SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Onaylanma ihtiyacı neden olur, nasıl çözülür?

Onaylanma ihtiyacı kişinin ilişkilerinde önemli bir yere sahiptir. Fakat bu konuda dengeli olmak gereklidir. Kişinin onaylanma isteği yüksek ise geri bildirim alma kaygısıyla yapmak istediği şeyleri yapamayabilir.

Başkalarının ne dediğini aşırı önemseyen bireylerde onaylanma ihtiyacı fazladır.

Kendine güven eksikliği ne kadar fazla ise onay beklentisi de o kadar fazla olur.

Kişi çocukluğunda ebeveynlerinden yeterli onayı almadıysa, yetişkinliğinde bunu telafi etmek için diğer insanlardan onay almaya çalışır. Oysa yetişkinler diğer insanların onayı olmadan da yaşamlarını devam ettirebilirler. Bireyin kendi hakkındaki düşünceleri, başkalarının onun hakkındaki düşüncelerine göre değişmemelidir.

Onay beklentisi olan kişiler başarısız olmaktan korkar, eleştiri yapıldığında sarsılırlar. Fakat hiçbir insan mükemmel değildir.

Giyecekleri kıyafetleri, kararlarını ve yapacakları işleri başkalarına danışırlar.

Başkalarının iltifatlarına bağımlı hale gelirler.

Onaylanma ihtiyacı duymak bizim toplumumuzda genellikle çocukluğa dayanıyor.

Birey ailesi ve çevresi tarafından başkalarının onun hakkında ne düşündüğü önemsenerek yetiştiriliyor.

Çocuklukta anne babadan, öğretmenden sevgi, kabul, şefkat ve onay alamayanlar yetişkin olduklarında bu konuda sıkıntı yaşayabilirler. Yetişkinliklerinde başkalarının onayını alarak bunu telafi etmeye çalışırlar.

Çocuğunun hatalı davranışlarında onu aşırı eleştiren, doğru davranışlarını görmezden gelen ve desteklemeyen aileler de yetişkinlikte kişinin aşırı onay beklentisi içinde olmasına sebep olabilir. Bu kişi çevresinde genellikle onu onaylayan kişileri tutar. Onaylanmak için gerçek duygularını bastırabilir. Onay alamadığında sevilmeme ve değersizlik hisseder depresyona girebilir.

Çoğu ilişkide onaylanmama yüzünden tartışma ve sona erme görülebilir. Oysa kişiyi onaylamayan, olumsuz davranan birinin düşünce tarzı farklı olabilir.

Hata yapmaktan korkan, baskı altında büyümüş kişiler diğerlerinin onayına daha fazla ihtiyaç hissederler.

Ebeveynler devamlı çocuğun yerine kararlar aldıysa, çocuk büyüdüğünde de karar verirken onaya ihtiyaç duyar.

Onaylanma ihtiyacı kişiyi diğerlerinin düşüncelerine karşı aşırı duyarlı yapar. Böylece sürekli onay beklentisi içinde olur. Diğer insanların esiri haline gelir.

Onaylanma bireyin değerini belirten bir ölçek değildir.

Kişi kendisine olumsuz davranan, onaylamayan bir insanın düşünce şeklinin kendisinden farklı olabileceğini unutmamalıdır.

Herkesin onu onaylamak zorunda olmadığını bilmelidir.

Sürekli onay beklentileri içinde olan bir haliniz varsa bunun değiştirilmesi gereklidir.

Kişinin onay beklentisi içinde olması konusunda kendini ya da başkalarını suçlaması çözüm değildir.

Hipnoterapi - psikoterapi ile bireyin çocukluğunda ya da geçmişinde onaylanma ihtiyacına sebep olan olaylar, başkalarının davranışları ya da durumlar bilinçaltı düzeyde ortaya çıkarılarak anlamlandırılır ve çözümlenir.

 

Uzman Psikolog Yasemin Aydoğdu

bilgi@yaseminaydogdu.com.tr

Yazının devamı...

Sağlıklı beslenme takıntısı

Sağlıklı beslenme takıntısı, sağlıklı besinlere karşı duyulan aşırı zihinsel meşguliyettir. Buradaki amaç kişinin sağlığı için kendine dikkat etmesidir. Birey takıntılı duruma geldiğinde, yemeğin miktarı ve lezzeti ile ilgili değil de sağlıklı bir yemek olup olmadığıyla ilgilenir. Kişinin amacı zayıf olmak değildir. Kendini şişman hissetmez. Beslenmesi mükemmel olursa her şeyin iyi olacağını düşünür.

Birey yediği yiyeceklerin hepsini aşırı derecede kontrol eder. Yiyeceklerin kalitesine önem verir. Yiyecek satın alırken içinde koruyucu madde, boya vs. olup olmadığına bakmak için ürün ambalajını uzun süre inceler. Gıdaların katkısız olmasına abartılı şekilde önem verir.

Yemeği pişirdiği tencerenin malzemesine karşı da takıntılı olabilir.

Sağlıklı yiyeceklerin bulunmadığı ortamda aç kalabilir. Restoranlardaki pişirme bölümünü görmediğinden dolayı, bu tip yerlere gitmemeyi tercih edebilir. Takıntılar fazlalaştıkça yiyebilecekleri çeşitlerin sayısı azalır ve dışarıda yemek yemekte zorluk çeker. Evde daha sağlıklı yemekler yaparak beslenmeyi tercih eder.

Sağlıklı beslenme takıntısı genellikle gelişmiş ülkelerde ve sosyo-ekonomik düzeyi iyi bireylerde ortaya çıkar. Çoğunlukla mükemmeliyetçi, takıntılı ve aşırı kontrolcü kişilerde görülür. Bu bireylerde sağlıklı beslenme, aşırı kaygıya sebep olur.

Bazen sağlıklı olmak için, bazen de hastalığından dolayı sağlıklı beslenmeyi tercih eder. Bu besinleri bulamayacağı sosyal ortamlardan uzak durur. Sağlıklı beslenme şekli vaktinin çoğunu alır. Kendisine uygun olmayan yiyecekleri satın almaz.

Vaktinin büyük kısmını sağlıklı besinlerle ilgili araştırmalar yaparak veya düşünerek geçirir.

Sohbetleri genellikle yiyeceklerle ilgilidir.

Yapacağı yemekleri birkaç gün önceden programlar. Yiyeceklerinin besin değeri, beslenme keyfinden daha mühimdir.

Yediklerinin kalitesi yükselirken hayat kalitesi azalır.

Yeme düzeni sosyal yaşamından uzaklaştırır.

Sağlıklı beslenme şeklinden uzaklaştığında suçluluk hisseder.

Besinlerle ilgili konularda hep endişelidir.

Sağlıklı beslenme normalde dikkat edilmesi gereken, sağlıklı olabilmemiz için lazım olan etkenlerden biridir. Fakat her şeyin aşırısı zararlıdır, bu durum takıntıya dönüşebiliyor.

Kişinin sağlıklı yeme kaygısı nedeniyle çoğu yiyeceği yaşamından çıkarması ve yetersiz beslenmesi, faydadan çok zarara yol açabilir.

Sağlıklı beslenme yaşamınıza zarar vermediği sürece bu durumda bir yanlışlık yoktur.

Sağlıklı beslenme takıntısı bedensel, psikolojik ve sosyal olarak zararlar verebiliyor. Mutluluğu da etkileyebiliyor. İnsanın kötü olduğunu düşündüğü yiyeceklerle beslenmesi kendinden nefret etmesine ve hayal kırıklığına uğramasına neden olabiliyor. Böylece kendine ceza verip daha katı beslenme şekline geçebiliyor.

Kişi internet, televizyon ve gazetelerden sağlıklı beslenme ile ilgili bilgileri devamlı takip eder. Marketleri dolaşarak organik ürün arar. Kendine güvenini beslenmesine bağlar. Bunlar kişinin yaşamına olumsuz etki eder.

Normalde kişinin besinleri sağlığı için tehdit edici ve zarar verici olarak görmemesi gerekiyor.

Bu kişilerin beslenme konusundaki düşünceleri gerçekçi değildir. Tamamıyla doğal olmayan yiyeceklerle beslendiğinde hasta olacağını, kilo alacağını düşünür. Bu tip düşünceleri olumlu düşüncelerle değiştirmek, sorunu çözmek için faydalı olacaktır.

Hipnoterapi - psikoterapi ile bireyde sağlıklı beslenme takıntısının oluşmasına sebep olan olaylar ve durumlar bilinçaltı düzeyde ortaya çıkarılarak anlamlandırılır ve çözümlenir. Olumsuz düşünceler, yeni ve olumlu düşüncelerle değiştirilir.

Uzman Psikolog Yasemin Aydoğdu

bilgi@yaseminaydogdu.com.tr

Yazının devamı...

Yalnız kalmaktan korkmak

Yalnız kalma korkusu, bireyin yalnız kalmaktan yoğun şekilde korktuğu psikolojik bir sorundur. Yalnızlıktan korkan birey normalde kendini ruh ve beden olarak güvende hissetse de, o anda tek başına ise kötü hisseder. Kişide korku ve panik gibi duygular görülür. Yalnız kaldığı zaman stresli olur. Yalnız uyumaktan, yalnız yemekten ve yalnız gezmekten rahatsız olur. Birey odasında yalnızsa, ışık ve ses yoksa uyumayla ilgili zorluk çekebilir.

Yalnızlık korkusunun belirtileri birey yalnız olduğunda görülür. Başına olumsuz bir durum geleceğini düşünür. Sürekli yalnız kalacakmış gibi fikirlere kapılır. Yakınlarını kaybetmekten korkar. Kısa süre yalnız kalacak olsa da yanında birisi olsun ister.

Yeterli arkadaş çevresine ve aileye sahip olsa da yalnız kalmaktan korkar.

Yalnız kalma korkusu olan bazı bireyler, çevresindeki insanlara yardım etmeye çalışarak yalnızlıklarından kurtulmaya çalışırlar.

Öğrenilen birçok toplumsal kalıplardan olan evlilik, çocuk, ikinci ve üçüncü çocuk, çoğu zaman yalnızlığı erteleme, yalnızlıktan kurtulma amaçlıdır. Bunların altında korku vardır. Yaşamın sorumluluğunu yalnız olarak almaktan oluşabilecek korkuları azaltacak diye düşünürler. Fakat bu çabaların güvencesi yoktur.

Kişi yalnız kalmaktan korktuğu için kendini başkalarıyla karşılaştırır ve yalnız olmadığını kendine ispatlamaya çalışır.

Kendi kendine yetemeyeceğini düşünür. Yalnız kalmamak için, hayatında biri olsun diye istemediği biriyle beraberliğini devam ettirebilir.

Karşısındaki insana karşı yoğun duygular hissetmese de ilişkisini sürdürür. Bu ilişki vakit geçtikçe sorunlu hale gelebilir. Çevresinde insanlar olsun diye, uygun olmayan kişilerle arkadaşlık kurabilir.

Yalnız kalma korkusu olan bireyler yaşamlarında devamlı diğer insanların yardımına gereksinim duyarlar. Bu yardımı alamayınca da bu süreçte yanında olmayan yakınlarına karşı öfkeli olurlar.

Çocukluk yaşantıları yalnız kalma korkusuna sebep olabiliyor. Anne baba ayrılığı, ağır hastalık geçiren yakınlar, çocuklukta yaşanan duygusal travmalar, şiddet görme, aldatılma, bir süre yalnız kalmak, uzun zaman aileden uzakta kalmak, yaşamın bir döneminde terk edilmek, yalnızlığı hiç yaşamamış olmak ya da yakını vefat etmiş çocuklarda yalnız kalma korkusu oluşabiliyor.

Yetişkinlikte ekonomik sıkıntılar yaşanması, iş hayatının stresli olması ve aile desteğinin olmaması da bu korkuyu tetikleyen sebeplerdendir.

Yalnız olmak diğer insanlarla yakın ilişkileri devam ettirebilmek için daha iyi fırsattır.

Kişi, yalnız kalma korkusunu yenmek için iyi vakit geçirebileceği etkinliklere ve sosyal gruplara katılabilir. Evdeyken kendini geliştirmek için uğraşabilir, tek başına şarkı söyleyebilir. Değişime açık olmalıdır. Kendindeki olumlu yanları düşünmelidir. Hobileriyle ilgilenmesi, yalnız kalabilme yeteneğini geliştirebilir. Vaktini insanların sürekli çevresinde olacağı şekilde planlamamalıdır.

Birey sorununu kendi kendine aşamayacağını düşünürse bir uzmandan psikolojik destek almalıdır.

Hipnoterapi - psikoterapi ile bireyin yalnız kalma korkusuna sebep olan olaylar ya da durumlar bilinçaltı düzeyde ortaya çıkarılarak anlamlandırılır ve çözümlenir.

Uzman Psikolog Yasemin Aydoğdu

bilgi@yaseminaydogdu.com.tr

Yazının devamı...

Yarım kalmışlık hissi

Zeigarnik etkisi yani yarım kalmışlık hissi, kişinin yarım kalan işlerinin ya da yaşantılarının zihninde oluşturduğu takıntıdır.

Yarım kalan, tamamlanmayan, kesintiye uğramış işler daha net ve kolay hatırlanır.

Gece uyumayı bile engelleyebilir.

Birey bir işi yapmaya başlayıp bitiremediğinde, başka bir işi yapmaya geçse de, yarım bıraktığı işle ilgili düşünceler zihninde döner durur. Bu düşünceler, kişiyi yarım bıraktığı işe dönmeye yönlendirir.

Sevdiğimiz bir tatlıyı yarıda bıraktığımızda da bu tatlı aklımızda kalabilir.

Eşinden ayrılan birey, onu unutamadığı için, evliliğin yarım kaldığını düşündüğü için sonrasında yeni kişilere kalbini açamayabilir.

Aniden gelen ayrılık, nedensizce sonlanan ilişki, beklenmeyen bir bitiş ve söylenmeyen son söz, bütün bunlar hep akılda kalma nedenidir.

Yarım kalan aşkların unutulmaması, dizilerin en heyecanlı yerinde kesilerek devamının haftaya bırakılması ve merak uyandırılması, devamı aklımıza gelmeyen bir şarkının bütün gün zihnimizde olması vs. zeigarnik etkisidir.

Kişi evinde henüz bitiremediği işini bırakıp arkadaşlarıyla yemeğe katıldığında, aklının bir kısmı evinde tamamlamadığı işe takılıp kalır ve bu düşünceden kurtulamaz. Dolayısıyla da arkadaşlarıyla vakit geçirmenin mutluluğuna ve keyfine varamaz.

Yarım kalan işle ilgili sorunumuzu çözdüğümüzde yaşamımıza daha rahat şekilde devam ederiz.

İşlerimizi bitirmeden tatile gittiğimizde bu işlerle ilgili düşünceler beynimizde dolaşır.

Alacağımız bir ürünün stoklarla sınırlı olduğunu duyduğumuzda, hevesimiz yarıda kalmasın diye onu alma isteğimiz artar.

Garsonlar ödenmeyen siparişleri daha iyi hatırlar.

Kişi bitirmek istediği bir işi yapana kadar zihninde daha iyi tutabilir. İşi bitirdikten sonra o işi unutma süreci başlıyor.

Birey beraberlik sürecindeyken, daha önceden o kişiyle yaşadığı ve çözemediği sorunları daha çok hatırlar.

Yarıda kalan ödevler, sonlandırılmamış tartışmalar, yarım kalan eğitim hayatı da zihni meşgul eder, hep akıldadır.

Günümüzde insanların en önemli problemlerinden biri olan stresin kaynağında da yarım kalan işlerin etkisi çok büyüktür.

Ödevini tamamlamayan öğrenci, aklı ödevinde kaldığı için oyun oynarken rahat edemeyebilir.

Öğrenci ders çalışırken kesintisiz çalışmak yerine kısa molalar vererek, molada başka şeylerle ilgilenip daha sonra çalışmasına devam ederse konuları daha iyi öğrenir, sıkılmamış olur ve çalışmayı bitirebilir.

Yaşamımızda yapamadığımız, söyleyemediğimiz ve beceremediğimiz şeylerin üzüntüsünü, pişmanlığını yıllar sonra bile daha net hatırlıyor ve unutamıyoruz. Bizi mutlu eden şeyleri hatırlamaktan daha çok, üzen olayları hatırlıyoruz. Beynimiz yarım kalan şeylerin tamamlanması ihtiyacını duyuyor.

Bazı sorunlarımızın kaynağı geçmişte yaşadığımız ve gerekli tepkiyi, karşılığı veremediğimiz aklımızdan çıkmayan olaylardır. Zaman geçse de, bu olaylar bilinçaltında kişiyi rahatsız etmeye devam eder.

İşleri mümkün olduğunca yarım bırakmamak gerekiyor. İşler sırayla yapılabilir ya da gereksiz işlerden vazgeçilebilir.

Birey, daha önce yarım kalan bir işinden dolayı diğer işlerini yapmak için harekete geçemiyor ve bu sorunu sürekli yaşayarak çözemiyor ise bir uzmandan destek alması gerekir.

Hipnoterapi - psikoterapi ile bireyin geçmişinde

yarım kalmışlık hissine sebep olan olaylar ve durumlar, bilinçaltı düzeye ortaya çıkarılarak anlamlandırılır ve çözümlenir.

Uzman Psikolog Yasemin Aydoğdu

bilgi@yaseminaydogdu.com.tr

Yazının devamı...

Madde bağımlılığı nedir?

Günümüzde madde kullanımı kişinin kendine, ailesine, yaşadığı çevreye ve toplumun geneline zarar veren bir halk sağlığı sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle ergenlik dönemi riskli bir dönem olarak tanımlansa da, insan her yaşta bağımlılık yapıcı bir madde ile tanışıp madde bağımlısı olabilir.

Sade bir dil ile ifade edecek olursak madde kullanımı, kişinin düşünce yapısı, duygu durumu ve davranışı üzerinde uyuşturucu ya da uyarıcı etkisi olan bağımlılık yapma riski bulunan bütün maddelerin kullanımının genel adıdır.

Ülkemizde maddelerin çoğunlukla uyuşturucu olarak adlandırılması, ciddi bir yanlış anlaşılmaya sebep olmaktadır. Bazı maddeler uyuşturucu etkileri için kullanılırken, bazı maddeler uyarıcı etkileri olarak kullanılır. Öte yandan alkol ve sigara kullanımının yasal oluşu da başka bir yanlış anlaşılmaya sebep olur. Alkol ve nikotin de, eroin ve kokain gibi bağımlılık yapma riski olan maddeler arasında yer alır. Maddelerin bağımlılık yapma riski ile ilgili bir yanlış inanış ise, doğal olan maddelerin bağımlılık yapmayacağı yanılsamasıdır. Özellikle esrar doğal madde sınıfına girse de, kimyasal işlemler sonucu bonzai olarak bilinen THC maddesi üretilir.

Herkes bağımlı olabilir. Dil, din, ırk, cinsiyet, yaş ve sosyo-ekonomik fark olmaksızın herkes bağımlı olabilir. Kullanılan maddenin türü, kullanım miktarı, kullanım şekli, bağımlı olma süresinde farklılığa sebep olsa da, kişi en sonunda kullandığı maddenin bağımlısı hale gelir.

Bağımlılıkta ilk aşama, maddelerin deneme aşamasıdır. Bu aşama “bir kereden bir şey olmaz” denildiği zamandır. Kişi bağımlı olmayacağını düşünerek, arada sırada madde kullanmaya başlar. İkinci aşama “maddeleri kontrol edebileceğini düşündüğü” dönemdir. Daha sonra “istersem bırakabilirim” der. Bu aşamada bazıları bırakabilir ve bazıları bırakamaz. Bırakamayanlar, kullanmaya devam ederler ve kontrolü tamamı ile kaybederler. Bırakabilenler ise, çoğunlukla tekrar kullanmaya başlarlar ve kontrolü kaybederler. Artık kişiler maddeleri değil, maddeler kişileri kullanmaktadır.

Bağımlılar herhangi bir uyuşturucu ya da uyarıcı etkisi olan bir maddeyi kullanmayı durduramayan, bırakmak isteyince bırakamayan kişilerdir. Bu bireyler bir kez madde kullanmaya başlayınca duramaz ve gittikçe daha çok artan dozlarda kullanma ve daha sık kullanmaya başlarlar. Bu durum zaman içinde kişilerin “iradesiz” olmakla etiketlenmelerine sebep olmaktadır. Halbuki bu bireyler tıbbi olarak beyin hastalığı olarak tanımlanan bir durum yaşamaktadırlar. Fizyolojik olarak doz artımı beyin kimyasında değişimlere sebep olmakta ve kişiler bedenlerinde hissettikleri yoksunluğu ortadan kaldırmak üzere daha çok kullanmak mecburiyetinde kalmaktadır. Mecburiyetin olduğu yerde iradeden, dolayısıyla bir seçimden bahsedilemez, kişi kendi seçimi dışında madde kullanmak zorundadır.

Peki madde kullanımı bütün bırakma girişimleri başarısızlıkla sonuçlanıyorsa, ne yapılmalıdır? Kesinlikle yardım alınmalıdır. Psikolojik/ruhsal destek ve ailenin de sürece dahil olduğu bir iyileşme ortamı oluşturmak, bağımlının en kısa zamanda iyileşmeye girmesiyle sonuçlanır. Bu süre kişiden kişiye değişiklik gösterse de, kendi tedavilerinde katılımcı olan bağımlıların belirli bir süre sonra iyileşmeye girdiklerini ve hayatlarını geri kazandıklarını biliyoruz.

Uzman Psikolog Yasemin Aydoğdu

bilgi@yaseminaydogdu.com.tr

Yazının devamı...

Anlaşılma ihtiyacımız

Her insan anlaşılmak ister. Anlaşılmak temel ihtiyaçlarımızdan biridir. Karşılanmayan ihtiyaçlar ise kişide strese sebep olur. Birey anlaşılmadığını düşünüyorsa kendini yalnız hisseder, kabul edilmediğine inanır.

Her insanda duygu ve düşüncelerini diğer insanlara anlatma isteği bulunur.

Birey, mutluluğunun, acılarının ve hislerinin yakınları tarafından anlaşılmasını ister.

Kişinin, çevresi tarafından anlaşılma ihtiyacı, dünyaya geldiği zaman başlar. Ağladığında duyulmak ister, annesiyle temas ettirildiğinde ise anlaşıldığını ve kabul edildiğini hisseder. Böylece kişinin kendisiyle ilgili olumlu ya da olumsuz algıları biçimlenmeye başlar.

Çocukluk döneminde ailesi tarafından reddedildiğinde, ihtiyaçları önemsenmediğinde, ne istediği anlaşılmadığında bireyin kendisine karşı olumsuz duyguları oluşur. Kendini değersiz, yetersiz hisseder ve sevilmediğini düşünür.

Yetişkinliğinde de bu eksiklik hissi devam eder.

İhtiyaçları önemsenen çocuklar ise değerli ve sevilebilir olduğunu düşünür.

Birçok psikolojik sorunun arkasında anlaşılmama düşüncesi vardır. Kişi anlaşılmadığını fark ettikçe ait olma hissi azalır ve kendine güven sorunu yaşar.

Anlaşılmak bireyin yalnız olmadığını hissettirir.

Anlaşılmama sonrasında kabul görmeme durumu oluşur. Anlaşılmayan birey kendini kabul ettirebilmenin yollarını aramaya başlar. Bu süreçte kabul edilmeyi beklemek yorucudur.

Kabul gören insanlar yaşamda daha güçlü hisseder.

Anlaşılmayan kişi bilinç ve bilinç altı düzeyde strese girer.

Anlaşılmama sonucunda kişi kendisiyle ilgili kabul edilme düzeyine geçemediği için başkalarını anlamayı da tam olarak istememektedir.

Anlaşılmanın koşullarından biri açık bir şekilde iletişim kurmaktır. İsteklerimizi karşımızdakine net olarak belirttiğimizde anlaşılmamız kolay olur.

Birey anlaşılmadığını hissettiği her durumda davranışları değişiyorsa, aşırı tepkiler veriyorsa çocukluğundan ya da geçmişinden gelen bir olaydan dolayı da olabilir. Bu olay ya da durum hipnoterapi - psikoterapi ile bilinç altı düzeyde ortaya çıkarılarak anlamlandırılır ve çözümlenir.

Uzman Psikolog Yasemin Aydoğdu
bilgi@yaseminaydogdu.com.tr

Yazının devamı...

Sorumluluktan korkmak

Sorumluluk, bireyin üzerine düşen görevi gerçekleştirmesi ve diğer insanların haklarına ve kararlarına saygılı olmasıdır.

Kişinin hayatının sonuna kadar süren görev ve zorunlulukları vardır. Önce kendi yaşamına sonra yaşadığı çevreye karşı üstlenmek zorunda olduğu sorumlulukları bulunur.

Sorumluluk duygusu doğuştan gelmez. Öğrenilmesi gereken bir durumdur. Öğrenme bebeklikte başlar, yaşam boyu sürer.

Kişinin kendine, ailesine ya da diğer insanlara karşı yerine getirmesi gereken görevleri yapması, yardımlaşması ve destek olması sorumluluk almaktır.

Sorumluluk duygusu ile özgüven arasında önemli bir bağ bulunur. Sorumluluk duygusu gelişen bir bireyin kendine güveni de vardır.

Ebeveynler ister istemez sorumluluğu büyük çocuğa yükler. Çocukluklarında kardeşlerinin sorumluluğu ve yetişkin olunca bütün evin sorumluluğu genelde büyük olan çocuğa verilir. Çocuk sınıfta başkan olduğunda aldığı sorumluluğu yerine getirebiliyorsa bu konularda sıkıntı yaşamaz.

Sorumluluk alabilmek, kişinin kendini gerçekleştirebilmesiyle yani kendi potansiyelini ve yeteneklerini fark etmesi, bunları geliştirmesi, hayatı tam olarak yaşayarak keyif alması ile ilgilidir.

Sorumluluk alan insanlar bir şeyleri değiştirebilme gücünü de kendilerinde bulurlar. Bu ise bireyin özgüvenini artırır.

Sorumluluk sahibi bireyler toplumun gelişmesine katkıda bulunurlar.

Zorla yüklenen sorumluluklar ise korku, kaygı ve stres oluşturur. Bu durum yetişkinlikte de devam eder. Böylece kişi her sorumluluk aldığında korku ve kaygı hisseder. Çalışma hayatına bile başlayamayabilir. Başlasa bile çalıştığı yerde sorumluluk almaktan korkabilir.

Sorumluluk almak birçok insanı korkutan bir durumdur ve baskı altında hissettirir.

Eleştiri de sorumluluktan korkmaya sebep olur. Bireyin başkaları tarafından eleştirilmesi sonucunda sorumluluktan kaçınma davranışı artabilir.

Sorumluluktan korkan kişinin duygu ve düşünceleri düzenlenirse, eleştirilerden kaçmayıp, bunlardan olumlu etkilenmeyi başarabilir.

Hipnoterapi - psikoterapi ile bireyin çocukluğunda ya da geçmişinde sorumluluk korkusuna sebep olan olaylar ve durumlar ortaya çıkarılarak anlamlandırılır ve çözümlenir.

Uzman Psikolog Yasemin Aydoğdu

bilgi@yaseminaydogdu.com.tr

Yazının devamı...

Doğa iyileştirir

Doğal ortamlarda vakit geçirmek kişinin ruh halini iyi yönde değiştirir. Yeşil alanlarda ya da parklarda yapılan yürüyüş sakinleştirir ve olumlu düşünceleri artırır. Geçmişteki üzüntüleri ya da gelecekteki kaygıları taşımaktansa, şimdide huzurlu yaşamayı sağlar. Hayal gücünü kuvvetlendirir, yaratıcılığı artırır ve sabırlı olmayı sağlar.

Doğal ortamda kişiler daha fazla sosyalleşir. Doğada vakit geçirmek bireyleri birbirine yakınlaştırır.

Kişi, yeşil alanlarda vakit geçirdikten sonra daha sakin hale gelir ve stresi azalır.

Doğa manzaralarını izlemek odaklanma yeteneğini artırır. Temiz hava, ağaçlar, çiçek kokuları, yaprakların ve hayvanların sesleri huzur verir, yorgunluğu giderir, dinlendirir ve yaşam kalitesini artırır.

Yeşil alanlarda vakit geçirmek, toplumsal uyumu artırır.

Doğal ortamlarda vakit geçiren kişiler daha rahat bir zihin ve bedene sahip olurlar, olumlu duyguları artar, huzurlu olurlar. Daha dengeli davranışlar gösterirler. Farkındalık kazanırlar. Canlı, enerjik ve mutlu hissederler. Uykuları düzenlidir. Sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanırlar.

Doğada yürüyüş yapmak duygusal sağlığı iyileştirir.

Evde yetiştirilen bitkiler de sakinlik hissettirir.

Doğal yerlerden uzun süre uzak kalmak, moral bozukluğuna neden olur.

Kapalı alanlarda vakit geçiren insanlar ve doğal alanlarda vakit geçiren insanlar karşılaştırıldığında, doğada vakit geçirenlerin kendilerini daha iyi hissettiği ortaya çıkmıştır.

Parkta oturmak, deniz kenarında yürüyüş yapmak rahatlatıcıdır.

Çalıştıkları yerin penceresinden ağaç, çiçek gören kişiler daha az iş stresi yaşarlar ve iş verimlilikleri artar.

Tatil için doğa ortamını tercih edenler kişiler, döndüklerinde ilişkilerinde daha olumlu davranışlar gösterirler.

Doğayla bağlantıda olmak daha anlamlı bir hayat için gereklidir.

Uzman Psikolog Yasemin Aydoğdu

yaseminaydogdu@ymail.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.