SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Menopoza girmek istemiyorum..!

Menopoz” kelime anlamı olarak son adet kanaması. Akla getirdikleri ise üreme yeteneğinin sonlanarak sanki kadının yaşlanması, sıkıntılar, uykusuzluk, sinirlilik, cinsel sorunlar, vs... Popüler tarih dizimizde de Hürrem Sultan’ın adetten kesilmesini artık iktidar gücünü yitirmesi olarak sundular.. Oysa gerçekte öyle mi?

Kadının ortalama ömrünü ülkemizde 70 yıl olarak düşünsek, bir kadın neredeyse üçte birini menopozda geçiriyor.. bu kadar uzun bir yaşam kesiti elbet ki çok değerli ve sağlık açısından iyi değerlendirilmesi gerekiyor.. Erken menopoz ise 40 yaşından önce menopoza girilmesi. Bu ise gerçek bir sağlık sorunu ve mutlaka tıbbi yaklaşım ve tedavi alınması gerekiyor.

Menopoz kesin tanısı adet gecikmelerini takiben değişik şikayetlerle başvuran kadınlarda yapılan hormon ölçümleriyle konuyor. Menopozda aslında olan şey yumurtalıklardaki yumurta hücrelerinin tükenmesi ve yumurta oluşumunun biterek hormon üretiminin azalması. Sonuçta kanda “kadınlık hormonu” olarak adlandırılan “östrojen” hormonu doğurganlık yıllarındaki seviyenin altına düşer. Sigara içmek, vücut kitle indeksi, çocuk doğurmamak ve rahimin alınması da menopoz yaşını etkileyebilir. Normalde yapılan araştırmalara göre Türkiye’de kadınlar için beklenilen menopoz yaşı 47-48 yaş civarı.

Menopoz Şikâyetleri Nelerdir?

Geçiş sürecinde yani menopoza yaklaşırken adet düzensizlikleri oluşabilir. 2-5 yıl sürebilen bu geçiş süreci kimi kadınlarda hiçbir sorun yaratmazken kimilerinde tabir yerindeyse “fırtınalı” geçebiliyor.

Sıcak basmaları, terlemeler, uykusuzluk, baş ağrıları, sinirlilik en sık görülen şikâyetler. Menopoz sonrası aylar geçtikçe vajinal kuruluk, cinsel ilişkide acı ve ağrı, cinsel istek azalması, idrar şikayetlerinde (idrar yaparken yanma, tuvalete yetişememe, idrar kaçırma gibi) artış meydana gelebiliyor.
Menopozda bir diğer değişiklik de kan yağlarındaki değişiklikler ve kolesterol düzeylerinde artış. Yine menopoz döneminde kalp hastalıkları riskinde artış olduğu ve 50 yaşından sonra kadınların kalp krizi geçirme riskinin erkeklerinkine yaklaştığı da biliniyor.

Osteoporoz” yani kemik erimesi ise diğer önemli bir sorun ve vücuttaki kemik kütlesinin azaldığını ifade ediyor. Erken menopozda ya da cerrahi olarak vaktinden önce menopoza giren (yumurtalıkları alınan) kadınlarda belirgin olarak daha fazla görülüyor.

Tüm bunlar aslında doğal süreçler, yani her kadın zaman içerisinde bunları az ya da çok yaşıyor. Ama sonuçları açısından bakıldığında sanki “olmasa daha iyi olmaz mı ?” dediğimiz bir süreç gibi..

Peki ne yapılmalı..?

Bundan yaklaşık 10 yıl önce geçerli olan görüş, menopoza giren her kadına en az 70 yaşına kadar hormon verilmesiydi. Böylelikle batı dünyasında “forever young” yani “her daim genç” kavramı vurgulanıyordu.. doğal olarak biz de bu ekolün takipçileriydik. Oysa sonra yapılan geniş kapsamlı araştırmalarda gösterildi ki hormon tedavisi düşünüldüğü kadar masum değil ve kişilere seçilerek, tartışılarak verilmesi gerekiyor.

Günümüzde ise ağırlıklı görüş; ateş basmaları olmayan, idrarla ve vajinadaki kurulukla, cinsel yaşamla ilgili şikayeti olmayan, yani adetten kesilmesine rağmen hayatından memnun olan, bunu fizyolojik ve doğal bir süreç olarak gören bir kadın için zaten sorun yok. Düzenli egzersiz da yapıyorsa, sağlıklı besleniyorsa kalsiyum ve belki biraz da D vitamin desteğiyle yaşamaya devam. Düzenli jinekolojik kontrollerle, ve gerekli görülürse 2-3 yılda bir kemik ölçümleriyle takipler yeterli. Oysa “yaşam kalitesi” diye adlandırdığımız ölçekte sorun yaşayan kadınlar için ise bu konu halen tartışmalı. Hormon tedavisiyle şikayetlerinin çok büyük oranda düzeleceğini, kemik erimesinin durabileceğini, ancak meme ve kalp hastalıkları açısından minimal de olsa risk artışı yaşayabileceği detaylı olarak konuşulmalı. Verilen detaylı bilgiler ve açıklamaların ardından hormon yerine koyma tedavisi almak isteyen ve bu şekilde yaşam kalitesinin düzeldiğini düşünen kadın için hekime düşen de reçeteyi yazmaktır.

Menopozda tedavi alın ya da almayın, elbette ilk yapılacak şey hekiminize başvurmak.

Sağlıcakla…

Doç. Dr. Selman Laçin

Yazının devamı...

“O” DA MI MEME KANSERİNE YAKALANMIŞ..?

Bugünlerde yine etrafımızdan sevimsiz haberler duyuyoruz.. Herkesin bilip de kulak ardı ettiği gerçeği bir kez daha tekrarlayalım..

Meme kanserikadınlarda en sık görülen kanser ve kanserden ölüm nedeni.Tüm jinekolojik tümörlerden daha fazla görülüyor ve ne yazık ki oranı halen artıyor. 1960 yılından günümüze 20 kişide 1 iken, 8 kişide 1’e yükseldi. Yani meme kanserindeki artış dünya nüfus artış hızından fazla…

Meme kanserinde en önemli nokta erken tanı ve biliyoruz ki erken tanı hayatta kalım süresini ve yaşam kalitesini ciddi oranda değiştiriyor. Peki, erken tanı nasıl konulabilir? Ne yapmak gerekiyor?

1. Kendi kendine muayene:

20 yaşından sonra ayda bir kez adet başlangıcından 3-5 gün sonra memelerinizi kontrol etmeniz gerekir. Muayene sırasında memede normalden farklı bir durum (sertlik, deride kalınlaşma, meme başında çekilme, meme başından akıntı vb.) tespit ederseniz hemen bir uzman hekime muayene olmak gerekir. Bilinmelidir ki memedeki kitlelerin % 70-80'i kadınların düzenli olarak kendi kendine muayeneleri ile saptanabilmektedir.

Ayakta dururken, sağ memeyi sol elle, sol memeyi de sağ elle meme üzerinde ufak daireler çizecek şekilde fazla bastırmadan, parmaklarınızın iç yüzleri ile iyice yoklayın ve meme dokunuzu tanımaya çalışın. Memeden sonra her iki koltuk altını da elinizle muayene edin ve elle muayeneyi duş altında ıslak ve sabunlu cilt üzerinde de yapabilirsiniz.

2.Doktor muayenesi:

Eğer kendi kendine muayene esnasında daha önce olmayan bir yapı fark edilirse uzman hekim (genel cerrahi veya jinekolog) muayenesini yapar ve eğer gerekli görülürse radyolojik tetkikler istenir. Her şey normal görünse de yılda bir kez mutlaka doktora da gidip muayene olmalısınız.

3.Radyolojik tetkikler :

Tarama yöntemi olarak tüm dünyada altın standart yöntem mamografidir. Mamografi düşük dozda ışın verilerek memenin iki plaka arasına birkaç saniye sıkıştırılması ile çekilen meme filmidir. Daha genç yaşlarda ise meme muayenesini takiben gerekli görülürse meme ultrasonografisi yapılmalıdır. Mamografi memede muayene ile ele gelmeyecek kadar küçük sorunların tespit edilmesi amacı ile çekilir.

Mamografi; özel bir risk faktörü bulunmadığı takdirde 50 yaş üstü kadınlarda yılda bir kez düzenli yapılmalıdır. Risk faktörü taşımayan 40-49 yaş arası 2 yılda bir kez de yapılabilir. Düzenli mamografi takibi yaptıran kadınların meme kanserinden ölüm oranları %24, 50-74 yaş arasındaki kadınlarda ise bu oran %34 azalmaktadır.

Ultrasonografi, ses dalgalarının kullanıldığı bir görüntüleme yöntemidir ve hiçbir zararı yoktur. Ultrasonografi yoğun meme yapısına sahip kadınlarda mamografiye yardımcı olmak amaçlı kullanılmaktadır. Yapılan çalışmalara göre mamografi ile beraber ultrasonografi kullanımı erken tanı olasılığını arttırmaktadır. Ancak tek başına ultrasonografi meme kanserinde erken tanı için tarama yöntemi değildir.

Şimdi bir düşünün.. bir jinekoloğa en son ne zaman gittiniz? Rahim kanseri taraması için en son ne zaman smear aldırdınız? Kendi meme muayenenizi en son ne zaman yaptınız? Yaşınız 40’ın üzerindeyse hiç mammografi çektirdiniz mi?

Bu sorulara çoğunlukla olumsuz yanıt veriyorsanız bu hafta kendiniz için mutlaka yapmanız gereken önemli bir iş var demektir.!

Sağlıcakla

Doç. Dr. Selman Laçin
www.selmanlacin.com

Yazının devamı...

Doktorum "Rahmin alınması gerekiyor" dedi…

Peki sonra ne olacak ? ya cinsel yaşamım ? ateş basmaları olacak mı ? menopoza girecek miyim ? bir kadın olarak hayatım bundan sonra nasıl değişecek ?

Eğer doktorunuz problemin kesin çözümünün rahmin alınması olduğunu söylüyorsa bu sorular beyninizi kemirmeye başlayacaktır.

Tüm dünyada çok sayıda kadın çeşitli sebeplerle rahim ameliyatı geçiriyor ve bazen de rahmin tamamen alınması gerekebiliyor. Amerikan istatistiklerine göre ABD'de yılda 600.000 rahim alınma ameliyatı yapılıyormuş. Sezeryandan sonra en sık yapılan büyük jinekolojik operasyon rahim alınması.

Elbette kural olarak cerrahi tedaviler her zaman son çare olarak uygulanan tedavilerdir. Eğer ilaçlarla halledebilecek bir sorun varsa operasyonu düşünmezsiniz ve ilaçlarınızı kullanırsınız. Ama aşırı kanamaya yola açan problemli myomlar gibi, rahim sarkmaları gibi ilaçlarla tedavisi pek de mümkün olmayan durumlarda cerrahi tedaviler uygulanmak zorundadır.

Yanlış olarak bilinen konu ise rahim alınmasının, cinsellikle ilgili ciddi sorunlara sebep olması, menopoza girileceği ve kadınlığın eksilmesi yada zedelenmesi anlamına geldiği.

Oysa ki doğrusu bu değil..

Öncelikle rahmin çocuk taşımak ve doğurmak dışında bilinen başka önemli bir görevi yok. Yani rahmin alınmasıyla adet görmeme ve çocuk doğuramama dışında fonksiyonel olarak değişen hiçbir şey yok. Eğer kadın ailesini, çocuk sayısını tamamladığını düşünüyorsa rahimle ilgili ameliyat sırasında rahmin tamamen alınması mantıklı seçenek olacaktır. Kanser veya ciddi kanser riski gibi çok önemli bir sebep varsa zaten düşünecek fazla bir şey yok demektir.

Adet görmeme derken elbette kast edilen menopoz değil. Sadece artık kanamanın olmaması. Çünkü bir kadının menopoza girip girmeyeceği rahimle değil hormon salgılayan yumurtalıkların alınmasıyla ilgili bir durum. Kadın yaşı çok ileri değilse ve tıbben gerekli değil ise yumurtalıkları korumak uygun olacaktır. Çünkü menopozdan sonra da yumurtalıkların androjen adı verilen ve libidoyu etkileyen hormonları da salgıladıkları biliniyor. Dolayısıyla adet gören bir kadında rahim alınır ve yumurtalıklar korunursa menopoza giriş söz konusu değil. Elbette gelecekteki yumurtalık kanseri olasılığı da dahil olmak üzere bu konuyu operasyondan önce hekiminizle mutlaka tartışmalısınız.

Rahmin alınması kadının cinsel yaşamını da etkilemiyor. Rahim alındıktan sonra da cinsel yaşantı aynen devam edebilir. Artık rahminiz olmadığını ne eşiniz anlar ne de siz hissedersiniz.

Geriye kaldı belki bir tek ameliyatın kendisinin yaratabileceği sıkıntılar. Bu konuda da günümüzdeki operasyon tekniklerindeki gelişmeleri, kullanılan etkili ağrı kesme sistemlerini ve ilaçlarını hatırlamakta yarar var. Özelikle bıçaksız ameliyat da denilen endoskopik tekniklerin son derece geliştiğini, hatta aynı gün dahi evinize gidebileceğinizi dikkate alırsanız bu konunun da düşündüğünüz kadar önemli olmadığını göreceksiniz.

Dolayısıyla, rahim alınması operasyonunu büyük bir sorun haline getirmemek, bu operasyonla elde edilecek tıbbi faydalar açısından konuya yaklaşmak gerekiyor.

Özetle, doktorunuz "gerekli" diyorsa size de ameliyat randevusu almak düşecektir...

Sağlıcakla

Medicana International İstanbul Hastanesi Tüp Bebek Merkezi

/

Yazının devamı...

Artık Ameliyatlar Bıçaksız...

2013 yılındayız ve ne yazık ki halen hastalıklı dokular ve hatta tümörler gibi moleküler düzeyde başlayan hastalıkları neşterle kesip çıkarmak gibi ilkel yöntemleri kullanıyoruz. Umuyorum ileride bir gün ameliyat yapmak da tarihe karışacak. Tıpkı artık görülmeyen çocuk felci ve çiçek hastalığı gibi günümüzün en büyük problemlerinden olan kanser, çağın vebası denilen AIDS ve yeniden hortladı denilen verem de sadece kitaplarda okunur olacak, tıkalı kalp damarları çok daha kolayca açılabilecek, genetik hastalıklara daha doğumdan önce müdahale edilecek, kök hücrelerden yeni organlar oluşturulacak, sperm ve yumurtası olmayan çitlerin dahi çocukları olabilecek.

Birçok hastalık ve hastalar için yepyeni ve etkili tedavi yöntemleri bulunacak.

Biliyorum, çok da uzak olmayan bir gelecekte tüm bunları çocuklarımız görecek...

Bugün ise henüz ameliyatları tarihe karıştıramasak da biz cerrahlar biraz yol kat edip günümüzde birçok branşta işlemleri artık kapalı sistemle yapıyoruz. Yani karın üzerine açtığımız 1 cm‘lik 2-3 delikle cerrahiyi baştan sona tamamlıyoruz.

Jinekologlar olarak da laparoskopi (karın içersine bakma) ve Histeroskopi ( rahim içersine bakma) olarak adlandırılan sistemlerin son yıllarda ciddi bir gelişme göstermesine bağlı olarak eskiden zorunlu olarak karın duvarını keserek yaptığımız işlerin çok büyük çoğunluğunu – buna kanser ameliyatları da dâhil – artık kesmeden yapıyoruz. Kadın Hastalıklarıyla ilgili olarak yumurtalık kistlerinin alınması, myom denilen urların çıkarılması, endometriosis hastalığının temizlenmesi, kısırlık ile ilgili operasyonlar, jinekolojik kanserler, rahim sarkmaları ve idrar kaçırma operasyonları ve hatta rahim alınması işlemlerini de büyük oranda artık kapalı sistemler kullanarak yapıyoruz.

Böylelikle hastalar aynı gün dahi evlerine dönebiliyor ve birkaç gün sonra da işlerinin başında olabiliyorlar. Ameliyat sonrası ağrıları ve enfeksiyon riski daha az, estetik görünüm daha iyi, memnuniyet kesinlikle daha fazla.

Tek sorun, cihazlara ve dolayısıyla dışarıya bağımlı bir teknoloji kullandığımızdan maliyetleri istediğimiz kadar düşürememiş olmamız. En azından insan sağlığı ve konforundan daha az önemlidir diyerek teselli oluyoruz ve bir gün tüm bu malzemelerin yurdumuzda da yapılacağını, operasyonların daha ucuza mal olacağını umuyoruz.

Dilerim ameliyat yapmak zorunda olmadığımız günleri de çok uzak olmayan bir gelecekte görebiliriz.

Sağlıcakla

Doç. Dr. Selman Laçin

Medicana International İstanbul Hastanesi

Tüp Bebek Merkezi

/ www.tupbebek-istanbul.com

Yazının devamı...

İleride tüm çocuklar Tüp Bebek mi olacak?

Dünyanın alanında en saygın derneklerinden biri olan Avrupa Üreme Cemiyetinin (ESHRE) yayınladığı rapora göre şu ana kadar dünyada 5 milyondan fazla bebek Tüp Bebek yöntemiyle dünyaya gelmiş. Tüm dünyada olduğu gibi bizde de Tüp Bebek Merkezi sayısının hızla arttığı ortada. Acaba gerçekten günümüzde gebe kalmak geçmişe göre zorlaştı mı? Hatta gelecekte toplumu kısırlık tehlikesi mi bekliyor?

1990 yılından bugüne üreme sorunlarının iki katına yakın oranda arttığı bildiriliyor. Şu anda biliyoruz ki üreme çağındaki 6-7 çiftten birisi çocuk sahibi olmada sorun yaşıyor. Önceleri kısırlık sebeplerinin yarısından azı erkeklerden kaynaklanır derken son araştırmalara göre özellikle erkek sorunları daha da artmış gibi. Avrupa Bilim Kurumu (European Science Foundation) tarafından 2010 yılında yapılan açıklamada son 50 yılda erkek sperm sayı ve hareketlerinin belirgin olarak azaldığı ortaya konuldu. Dünya Sağlık Örgütü de normal erkek sperm sayı ve hareketini yakın bir geçmişte aşağıya çekti. Erkeklerdeki testosteron seviyelerinin azalması, inmemiş testis ve testis kanseri oranlarındaki artış da aynı raporda ortaya kondu.

Bir taraftan tüm bu olumsuzluklara karşın sperm ve yumurtayı deney tüpünde birleştirerek yaşamı laboratuarda başlatabilen ve milyonlarca insanın derdine çare olan Tüp Bebek gibi mucizevi bir tedavinin varlığına şükrederken, diğer taraftan da üreme sorunları neden bu denli artıyor diye düşünüyor insan..

Peki, doğurganlıktaki bu azalmanın gerçek sebebi nedir? Anne olma yaşının ileriki yıllara ertelenmesi, obesitenin artışı gibi farklı faktörler de üreme yeteneğinin azalmasında etkili olabilse de araştırma sonuçları hem erkek hem kadın için tehlike çanları çalıyor..

Görünen o ki; aslında en büyük suçlu çevremiz ve kendimiz. Her gün yaşamımızın içinde olan ve bizi sessiz ve sinsice etkileyen kimyasallar ve toksik maddeler ve bizim bunlara karşı olan duyarsızlığımız. Pek çok alanda kullanılan plastik malzemelerden salınan ve vücudumuza giren fitalatlar, artan hava ve içme suyu kirliliği, tarım ilaçlarının kontrolsüz kullanımı ve neredeyse vücudumuzun bir organı haline gelen 3G'li cep telefonları ve bilgisayarlar, elektromanyetik dalga üreten mikrodalga fırınlar ve benzeri sayısız cihaz.. Tüm bunlar bir taraftan yaşamı kolaylaştırırken diğer taraftan da bizim ve çocuklarımızın sağlığını tehdit ediyor.

Sadece insanoğlunun üreme yeteneğinin azalması değil konu. Aynı sebepler kanser tehlikesini de getiriyor. Bazı özel türlerinin dışında çok büyük çoğunluğunun çevresel etkilerle ortaya çıkabildiği bilinen bu korkunç hastalığı da unutmamak gerek..

Dünya Kanser Raporuna göre kanser vakaları böyle artmaya devam ettikçe yakında kalp hastalıklarını sollayıp birincil ölüm nedeni olacakmış.

Peki, ne yapmalıyız?

Yanıt basit... Her zaman söylediğimiz, yapmamız gereken doğamıza, çevremize, dünyamıza sahip çıkmak, hayatımıza biraz daha özen göstermek.

Günlük yaşantımızla ilgili yapılması gereken, tavsiye edilecek belki çok sayıda konu var ama tekrar hatırlatmak gerekirse; yanlış beslenme alışkanlıklarımızı bırakarak sağlıklı ve organik beslenmeye yönelelim, mangal keyfi alışkanlığımızı sınırlayalım, bol su ve sebze meyve tüketelim, alkol ve kafeini azaltalım, sigarayı kesinlikle bırakalım, su dahil her tür yiyecek içecek saklanması için cam kullanalım, plastik gıda saklayıcılarını evimizden uzaklaştıralım, teflon malzemeler kullanmayalım, düzenli spor yapalım, cep telefonlarıyla çok uzun konuşmayalım ve mümkünse hoparlörle, kulaklıkla veya bluetooth ile kullanalım. Cep telefonlarını kemerimizde veya cebimizde taşımayalım, kablosuz bağlantılı bilgisayarları da dizüstünde kullanmayalım...

Sevdiklerimiz ve kendimiz için.

Doç. Dr. Selman Laçin

Medicana International İstanbul Hastanesi

Tüp Bebek Merkezi

/ www.tupbebek-istanbul.com

Yazının devamı...

Siz henüz kanser olmadınız mı ?

Yoksa siz "bana bir şey olmaz" diyenlerden misiniz ?

Hiç meraklanmayın, kendinize, yediğinize içtiğinize, çevrenize ve dünyanıza bu kadar duyarsız ve kayıtsız kalmaya devam ettikçe belki de çok uzun süre beklemeyeceksiniz...

Siz yine cep telefonunuzu kulağınıza dayayıp saatlerce konuşun, marketlerde, pazarlarda domatesin, biberin en yakışıklı ve en ucuzunu bulmaya gayret edin, "organik pazar" lafını duyduğunuzda da burun kıvırıp "organik diye bir şey yok, yalan bunlar" demeye devam edin ve sigaranızı keyifle tüttürün. Sabah süründüğünüz duş jeliniz ve deodorantınızdan, plastik bardaklarda sıcak çayınızı yudumlamanızdan, klimalı penceresiz ortamlarda akşama kadar çalışmanızdan ve diğer yüzlerce küçük detaydan bahsetmeyeceğim..

Bugün 20 Eylül 2013..Dünya kanser günü filan değil..yani aslında herhangi bir gün..zaten sorun da burada..bu konuyu sadece özel günlerde hatırlayıp sonra da aynı kayıtsızlıkla yaşamaya devam etmemizde..gripten ya da romatizmadan değil, ölümcül bir hastalık olan KANSER'den bahsediyorum. Bugün artık özel bazı türlerinin dışında çok önemli bir bölümünün çevresel faktörler nedeniyle oluştuğu ispatlanmış olan hastalıktan..

Rakamlarla aranız nasıl bilemem ama ben yine de söyleyeyim:

Uzun yıllardır bir numaralı ölüm sebebi olan kalp hastalıkları artık tahtını kansere devrediyor..Üstelik bu ölümcül hastalığın % 50 si artık genç yaşlarda görülüyor..2010 yılı içinde 12 milyon kişi kansere yakalanmış, 7 milyon insan kanser nedeni ile yaşamını yitirmiş, 25 milyon kişi kanserle yaşamaktaymış..2030 yılında ise 24 milyon insan kansere yakalanacak, 17 milyon insan kanserden yaşamını yitirecek, 75 milyon insan kanserle yaşıyor yani ölümü bekliyor olacak... !

Ya siz ? Cam fanusda olduğunuzu mu düşünüyorsunuz ? Çevreye karşı neden hala bu kadar duyarsızsınız ? Ucu size ya da bir yakınınıza dokunana kadar ciddiye almadığınız ama gelip kapınızı çaldığında da geç kaldığınız bu korkunç hastalık gümbür gümbür geliyor..Oysa yapacağınız şey çok da zor değil.. Yaşam tarzınızı gözden geçirmeye başlamanız bile çok büyük bir adım olacak.

Yaşantımızda değiştirebileceğimiz en önemli şeylerin başında vücudumuza giren maddeler yani yiyecek ve içecekler geliyor. Organik ürünleri tercih etmeyi daha fazla gecikmeden düstur edinmeliyiz. Sadece salatalık gibi kokan salatalıktan, muz gibi tadı olan muzdan, çilekten yani ağız tadından bahsetmiyorum.. sizin ve çocuklarınızın sağlığından, yaşamından bahsediyorum.

Henüz geç kalmadan…


Tüp Bebek Merkezi Başkanı
/ www.tupbebek-istanbul.com

Yazının devamı...

Gebe kalamayışınızın sebebi süt hormonu yükselmesi olabilir mi ?

Prolaktin vücutta süt üretimini sağlayan hormondur. Kadın gebe kaldığında yükselen hormonlar prolaktini uyararak memelerden süt üretimini gerçekleştirirler. Prolaktin hormonu, gebelik olmadan da belirli düzeylerde kadın üreme organlarının gelişimi ve fonksiyonu için gereklidir. Bu hormon beynimizin alt bölgesindeki hipofiz denilen bezdeki hücrelerce üretilir. Yine beynimizin hipotalamus denilen kısmından salgılanan Dopamin adı verilen bir başka maddenin salınımıyla da kontrol altında tutulur.

Prolaktin hormonunun yükselmesine Hiperprolaktinemi adı verilir.

Peki bu durumda vücutta neler olur ?

-Adet düzensizlikleri (az adet olma, seyrek adet olma, adet olamama)

-Meme ucu akıntısı (gebelik dışında süt gelmesi = galaktore).

-Yumurtlamanın bozulmasına bağlı olarak gebe kalamama (kısırlık) görülebilir

Prolaktin yüksekliğinin tanısı kandaki prolaktin düzeyinin ölçülmesi ile konur.

Adet düzensizliği, gebe kalamama, göğüslerden emzirme dönemi dışında süt gelmesi şikayetlerinden herhangi biri veya birkaçı ile başvuran bayanlardan kanda prolaktin hormon düzeyi ölçülmesi istenir. Hiperprolaktinemi tanısı alan bir kadında hormon düzeyi belli bir seviyenin üzerinde (genellikle normali 5-25 ngr/ml'dir) bulunduğunda genellikle hipotalamus ve hipofizi görüntüleyen bir yöntemle bu bölgeler incelenir. Bu incelemenin amacı kadında hipofiz adenomu denilen ve hiperprolaktineminin en sık sebebi olan iyi huylu hipofiz tümörü bulunup bulunmadığının ortaya konması ve bölgede hiperprolaktinemi sorununa neden olabilecek diğer ender durumların araştırılmasıdır.

Prolaktin yüksekliği kısırlığa yol açar mı mı?

Kısırlık sebeplerinden birisi de prolaktin hormonun aşırı yüksekliğidir. Ancak her prolaktin yüksekliği olanda kısırlık görülmeyebilir. Prolaktin hormonu yükseldikçe kadının yumurtlama fonksiyonunda bozulmalar gözlenmektedir. Bu bozulma prolaktin hormonunun yüksekliğiyle doğru orantılıdır. Yani prolaktin hormonu ne kadar yüksekse yumurtlama fonksiyonları da o kadar bozulacaktır ve sonunda hiç adet görememe, adetten kesilme tablosu dahi oluşabilir. Kan prolaktini yüksek olan kadınlarda adet düzensizliği sıklıkla saptanırken, beraberinde göğüslerden süt gelmesi yakınması olabilir veya olmayabilir. Buna karşılık göğüslerinden süt gelme şikayeti olan kadınlarda bazen prolaktin hormonu ölçümleri normal de bulunabilmektedir. Bunun muhtemel nedeni günümüz klasik laboratuar yöntemleriyle ölçülmeyen ancak güçlü süt yapıcı özellikleri olan bazı prolaktin hormonu alt çeşitlerinin varlığıdır. Bu duruma ise makroprolaktinemi adı verilmektedir.

Süt hormonu yüksekliği nasıl tedavi edilir?

Hiperprolaktinemi ilaç tedavisine iyi yanıt verebilmektedir ve hastaların çoğunda tedavi ile sorun ortadan kalkar.

Ancak ilaç tedavisi yan etkilerden dolayı kolay bir tedavi değildir.

Bazı hastalarda baş dönmesi,bulantı ve halsizlik,tansiyon düşüklüğü gibi problemler yaratabilir, bunlar zaman içerisinde azalır ve tedavi bittiğinde de kaybolurlar.

Öncelikle Prolaktin düzeyini yükselten neden bulunmaya çalışılmalı ve bu neden tedavi edilmelidir.

Şikayet gebe kalamama olduğunda ve kişide prolaktin yüksekliği saptanmışsa genelde prolaktin seviyesini düşüren ilaçlar ve bazen beraberinde yumurtlamayı sağlayıcı ilaçlar kullanılır.

Sorun göğüslerden süt gelmesi olduğunda ise prolaktin seviyesini düşüren ilaçlardan faydalanılır.

Şikayet adet düzensizliği olduğunda yine prolaktin seviyesini düşüren ilaçlardan faydalanılabilir ancak çocuk isteği olmayan bir kadında sadece belirtiyi ortadan kaldıran, yani adet kanamalarını düzene sokan doğum kontrol hapı gibi ilaçlardan da faydalanılabilir.

Hipofiz adenomunun tedavisi nasıl olmalı ?

Görüntüleme yöntemleriyle kişide hipofiz adenomu adı verilen iyi huylu tümörler saptandığında öncelikle bunun bası belirtileri yaratıp yaratmadığı araştırılır.

Adenomlar iyi huylu tümörlerdir ve oldukça da sık gözlenirler, kanserleşme eğilimi göstermezler ve genellikle yavaş büyürler. Yapılan otopsilerde 70 yaşında olup şikayeti olmadığı bilinen kadınlarda bile % 5 oranında hipofiz adenomuna rastlanabilmektedir.

Hipofiz adenomlarının çapları bir santimetreden daha küçük olanlara mikroadenom, daha büyük olanlara ise makroadenom adı verilmektedir. Ancak önemli olan çevre dokulara baskı yapıp yapmadığı, büyüme ve hormon salgılama hızıdır.

Hipofiz adenomunun çevreye yaptığı baskının derecesi genellikle görüntüleme yönteminde net olarak izlenmekle beraber görme sinirine bası varlığını araştırmak amacıyla görme alanı muayenesine de başvurulabilir.

Adenomların büyük kısmı prolaktini düşürücü ilaçlarla tedavi edilebilir. Böylelikle operasyonlara oldukça az başvurulmaktadır. Özellikle şiddetli belirtilere neden olan (şiddetli baş ağrısı, görme alanının çok daralmış olması) veya hızlı büyüme eğilimi gösteren adenomlarda beyin cerrahları tarafından ameliyat da gerekebilir.

Günümüzdeki görüş; eğer kadının hiçbir şikayeti yok ve tesadüfen hiperprolaktinemi saptanmışsa bunun çok da önemli olmadığıdır. Bugün artık bilinmektedir ki prolaktinin değişik molekül çeşitleri vardır ve klinik olarak şikayete yol açmayan prolaktin yükseklikleri çok büyük oranda aktif olmayan moleküllere bağlıdır ve tedavi edilmesi gerekli değildir. Ancak adet düzensizliği, göğüslerden süt gelmesi ve prolaktin hormonunda belirgin yükseklik saptanması durumunda ve özellikle de gebe kalma isteği varsa bunun tedavi edilmesi gerekir.

Sağlıklı günler dileklerimle…


Tüp Bebek Merkezi Başkanı
/ www.tupbebek-istanbul.com

Yazının devamı...

Bir Jinekoloğa En Son Ne Zaman Gittiniz ?

"Bir yıldan fazla oldu galiba..belki de çok daha fazla.. ama şimdi randevu al, işi gücü bırak, çalışıyorsan patrondan izin al, trafiğe katlan, bir sürü tetkik de istenirse ek masraflar, filan...hem zaten şu anda hiçbir şikayetim yok ki.."

Aman böyle demeyin sakın..sadece ayıracağınız 1-2 saat ve küçük bir bütçe belki de başınıza gelebilecek çok çok önemli bir sorunu daha başında çözecek. Önemli sorun derken açıkçası KANSER'den bahsediyorum. Rahim, rahim ağzı, yumurtalık ve meme kanserinden. Unutmayın ki tüm bu kanserler belirti vermeye, şikayete yol açmaya başladıklarında muhtemelen geç kalmış olabilirsiniz. ! Evet, kanserlerin önemli bir bölümü halen sadece erken teşhis sayesinde tedavi edilebilmekte. Geç kalındığında yani hastalık ilerlediğinde ise yapılacak tedavilerle belki yaşam süreniz biraz uzatılabilir ama malum sondan kaçamazsınız.

Oysa ki muayene, ultrason ve basit bir smear testiyle (rahim ağzından fırçayla sürüntü alınması) bundan kaçınmak mümkün. Rahim ağzı kanseri yavaş gelişen bir kanser olup, saldırgan kanser olmadan uzun zaman önce smear testi ile bu hücresel değişimler tespit edilebilir. Smear testi rahim ağzı kanserine bağlı ölümleri azalttığı gösterilmiş olan basit ve etkili bir tarama testi. Bundan 20-25 yıl önce ABD'de genital kansere bağlı ölümlerde rahim ağzı kanseri birinci sırayı alırken smear testinin devlet politikaları ile teşvik edilmesi sonucu dördüncü sıraya düşmüştür.

Ülkemizde smear taraması büyük ölçüde kadın doğum hekiminin yönlendirmesi, daha düşük oranda hastanın isteği ile yapılmaktadır. Şikayeti olmasa dahi rutin kontrole giden ve smear testi yaptıran kadınların oranı ne yazık ki halen olması gerekenden çok daha düşük. Cinsel yaşantısı başlamış olan her bayanın yılda bir kez smear testi yaptırmasında fayda var. Genç bayanlarda arka arkaya üç kez normal çıkarsa 2 yılda bir de yapılabilir. Rahim ağzı kanseri aşısı hakkında son yıllarda ilerlemeler kaydedilmiş olsa da bu konuda halen smear testi tüm diğer önlemlerin önünde değerini korumaktadır.

Karında kocaman kitle olana kadar genellikle bulgu vermeyen yumurtalık kanserleri ise kadın genital kanserleri arasında en acımasız ve sinsi olanı..Doktorunuzun yapacağı bir ultrason muayenesi ile şüphelenilip istenecek ileri görüntüleme yöntemleri ve kan tahlilleriyle üzerine gidildiğinde ancak ortaya çıkarılabilir.

Aynı şekilde meme kanserinin de kadınların korkulu rüyası ve önce giden ölüm sebeplerinden olduğunu bilerek jinekoloğunuzdan meme muayenesi de talep etmelisiniz. Kendi kendinizi düzenli olarak muayene ediyor olsanız da doktor muayenesinin ve gerekli görülürse istenebilecek olan ultrason veya mamografinin önemi büyük.

Tüm kanserlerin son yıllarda gösterdiği artışı da düşünecek olursak yapılacak şey elimizden geldiği kadarıyla gerekli önlemleri almak.

Sevgili bayanlar, hayat güzel.. neşeyle, sağlıkla, keyifle yaşamalısınız. "Uzun süre oldu galiba.." diyorsanız bugün jinekoloğunuzu aramayı ihmal etmeyin..

Sağlıklı günler dileklerimle…


Tüp Bebek Merkezi Başkanı

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.