SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Sağlık ve Psikonöroimmünoloji

Sağlıkta Psikonöroimmünoloji Yaklaşımı

Klasik tıptan farklı olarak gelişim gösteren psikonöroimmünoloji, bireyleri bütüncül olarak inceleyen ve süreç eğilimli bir yaklaşımdır. Kişide mevcut probleme yönelik semptomların azaltılabilmesi ya da ortadan kaldırılabilmesi için hastalığın gelişim evrelerinin önemini ortaya koyar. Kişi merkezli yaklaşımlara somut olarak katkı sağlayan, psikolojik süreçlerin immün sistem üzerindeki etkisini ortaya koymayı hedefleyen ve buna göre terapi süreci belirleyen yaklaşımdır. Bu terapi süreçlerinin top down yaklaşıma uygun düştüğünü söyleyebiliriz. İnsan psikolojik yönelimleriyle ve fizyolojik belirtileriyle bir bütündür. Parçalardan oluşan bu bütünü, bir semptoma bağlı kalarak zincirleyenlerinden ayrı tutmak, sağlığı geliştirmek açısından gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. Son zamanlarda tıbbın yönelim gösterdiği kısım budur. Holistik ve multidisipliner yaklaşımları içerisinde barındırmayan tedavi yöntemleri ile kıyaslandığında psikonöroimmünoloji yaklaşımlarının başarı şansı daha yüksektir.

Parçaların Birleştiği Bilim Dalı: Psikonöroimmünoloji
Kelime anlamında da açıklandığı klinik psikonöroimmünolog; psikolojik süreç, nörolojik sistem, immün sistem ve hormonal sistemin birbirleriyle olan ilişkisini inceler. Hastalığın başlangıcından kronikleşme süreçlerine kadar detaylı araştırma yapar. Stres faktörünün kişinin hastalık ve iyilik hali üzerinde etkili olduğunu ileri sürer. Bu yaklaşımın kişiye özel bir metot olması, hastalığın gelişim evresinin her bireyde farklı olabileceği ile açıklanır.

Hastalığın semptomlarının ortadan kaldırılması açısından, semptoma sebep olan ana kaynağın araştırılıp bulunması iyileşme sürecindeki en önemli etken olmaktadır. Ortadan kaldırılamamış travma yıllar sonra bile kişide farklı bir semptom olarak baş gösterebilmektedir. Çünkü stres kaynağı hormonal ve fizyolojik dengeyi etkileyecek mekanizmaya sahiptir. Yalnızca hastalığın varlığı ile değil, hastalığı var eden gelişim sürecini hedef alır. Bu aynı zamanda koruyucu tedaviler içinde yol gösterici olmaktadır.Stresin ana faktör olarak etkileyebileceği mekanizmaların iyi anlaşılması gerekmektedir. Sinir sistemi üzerindeki etkileri depresyon, uykusuzluk, somatizasyon, anksiyete gibi sonuçlar doğurabilir. Bağışıklık sisteminin stres kaynaklı etkilenmesi sonucu ağrı, enflamasyon, deri hastalıkları, alerjiler, astım gibi ciddi sonuçlar meydana gelebilir. Stres hormonal sistemi de etkileyebilmektedir ve böylece tiroid, adrenal, gonadal hastalıklar meydana gelebilir.

Fizyoterapi'de Holistik Bakış Açısı
Rehabilitasyon süreci gerçekleşirken multidisipliner ekip anlayışı ve holistik bakış açısı mihenk taşı niteliğindedir. Çeşitli yönelimlerin harmanlanması tedavi sürecini hızlandıracak ve kalıcılığı artıracaktır. Holistik fizyoterapi, osteopati, manuel terapi gibi uygulamaları bir arada kullanabilmeye olanak sağlar. Böyle yönelimler ile kalıcılık ve etki mekanizması üzerinde pozitif gelişim gözlenmesi daha olasıdır. Bütüncül fizyoterapi hastanın iyilik halinin gerçekleşmesi ve sürdürülebilirliği için farklı alanlarla işbirliği yapar. Stres ve aktivite performası çift yönlü etki mekanizmasına sahiptir. Kişi merkezli tedavi yöntemlerinin bir arada uygulanması, aktivite performansı üzerinden süreç odaklı tedaviye eğilim gösterilmesi, psikonöroimmünoloji ile ergoterapi gibi aktivite temelli terapi süreçlerini bir araya getirir. Klinik pni (cPNİ) terapisti hastalığın oluşum mekanizmasını sorgulayarak çevresel etkilerin bu mekanizmalar üzerindeki sonuçlarını araştırır. Vücuttaki enflamasyonu azaltmak, enerjinin en az kullanıldığı organlara daha fazla enerji dağılımı sağlamak, kriz anlarında fazla çalışan sempatik sinir sistemi aktivasyonunu düzene sokmak amaçlarıyla tedavi sürecini planlar.

PNİ, psikonöroimmünoloji alanında yeterliliklere sahip uzman kişi tarafından bir çok hastalığın tedavi sürecinde yardımcı yöntem olarak kullanılır. Bağışıklık sistemi hastalıkları, depresyon, beslenme bozuklukları, kas iskelet sistemi hastalıkları, deri hastalıkları, migren, diyabet, astım, alerji, MS gibi hastalıkların tedavisinde etkili olabilmektedir. Bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi ve immün sistemin baskılanmasına sebep olan problemlerin ortaya konulması ve anlaşılabilmesi açısından, bir tedavi yöntemi olmasının yanı sıra son zamanlarda hızla gelişim gösteren ve akademik makalelere konu olan önemli bir araştırma alanıdır.

Yazının devamı...

Psikonöroimmünoloji Nedir, Kimlere Uygulanabilir?

Psikonöroimmünoloji; zihinsel rahatlama sonucu (stresin azaltılması ve ortadan kaldırılması) sonucunda bedensel bir takım sorunların üstesinden gelinmesi esasına dayanır. PNI bu doğrultuda uygulanan özel bir terapi yöntemidir. Tamamen kişiye özel olarak gerçekleştirilen PNI, tüm dünyada yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir.

PNI terapi pek çok farklı vakaa için uygulanabilir ancak temelde; sinir sistemi, sindirim sismtemi ve hormon dengeleri ve insan psikolojisi arasındaki ilişkiye odaklanmaktadır. Rahatsızlığın başlangıcı, kronikleşme aşamaları, özetle serüveni üzerine tespitlerde bulunan PNI, başta stres olmak üzere, anksiyete, korkular, gerginlik, öfke patlamaları, kalp hızının ve kan basıncının artışı, terleme ve benzeri durumların fizyolojik olarak insanda oluşturduğu etkilere odaklanır ve olumsuzlukların kısmen ya da tamamen ortadan kaldırılması için çalışır.

Öte yandan PNI terapi yöntemi; bağışıklık sistemi organlarını donatan sinirlerin oluşturduğu fiziksel bağlantılar ve interlökinler, nörotransmitterler ile hormonları içeren moleküler bağlantıları esas alarak değerlendirmelerde bulunur.

PNI Terapinin Uygulama Alanları
PNI terapi çalışmalarının büyük kısmı; stres yönetimi ya da stres azaltıcı amaçlar doğrultusunda immün fonksiyonları ya da immün sistemindeki strese bağlı değişikliklerin düzeltilmesiyle ilişkilidir. Temelde bu durumla ilişkili sorunlarda PNI Terapi yöntemine başvurulur; Depresyon başta olmak üzere, kilo kontrolü, kronik uykusuzluk ve yorgunluk gibi durumları için etkin bir yöntem olduğu söylenebilir.

Bunların yanı sıra;
İnsülin Direnci
Polikistik Over Sendromları
Romatoid Artrit
Ankilozan Spondilit
Diyabet
Gastrit
Multiple Skleroz
Astım
Alerji
Ülseratif Kolit
Sedef
Egzama
Migren
İrritabl bağırsak rahatsızlıkları

PNI terapi yardımcı bir yöntemdir ve mutlaka alanında uzman kişiler tarafından gerçekleştirilmelidir. PNI terapinin bir yardımcı yöntem olduğu unutulmamalıdır. Mutlaka uzman hekim tavsiyesi ile PNI terapi uygulama ihtisasına sahip kişiler tarafından yapılmalıdır.

PNI Aynı Zamanda Özel Bir Araştırma Alanıdır
PNI bir terapi yöntemi olmasının yanı sıra TIP alanında pek çok farklı konuyla ilgili de özel bir araştırma alanı olarak literatüre katkı sağlamaktadır. Kanser vakaları ve bağışıklık sistemini baskılayan durumların tespiti ve bağışıklık sistemini güçlendirecek yöntemlerin keşfinde de yardımcı bir yöntemdir. PNI ayrıca; biofeedback ve stresi azaltma konusunda da TIP dünyasına büyük katkıları mevcuttur.

Yazının devamı...

Bu Terapi Metodunu İlk Defa Duyuyorsanız Muhtemelen Bugüne Kadar Yanlış Beslendiniz!

PNİ Terapi, Oruç, Egzersiz ve Kilo
Fazla kilolardan kurtulmak ve fit bir görünüşe kavuşma arzusu kilo problemi yaşayan herkes için olduka önemli. Kilolarla mücadele problemi sadece fazla kilolu kişiler için değil bilim insanları için de üzerinde çalışılması gereken bir araştırma konusu. Egzersiz ve diyetlerin yanı sıra son dönemde hızla yayılan Intermittent Fasting ve PNI Terapi yöntemi önemli iki alternatifi oluşturuyor. Bu arada bir konuyu düzeltmekte fayda var ; PNİ terapi bir zayıflama metodu değil Dünyada bir çok tıp camiası tarafından kullanılan ve kanıt düzeyi yüksek bir terapi metodudur. Bağışıklık sistemini destekleyici bir beslenme, genetiğe uygun beslenme, evrimsel geçmişimize yönelik beslenme vs. sistemide denilebilir en sade şekliyle. Açılımını psikoloji, sinir sistemi ve immün dediğimiz bağışıklık sisteminin bütünlüğü oluşturur.

Fazla kilolarla mücadele konusunda araştırmalar yapan Dr. Michael Mosley’in The Fast Diet Book (Hızlı Diyet Kitabı) kitabı yayınlandığı ilk günden bugüne Intermittent Fasting(Aralıklı Oruç) yöntemi bu alandaki en etkin yöntemlerden biri olarak adından sıkça söz ettiriyor. Aslında Türkçe’ye aralıklı oruçşeklinde geçmiş olsa da yöntemin daha doğru çevirisi “Aralıklı Sıkı Diyet” olarak düşünülebilir.

Klinik PNİ Terapide Beslenme Nasıl Olmalıdır?
Klinik PNİ’da aralıklı sıkı diyet yönteminin pek çok farklı uygulaması bulunuyor ama en çok tercih edileni 5:2 olarak bilineni; haftanın 5 günü normal kalori ihtiyacı kadar beslenmek ancak 2 günü sıkı bir diyet programına tabii olmak esasına dayanıyor.

Diyet yapılan günler saatlere bölünüyor ve belirlenen saatlere göre beslenme ve egzersiz gerçekleştiriliyor. Ancak söz konusu oruçdiyetinde hedef sadece aç kalmak değil, diyet kapsamında egzersiz de yapılması gerekiyor.

Örneğin;

· Saat: 07:00 – 11:00 arası: Hiçbir şey yememe

· Saat: 11:00 – 12:00 arası: Egzersizzamanı

· Saat: 12:00 – 18:00 arası: Yemek yeme zamanı

· Saat: 18:00 – 23:00 arası: Aç kalma

· Saat: 23:00 – 07:00 arası: Uyku zamanı

Söz konu program kapsamında diyete başlanılan haftanın 3. ve 5. Gününde uygulanıyor. Bu zaman aralıkları veya günler tamamiyle esnek davranılabilir çünkü tıpta hormetik dediğimiz Söz konu program kapsamında diyete başlanılan haftanın 3. ve 5. Gününde uygulanıyor. Bu zaman aralıkları veya günler tamamiyle esnek davranılabilir çünkü tıpta hormetik dediğimiz toksik ajanların vücuttaki uyumunu şaşırtmada oldukça geçerli ve etkin bir yöntemdir. Zira Klinik PNİ terapide bu şekilde yorumlar.

Psikonöroimmünolojik Terapi ve Egzersiz

Psikonöroimmünolojik terapi yöntemi de kilo kontrolü konusunda yardımcı yöntemlerden biri. Söz konusu yöntem Psiko-Nöro-İmmunoloji (PNI) şeklinde adlandırılıyor.

PNI terapi; sinir sistemi, sindirim sistemi, hormonlar ile insan psikolojisi arasındaki bağlantıyı araştıran bir yöntem. PNI terapi yöntemi; zihinsel durumun bendensel tüm sorunlarla bağlantılı olduğunu ve zihinsel rahatlamanın sağlanmasıyla bedensel sorunların da üstesinden gelinebileceğini savunur. Tüm bedensel ve zihinsel sorunların baş nedenini ise strestir.

Söz konusu terapi yönteminde kişilerin; kilo kontrolünü sağlamak için; biyolojik durum, stres ve kişilik problemleri, sosyal çevre (aile, iş yaşamı) ile olan etkileşim değerlendirilir. Kilo kontrolü yalnız başına beslenmeyle veya PNİ terapi ile değil tabikide egzersiz ile kombine edilerek sağlanır. Multidispliner çalışma ilkesinin asla atlanamayacağı bu terapi metodunda muhakkak klinik PNİ terapisti ünvanına sahip; fizyoterapist, diyetisyen, doktor, psikolog vd. gibi diğer sağlık profesyonelleri ile iletişim halinde olunması gerekebilir ve gereklidir. PNİ terapinin kişiye uygunluğu için muhakkak değerlendirme gereklidir. Kronik bir rahatsızlığının olması, takibi yapılan mevcut bir beslenme veya egzersiz programının olması gibi farklı faktörler terapi yönünü ve uygunluğunu değiştirebileceği için değerlendirme sonrasında kişilere uygun biçimde; PNI terapi uygulanmalıdır.

Herkese sağlıklı günler.

Yazının devamı...

Egzersiz Vücutta Ne Yapıyor?

Aerobik Egzersiz Vücudunuza Gerçekte Ne Yapıyor?
Artık herkesin ezberlediği bir gerçek var; sağlıklı ve uzun bir yaşam için vücudumuza iyi bakmamız şart. Bu da çok kapsamlı bir özen gerektiriyor. Sadece sağlıklı beslenmek, zararlı alışkanlıklardan uzak durmak, stresten kaçınmak yetmez; egzersizi de hayatımızın vazgeçilmezi yapmalıyız. Ancak egzersiz yapmak denilince kafalarda birçok farklı şey canlanıyor. Bu yazımızda sizlere aerobik egzersizden ve vücudunuza yaptığı faydalardan bahsedeceğiz. Aerobik egzersiz denilince anlaşılan birçok şeyin eksik olduğunu, gerçeklerin aslında bambaşka olduğunu göreceksiniz.

Aerobik Egzersiz Doğal Glutamin Takviyesi Yapmanızı Sağlar
Düzenli olarak egzersiz yapmaya başladığınızda vücudunuzdan hemen zayıflayıp incelmesini, yağları yakıp yerine kasları koymasını beklersiniz. Ama süreç gerçekte böyle işlemez. Egzersiz kilo vermek ya da sıkılaşmak, moda tabirle “fit görünmek” için yapılan bir şey değildir. Aerobik egzersiz yaptığınızda nefes alışverişinizden kas yapınıza, akciğerinizden kalbinize tüm vücudunuz ve organlarınızda birçok şey değişime uğrar.

Öncelikle aerobik egzersizin aslında ne olduğuna bakarak başlayalım. Aerobik egzersiz metabolizmanın çalışma hızını artıran, kalp, akciğer gibi hayati organların güçlenmesini sağlayan egzersiz türleridir. Örnekleyecek olursak; Kardiyo, yürüyüş, bisiklet gibi aktif yaklaşımlar aerobik egzersiz kapsamına girer. Kalp atışını ya da nefes alış verişini zorlamazlar ve uzun sürelidirler.

Uzun süreli olmaları aerobik egzersizi şiddetli efor sarf edilen diğer egzersizlerden ayırır. Bunun da vücuda glutamin, sistin ve glutatyon oluşumunda olumlu olarak etki eder. Bu terimleri ilk kez duymuş olabilir yada bir şekilde aşina olmuş olabilirsiniz. Burada bizler için önemli olan ve bilmeniz gereken bu terimlerin sağlıklı vücuda sahip olabilmemiz için oldukça önemli olmasıdır. Yoğun egzersiz ya da yetersiz beslenmeden sonra glutamin endeksiniz düşer. Bu da bağışıklık sisteminizi ve kas gücünüzü olumsuz etkiler. Glutamin kas dokumuzu koruyan, bağışıklık sistemimizi güçlendiren amino asitlerdir. Bilinçli yapılan aerobik egzersiz, glutamin endeksinizi kesinlikle düşürmez, hatta oluşumuna katkı yapar. Bu da vücudunuzun kas kaybı, protein eksikliği gibi sıkıntılarla boğuşmasını önler. En büyük organımızın kasımız olduğunuda varsayarsak aslında aerobik egzersiz sırasında ve sonrasında vücutta açığa çıkan hayati öneme sahip amino asitlerin ne kadar değerli olduğunu daha iyi anlamış oluruz. Hemde bu aminoasitlere sadece hareket ederek ulaşmak varken !

Antioksidan, Sistin ve Glutatyon Seviyelerinizi Aerobikle Koruyun
Aerobik egzersizle birlikte vücudumuzda oluşan bir diğer olumlu şey ise antioksidanlardır. Antioksidanlar bizi yaşlılığa ve kanser gibi ölümcül hastalıklara sebebiyet veren serbest radikallerden korur. Antioksidan vücudumuzda doğal yolla üretilmekle birlikte üretimi 25 yaşından sonra azalma göstermektedir. Bunun önünde doğru beslenme ve doğru egzersizle geçebilmek mümkün. Şiddetli aktivite içeren spor ve egzersizler antioksidan seviyesine olumsuz etki eder, aerobik egzersiz antoksidan seviyesini artırmaya yardımcı olur.

Glisin diye bilinen glutatyon ve sistin diye bilinen bir diğer önemli aminoasit de yaşam ömrünü uzatan güçlü aminoasitler arasında yer alırlar. Sağlıklı beslenmeyle takviye edilen aerobik egzersizin glutatyon üretimi üzerindeki olumlu etkileri üzerine psikonöroimmünolojide birçok araştırma mevcut ve tıptaki kanıtı ıspatlanmıştır.

Kendinize Bütüncül Yaklaşın, Psikonöroimmünolojiyi İhmal Etmeyin
Egzersiz dahi olsa insan vücudunun bütün bir parçadan oluştuğunu asla unutmayın ve kendinize bütün yaklaşın. Psikonöroimmünolojik egzersiz bakış açısını sizlerde kazanın. Artık aerobik egzersiz denilince akıllara müzik eşliğinde mat üzerinde jimnastik hareketleri yapmak gelmemeli. Aerobik egzersiz yaşam ömrü üzerinde dahi etkisi olan, bilimsel araştırmalarla sindirim ve bağışıklık sistemini, kalp ve akciğer sağlığını, damarları, kan dolaşımını ve kas gücünü etkileyen son derece önemli ve holistik bir uğraştır. Ve her holistik yaklaşım gibi sadece fiziksel değil psikolojik etkileri de göz önünde bulundurulmalı ve mutlaka psikonöroimmünolojik yaklaşımla ele alınmalı. 1950’lerden bu yana bir bilim dalı olarak insanlığa hizmet sunan psikonöroimmunoloji, insanı bağışıklık, sinir, sindirim, hormonel ve psikolojik sistemleriyle tüm bir bütün olarak ele alır. Holistik yaklaşım tam olarak bunu ifade eder ve aerobik egzersiz de bu yaklaşımın önemli yapı taşlarından biridir.

Fzt. Ahmet Burak SEZGİN

Yazının devamı...

Gezici Ağrılarınız Size Ne Anlatıyor ?

Vücudumuz bizimle hiç durmadan konuşur. Biz ise bu sürekli iletişimin farkına ender zamanlarda varırız. Sağlığımızla ilgili sürekli bize bilgi ileten bir ulak, bir nevi alarm sistemi işlevi gören bir sinyal vardır ki biz buna ağrı diyoruz. Bu ağrıların alarm vazifesini görmek için bazen vücudumuzda seyahate çıktıkları da olur. Ağrı hissetmek çoğunlukla “normal” bir durumdur. Ağrılarınızın vücudunuzda gezindiğini hissediyorsanız ağrıların size ilettiği mesaj birçok farklı bilgi içeriyor olabilir.

Vücudumuzun gezgin ulakları ağrılar, birçok sebepten kaynaklanıyor olabilir. Ama ondan önce tespiti doğru yapabilmemiz için ağrının Uluslararası Ağrı Teşkilatı Araştırmaları tarafından 1979 yılında yapılmış tanımına bakalım: "Ağrı, vücudun herhangi bir yerinden kaynaklanan, organik bir nedene bağlı olan veya olmayan insanın geçmişteki tüm deneyimlerini kapsayan, hoş olmayan bir duyudur".

Her şeyden önce ağrının kaynağını doğru tespit etmek gerekir. Herhangi bir yaralanma, kaza ya da ağır hastalık evresinde değilseniz gezici ağrılarınızın size ilettiği mesajları doğru okumak için gündelik rutinlerinize bakmanız yerinde olacaktır. Bir gün kolunuzda olan ağrı diğer gün bacaklarınızda kendini hissettiriyorsa belki de postür bozukluğundan mustaripsinizdir. Ya da boynunuzdan gelen ağrı sinyalleri birkaç gün sonra sırtınıza geçiyorsa iş ve stres yükü altında boğuluyor olabilirsiniz. Ağrılar sağlığımız için bir tür alarm niteliğindedir ve vücut içerisinde seyahat ederek sinyallerini güçlendirmeyi severler.

Gezen Ağrılarınızın Sebebi Bir Çok Problem Olabilir

Bir rahatsızlık üzerinden örnek verecek olursak ; Fibromiyalji kendini bedensel ağrılarla hissettiren ancak temelinde psikosomatik rahatsızlıkların yattığı kronik yaygın kas iskelet sistemi ağrısına verilen addır. 1992 yılında WHO (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından hastalık olarak tanınan fibromiyalji genellikle yoğun stres, anksiyete bozuklukları gibi psikiyatrik bulgularla ortaya çıkar ve erkeklere oranla kadınlarda çok daha yaygın şekilde gözlemlenir. Serotonin eksikliği, kaygı, uyku bozuklukları gibi belirtileri de taşıyan fibromiyaljinin tanısı için ilgili uzman hekim tarafından hastanın üç aylık öyküsü dikkate alınır. Eğer üç aydır özellikle bel çevresinde yoğunlaşan gezici ağrılarınız varsa bir doktora görünmenizi öneririm. Bu noktada doktorunuzun da önerileri doğrultusunda fizyoterapi, psikonöroimmünoloji ve son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz BDT (Bilişsel Davranışçı Terapi) gibi terapi metotlarıyla psikosomatik rahatsızlıklarınızla birlikte gezici kas ağrılarınızdan kurtulmanıza yardımcı olacaktır. Çünkü konumuzun başlığındanda anlaşılacağı üzere ağrılarımız bizlere bir çok şeyin bir arada olabileceğini anlatmaya çalışıyor olabilir.

Sağlıklı günler.

Fzt. Ahmet Burak SEZGİN

Yazının devamı...

Siz de Oyun Bağımlısıysanız Bu Yazıyı Okumak Size Çok Şey Kazandırabilir

Hangi sıklıkla bilgisayar oyunu oynuyorsunuz ve gününüzün ne kadarını oyun oynamaya ayırıyorsunuz? Cevaplarınız her gün ve saatlerce ise Dünya Sağlık Örgütü sizi uyarıyor; akıl hastalığının sınırına gelmiş olabilirsiniz. Bu noktada oyun bağımlılıkları akıl sağlığını etkilemeyle birlikte; uzun süreli yanlış oturmalardan dolayı ortaya çıkan postür ( duruş ) bozuklukları da akıl sağlığı kadar önemlidir.

Hastalıkların ve sağlık sorunlarının uluslararası kodlama ve sınıflama standardının belirlendiği Uluslararası Hastalık Sınıflandırması, sağlık sektörü ve sağlık istatistikleri alanında dünya çapında kullanılan kodlama dizgesidir. Sınıflandırma belirli aralıklarla güncellenir ve sonuçlar Dünya Sağlık Örgütü’nce yayımlanır. En son 1990 yılında güncellenen rapor bu sene bir kez daha güncellenecek ve listede hepimizin hayatına bir şekilde temas etmiş olabilecek, görünüşte “masum” bir alışkanlık da yer alacak.

Çağımızın En Tehlikeli Bağımlılığı: Bilgisayar Oyunları

Teknoloji bağımlılığı çağımızın hastalığı. Hepimiz telefonumuzdan, internetin başından bir an ayrılsak zamanın gerisinde kalacakmışız gibi çılgın bir paranoyaya kapıldık. Her an dünyanın her yerindeki en ufak esintiden haberdar olmak, bunları insanlarla paylaşmak isteğindeyiz. Bunlar işin sosyal medya arızaları. Birçoğumuzda belki daha da tehlikeli bir bağımlılık mevcut: Oyun bağımlılığı. Daha tehlikeli çünkü diğer sosyal medya bağımlılıkları gibi en azından dış çevreye kapanmayan, etkileşime açık bir yapısı yok. Aksine tamamen soyutlanılan, gerçeklikten koparıp oyun dünyası için kurulmuş alemlerde yaşatan, insanı saatlerce sağlıksız atıştırmalıklarla beslenip hareketsiz oturmaya teşvik eden bir sosyal durum bozukluğu. Aşırıya kaçan oyun oynama süreleri sadece zihinsel ve ruhsal açıdan bozulmalara yol açmıyor, ayrıca bedensel hareketleri minimuma indirerek birçok fiziksel probleme de zemin hazırlıyor. Yani sorun her zaman olduğu gibi holistik. Uzun saatler boyunca rahatsız pozisyonlarda, yanlış oturma şekilleriyle ekran başında kalan insanlarda postür (duruş) bozukluklarının oluşması kaçınılmaz. Bunun devamında da fıtık, kamburluk, kronik bel ağrıları, boyun düzleşmeleri vb. gibi hastalıklar var. Vücudumuz direği omurgamız. Ben bunu adeta ana trafo olarak adlandırıyorum. Vücudumuzunda bir elektrik sistemi olduğunu varsayarsak oyun bağımlılığından ötürü ortaya çıkan uzun süreli oturma omurgamızı yani ana trafoyu etkileyecek ve bir çok bozukluğun veya sebebi bulunamayan hastalıkların ortaya çıkması olağanlaşacaktır.

Bir klinik psikonöroimmünolok adayı ve öğrencisi olarak değerlendirdiğinde ise oyun bağımlıklıkları oluşan mekanik ve fizyolojik bozukluklarla bilrlikte aslında hiç masum değil ve sonu ölümle bile sonuçlanabilecek tehlikeli bir yolculuk.

Geçtiğimiz aylarda yazılı ve görsel basında sık sık karşımıza çıkan Mavi Balina haberlerini görmüşsünüzdür. Emirlerin sorgusuzca uygulanmasıyla ilerleyen sözde oyun, son emirle birlikte çocukları intihara sürüklüyordu. Ancak oyun bağımlılığının kötü etkilerini görmek bazen Mavi Balina örneğindeki kadar açık olmuyor maalesef. Uzun süreli masa başı oturmaların oyun gibi ruhsal bağlılıklarla seyretmesinin altında yatan gizli tehlikenin bozulan postür ( duruş ) bozukluklarıyla birlikte ileri yaşlarda oluşacabilecek bir çok hastalığın kapısını araladığını asla unutmayın.

Fzt. Ahmet Burak SEZGİN

Yazının devamı...

Fıtık Değil Duruş Bozukluğudur O

Postür, iskelet sistemimizin doğru dizilişi yani vücudumuzun kol, bacak, boyun gibi unsurlarının birbirleriyle dengeli bir dizilim oluşturmasıdır. Halk dilinde “doğru dur”, “dik otur” gibi uyarılarla karşımıza gelen postur bozuklukları kamburluk ya da fıtığa dönüşmeden mutlaka bir fizyoterapist tarafından değerlendirilmelidir.

Duruşumuz, hakkımızda olumlu ya da olumsuz bir ilk izlenim oluşturmada görünüşümüz kadar önem taşır. Kamburlaşmış bir sırt, düşük omuzlar ve eğik bir boyun, karşı tarafa güvensiz bir insan izlenimi yaratacaktır. Dahası iskelet sistemimizin bu yanlış duruşu nefes alışımızdan ağrılara birçok konuda olumsuz sinyallere dönüşür. Postür yanlışlarından kurtulmak için holistik ( bütüncül ) yöntemler içeren bir fizyoterapi programı görmek en kalıcı çözümdür.

Bel ve boyun ağrılarımızı genelde fıtığa yormak gibi bir eğilimimiz olur ancak uzun süre masa başında kamburumuz çıkmış şekilde oturduğumuz, aşırı stres altında ezildiğimiz ya da yanlış yastık kullandığımız aklımıza gelmez. Oysa çözüm doğru duruş alışkanlığı edinmeye ve bilinçli egzersize bağlı. Tabii öncesinde bir fizyoterapiste görünmelisiniz.

Omurga Eğriliği Bütüncül Yaklaşımla Düzeltilebilir
Omurga eğriliğinin birçok sebebi olabilir. Bu sebepler illa fiziksel de olmak zorunda değil, psikolojik olarak kendini kötü hisseden, stres ya da anksiyeteden mustarip kişilerde de duruş bozukluğuna rastlanır. Klasik fizyoterapi genelde dar bir alanda insan bedeniyle ilgilenerek postür sorunlarını çözme yoluna gider. Ancak holistik ( bütüncül ) bakış açısına sahip bir fizyoterapist duruş sorununun birçok kaynaktan gelebileceğini bilir ve kişiye bütüncül bir yaklaşımla iyileşme seçeneği sunar.

İnsan Bedeninde Bir Harmoni Yaratmak
Hipokrat, sağlıklı olmayı yaşam süreçlerinin harmonisi şeklinde tanımlar. Holistik fizyoterapi de tam olarak bir insan bedeninde bir harmoni yaratarak, postür bozukluklarını ve sebep olduğu hastalıkları tedavi etmeyi amaçlar. Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlık için yaptığı tanım; “insanın, ruh, beden, akıl ve sosyal yönden tam bir iyilik hali”ni ifade eder.

ABD’de 1978 yılında Holistik Tıp Birliği kurulmuş, o günden bu yana tüm dünyada gerek tıp fakültelerinde gerekse hastane ve kliniklerde holistik tedavi yöntemleri etkisini artırmıştır. Türkiye’de de bu alanda eğitim veren okulların yanı sıra holistik uzmanlar ve klinikler mevcuttur.

Duruş yanlışlığından kaynaklı ağrıları hemen fıtık diye etiketleme yoluna giden yaklaşımın yerini ; hastayı psikolojik, anatomik ve sosyal yönden bütün olarak inceleyen fizyoterapinin alması ve metotların tüm Dünyada olduğu gibi "Kanıta Dayalı Tıp" içerisinde olması en kalıcı iyileşme için en doğru adım olacaktır.

Fzt. Ahmet Burak SEZGİN

Yazının devamı...

Bağırsakların Kadar Sağlıklısın

İkinci beyin ya da duygusal beyin olarak adlandırılan bağırsak, sindirim sistemimizin başlıca organı ve sindirim sistemimiz de vücudumuzun bağışıklık sisteminin en önemli belirleyicisi. Böyle olunca bağırsak floramızın önemi apaçık ortaya çıkıyor. Flora örtü demek, bağırsak florası da basitçe ifade edersek; bağırsaklarımızda yaşayan organizmaların oluşturduğu örtüdür. Sağlıklı bir vücut için beslenmenin önemi yadsınamaz. Son yıllarda artan bilinçlenme ile insanlar daha sağlıklı beslenmeye karşı eğilim göstermekte ama bu ne kadar yeterli henüz belirsiz. Sağlıklı bir birey olmak, dönem dönem gelen ve bir süre sonra kaybolan sağlıklı yaşam şevki ile değil, hayatımızın her anına yerleştireceğimiz tutarlı ve sürdürülebilir holistik yaklaşımla mümkündür.

Sağlık İçin İki Şart: Psikonöroimmünoloji ve Doğru Beslenme

Yeni bir metot olarak kendini kabul ettiren psikonöroimmünoloji, insan vücudunun sinir ve bağışıklık sistemi ile psikolojik süreçler arasındaki etkileşim üzerine çalışır. Holistik yaklaşımda beslenme ve psikonöröimmunoloji, ayrılmaz bir bütündür. Zayıf bağışıklık sisteminin ardında yatan sebepler için sadece yetersiz beslenmeye bakarsak hatayı bulmamız zorlaşır. Psikolojimize baskı uygulayan, ona zarar veren etmenleri de açığa çıkarmalı ve bütüncül yaklaşımla ruhen ve bedenen sağlıklı olmanın yollarını aramalıyız.

Bağırsak mikrobiyatasını kontrol altına alın

Bilinçsiz antibiyotik kullanımı, stres, fast-food tarzı beslenme gibi faktörler bağırsak mikrobiyatasına zarar verir. Vitamin ve minerallerin sindirimi, bakterilerle savaşım gibi bağşıklık sisteminde önemli görevleri olan mikrobiyatanın yanlış beslenme ya da psikonöroimmünolojik sorunlar sebebiyle zayıflaması bizi hastalıklara açık hala getirir. Bu nedenle hem stres, radyasyon gibi olumsuz etmenlerden uzak durmalı hem de enginar, kuşkonmaz, muz gibi prebiyotik içeriği yüksek besinleri tüketmeliyiz. Ayrıca yoğurt, kefir, lahana turşusu gibi probiyotik içerikli yiyecekleri de beslenmemizden eksik etmememiz, işlenmiş şeker ve gıdalardan ise mutlaka uzak durmamız gerekiyor.

Güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmak hafif bir nezleden amansız hastalıklara kadar her konuda elzemdir ve bunun yolu sadece bedeni değil ruhu da doğru beslemekten geçer. Sağlığınızı kaybetmemek için mutlaka kendinize bütüncül bir bakışla yaklaşın. Terapistinizin aynı zamanda psikonöroimmünolog olması size önerdiğimiz holistik çözümü getirecektir.

Fzt. Ahmet Burak SEZGİN

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.