SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

8 Mart Dünya Kadınlar Günümüz Kutlu olsun!

Yıl 08 Mart 1857, Amerika’nın New York Eyaleti’nde bir dokuma fabrikasında çalışan 40.000 işçi kadın daha iyi çalışma koşullarına sahip olmak için greve başladı. Ancak Polisin işçilere saldırması ve onları fabrikaya kilitlemesi sonucunda işçiler içeride kaldı. Ardından çıkan yangında barikatlardan kaçamayan işçilerden 120 kadın yanarak hayatını kaybetti. 1910 yılında Uluslar Arası Sosyalist Kadınlar Konferans’ında, 8 Mart ‘’ Dünya Kadınlar Günü’’ olarak kutlanmaya başlandı. İnsanın şiddet gördüğü ve şiddet yarattığı ortamda, kadınların 2017 yılında dahi şiddet görme oranı erkeğe göre daha fazla. Kadınlar için kadın sığınma evleri, kadın dayanışma dernekleri ve mor çatı gibi kurumların olması alışılagelmişken, erkeklere yönelik İzmir ve İstanbul’da açılan ilk ‘’Erkek Sığınma Evleri’’ için haber yapılmıştı. Hiçbir canlının şiddet görmesine göz yumulmamasını düşünen bir birey olarak umuyorum ‘’Dünya Kadınlar Günü’’nü kutlanmak zorunda olmadığımız yarınlar yakındır.

Bu röportajımızda sizlere Uzman Psikolog Tuba Dadaşoğlu ile şiddetin ne olduğu ve nasıl meşrulaştırıldığı, görmezden gelindiği, nelere yol açabildiği ve şiddeti önlemek adına neler yapmamız gerektiğini konu alan bir yazı hazırladık. Röportajımızı başta kadınlar olmak üzere tüm insanlara dokunması amacı ile hazırladığımızı ve şiddetin hiçbir türünün ne olursa olsun kabul edilemeyeceğini hatırlatmanın bir insanlık vazifesi olduğunu belirtmek isteriz.

Şiddet nedir ve türlerinden bahsedebilir misiniz?

Şiddet; güç ve baskı uygulayarak, insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan bireysel veya toplu hareketlerin tümüdür.

Şiddet türleri de 4 farklı şekildedir. Öncelikle ülkemizde ve dünyada da en çok gözüken şiddet tipinden yani fiziksel şiddetten bahsetmek istiyorum. Tokat atmak, iteklemek, tekmelemek, yumrukla veya herhangi bir nesne ile vurmak, çimdikleme, saç çekme, yakma, boğazını sıkma, itip kakma.

Ekonomik şiddet ise; çalışmaya veya çalışmamaya zorlamak olabilir, kişinin parasına veya banka kartlarına el koyma, eve para bırakmama, ekonomik baskı içeren her türlü tutum ve davranıştır. Sözlü – Duygusal – Psikolojik şiddet; aşağılayıcı söz söylemek, küçük düşürmek, aşırı kıskançlık yapmak, tehdit etmek, kişiye kendisine yetersiz hissettirecek tarzda söz söylemek veya davranışta bulunmak, küfretmek, ailesi veya arkadaşları ile görüşmesini engellemek, fiziksel bir baskı olmadan uygulanan ve ruh sağlığını etkileyen her türlü söz ve davranıştır.

En sonuncusu olan Cinsel Şiddet ise; istenmeyen cinsel davranışları yapmaya zorlamak, istenmediği halde zorla cinsel ilişkiye zorlamak, kişiye cinsel içerikli sözler söylemek veya kişiye zorla cinsel içerikli sözler söylettirmeye çalışmak, kadını çocuk doğurmaya veya doğurmamaya zorlamak, cinsel ilişki sırasında güç kullanmak, kişiyi cinsel yönden aşağılayarak baskı uygulayan her türlü davranıştır.

Şiddete meyilli olmak diye bir kavram gerçekten var mı? Çocuğumuzda böyle bir eğilim gördüğümüzde neler yapmalıyız?

Ne yazık ki şiddete meyilli olmak diye bir kavram var ve yine ne yazık ki şiddete meyilli olan insanda çok var… Ben biraz bu kavramdan bahsetmek istiyorum. Şiddete meyilli insanlar sürekli olarak kavga etmeye çalışırlar ve karşılarındaki insanların çabalarını maalesef göremezler. Aslına bakacak olursak halk tabirinde ‘gözlerine perde inmiş’ durumundadırlar.

Gerçeği söylemek gerekirse çocuklarda şiddete meyili aileler kabul etmiyor. Onlara göre çocukları ya çok yaramaz oluyor ya ‘’Aman canım o çocuk bir şey olmaz!’’ oluyor ya da ‘’Benim çocuğum çok güçlü!’’ diye övünüyorlar. Şiddetin hangi türü olursa olsun ve çocuk hangi yaşta olursa olsun göz yummamak gerekiyor. Aileler bu tutuma devam ettiği müddetçe de şiddetin boyutları artıyor ve aileler de sonrasında bu duruma göz yummak zorunda kalıyorlar.

Çocukların gösterdiği şiddet davranışlarının altında genellikle öfke ve depresyon yatar. Çocuklar öfkelendiğinde bunu gösteremediği zaman şiddete başvurur. Çocukların biz yetişkinler kadar kelime dağarcıyı yoktur. Bu yüzden bizler gibi yaşadıkları duyguları, düşünceleri ve davranışları sözel olarak anlatmakta zorluk çekebilirler veya anlatamayabilirler. Ben bu noktada ailelere, çocukları için bir uzmandan oyun terapisi almalarını öneriyorum.

Kadınların şiddet görme oranları hakkında bilgi verebilir misiniz?

Tabii ki. Kadına şiddet yalnızca Türkiye’de olan bir sorun değil dünyaca bir sorun haline gelmiş bulunmaktadır. Bu nedenle dünyada ki duruma bakacak olursak Avrupa’da her 4 kadından 1’i hayatının bir döneminde şiddete maruz kalıyor.

Türkiye’ye bakacak olursak her 5 kadından 2’si fiziksel şiddet görüyor. Hepimizin bildiği gibi Türkiye’de kadın olmak zor bir mesele. Son yapılan araştırmalara göre; Türkiye’de ki kadınların %44 ü şiddet görüyor ve %68 i ise öldürülmekten korkuyor. Fakat şiddet demişken yalnızca fiziksel şiddetten bahsetmiyorum. Bunun yanı sıra psikolojik, ekonomik, cinsel şiddet türlerinin de uygulandığı belirtiliyor.

Genel olarak bakıldığında araştırmalara göre her yıl on binlerce kadın öldürülüyor. Şiddet görüyor hatta tecavüz ediliyorlar. Hepimizin bildiği gibi bu olayların bir çoğu gizleniyor ya da tecavüze uğrayan kadın tecavüzcüsü ile ‘’namus temizleme’’ kavramı adı altında zorla evlendiriliyor.

Uzman bir psikolog olarak Tuba Dadaşoğlu ülkemizde ve dünyada kadınların en çok hangi tip şiddete maruz kaldığını düşünüyor?

Ülkemizde ve dünyada kadınların en çok maruz kaldığı şiddet türü, fiziksel şiddettir. Yapılan araştırmalara baktığımızda da bunu doğruluyor. Dünyada ve ülkemizde, ‘’Erkeğimdir hem döver hem sever’’, ‘’Benim bir hatam olmasa beni neden dövsün ki’’ gibi ifadeler kullanan bu kadınlar fiziksel şiddeti meşru görmektedir. Bu durumda insanlarda haliyle fiziksel şiddetin ‘’normalmiş’’ algısını yaratıyor ve bir çok kadın fiziksel şiddete maruz kalıyor.

Şiddet gören kadın nasıl bir yardım almalı ve şiddet gören kadınlarda şiddet anını hatırlayamama durumu diye bir şey var mı?

Şiddet gören kadın öncelikle yaşadığı bu durumu, polise veya bulunduğu yerde jandarma varsa ona bildirmelidir. Eğer şiddet gören kadının tıbbi bir müdahaleye ihtiyacı varsa direkt bir sağlık kuruluşuna gitmeli ve şiddet gördüğünü belirtmelidir. Buna ek olarak, şiddet gören kadınlar, doğrudan Cumhuriyet Savcılığı nezdinde de şikayetçi olabileceği gibi, ?İl ve İlçe Sosyal Hizmetler Müdürlükleri, belediyelerin veya baroların Kadın Dayanışma Merkezleri, Mor Çatı gibi çeşit kadın örgütlenmelerinden de yardım isteyebilirler veya Alo 183’ü arayabilirler. Kadınlarda şiddet anını hatırlayamama gibi bir durum mevcut. Bu fiziksel ve cinsel travmalarda çok sık karşılaştığımız bir durum. Fakat taciz ve tecavüz en ağır ruhsal travmalardan birisidir. Kişi, taciz yaşadığı ortama bir daha gitmek istemeyebilir. Kişilerarası ilişkileri bozulabilir. Cinsel hayatında problemler yaşayabilir, eve kapanabilir. Yaşadığı olayla ilgili herhangi bir şey hatırladığında kaygı edinimi ve tiksinti başlayabilir. Belli bir yaşta yaşanan taciz, kişinin karşı cinse tepki oluşturmasına ve bu tepkinin de tiksintiye dönüşmesine sebep olabilir.

Özellikle evlendikten sonra boşanmış kadın olmamak uğruna hayatını feda eden kadınlar maalesef çok fazla. Peki, boşanmış kadınlar boşanmayla nasıl başa çıkmalı?

Boşanan kadının en büyük sorunu, toplumun ona karşı bakış açısıdır. Her sosyo-ekonomik sınıfta bu en önemli sorun olarak karşımıza çıkar. Evet ne yazık ki evlendikten sonra boşanmamak uğruna kendi hayatlarını feda eden kadınlarımızın sayısı bir hayli fazla. Toplumumuzun kültüründe ki algı ise tamamen şu şekilde; ‘’Bu evden gelinlikle çıktın ancak kefenle gelirsin’’. Şiddet gören kadınlarımızın hissettiği ve yaşadığı toplumsal baskı, onları yaşadıklarını kabullenmeye daha da çok itiyor. Boşanmak isteyen kadınların toplumsal baskı ile başa çıkmadan önce yapmaları gereken en önemli şey; Kadın, boşanır boşanmaz her şey ile mücadeleye kalkmamalıdır. Öncelikle bu kaybın sonucu olarak bir yas süreci yaşamalıdır. Moralimizin ve psikolojimizin yoğun olduğu bu dönemler de ciddi kararlar alınmamalıdır. Çalışmayan kadınların iş bulması önemlidir çünkü kaybolan öz güvenini yerine getirmesini sağlayacaktır. Eski eşe ait evde eşya bulundurmamalılar, bu geçiş sürecini hızlandıracaktır. Eğer kişinin imkanı varsa kısa bir tatil yapmalı. Ailesiyle mutlaka görüşüp onlardan destek görmeli. Eski eşlerinin hayatlarına müdahale etmesine izin vermemeliler. Eğer ruh halleri uzun süreden beri kötü gidiyorsa mutlaka bir psikologdan yardım almalarını öneriyorum.

Şiddet gören kadın denildiği zaman aklımıza ilk gelen mesleği olmayan ve çalışmayan kadın oluyor. İyi eğitim almış, iş hayatında belirli yerlere gelmiş ve sosyal statüye sahip kadınlarında şiddet gördüğü ve çoğunlukla sakladığını biliyoruz. Bu bilinçli kadınlar neden bu tip bir şiddete maruz kalıyor ve hatta göz yumuyor?

Kadına Karşı Şiddet, toplumumuzda her yaştan her eğitim düzeyinden kadının sorunu. Yaşanan cinayetlerden, sokaktaki sözlü tacizlere kadar birçok kadın bu durumla karşılaşıyor. Sizinde belirttiğiniz gibi, üstelik yapılan araştırmalar eşinden ya da sevgilisinden şiddet gören kadınların sadece eğitimsiz kadınlar olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Her ne kadar çalışan ve eğitimli kadınlar da olsalar şiddete uğrayan kadınlar ilişkiye devam ediyor. Fakat hepsinin bu konudaki yaklaşımları ortak. İlk nedenlerden biri ekonomik nedenlere yapılan vurgu, tek başına çocuk büyütmekle ilgili endişeler, kadınların kendilerine olan güvensizlikleri onların şiddet gördükleri ortamdan ayrılamamalarının en önemli nedeni olarak gözüküyor. Bazı kadınlar ise utanmaktan ve toplumda kabul görmemekten korktuğu için bu şiddete maruz kaldıklarını bildiriyor. Ve bir diğer nedenlerden diğeri ise; kişinin onu öldüreceği düşüncesinin önemli bir faktör olduğunu belirtiyorlar. Fakat hepsinin ötesinde gitmek isteyen kadın, ekonomik durumu iyi ise gidebiliyor, ama öte yandan kısır döngü halini almış olan bir ilişkide söz konusu. Kadının parası olsa bile evi terk edemiyor, çünkü kendine özgüveni yok. ‘’Beni ondan başka kim sevecek?’’ diye düşünüyor. Yani sevgi sandığı duyguya sığınarak, adamın yanında kalabiliyor. ‘’Ben sevgiye ne kadar layığım ki?’’ , ‘’Bu adam beni sevdi ama’’ diye düşünüyor. Birde tabii burada kişinin aileden aldığı terbiye de önemli. Günümüz modern toplumunda halen boşanmayı doğru bulmayan ve tercih etmeyen aileler de var.

Toplumumuzda ‘’karı-koca kavgasına karışılmaz’’ derler, komşularımız arasında bu tip bir kavga cereyan ettiğinde ne yapmalıyız? Sessiz mi kalmalıyız?

Evet, toplumumuzda ‘’karı-koca kavgasına karışılmaz’’ derler, bunu bazen şiddet gören kadın da söyleyebiliyor veya şiddete şahit olan kişilerde. Şiddeti gören kadının bu cümleyi kullanmasının altında yatan en önemli sebeplerden bir diğeri de ‘’Kocam döver de sever de’’ tabiri yer alıyor. Bunun Psikolojide ki anlamı ‘’Siz karışmayın!’’ demek. Bunun altında şikayetçi olursam, birileri karışırsa kocam beni daha çok döver korkusu var. Ya da boşanmak istemiyor. Çünkü boşanmak ülkemizde ve kültürümüzde bir tabu. Aslına bakacak olursak bu durum, kadının şiddeti kabullenmediği anlamına geliyor.

Ben bu tarz olaylara tanık olduğumuzda sessiz kalmanın hem vicdanen hem de etik olarak doğru olmadığını düşünüyorum. Burada en doğru yol polise haber vermek . Çünkü polis geldiğinde kadın şikayetçi olmasa da bu şiddet uygulayan kişi için caydırıcı olabiliyor.

Şiddetin meşrulaşması ne demektir biraz bahseder misiniz? Toplum olarak kadına şiddeti önlemek için neler yapmalıyız?

Bugün ne yazık ki şiddetten bahsedebiliyorsak, bu geçmiş dönemlerde yaşanan şiddete göz yumduğumuz için ve tepki koymadığımız içindir.

Çok üzülerek belirtmek istediğim bir kaç önemli nokta var. Günümüzde halen varlığını devam ettiren atasözlerimizden de anlaşıldığı üzere şiddetin meşrulaştığını görüyoruz. ‘’Kızını dövmeyen dizini döver’’ , ‘’Söz ile uslanmayanı etmeli tekdir, Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir’’ eminim sizlerde çevrenizde bu atasözlerini sıkça duyuyorsunuzdur. Büyüklerimiz bile şiddetin insanları düzelttiğini, doğru yola soktuğunu bize sıkça anlattılar ve anlatmaya da devam ediyorlar. ‘’Babanız / Anneniz küçükken ne yaramazdı, dediğim doğruları yapana kadar ne dayak yedi benden’’ ya da ‘’ Geçmişte seni dövmeseydim halen yanlış yollardaydın, ne kadar elimi öpsen azdır’’. Bu anlatılan ‘’meşru’’ şiddetlerin örneklerini çoğaltmamız mümkün. Durum böyleyken, bunu görenlerin şimdi bu şekilde davranması ve ilk olarak bu yola başvurması yadsınamaz bir gerçek.

Kadına şiddeti önlemek için; Uluslararası örgütlerin ve devlet politikalarının ötesinde, toplumdaki her birey üstüne düşeni yapmalı en azından kendi sorumluluğunu taşıyarak şiddet kavramını sorgulamalı ve insani tavırlar sergilemelidir. Erkeklere yönelik eğitimler verilmeli, sağlıklı iletişim kurmak için öncelikle erkekleri, iletişimi şiddet biçimi olarak kullanmaktan vazgeçirmeli. Kadınlar iş ve eğitim alanında desteklenmeli, bilinçli ve güçlü olması açısından ekonomik anlamda bir statü kazandırmalı. Aile içi değerlerin önemini anlatmalı ve problem çözme tekniklerinin öğrenebilindiğini ve farkındalık kazandırdığını insanlara benimsetmeliyiz.

Fakat her şeyin ötesinde kadına uygulanan şiddeti bitirebilmenin, yok edebilmenin bir tek yolu var bence. O da tüm kadınlarımızı şiddete karşı örgütlemek adına olmalıdır.

Şiddet gören kadın utanıyor ve belki de bu yüzden saklama eğilimine girebiliyor. Peki, korumasız kadınlarımız neler yapabilirler? Sizin tavsiye edebileceğiniz dernek ve kuruluşlar hangileridir?

Maalesef ki Türkiye’de ve diğer ülkelerde , şiddeti uygulayan değil, gören utanıyor. Yapılan araştırmalara göre, şiddet mağduru kadınlar utandıkları için zorunlu kalmadıkça yaşadıklarını en yakınına bile anlatmıyorlar. Korumasız ve diğer tüm şiddet gören kadınlarımız; asla utanmamalı ve sessiz kalmamalı. Hemen en yakın karakola gidip şikayette bulunmalı. Tutanak tutturmalılar hatta bir örnekleri de kendilerinde kalmalı. Şiddet gösteren kişiyi mutlaka şikayet etmeli. Fiziksel şiddetten sonra gelen iyimser tavırlara inanmamalılar çünkü olay bir süre sonra kesinlikle tekrarlanacaktır. Ve son olarak, boşanma davalarında konuşmak isteyen kocalarına asla inanmasınlar, yapılan araştırmalara göre bu inanmaların çoğunun sonu ölümle bitiyor. Şiddet gören kadınlar; Sığınma evlerine ve SHÇEK (Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu) ‘na gidebilir. SHÇEK aynı zamanda; kimsesiz, sokakta yaşayan veya bakıma ihtiyaç duyan çocukların ve ailelerin korunması, kültürel faaliyetlerden faydalanmaları, eğitim ve sağlık güvencelerinin teminin sağlanması amacıyla da kurulmuştur.

Markalaşma eğitimleri, bireysel ve kurumsal eğitimlerle ilgili bilgi almak ve eğitimlere katılmak için mail atabilir, instagram veya facebook sayfalarından eğitim tarihlerini öğrenebilir ve katılım sağlayabilirsiniz.

ÖĞ.GÖR. TUVANA EROLTU

İnstagram: tuvanaeroltu

İnstagram: tuvanaeroltuilemarkalasma

tuvanaeroltu@hotmail.com

Yazının devamı...

5 Adımda Stresten Kurtulma

İçinizde Reiki, nefes terapasi, Access Bars veya yoga gibi enerji sistemlerini duyanlarınız var mı? Kişisel gelişim ve ruhsal büyüme son zamanlarda oldukça trend konular arasında yer oluyor. Din ya da inanç sisteminden bağımsız olarak, pozitif düşünce, hayatı daha kaliteli yaşama ve stresli yaşamın zorlukları ile tatlı tatlı başa çıkabilmemizi sağlayacak bir alan yaratıyor bize. İnsan doğası gereği, kendini deşarj etmeye ve rahatlamaya gereksinim duyan bir varlık. Bu sebeple yaşadığı stresin seviyesini aşağı indirmesi ve kendini rahatlatabilmesi gerekiyor. Stresle başa çıkabilmek için en etkili yöntemlerden biri tatile çıkmak. Ancak insanların tatile çıkmak için herzaman imkanları olmayabiliyor. Peki, kendi içimizde yolculuk yapabileceğimizi, tatile çıkmadan zihnimizin içerisinde tatile yapabileceğimizi biliyor musunuz?

Bu röportajda, sizlere nefes tekniklerini kullanarak nasıl stres ile başa çıkacağımızı, reiki ve pozitif enerji ile hayatımızı 5 adımda nasıl değiştirip dönüştürebileceğimizi anlatan bir yazı hazırladık. Uzman Nefes Koçu, Reiki Master’ı ve Enerji Terapisti Ufuk Tuğutlu ile gerçekleştirdiğimiz keyifli röportajımıza geçelim.

Ufuk Tuğutlu kimdir?

1958 İstanbul doğumluyum. 2001 senesinde kişisel gelişim çalışmalarıyla tanıştım. Rei ki enerjisi aldım ,”Rei ki Master” oldum. Sonrasında yurt içi ve yurt dışında değerli hocalardan Nefes Eğitimi aldım,“ Nefes Koç “u oldum. 2003 senesinden itibaren çeşitli kuruluş ve derneklerde seminerler vermeye başladım. 2009’da bu alanda kendini geliştirmiş bir arkadaşımla kişisel gelişim çalışmaları yaptırdığımız bir merkez kurduk. Kişisel gelişim çalışmalarımdan ve bana gelen öğrencilerimden edinmiş olduğum bilgi ve tecrübelerle, kendi geliştirmiş olduğum ,“Ayna ile Değişim ve Dönüşüm” isimli çalışmayı öğrencilerime uygulamaya başladım. 2013 senesinde Yaşam ve Nefes koçu olan eşim Murat Tuğutlu'yla "Alpha Nefesi" adı altında, farklı nefes tekniklerinden oluşan bir disiplin geliştirerek, nefes ve meditasyon yolculuğumuza devam etmekteyiz.

Reiki Masterı olarak bize Reiki Enerjisi’nden bahsedebilir misiniz?

Rei ''Tanrısal Farkındalık'' Ki ise ''Evrensel Yaşam Enerjisi'' demektir. Ellerden akar, ellerin temasıyla gerçekleştirilen kolay ve güçlü bir şifa sistemidir. Reiki kendi iç zekası ve kendi iç bilgeliği olan pozitif, sevgi dolu, güçlü, etkili, sınırsız ve zamandan bağımsız bir enerjidir. Çok eski bir enerjidir. Sevgi dolu bir enerjidir; insanı rahatlatır, farkındalığını arttırır. Kendinize ve başkalarına şifa verebilmenize olanak sağlar. Bağışıklığınız yükselir, hastalıkları daha hafif atlatabilirsiniz. Reiki'nin beş prensibi vardır. Okurlarınıza bu beş prensibi özellikle uygulamalarını tavsiye ederim. Mikao Usui mutluluğun ve sağlığın sırrı olarak bu pensipleri her gün kendi kendinize tekrarlayarak içselleştirmemizi önermiştir. ‘’Bugün, özellikle bugün kızma. Bugün, özellikle bugün endişelenme Hayatını dürüstçe kazan Yaşayan her şeye saygılı ol. Bugün şükran duygusu içinde yaşa.’’ Aynı zaman da eklemek isterim ki Reiki asla bir din değildir. Hayatın kaynağı olan yaşam gücü enerjisidir.

Peki, bize enerji kanallarından ve Reiki enerjisini nasıl kullanabileceğimizden bahsedebilir misiniz?

Yaşam enerjisi vücudumuza çakra, kanal ve meridiyenler vasıtasıyla akar. Enerji bedenimizde bir rahatsızlık oluştuğunda bu zihinsel düşüncelerin oluşmasına neden olur. Düşünceler duyguları yaratır. Duygular, hormonal bezleri aktive eder ve fiziksel bedeni etkiler. Bedendeki bazı bölgelerde bulunan enerji kanallarını tıkar. Bu durum yaşam enerjisinin doğal akışını bozar. Bilincimizde ya da bilinçaltımızda bulunan negatif duygu ve düşünceler enerji alanımıza girip yaşam enerjisinin akışını engeller. Vücudumuzda bulunan organ ve dokuların hasara uğramasına neden olur. Hasta olmamıza sebebiyet verir. Reiki enerjisi kanallardaki düğümleri çözer, tıkanıklıkları açar, bedendeki reiki akışı hasarlı dokuları onarır ve pozitif bir etki verir. Duygusal ve fiziksel toksinlerden vücudumuzu arındırır. Ayrıca enerji alanımızın vibrasyonu artar, bağışıklık sistemimiz yükselir ve bizi negatif duygu saldırılarından korur. Reiki enerjisi evrenden daima akar. Mutlaka bir Reiki Master tarafından uygulanmalıdır. Reiki enerjisine inisiye olduktan sonra kendi enerjimizi değil, evrende var olan reiki enerjisini evrenden almaya açılırız. Her iki eli şifa vermek niyetiyle bedene koyduğumuzda hemen akmaya başlar.

Hindistan Goa’ya gitmiş bir Enerji Terapisti olarak, ülkemizin stres seviyesini nasıl yorumluyorsunuz?

Bizim ülkemizin kolektif bilincinde korkular çok yüksek, bu nedenle oldukça stresli bir toplumuz. İnsanlarımız çok öfkeli, hele son zamanlarda herkes patlamaya hazır bir bomba gibi dolaşıyor. İnsanlar sevgisiz ve güvensiz hissediyorlar kendilerini. Mutsuzluk toplumun her kesimini etkiliyor. Özellikle büyük şehirlerde stresle baş etmek daha da zor oluyor. Maalesef zorlu bir süreçten geçiyoruz hepimiz.

Bir kişi enerji ve nefes eğitimleri alarak stres seviyesini ne kadar azaltabilir?

Nefes çalışmaları gerçekten çok önemli çalışmalar, nefes alışımız nasılsa hayatı öyle yaşıyoruz. Çakralarımızda var olan tıkanıklıklar yaşam kalitemizi düşürüyor. Çakralarımızı nefes çalışmaları ile açmak stresi azaltıyor. Teknolojinin son elli yılda hızla ilerlemesiyle kendi yaratmış olduğumuz maddenin esiri olmak varlığımız üzerinde ciddi bir baskı oluşturmuş durumda. Maddenin ön planda yaşanması, hepimizin duygusal dünyasında olumsuzluklar yaratmaktadır. Güçsüzlük, güvensizlik, değersizlik, çaresizlik, sevgisizlik gibi negatif duygular içinde olduğumuzda, kendimizi doyumsuz, mutsuz ve sağlıksız hissederiz. Vücudumuzda bulunan yedi ana çakranın herhangi birinde oluşan tıkanıklıklar, bizim duygu dünyamızın karışmasına sebep olur. Çocuk dünyaya açık bir nefes ile gelir. Çocukluğumuzdan itibaren yaşadığımız travmatik olaylar nefes sistemimizde blokajlar yaratır. Nefes tekniklerini uygulamak, çocukluğumuzda doğal olarak almış olduğumuz nefesi yeniden kazanmamızda bize yardımcı olan yegane çalışmadır. Nefes her şeyin başlangıcı ve yaşamın tek gerçeğidir. Varoluşun en yüksek boyutu nefes boyutudur.

Peki, siz alanının uzmanı olarak 5 adımda bize stresten nasıl kurtulacağımızın reçetesini verebilir misiniz?

Nefes teknikleri ile çalışmalar yapmak ve özellikle burun nefesini tercih etmek lazım. Meditasyon yapmak strese çok iyi gelir. Biyoenerji seansları almak farkındalık kazandırır. Beden, ruh ve zihin bütünlüğünü sağlar. Korkularımızı üzerine çalışmalar yapmak da önemli. Öncelikle korkuları tespit etmek gerekli. Üzerinde çalışmak için aynalık çalışmasından yararlanabilirsiniz. En önemlisi ise affetmek, kendimizi affetmek daha da önemli çünkü kendimiz affedebilirsek herkesi affederiz.

Kurumsal ve bireysel eğitimlerinizde, danışanlarınızda en çok karşılaştığınız sorunlar neler oluyor?

İnsan ilişkilerini ayarlamak ve öfke kontrolü, güvensizlik duygusu, kendini ifade etme konusunda yaşanan zorluklar, korkular özellikle üçüncü çakrada oluşan tıkanıklıklar, kontrolcü yapılar, kendi değerini almakla ilgili yaşanan problemler ki bu çok fazla yaşanıyor, neredeyse tüm toplumda var değersizlik korkusu.

Biraz da kendi geliştirdiğiniz çalışmanızdan bahsedelim, ‘’ayna çalışması’’ nedir ve bizde ne gibi değişimlere yol açabilir?

Aynalık çalışması duygularımızla yüzleşme çalışmasıdır, bu çalışmada duygularımızın içine gireriz ve çalışma sırasında çalıştığımız duyguyla ilgili farkındalık kazanmaya başlarız. Bu çalışmada, danışanlarımın hepsinde çalıştığımız duyguların ve korkuların çocuklukta edinildiğini gördüm. Ailelerin çocuklar üzerinde kurduğu baskılar çok etkili oluyor. Kontrol çocuğun birçok korku edinmesine neden oluyor, yetişkin haline gelmesini engelliyor. Ayna çalışması, bizleri tüm duyguların içinden geçirdiği için, dünyayla olan ilişkimiz daha gerçekçi bir hale dönüşecektir. Çocukluğumuzda olan olumsuz bir durumun, hücresel düzeyde oluşturmuş olduğu tıkanıklığın yaratmış olduğu travmayı çözebilmek için ayna çalışması çok işe yarıyor. Bilinçli zihnimizle göremediğimiz, bilinçaltında bastırılmış olan duygumuzla yüzleşiyoruz.Bu; travmaya neden olan olayı açık ve net görmenizi sağlıyor.

Ayna çalışmasında çocukluğunuzdaki o ana gidiyorsunuz, travmaya neden olan şeyi bilinçli zihninizle değil ruhsal zihninizle algılıyorsunuz. Olayı tüm hücrelerinizde hissediyorsunuz, o an travma kendiliğinden çözülüyor. Olan çözülüm bilinçli zihnimizin anlamasının çok ötesinde oluyor, aslında bu durumu zihin de algılıyor, fakat çok çabuk unutuyor. Bizler bilinçli zihinle anlamaya çalıştığımız için unutmaktan hoşlanmıyoruz, fakat iyi ki unutuyoruz, eğer unutmazsak bu sefer ona tutunuruz, bu da yeni bir travmatik durum yaratır. Çözülüm bilinçli zihinde değil bilinçaltının derinliklerinde oluyor. Ayna çalışması bize, insanların nasıl aynalık ettiğini görmemizi sağlıyor. Evren bizlerle insanlar vasıtası ile konuşuyor. Onlarda gördüğümüz ve beğenmediğimiz şeylerin aslında bizim içimizde var olan, kabul etmek istemediğimiz, bastırdığımız duygular olduğunu gösteriyor. Kurban rolünü bırakıp hayatımızın sorumluluğunu almamızı sağlayan bu çalışma değişim için yol gösteren bir çalışma.

Markalaşma eğitimleri, bireysel ve kurumsal eğitimlerle ilgili bilgi almak ve eğitimlere katılmak için mail atabilir, instagram veya facebook sayfalarından eğitim tarihlerini öğrenebilir ve katılım sağlayabilirsiniz.

ÖĞ.GÖR. TUVANA EROLTU

İnstagram: tuvanaeroltu

İnstagram: tuvanaeroltuilemarkalasma

tuvanaeroltu@hotmail.com

Yazının devamı...

Detoks Kürü ile Güzelleşin: Benay Özülkü (2.bölüm)

Okurlarımıza sizin de kendi hayatınızda uyguladığınız bir detoks kürü önerebilir misiniz?

Özellikle bir önceki gün fazla yemek yediysem mutlaka uyguladığım bir kürü sizinle paylaşmak istiyorum. 1 adet kivi, 1 salatalık, az miktarda zencefil, 1 tutam kereviz sapı, tutam maydanoz, isteğe bağlı beyaz lahana ve yarım liomunu meyve suyu sıkacağında sıkıyorsunuz. Karışımı bir şişeye boşaltıp öğün yerine tüketiyorsunuz. Detoks ödem atmanıza, bağırsak hareketlerinizin düzenlenmesine ve cildinizin korunmasına yardımcı oluyor.

Peki, detoks kürleri hangi sıklıkla yapılmalıdır?

Detoks kürlerinde sağlıklı sonuç alabilmek için haftada iki gün yeterli olacaktır. Bu süreler aslında kişiye ve ihtiyaçlarına bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Dengelemek amacı ile de detoks yapılabilir. Bir önceki gün ağır yediğinizi varsayalım; ertesi gün hafif yer ya da öğün yerine detoks içecekleri ile başlarsanız, hem vücut, hem de iç organlar dinlenme sürecine girer.

Biraz da markanızın yaratım sürecine odaklandığımızda, ilk aşamada ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Markamı yaratırken karşılaştığım en büyük zorluk birçok insanın bu sistemi bilmemesinden kaynaklandı. Öncelikle bu fikri nasıl bulduğumu irdelediler. Sistemi bilmedikleri için kafalarında tahayyül etmeleri zordu. Ancak zamanla sistemi daha iyi anladılar ve yarattığım markayı bütünü ile gördüler. Sistemi bilenler başından beri en büyük destekçilerimdi zaten...

Girişimci olmak isteyen kadınlara önerileriniz nelerdir?

Öncelikle imkanları varsa, konularında uzmanlaşabilmek adına alabilecekleri kadar eğitim alsınlar. Eğitim sayesinde en büyük yatırımı kendilerine yaptıklarını görecekler. Bu konuda kendimden örnek göstermek istiyorum. Ben en önemli silahımı kesinlikle eğitim olarak görüyorum. Almış olduğum eğitimler sayesinde donanımlıyım. Girişimci kadınlara, mutlaka yapabildikleri, sevdikleri ve inandıkları işleri yapmalarını tavsiye ediyorum. İnsanlar, sevdikleri ve inandıkları işleri yaptıklarında gerçekten çok başarılı olabiliyorlar.

Markanız yaratım sürecindeyken yakın çevrenizin size desteği oldu mu?

İlk başta özel hayatınızdaki kişinin size inancı olması gerektiğini düşünüyorum. Ben bu konuda çok şanslıydım. Eşim hem danışmanım, hem de yol göstericim oldu. Ailem ve yakın arkadaşlarımda bu süreç içerisinde desteklerini hiç esirgemediler. Küçücük bir başarımdan bile ne kadar mutlu olduklarını hep hissettirdiler. Böyle bir süreçte insan başka ne ister ki!

Peki siz fit kalmak için neler yapıyorsunuz? İlgilendiğiniz bir spor dalı ya da uyguladığınız özel reçeteleriniz var mı?

Öncelikle yaptığımız iş amaca hizmet etmeli. Yaptığımız işe yakışmamız gerektiğine inanıyorum. Yemek konusunda kendimi pek sınırlamam. İstediğim herşeyi kararında yerim. Ancak iş spora gelince biraz değişiyor (gülüyor). Benim hiperaktif bir yapım var. Aynı zamanda uçları seven biriyim. Dolayısı ile bu durum seçmiş olduğum spor dallarında da etkisini gösteriyor. Hem pole fitness yapıyorum, hem de boks yapıyorum. İki spor dalı birbirinden çok farklı; biri çok dişi, diğeri ise son derece erkeksi ve atraksiyonlu bir spor dalı. Samimi olmak gerekirse, ben fit kalmak adına spor yapmıyorum; tamamen kendimi iyi ve mutlu hissettiğim için yapıyorum. Bence en önemli kısmı da bu zaten.

Yeni projeleriniz var mı?

Şuanda başta Sağlık Sektörü olmak üzere pek çok sektörde hizmet veriyoruz. Ancak ‘’Diyet Mutfak’’ markası tamamen bana ait bir projeydi. Bu sebeple de çok önemliydi. Hayata geçirirken en ince ayrıntısına kadar düşünmemiz gereken bir süreçten geçtik. Şuanda da iki farklı proje üzerinde çalışıyoruz. Markamız ilk faaliyete geçtiği zaman bir söz vermiştik. Bu yaşam rutinini bir spor merkezi ile taçlandıracaktık. Şimdi de verdiğimiz sözü yerine getirmek amacı ile spor merkezi projesi üzerinde çalışıyoruz. Bir diğer projemiz ise şuan için sürpriz olarak kalmasını istediğimiz kadınlara yönelik bir proje.

Bireysel ve Kurumsal marka eğitimleri ve danışmanlık hizmetlerimizden yararlanmak, öneri ve görüşlerinizi bildirmek için aşağıdaki adreslerden bizimle iletişime geçebilirsiniz.

ÖĞ.GÖR. TUVANA EROLTU

İnstagram: tuvanaeroltu

İnstagram: tuvanaeroltuilemarkalasma

tuvanaeroltu@hotmail.com

Yazının devamı...

Girişimci İş Kadını Olmak Zor Değil

İş hayatında başarılı, güçlü ve akıllı iş kadınları kendi bireysel markalaşma süreçlerini yöneten kişiler. Bağımsızlıklarının yanı sıra üretken ve girişimci ruhları ile hepimiz için birer iyi örnekler. Bu kadınlar öncelikle kariyerlerine odaklanıyor, hem evleniyor, hem de başarılı bir şekilde iş hayatında yer alıyorlar. Bu güçlü kadınlar birkaç işi bir arada yürütebilen bireyler. Zamanını iyi değerlendiriyor ve sürekli üreterek yetişmekte olan kız çocukları için de rol model oluyorlar. Ülkemizde hala kız çocuklarının okuma yazma oranları çok düşük olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu kadınlar toplumumuz ve geleceğimiz için gerçek bir sosyal sorumluluk değeri taşıyor.

Bu yazımda sizlere kendini gerçekleştirme yolunda başarılı adımlar atmış, kendi markasını yaratmış Benay Özülkü ile gerçekleştirdiğim röportajı aktarmak istiyorum. Bu röportajı özellikle girişimci olmak isteyen kadınların yollarını aydınlatmak ve kadınlarında iş hayatında girişimci olabildiklerini hatırlatmak amacı ile hazırladık. Sayın Özülkü ile iki bölümden oluşan, kendi yaratmış olduğu markası ve markalaşma sürecini konuştuğumuz güzel bir röportaj gerçekleştirdik.

Öncelikle Benay Özülkü kimdir?

1993 Adana doğumluyum. Ankara Üniversitesi Sağlık bilimleri mezunuyum. Halen Açık Öğretim’de Fizyoterapi Eğitimi almaya devam ediyorum. Ankara Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Diyet Mutfak adlı bir işletme kurdum. Yakın gelecekte ise yeni projemin temellerini atmaya hazırlanıyorum. Aynı zamanda yoğun bir tempoda kişisel gelişimim için farklı alanlarda eğitimler almaya devam ediyorum.

İyi bir iş kadını olmak için eğitim hayatı sizin için ne ifade ediyor?

Ben eğitimin hayatı yapılandırdığına inanıyorum. Eğitim benim için su gibi aslında; hayatın olmazsa olmazları arasında. Sürekli farklı konularda eğitim alıp kendimi geliştirmeye devam ediyorum. Pek çok farklı alanda sertifika aldım. Hiç bilmediğim yerlere gidip görmeyi, kendimi tek bir alanda değil, farklı alanlarda da geliştirmeye özen gösteriyorum. Her gün mutlaka yeni bir bilgi öğreniyorum. Sürekli araştırma yapıyorum. Enstrüman ve dil eğitimleri ile kendimi zenginleştiriyorum. Piyano çalıyorum ve keman çalmayı öğreniyorum. Özellikle kadın olarak eğitim şart diyorum.

Günümüzde iş hayatına girmek isteyen bireyler için yabancı dil bilmek önemli bir avantaj oluyor, artık bir dil dahi yeterli olmayabiliyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok güzel bir konuya değindiniz. Hangi işi yaptığınız önemli değil. Yaptığınız işi iyi yapmanız önemli. Yabancı dil bilmek insanı zenginleştirir. Yabancı dil konusunda çok sabırsız ancak kararlıyımdır. Bu yüzden bir dili öğrenmeye başladıktan sonra belli bir noktaya geldiğimde diğer bir yabancı dili öğrenmeye başlıyorum. okurlara tavsiyem gelecek yabancı dilde, mutlaka kendilerini bu alanda geliştirmeleri gerekiyor.

Kaç yabancı dil biliyorsunuz ve şuanda öğrenmeye devam ettiğiniz bir dil var mı?

İngilizce ve Arapça biliyorum. Ancak yeterli demiyorum; şuanda da Almanca öğreniyorum. Yabancı dil eğitimi almak benim için hem sosyal açıdan, hem de beynin çalışması açısından önemli bir süreç.

Çalışma hayatınız, özel hayatınız ve sosyal hayatınız ile kadın olarak topluma iyi bir örneksiniz. Birçok işi bir arada yapıyorsunuz? Sizin için yorucu olmuyor mu?

Benim için hiç yorucu olmuyor. Aksine her sabah kalktığımda bir amacım oluyor. Bugün dünden farklı ne yapabilirim diye düşünürüm. Hepimizin bir yaradılış amacı var. Bir yararım olacaksa ve yapabilecek durumdaysam durmamam gerektiğini düşünüyorum. Boş duranı kimse sevmez. Bahsettiğim konu iş hayatım, sosyal hayatım ve özel hayatım içinde geçerli. Çok disiplinli ama bir o kadar hareketli, olumlu ve neşeli bir kadınım. Bu sebeple her zaman mutlu olmanın yollarını bulurum. Önceliklerimi belirlerim. Doğru planlama ile herkese ve her şeye mutlaka zaman yaratmaya çalışırım. Hayatta en kötü şey amaçsız yaşamaktır.

Bireysel markalaşma süreci toplumda belki de hiç farkında olmadan herkesin aradığı ‘’farklılık’’ ile ön plana çıkıyor. Peki, iş hayatında farklılaşmak için ne yapmamız gerekiyor?

Öncelikle yaptığınız işi sevmelisiniz ve yaptığınız iş kaliteli olmalı. Sunumunuz çok önemli; insanlara yaptığınız işi doğru sunmalısınız. Çevrenizin olması ve tabii ki yaptığınız işi tanıtabilmek de olmazsa olmazlar arasında yer alıyor.

Girişimci bir iş kadını olarak, biraz da kendi mimarı olduğunuz markanızdan bahsedelim. Bu fikri nasıl hayata geçirdiniz?

Markamın adı ‘’Diyet Mutfak’’. Aslında böyle bir girişim yapma niyetim yoktu. Ancak İstanbul’da ‘’Diyet Mutfak’’ gibi çalışan ve çevremin de hizmet aldığı markaların olduğunu biliyordum. Bu sistemin Adana’da olmasını istedim. Benim için hobi gibi başlayan bir işti. Yolumuza Adana’da sağlıklı yaşam rutinini oluşturmak ve bunu bir alışkanlık haline getirmek amacı ile başladık. Ancak kısa sürede benim için hobi olmaktan çıkıp profesyonel iş hayatına dönüştü. Sistemimizi kurduk, ekip arkadaşlarımızı eğitimlere gönderdik. Başından beri yapabileceğimi biliyordum. Siz doğru bir strateji oluşturur ve biraz da risk alırsanız pek çok başarı da sizin ardınızdan gelecektir. Belki olmayabilirdi, ancak yaptık ve sonu hem bizim, hem de danışlarımız için güzel oldu.

Biraz verdiğiniz hizmetler hakkında bilgi verebilir misiniz?

Türkiye’ nin tüm illerine detoks suları gönderiyoruz. Adana’da ise danışanlarımıza kapsamlı bir şekilde kendi hastanelerimizde sağlık muayeneleri yaptırıyor ve onların ihtiyacı olan günlük kalorilerini hesaplıyoruz. Danışanlarımıza, diyetisyenlerimizin yardımı ile damak zevkinin de ön planda tutulduğu menüleri evlerine ya da iş yerlerine göndererek hizmet veriyoruz.

Benay Özülkü ile pazartesi günü yayımlanacak röportajımızın ikinci bölümünde, evde kendi detoks tarifimizi nasıl hazırlayacağımız, yeni projeleri ve girişimci olmak isteyen kadınlara tavsiyeleri yer alacak. Danışmanlık hizmetleri, bireysel ve kurumsal marka eğitimleri için aşağıdaki adreslerden iletişime geçebilirsiniz.

ÖĞ.GÖR. TUVANA EROLTU

İnstagram: tuvanaeroltu

İnstagram: tuvanaeroltuilemarkalasma

tuvanaeroltu@hotmail.com

Yazının devamı...

Nasıl Oyuncu Olunur?

Eskiden oyunculuk mesleği bir heves olarak görülürdü. Pek çok yetenekli oyuncu adayı konservatuvar eğitimi alır, bir kaç tiyatro oyununda boy gösterir, ya paralarını alamaz ya da yeteri kadar ünlenmeden yitip giderdi. Hatta aileler çocukları oyuncu olmak istediğinde korkardı. Şimdi ise işler değişti. Özellikle dizi ve film oyuncuları kendilerine bakmak zorundadırlar. Sağlıklı yaşam, topluma doğru mesaj ve düzenli hayat oyuncular için çok önemli.

Kimi kazancı, kimi popülaritesi, kimi de bu mesleğe yatkın olduğu için seçiyor. Ailelerin de ilgisi çok yoğun. Aileler çocuklarını çok küçük yaşlarda bu mesleğin içine sokmak için çabalıyor. Bir tarafta bu durumu eleştirenler, bir tarafta da bu duruma prim verenler mevcut. Siz hangi taraftasınız bilmiyorum, ancak bu mesleğin ilgi gördüğünü yadsımak mümkün değil. Oyuncu olmak için alternatifler çok fazla; çünkü hayatın içinden bir meslek. Peki, oyuncu nasıl olunur, dahası kalıcı olmak için neler yapmak gerekiyor? Kendi bireysel markalaşma sürecinin oyunculuktaki yeri nedir? Bu soruları oyuncu Aybüke Pusat’a sorduk. Keyifli okumalar dileriz.

Aybüke Pusat kimdir?

Ben 25 Şubat 1995 yılında Ankara’da doğdum. Bankacı bir ailenin 3. çocuğuyum. 3 yaşımdan beri bale yapıyorum. Sanatla iç içeyim; piyano çalıyorum, dans ediyorum. 6. Sınıfta dansı meslek olarak seçmeye karar verdim ve konservatuara girdim. Hacettepe Üniversitesi Konservatuvarı’nı bitirdikten sonra 2014 yılında Miss Turkey Güzellik Yarışması’na katıldım ve Türkiye Güzeli oldum.

Hangi projelerde yer aldınız?

Oyunculuk kariyerime Med Cezir dizisi ile başladım. Ardından Beş Kardeş, O Hayat Benim ve Familya dizisinde yer aldım.

Her gün sektörde yeni isimler çıkıyor. Rekabet yoğun, bu yoğun rekabetle ile başa çıkmak için neler yapıyorsunuz?

Donanımlı olmaya çalışıyorum. Sektörde önde olmak için donanımlı olmak gerekiyor. Oyunculuğunu ne kadar geliştirirsen diğer oyuncuların arasından daha çabuk sıyrılıyorsun. Benim planlarım arasında iyi bir oyuncu olmak var; iyi işler yapmak, kendi değerimi hak etmek var. Bunları başarabilmek için iyi işler yapmam lazım. Kesinlikle diğer oyuncuların üzerine basmaktan bahsetmiyorum. Yönetmenlerin ve yapımcıların gözlerinde kendini ön

plana çıkarabilmek için gerekli olan bir süreç. Daha çok kumaşın iyi olması ile ilgili bir şey. Kendimi geliştirmek için spikerlik ve sunuculuk dersleri aldım. Oyunculuk dersleri alıyorum ve dans ediyorum. Dans oyunculukla çok paralel giden bir dal. Sanat kollarını çok sık takip ediyorum; resim, heykel, müzik hepsini takip etmeye çalışıyorum.

Sizi ilk olarak Miss Turkey yarışması ile tanıdık. Genellikle bu tip yarışmalardan derece alan güzeller ya oyuncu ya da sunucu oluyor gibi genel bir kanı var. Sizce doğruluk payı var mı?

Evet, bence doğruluk payı var; çünkü dizi oyunculuğunda güzellik aranan kriterler arasındadır. Çoğunlukla güzel insanlar güzellik yarışmalarından çıktığı için aynı zamanda yeteneklilerse oyunculuk ve spikerlik alanında ilerliyorlar. Televizyon güzel insanı seviyor. Aynı zamanda yarışma sonrasında bizim için çok fazla yer açılıyor. Çok fazla fırsat tanınıyor. Eğer senin de kumaşın iyi ise diğerlerinin arasından sıyrılabiliyorsun. Bu şans sadece ilk 4 güzele değil, ilk 20’ye kalan tüm güzellere tanınıyor. Sen güzelsen, aynı zamanda kibarsan, yetenekliysen ve yabancı dil konuşabiliyorsan, iletişimin iyiyse ve donanımlıysan sektörde kolaylıkla ilerleyebiliyorsun. Sektör artık eskisi gibi değil; yetenekli insanlar kolayca sektörde sıyrılabiliyorlar.

Sanırım, oyunculuk mesleği güzellik algısı ile bağdaştırılıyor. Hâlbuki oyunculuk hayatın içinden bir meslek, sizin bu konu ile ilgili görüşünüz nedir?

Öncelikle tiyatro ve dizi oyunculuğu arasındaki farkı bilmek lazım. Devlet Tiyatro’larında çok değerli oyuncular var. Biz dizi oyuncusuyuz; güzel olduğumuz için, daha küçük oynadığımız için... Daha modern bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Televizyonda olduğu için gene de bir şekilde idealize etmek gerekiyor. Bu sebeple dış görüntü dizi oyunculuğunda her rol için önem taşıyor. Sistem bunu gerektiriyor. İnsanlarda bunu görmek istiyor.

Aslında siz balerinsiniz, balerinlikten oyunculuğa geçiş yaptığınızı düşünebilir miyiz?

Tabii ki ikisi aynı şey değil. Ancak balerin olmak bana çok yardımcı oldu. Aslında bir geçiş değil, bir tercih yaptım. Küçük bir sakatlık geçirdiğim için baleyi bırakmak zorunda kaldım. Dans etmeye devam ediyorum. Şu anda dansın yardımı ile oyunculuğa devam ediyorum.

Sektörde kalıcı olmanın sırları nedir?

Kalıcılık doğru seçimler yapmak ve doğru işler yapmaktan geçiyor. Hayatımızda doğru dediğimiz seçimler vardır. Önüne iki tane proje gelmiştir; bir tanesi sana 5 lira kazandırır, diğeri 3 lira kazandırır. 5 lira olan içerisinde aslında çok yer almak istemediğin, sadece para için yapacağın bir iştir. Diğeri ise inanılmaz insanlarla oynayabileceğin inanılmaz bir projedir. Bu süreçten ben çok fazla geçiyorum. Her seferinde neredeyse böyle bir şey oluyor. Ben her defasında daha iyi oyuncularla çalışabileceğim, kendimi mesleki anlamda geliştirebileceğim, içime sinen işleri tercih ediyorum. Dizi belki 10 bölüm sonrasında bitiyor ve ben hiç para kazanamıyorum. Ya da bir projeye başlıyorum tutmuyor yayından kaldırılıyor, tabii ki çok üzülüyorum o an için, ama gene de o dönem benim için dolu dolu geçmiş oluyor. Ve insanlar

geri dönüp baktıklarında bu kız gerçekten güzel bir şeyler yapmış, iyi işlerde oynamış dedikleri zaman sektörde kalıcı oluyorsun. Seni seyreden insanlar senin “fan”ın oluyor. Sen doğru kararlar verdiğinde seni izleyen insanlarda doğru insanlar oluyor. Bu bir döngü aslında. Süreç böyle devam ettiğinde de kalıcı oluyorsun.

Bireysel markalaşma sürecinde, bir oyuncu nasıl markalaşır?

Bir sanat dalında para kaygısı asla taşınmamalı. Bence markalaşma doğru insanlarla doğru işler yapmaktan geçiyor. Seçimlerimi hiçbir zaman maddi kaygı taşıyarak yapmıyorum. Sanat kaygısı taşıyan insanlar için hiçbir zaman paranın ilk planda olabileceğini düşünmüyorum. Kendimi geliştirebilmem çok önemli. Para tabii ki önemli, hepimizin hayat gailesi var. Tercihlerimi yaparken her zaman aklım için, kalbim için yapmaya özen gösteriyorum. Proje istediğim gibi gitmese de ben doğru olanı yaptığım için içim rahat oluyor.

Televizyon Kanalarında her gün yeni bir dizi projesi görüyoruz. Daha biri bitmeden yayından kalkma olasılığına karşı yenisi çekilmiş oluyor. Bu ortamda doğru proje nasıl seçilir?

Kesinlikle seçemiyorsun. O kadar tahmin edemiyorsun ki... Bazen önüne bir proje geliyor. ‘’Vay ne güzel proje!’’ diyorsun. Oyunculara bakıyorsun hepsi çok iyi oyuncular. Yönetmene bakıyorsun bir önceki projesi 3 sene sürdü diyorsun. Diziye giriyorsun 10 gün sonra bitiyor. Eskiden bir tahmin vardı. Sezonlar vardı, finaller vardı. Bu iş tutar ya da bu iş tutmaz diyebiliyordun. Böyle bir şey artık yok. Örneğin son rol aldığım Familya dizisinde belki Türkiye’nin en güzel yerlerinden birinde çekilen, inanılmaz oyuncuların rol aldığı, hikâyesi olan bir komedi-dram işiydi. Ancak tutmadı. Maalesef olmayınca olmuyor.

Oyuncu olmak isteyen okurlarımıza tavsiyeleriniz nelerdir?

Sektöre, bir şeyleri göze alıyorlarsa girsinler. Aç kalmayı, parasız kalmayı, uykusuz kalmayı, çok çalışmayı ve çok yorulmayı göze alıyorlarsa girsinler. Hiçbir zaman bu mesleğe bir diziye gireyim ve meşhur olayım diye düşünmesinler. Eğer öyle bir düşünceleri varsa gene de bu süreci göze almak zorundalar. Çünkü bir oyuncu kendisine ne kadar rol yazılırsa o kadar çalışmak zorundadır. Dizi saatleri çok uzun, 160 dakika sürüyor.

Yabancı diziler maksimum 40 dakika sürüyor. Bizde dizilerin sürelerin bu kadar uzun olmasının nedeni nedir?

Bence bir yapımcı için 160 dakika tek senaryoyu sürdürmek daha kolay. 2 tane proje yapmaktansa tek bir projeyi sürdürmek daha kârlı. Akşam saat 08:30- 09:30 arası bir dizi koyup, 10:00- 11:30 arası başka bir dizi koymaktansa, 08:00- 11:30 arası dizi koymak daha az masraflı oluyor. Başka türlü bir açıklaması olduğunu düşünmüyorum. Hem oyuncular, hem de set çalışanları için çok zor bir durum. Bazen bizim işimiz 1-2 saatlik işimiz oluyor ya da bazen hiç gitmiyoruz. Onlar başından sonuna kadar oradalar. Her dizi bittiğinde yüzlerce kişi aç kalıyor. Oyuncu gene bir şeyler biriktiriyor. Diziye giriyorsun, işsiz kalmıyorsun. Onların işsiz kalma olasılığı o kadar yüksek ki...

ÖĞ.GÖR. TUVANA EROLTU

İnstagram: tuvanaeroltu

İnstagram: tuvanaeroltuilemarkalasma

tuvanaeroltu@hotmail.com

Yazının devamı...

Psikolog Tuba Dadaşoğlu ile adım adım Çocuk ve Ergen Psikolojisi (2. Bölüm)

Pek çok aile çocuklarının ders çalışmamasından şikayet ediyor. Ders çalışmak istemeyen ergen ve çocuklara yaklaşım nasıl olmalı?

Bu konu hem öğretmenlerin hem de anne babaların en fazla şikayet ettikleri konulardan biri. Belirtmek istediğim çok önemli bir nokta var; çocukların ders çalışmaması sanıldığı kadar basit bir sorun değil ne yazık ki. Aslına bakarsak bu sorun sadece çocukların değil öğrencilik sürecini geçirmiş tüm insanların ortak noktası. J Çünkü ders adı altında sunulan konuları biz belirlemiyoruz, bizim isteğimiz dışında birileri belirliyor ve doğal olarak da bu kimseye keyifli gelmiyor. O halde çocuğun ders çalışmayı sevmesini beklemek yerine çalışmanın gerekli olduğunu sağlamak ilk adımımız olmalı. Anne Babaların bu noktada çocuklarına yaklaşımları önemli bir süreçtir. Öncelikle aile içinde bir toplantı yaparak herkesin sorumluluklarından bahsedin hatta öncelikle kendi sorumluluklarınızdan bahsedin. Aileye, çocuklara, işe ya da herhangi başka bir konuya. Örneğin; ben anne olarak akşam yemeklerini hazırlarım, gibi. Daha sonrasında çocuklarınızın sorumluluklarından bahsedin, neler yapabileceklerinden bahsedin. Ailesine karşı, kardeşlerine karşı ya da okuluna karşı. Ve çocuğunuza sorumluluğunu bulması konusunda yardımcı olun. En temel noktalardan bir diğeri ise; çocuğunuza içsel motivasyon sağlamanız. Buradaki en kritik nokta; çocukta, başarılı olduğu ve başarılı olacağı inancının hep üst düzeyde hissettirilmesidir. Çocuklara bu temel inançların ve davranışların kazandırılması için 21 gün boyunca tekrar ettirilmesi gerekiyor. Bunun sebebi de, çocuğun beyninde ders çalışma ile ilgili nörolojik aktiviteyi net bir şekilde belirginleştirip kalıcılığı sağlamak adınadır. Böylece bu tutum ve davranışlar çocuğun ders çalışmaya karşı bakış açısını olumlu bir şekilde değiştirmiş olacaktır.

Çocuklarda takıntılar nelerdir? Çocuklar bu takıntıları gizleme eğilimi içerisine girer mi ve aileler bu tarz bir durumla karşılaştıklarında neler yapmalı?

Çocuklarda en sık görülenler takıntılar; kirli olduğunu düşünme hissi, kötü bir şey olacağını düşünmesi, birinin öleceği veya hastalanacağı düşüncesi, simetri, cinsel içerikli düşünce hali, ısrarla aynı soruyu defalarca sorma isteği, sorulan soruyu onaylatma ihtiyacı ve şiddet içerikli düşüncelerdir. Çocuklar ayıplanabileceklerini ve karşı tarafın onun hakkında yanlış düşünebileceği nedeniyle sıkıntılarını gizleme eğiliminde oluyorlar. Eğer anne-baba çocuğuna karşı güven verici davranır, çocuklarının yanında rahat, net ve yalın davranırsa, çocuklar da sıkıntılarını söyleme konusunda muhakkak daha rahat davranacaktır. Fakat ebeveynler bu durumla karşılaştığında, çocuklarını cezalandırırsa, onlara kızarsa ve çocuğun göstermiş olduğu davranıştan vazgeçirmeye çalıştırırsa yaşanılan sorunu olduğundan daha da ciddi hale getirebilir. Bu nedenle ebeveynlerin yapması gereken en önemli şey çocuğu ile birlikte en kısa zamanda bir uzmana başvurmak ve profesyonel bir yardım almaktır. Ailelerin bu durumu umursamazlıktan gelmesi sadece sorunu her geçen gün daha kötü hale getirecektir. Bu nedenle ebeveynlerin konuya hassasiyet göstermesini ve bir an önce harekete geçmesini tavsiye ediyorum.

Çalışan anne ve babalar için çocukları ile geçirelen kaliteli zaman çok önemli. Peki, çocuklarımız ile nasıl kaliteli zaman geçireceğiz?

Kaliteli zaman da süreden çok içerik çok önemlidir. İsterseniz sabahtan akşama kadar aynı ortamda bulunun, eğer çocuğunuzla olan ilişkinize duygusal bir yatırım yapmıyorsanız sağlıklı bir ilişkiden bahsetmek kesinlikle mümkün değildir.

Daha derine inecek olursak, kaliteli zaman dediğimiz şey aslında çocuğun ihtiyacına uygun olan aktivitelerin, çocukla birlikte keyif alınarak yapılmasıdır. Burada da bizim için çocuğun yaşı çok önemlidir. Yani oyuncak seçiminin ve oyun seçiminin çok önemli olduğunu düşünüyorum çünkü çocuğa ulaşmanın en güzel yolu onunla oyun oynamaktır. Gerek çocuğun kendi ihtiyaçlarını, isteklerini, duygularını, düşüncelerini anlatması için gerek mutlu olması ve enerjisini atması için oyun çok yararlıdır. Bazen anneler ya da babalar bana şu soruyla geliyorlar, ‘’Biz yeterince oyun bilmiyoruz ya da nasıl oynayacağız bilmiyoruz’’, orada yapılması gereken en güzel şey çocuğa bırakmak olmalıdır. Her yaşın farklı oyuncakları, farklı ihtiyaçları var, aslında bunu öğrenmek ve o yaşın neye ihtiyacı olduğunu bilmek çok önemli. Tabii oyunun dışında çocuğun temel ihtiyaçlarının anne-baba tarafından karşılanması benim en çok önem verdiğim noktalardan biri. Yani çocuğun yemeğinin yedirilmesi, uyutulması ve diğer temel ihtiyaçları. Bu söylediklerime ek olarak; çocuklarıyla sohbet ederek, gazete ve dergi okuyarak, kendi günlük hayatlarından bahseden diyaloglar içersinde de kaliteli zaman geçirebilirler.

Yararlı Bilgiler

Ne yazık ki ülkemizde, kendisini toplum içerisinde psikolog olarak tanıtan bir çok sahte psikologlar bulunmaktadır. Oysa ki bireyin psikolojik olarak yanlış yönlendirilmesine, kişinin intihar gibi ciddi eylemler ile sonuçlanabileceği bir sürece girmesine sebep olabilmektedir. Bu yüzden gideceğiniz psikoloğu ve uyguladığı tekniği önceden araştırıp size uygun olup olmadığına karar vermek sizi en doğru noktaya yönlendirecektir.

Psikolog Tuba Dadaşoğlu iletişim kurmak için İnstagram: psikolog.tubadadasoglu, facebook: psk.tubadadasoglu, web: www.tubadadasoglu.com ve tuba.dadasoglu@hotmail.com adresleri aracılığı ile kendisi ile iletişim kurabilirsiniz. Eğitimlerimiz ve danışmanlıklarımız için aşağıdaki adreslerden bizlere ulaşabilirsiniz.

ÖĞ.GÖR. TUVANA EROLTU

İnstagram: tuvanaeroltu

İnstagram: tuvanaeroltuilemarkalasma

tuvanaeroltu@hotmail.com

Yazının devamı...

Psikolog Tuba Dadaşoğlu ile adım adım Çocuk ve Ergen Psikolojisi

Çocukluk evresinden yetişkinlik evresine geçmek ne sancılı bir süreçtir. Bedeninizde yaşadığınız fizyolojik ve psikolojik değişiklikler çoğunlukla ergenlerin yalnız hissetmelerine sebep olur. Geçici bir süreç olmasına rağmen uzmanlar çocukluk ve ergenlik dönemlerinde yaşanan olumlu ve olumsuz olayların yetişkinlik sürecinde karakterlerinin oturmasında ve sağlıklı bireyler olmalarında önemli bir yer kapladığını söylüyor. Peki çocuklarımızı yetiştirirken nelere dikkat etmeli ve kriz anlarını nasıl yönetmeliyiz?

Sizlere Psikolog Tuba Dadaşoğlu ile adım adım Çocuk ve Ergen Psikolojisini ve çocuk istismarını konuştuğumuz, sıkıştığınızda yararlanbileceğiniz altın değerinde bilgiler veriyoruz. Öyleyse buyrun röportaja geçelim.

Psikolog Tuba Dadaşoğlu kimdir?

Bahçeşehir Üniversitesi Psikoloji Lisans mezunuyum. Bir çok alanda; Klinik, Nöropsikoloji, İnsan kaynakları, Eğitim ve Gelişim alanlarında stajlarımı tamamladım. Ve Şuanda özel bir klinikte ve özel bir okulda Psikolog olarak çalışma hayatıma devam ediyorum bunun yanı sıra Klinik Psikoloji alanında Master yapıyorum. Kariyer hedefim kısa vadede master eğitimimi tamamlayıp Klinik alanda uzmanlaşmak, uzun vade de ise meslek eğitimimi en iyi şekilde tamamlayıp psikoloji bilimine katkıda bulunmak. Çok fazla insana ulaşıp hem bireysel danışmanlık anlamında hem de yazdıklarımla karşılaşacağım insanların hayatlarına dokunabilmek istiyorum. Herkesin hayata bir geliş amacı olduğuna inanmışımdır. İnsanların hayatlarına iz bırakabilmek ve bu yolculukta onlara yoldaş olmak isteğiyle bu mesleği seçtim. Zaman belki hafızalarımızdan bir çok şeyi alıp götürecek fakat dokunduğumuz hayatlarda parmak izimiz her daim kalacak.. Bende tanışacağım insanların izniyle, benliğimle, yazılarımla ve kelimelerimle hayatlarına dokunmak istiyorum.

Çocuk ve Ergen psikolojisi ile ilgili eğitimler veriyorsunuz. Ailelere bu eğitimlerde neleri öğretiyorsunuz?

Evet, her ay belli dönemlerde bu eğitimleri vermekteyim. Doğumdan itibaren her çocuğun yeni döneminde ortaya çıkan belli durumlar söz konusudur. Bunlar; fiziksel, sosyal ve duygusal değişimlerdir. Benim hedefim; bu konularda ebeveynleri bilinçlendirmek, bilgilendirmek ve normal gelişim sorunları ile yardım gerektiren sorunları birbirinden ayırt edebilme becerilerini kazandırıp farkındalığı arttırabilmek adınadır. Çocuk psikolojisinde genellikle 0-6 yaş arası çocukların eğitiminde yaşanan sorunlar, tuvalet eğitimi, zeka problemleri, kardeş kıskançlığı, anne-baba kıskançlığı, hırçınlık, emzik kullanımı, kreşte ve anaokulunda yaşanan sorunlar ile ilgilidir.

Ergen Psikolojisinde ise; hepimizin bildiği gibi gençlerin bedenleri bu dönemde hızlı bir şekilde değişime uğrar. Bu dönem genellikle anne-babaların korkulu rüyasıdır. Ebeveynler artık çocuğunu tanıyamaz hale gelir, onunla nasıl iletişim kuracağını dahi bilemez, hayatında neler olup bittiğini anlayamaz. Bu eğitimde; bu yaşta çocuğu olan anne-babaların işinin kolaylaştırılması ve ergenliğin her iki taraf için de korkulu bir dönem olmaması adına, bu dönem hakkında, ergenlere nasıl yaklaşılacağını öğretmek ve onların yaşam deneyimlerinin anlaşılmasına yönelik eğitim vermek en temel amacımdır.

Çocuklarda ve ergenlerde hangi yaşlar kritik olarak adlandırılabilir? Bu dönemde ailelere düşen görev nedir?

Çocuklarda en kritik yaş dönemi; birinci, dördüncü ve altıncı yaş dönemidir. Burada anne babalara söylemek istediğim en önemli nokta şu; 0-6 yaşın faturasını, ergenlikte ödersiniz. Çünkü çocukların kişiliği, karakteri çoğunlukla bu dönemde tamamlanıyor. Bu dönemde anne-baba çocuğa nasıl davranırsa ilkokul ve ergenlik çağında çocuk o şekilde karşılık verecektir. Bu sebeple koruyucu, aşırı otoriter ve izin verici anne-baba tutumlarını bir kenara bırakmalarını öneriyorum. Tabii siz anne babalar için zorlu ve oldukça sabır gerektiren bir dönem olduğu yadsınamaz bir gerçek.

Ergenlik döneminde en kritik yaş ise 12-13 yaş dönemidir. Bu dönemde öncelikle aileler genci, vücudunda meydana gelecek değişiklikler konusunda bilgilendirmelidir. Sonrasında ise; onları yargılamadan önce dinlemeli ve düşüncelerine değer verdiklerini belli etmeleri gerekir. Kimseyle kıyaslamamaları, aşırı sorgulamamaları, dağınık olduğunun söylenmemesi, tartışılan bir konunun çok uzatılmaması, ders başarılarının eleştirilmemesi ve aşırı nasihatçi olmamaları en temel görevlerden biridir.

Özellikle dünyada da büyük bir sorun olan çocuk istismarı konusuna gelecek olursak, Türkiye’de nasıl bir süreç yaşanıyor?

Ne yazık ki Türkiye’de bu süreç büyük bir karanlık.. Hemen her gün çocukların cinsel istismara uğradığı bir yerde yaşıyor olmak berbat bir duygu, tarifi mümkün olmayan bir his.. Size ülkemizde yapılan bir araştırmadan söz etmek istiyorum. Türkiye’de cinsel suçların yüzde 46’sının çocuklara karşı işlendiği, her ay en az 650 çocuğun cinsel istismara uğradığı, her yıl gerçekleşen resmi evliliklerin beşte birinde 18 yaş altındaki kızların evlendirildiği ve Türkiye’de 50 bin çocuğun seks kölesi olduğu belirtiliyor. Ve daha da kötüsü, birde kayıt altına alınmayan cinsel saldırıların olduğu düşünüldüğünde Türkiye’deki süreç ne yazık ki daha da karanlık..

Aileler böyle bir istismar ile karşılaştıklarında bir uzmana başvurmadan önce çocuklarına nasıl yaklaşmalılar?

Cinsel istismarla karşılaşmış çocukların karşısında ebeveynlerin çocuğa, onda suçluluk duygusu yaratmayacak bir tutum ve davranış içinde yaklaşması gerekiyor. Çocuklar, özelliklede küçük yaşta olanlar başlarına gelenin ne olduğunu anlamadan anlatıyorlar. Bu durum ne kadar zor olursa olsun ebeveynlerin soğuk kanlılığını koruması, yaşadığı üzüntüyü fark ettirmemesi ve çocuğun yanında ağlamaması gerekiyor. Çocuğunuz olumsuz bir şey anlattığı zaman ‘’sen bana neden daha önce söylemedin, nasıl böyle bir şey yaparsın’’ gibi cümleler kurmak çocuğun cesaretini kıracak ve içine kapanmasına sebep olacaktır. Bu sebeple çocuğunuza kızmayın. Çocuğunuza dedektif gibi davranmayın, olayı tekrar tekrar anlattırıp bir de siz olayı anlatırken yaşamasına sebep olmayın. Ve kesinlikle yorum yapmayın! Çünkü kurduğunuz cümleler ‘’sen kötü bir şey yaptın ve bundan utanç duymalısın’’ gibi yanlış gizli mesajlar verebilir. Kısaca özetlemek gerekirse bizim ya da çocuğumuzun başına ne geleceğini asla garanti edemeyiz. Anne-babalar duygusal bir tavırla çocuğa yaklaşırsa, çocuğu sorgularsa ve yorum yaparsa yaşadığı travmayı tekrarlamasına neden olabilir. Bu nedenle çocuğunuzun başına olumsuz bir durum geldiğinde mümkün olduğunca az konuşun ve mutlaka bir uzmandan destek alın.

Röportajın 2. bölümü gelecek hafta sizlerle olacak. Tuba Dadaşoğlu' ndan eğitimler, çocuk ve ergen psikolojisine dair bilgi almak için tuba.dadasoglu@hotmail.com mail adresinden ulaşabilirsiniz. Eğitimlerimiz ve danışmanlıklarımız hakkında bilgi almak, soru ve önerileriniz için aşağıdaki adreslerden bizimle iletişime geçebilirsiniz.

ÖĞ.GÖR. TUVANA EROLTU

İnstagram: tuvanaeroltu

İnstagram: tuvanaeroltuilemarkalasma

tuvanaeroltu@hotmail.com

Yazının devamı...

Sosyal Medya’nın Dürüst ve Eğlenceli Annesi: Aslı Kızmaz

Son zamanlarda Instagram’da neredeyse adım başı ‘’sosyal medya anneleri’’ ile karşılaşıyoruz. Pek çoğu lansmanlara katılıyor, ürün tanıyor ve tavsiyeler veriyor. Peki, bu tanıtımların ve tavsiyelerin ne kadarı doğru? Geçtiğimiz günlerde sosyal medyadan, medyaya taşınan bir konu vardı. Bir sosyal medya fenomeni anne kendisini psikolog olarak tanıtmış, psikolog olmadığı halde kendisine danışan kişilere fatura keserek bu alanda danışmanlık vermiş ve pek çok ürünle reklam iş birlikleri yapmıştı. Durum tüm gerçekliği ile ortaya çıktığında ise kendisine pek çok kurum ve kişi tarafından dava açıldı. Markalar iş birliklerini çekti. Peki danışanlarına ne oldu? Onlar güvendikleri ve inandıkları bir insan tarafından kandırılmış oldular.
Güven temelleri sağlam dayanaklara oturtulması gereken bir konudur. Özellikle annelik gibi yüce ve temiz duyguların sömürülmemesi ve yanlış yönlendirilmemesi adına sevgili Aslı Kızmaz ile dürüstçe kendi sosyal medya yönetimini, seyahatleri ve annelik sürecini konuştuk.

Aslı Kızmaz kimdir?
1983 doğumluyum. Asker kızıyım bu sebepten dolayı Türkiye’nin neredeyse her bölgesinde yaşadım. 9 Eylül Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkiler bölümü mezunuyum. Sonrasında Birmingham’da eğitim aldım. Türkiye’de 7 kurumsal iletişim departmanında kademeli olarak görev yaptım. Daha sonra kendi şirketimden özellikle dijital alanda kişi ve kurumlara iletişim danışmanlığı yaptım ve de yapıyorum.

Sizi çektiğiniz vloglarla tanıdık. İlk etapta sosyal medya üzerinden oldukça tepki aldınız, sonra ise çok sevildiniz. Bu süreç nasıl gelişti?

Eşim oyuncu olduğu için zaten sosyal medyada dikkat çekiyordum. Hamile kaldıktan sonra, bana göre gayet normal, başkaları için ise cesur paylaşımlarımdan dolayı bir anda insanların ilgisini çektim. Olumlu ve olumsuz yaklaşanlar oldu. İnsanlar, hamile bir kadının daha narin takılmasına çok alışmış. Ben eşimle 2 hafta karavanla Avusturya Alpleri’ ne gittim, bütün yaz yüzdüm ve su altı fotoğrafları paylaştım. Kısacası olması gerektiği gibi özgürce yaşadım. Bu tavrımda da ısrarcı olunca galiba samimiyetime inandılar.

Sosyal medyada annelik kavramının fenomen anneler tarafından sömürüldüğünü düşünüyor musunuz?

Bu bir moda oldu; bunu kimse yalanlayamaz. Kimisi cidden sömürüyor, kendisini eksper ilan ediyor. Markalarda bu duruma prim verdikçe çark dönüyor. Kimisi sadece paylaşıyor, mutlu oluyor derdini anlatınca, kendi gibi insanları gördükçe. Zaten bunun ayrımına direkt varılıyor. Hesaplara bakınca anlaşılıyor.

Bazı anneler tamamen kendi kimliklerinden sıyrılıp ‘’....’ nın annesi’’ olarak kendisini konumlandırıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Benden beklenenin aksine, ben hayatta herkesin kim olmak istiyorsa o olması gerektiğini düşünüyorum. Kendini sadece çocuğunun annesi olarak görüyorsa öyledir. Ben daha çok bu durumla dalga geçen insanları itici buluyorum. Instagram’da ‘….’nın annesi’’ diye hesap açanlara karşı bir ekip belirdi. Uzun uzun yazıyor ve bu kişiler ile dalga geçiyorlar. Ben de onlara çok kızıyorum. Çünkü kabul etseler de etmeseler de hepsi günün sonunda aynı pastanın bir dilimi. Benim profilimin en önemli sözüdür ve biyografi bölümünde de yazar ‘’herkesin hayatına kimse karışamaz.’’
Sadece ‘’…..’ nın annesi’’ olan arkadaşlarımın çocuklarının bu durumdan nasıl etkilendiklerini zaman gösterecek. Beni düşündüren tek konu budur.

Ürün tanıtımı yapma konusundaki kriteriniz nedir?

Bana çok fazla reklam teklifi geliyor. Tabii ki ek gelir şahane bir durum. Ama bana orada güvenen 150.000 bin kişiye asla ama asla kullanmadığım bir ürünün reklamını yapmam. Bu sebepten hep reddediyorum. Henüz kullandığım bir marka bana gelmedi. Youtube videomda da kullandığım ürünleri gösterdim zaten. Öyle bir kaygım yok. Özellikle bebek ürünleri konusu çok hassas ve dikkat edilmesi gereken bir konu. Sırf para kazanmak için kullanmadığı ürünün paylaşımını yapanları da çok ayıplıyorum. Bu bir ruj markası değil; insanlar güvenip çocuklarına alıyorlar. Dikkat etmek lazım.

Seyahat ediyor, işinizi yapıyor, spor yapıyor ve çocuğunuza vakit ayırıyorsunuz? Nasıl bu kadar çok şeye yetebiliyorsunuz?

Siz böyle söyleyince bana bile fazla geldi (gülüyor). Hayatta hiçbir zaman tek bir şey yapmak beni mutlu etmedi. Sadece Naz’a bakmak da buna dâhil. Kendimi beslemem lazım. Okumam, görmem ve çalışmam lazım. Ancak kızıma böyle yararlı olurum. Ben tamamen böyle hissediyorum.

Konu seyahatten açılınca, uçak korkunuz olduğunu biliyoruz. Korkunuz ile ilgili neler yapıyorsunuz? Yaşadığınız ilginç bir olay varsa aktarabilir misiniz?

Bir kulaklığım var, dış sesleri kapatıyor. Onu takıyorum. İlker ile birlikteysem ona sıkı sıkı sarılıyorum ve bitmesini bekliyorum.

Bir kere İlkersiz uçak yolculuğu yapıyordum. Uçak korkumu anlayıp beni kabin memuru bir arkadaşın yanına oturttular. Uçak pisti pas geçti, bunu söylerken bile içim titriyor. Kabin memuru arkadaşın koluna öyle bir yapışmışım ki, neyse indik. Ben teşekkür ettim. Bir hafta sonra aynı hatta İlker seyahat ediyormuş, o kabin memuru da uçuşta görevliymiş. İlker’in yanına gitmiş, ‘’ Eşinizle geçen hafta uçtuk, bakın koluma bunu eşiniz yaptı’’demiş. ‘’ Kolu mosmor’’ nasıl sıktıysam kolunu (gülüyor). Buradan o arkadaşa sevgiler.

Aslı Hanım sizi ve bebeğinizi hep doğal halinizle görüyoruz. Vloglarınızı çekerken hep sade ve olduğunuz gibisiniz. Paylaşımlarınızın bu kadar ilgi görmesinin bu duruma bağlı olduğunu düşünebilir miyiz?

Tabii, çünkü o anda fotoğrafa bakan çoğu kişi de aynı benim gibi. Ben moda bloggerı değilim bu sebepten özenmek bana saçma geliyor. Ne isem o anda öyle görünmek istiyorum. Ama bakımlıysam mutlaka onu da paylaşırım (gülüyor)
Eğitimler hakkında bilgi almak için aşağıdaki adreslerimizden bizlere ulaşabilirsiniz.

ÖĞ.GÖR. TUVANA EROLTU
İnstagram: tuvanaeroltu
İnstagram: tuvanaeroltuilemarkalasma
tuvanaeroltu@hotmail.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.