.

Daha çok çocuk yaşlarda gördüğümüz bu durum aslında erişkinlerde de görülebiliyor. Orta kulakta sıvı toplanmasına yol açan esas neden çoğu kez burun tıkanıklığıdır. Bu hastalık, kısa süren nezle ve grip sırasında da olabileceği gibi uzun süren burun tıkanıklığı durumlarında daha sık görülür. Yani geniz eti, alerjik nezle, sinüzit hastalığı, burundaki anatomik bozukluklar ve nadiren de bazı tümörler bu gibi uzun süren burun tıkanıklıklarının başlıca nedenleri arasındadır. Erişkinlerde de örneğin bir üst solunum yolu infeksiyonu geçirmekteyken yapılan uçak yolculuğu sırasında, ağrı ve kulak tıkanıklığı olması ile kendini gösteren kulakta sıvı toplanması, oldukça tipik bir durumdur.

Burun tıkalı olduğunda, orta kulağın havalanması bozulur. Basit bir nezlede çoğumuzda kulak tıkanması olmuştur. Bunu baş ve işaret parmaklarınızla burun deliklerimizi kapatarak ve eş zamanlı yutkunarak test edebiliriz. Kulakta bir vakum oluşur ve geçici bir tıkanma olur, burnu açıp tekrar yutkununca kulağın açıldığını hissederiz. İşte çeşitli hastalıklara bağlı burun tıkandığında, aynı vakum etkisi ile kulakta sıvı toplanabilir. Başlangıçta su gibi akışkan olan orta kulak sıvısı, uzun süren koşullarda yoğunlaşabilir, daha yapışkan ve tedavisi daha zor bir hale gelebilir.

Günümüzde ince 2,7 mm çapındaki pediatrik endoskopları kullanarak kulak zarını 15-20 kat büyüterek görebiliyoruz. Aynı amaç için kullanabildiğimiz kulak mikroskoplarımız da vardır. Bu şekildeki muayene bizlere kulak zarının arkasında olduğu halde, sıvının kıvamını ve seviyesini belirleyebilme olanağı sağlıyor. Ayrıca burun boşluğunun arka bölümünde bulunan ve normal muayenede görülemeyen bir geniz etini de endoskop ile aynı muayenede doğrudan görebilme şansımız var. Böylelikle diğer burun içi alerjik nezle ve eğrilik, burun eti şişmesi ya da sinüzit gibi hastalıkları da görerek teşhis edebiliyoruz.

Orta kulak sıvısının yoğunluğu ve buna yol açan hastalığın hangisi olduğunu belirlediğimizde, bunları hedef alarak belirlediğimiz tedavi seçimiyle başarı şansımız yükseliyor. Örneğin kulak sıvısını çözen ve burnu açan tedaviyi birlikte uyguladığımızda neden ve sonucu beraber tedavi etmiş oluyoruz. Kulak sıvısını ilaçlarla yapılan tedavi ile ortadan kaldırabilmişsek bu durumda tüp takma ameliyatına da gerek kalmamış oluyor.

Ancak tüm tedavi ve önlemlere karşın kulak sıvısı geçmiyorsa, burun tıkanıklığı bir türlü düzelmiyorsa, kulak zarına tüp takmamız gerekebiliyor. Bu olasılıkta da ailelerin endişe etmemesi gerekiyor. Çünkü tüp takmanın amacı çocukları tedavisi daha zor ya da işitme kaybı ile sonuçlanabilecek daha kötü durumlardan korumaktır.

Kulağa tüp takılması, ameliyathane koşullarında mikroskop kullanılarak yapılan titiz bir işlemdir. Bu sayede orta kulakta birikmiş olan sıvıyı boşaltıyoruz ve solunum yollarının sağlığı normale dönene kadar, kulağın dışarıdan havalanmasını sağlamış oluyoruz. Kulak tüpü olağan koşullarda ortalama 7-8 ay boyunca görevini yapar ve herhangi bir müdahale gerektirmeksizin çoğu kez kendiliğinden düşer. Ancak bu süre boyunca tüpü ve kulağı koruyucu bazı önlemler alınması ve takiplerin düzenli yapılması gerekir.

Özetle, kulak tüpü takma kararını vermeden önce orta kulak sıvısına yönelik tedaviler yapılmış olmalıdır. Bunlar fayda etmiyorsa ve mutlaka takılması gerekiyorsa, bu uygulamanın çocukların işitmesini korumak amaçlı yapılması gerektiği bilinmelidir.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.