SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Evlenmeden önce

Bir ilişkinin en güzel dönemidir flört. Hani midenizde kelebeklerin uçuştuğu,içinizdeki heyecanın yüzünüze yansıdığı, cildinizin ışıklar saçtığı, her dakika enerjinizin arttığı büyülü bir dönem….. Buluşmaya gitmeden önce aynada kendinizi onun gözünden görmek, sevgiliyle geçirilen zamanlar hiç bitmesin diye göz ucuyla saati kollamak, ayrı zamanlarda hep özlemek, çok özlemek….. Ve her şey yolunda gittiğinde, ayakları yerden kesen evlilik kararı.

Aşk harika bir duygu, flört en güzel süreç ….. Ancak, flört dönemini doğru kullanmak da çok önemli.

Elbette sonuna kadar tadını çıkarıp, unutulmaz anılar biriktirilecek bu dönemde. Ancak evliliğin mutlu bir son değil, bir başlangıç olduğunu unutmamak gerek. Flört yeni başlayacak hayata hazırlık dönemi, en önemlisi çiftin birbirini tanıması için, en güzel fırsat. Flört döneminde birbirini doğru tanıyan çiftler, evlilik gibi güzel ama bir o kadar da zorlu olan sürece, çok daha sağlıklı başlıyor.

Peki, nelere mi dikkat etmeliyiz?

Her şeyden önce, evlilik kararı öncesi , ilişkide dikkat edilmesi gereken birkaç önemli nokta var. Bazı konularda hayat görüşü paralel olan çiftler, evliliğe daha avantajlı başlıyor . Ama bu çok önemli konulardan da önce, aşktan da, hatta sevgiden de önce gelen; saygı. Birbirlerinin farklılıklarına saygı, yaşam tarzlarına, alışkanlıklarına, değerlerine saygı, severken ve hatta tartışırken saygı. Bir ilişkide saygı varsa, tüm sorunların üzerine gidecek donanım da var demektir.

Önemli konu başlıklarına gelince;

Aile; Aile yapıları birbirine benzer olan çiftler zaten bir artıyla başlıyor birlikte yaşama. Ailelerinin kültür yapıları, yaşam tarzları ve beklentileri benzer olan, ancak daha da önemlisi, ailelerle kurulacak ilişkilerdeki mesafe anlayışları benzer olan çiftlerin, en azından bu konuda sorun yaşama ihtimalleri de azalıyor. Eşlerden biri haftanın üç günü ailesini görmek isterken diğeri ayda bir kere görüşmeyi fazla buluyorsa, biri yeni bir aile kurduğunun bilincindeyken, diğeri “aile” kelimesi her geçtiğinde anne ve babasını kastediyorsa, sorunlar başlıyor. Flört ettiğiniz kişinin ailesiyle ilişkisi, paylaşımları, görüşme sıklığı sizinkine paralelse, süper. Bu konuda birbirinize uyum sağlamanız da, çok daha kolay olacak demektir.

Para; Türk filmlerine bile baktığımızda, zengin kız- fakir oğlan hikayesinin ne kadar zorlayıcı olabildiğini hepimiz biliyoruz. “Davul bile dengi dengine” lafı boşuna söylenmemiş. Ama daha da önemlisi, para harcama alışkanlıklarının benzer olması. Eşlerden biri “gün bugündür, kazandığımızı harcayalım. Bir daha mı geleceğiz dünyaya” derken, öbürü eşinin harcamalarını gereksiz ve fazla bulduğunda, harcanan her kuruşun hesabını sormaya başladığında, çift arasındaki muhabbet de güven de sarsılıyor.

İnançlar; Farklı inanç yapılarından, farklı gelenek göreneklerden geliyor olabiliriz. Koskocaman bir ülkede yaşıyoruz. Kuzey ve güney, doğu ve batı arasında bir o kadar zıt, ama bir o kadar güzel farklılıklarımız var. Aynı değer yargılarına sahip çiftlerin uyumu, birbirini anlaması elbette daha kolay. Ama farklılıklar söz konusuysa , birbirlerinin inanç ve değerlerini olduğu gibi kabul etmeye hazır, eleştirmeyen, zorlamayan, baskı yapmayan çiftler, bu farklılıkları hayatın renklerine çevirebiliyorlar. Her şeyde olduğu gibi yine işin başı saygı.

Çocuk; Çocuk sahibi olmak, dünyanın en güzel duygusu. Ama anne baba olmak,herkese göre değil. Kimi bir sürü çocuğun ortada koşturduğu kalabalık bir aile isterken, kimi çocuk kelimesini duymaya bile uzak. Evlenmeden önce, flört ettiği kişinin bu konudaki düşüncelerini bilmeden evlenip, sonrasında bu farklılıkla mücadele edemeyip ayrılmak zorunda kalan, çok çift var ne yazık ki. Çünkü özellikle çocuk konusu, fedakarlık yapılabilecek bir konu değil. Ne “anne” olma hakkından vazgeçilebilir, ne de istenmeyen bir çocuğun sorumluluğu alınabilir.

Cinsellik; Evliliğin, en önemli konu başlıklarından biri cinsellik. Beklentiler ve tabular….. Bir çifti birbirine çok yaklaştırabilir ya da diğer her şeyi önemsiz kılacak kadar uzaklaştırabilir. Cinselliğe bakış açıları, beklentileri uyumlu çiftler, diğer tüm sorunlarla baş etmekte ihtiyaç duyacakları birliktelik gücünü bu uyumdan alabilir.

Evliliklerde yaşanan problemlere baktığımızda, bu başlıklar evliliğin temelini oluşturan başlıca önemli konular. Elbette bunların yanı sıra kişisel önceliklerimiz başka başlıkları da önemli haline getiriyor. Örneğin temizlik anlayışları, iş hayatındaki disiplin, sosyalleşme ihtiyaçları gibi….

Tamamen farklı yapılarda olan çiftler hemen umutsuzluğa kapılmasın. Yeter ki birbirinizi olduğunuz gibi kabul edin. “Nasılsa evlendikten sonra değişir” diye başlayan bir ilişki, ne size, ne de eşinize mutluluk getirmeyecektir. Olduğu haliyle mutluysanız, farklılıkları saygıyla kucaklayabiliyorsanız eğer, yolunuz açık olsun.

Sevgiler

Yeşim Varol Şen

İlişki ve Evlilik Danışmanı

www.yesimvarolsen.com

Yazının devamı...

Erkeğinizin annesi olmayın!

Özellikle bizim toplumumuzda, kız çocukları birer küçük anne. Zaten doğuştan anaç doğar kız çocuğu. Oyuncak bebeğini giydirir. Dizlerine yatırır, üzerini örter küçücük elleriyle. Yarım yamalak dönen diliyle ninniler mırıldanır, uyutur bebeğini. Rengarenk, plastik fincanlarıyla çaylar ikram eder anne ve babasına. Bir daha istemezseniz kırılır. O doğuştan küçük bir annedir, gülüşünden şefkat akar.

Anneler de destekler kız çocuklarının içindeki potansiyeli. Küçük kardeşinin bakımında yardım ister. Küçücük eline toz bezini tutuşturur. Yarım yamalak da yapsa öğrensin, alışsın diye. Akşam olup da baba evine gelince terlikleri elinde babasına koşması, tam bir “aferin” aldırır. Kız çocukları daha çok küçükken öğrenir bu anaçlığın, herkesi düşünür halinin takdir aldığını. Küçük kız çocukları, kardeşlerini, anne babasını düşünerek, herkesin işini kolaylaştırarak büyümenin, takdirlik olduğunu öğrenir de, bunca işin gücün arasında kendisine şefkat göstermeyi, kendisine iyi bakmayı öğrenecek vakti bir türlü bulamaz.

Küçük kız çocuğu büyür. İçinde büyüttüğü anaçlığı tam olarak kullanacağı zamanlar çıka gelir. Artık bir eş ve çocuk sahibidir. İçindeki bütün şefkati, sevgiyi vereceği zaman gelmiştir. Şimdi verme zamanıdır. Ne mutlu ona. Çünkü o verdikçe değerli olduğunu, verdikçe sevildiğini hisseder. Ancak dünyanın bu en güzel duygusu, dengede tadında olmazsa eğer, bakar ki onun en büyük yanlışı olmuş.

Sevdiklerimiz için bir şeyler yapabilmek, onları mutlu edebilmek ne güzel bir duygudur. Hele ki çocuklarımız için, seve seve verdiğimiz çabanın karşılığını onların sevgisiyle görmek ne değerli bir histir. Ancak hayatın içindeki pek çok rolümüzden “annelik” rolümüzün, özellikle evlilik ilişkimizde, eşimize karşı da davranışlarımızı belirleyici olması durumunda , “rol karmaşası” ortaya çıkmaya başlıyor.

Öncelikle unutmayın ki, siz eşinizin annesi değilsiniz. Eşinizin sevdiği yemeği düşünüp yapmanız, onun seveceğinden emin olduğunuz filme bilet alıp sürpriz yapmanız ne hoş. Ama sözüm, terlemiştir diye eşinin sırtına mendil sokmaya çalışan, ilaçlarını alsın diye elinde bardakla kocasının peşinde koşan kadınlara.Eşinize “ Hadi yat artık, sabah uyanamayacaksın” diye söyleniyor ve karşılığında , “yahu rahat bırak beni, ben çocuk muyum” diye sitemler duyuyorsanız , burada bir sorun var demektir. Siz bir eş olduğunuzu, karı koca olduğunuzu, bir ilişki yaşadığınızı çoktan unutmuşsunuz, eşinizin küçük bir çocuk değil, koskoca bir adam olduğunun farkında değilsiniz demektir. Roller çoktan karışmış demektir.

Belki diyeceksiniz ki “ben düşünmezsem, o kendini hiç düşünmüyor”. Bırakın yaşayarak öğrensin. Belki diyeceksiniz ki “iyi de, o çocuk gibi davranmasa ,ben de annelik yapmak zorunda kalmam.” Bırakın büyüsün. Bunların hepsi bahane. Belli ki siz annelik yaptıkça, fedakarlık yaptıkça kendinizi değerli ve sevilen biri gibi hissediyorsunuz. Aslında bu fedakarlığın altında, bir açıdan bencillik var. Her şeyde sizin kontrolünüz olsun, siz çok verin ki çok sevilin istiyorsunuz. Kendinizi kandırmayın. Boş yere de yormayın.

Evlilikteki bu rol karmaşasının her iki taraf için de olumsuz yanları var üstelik. Hadi diyelim ki siz bu anaç halinizden memnunsunuz, başka türlü davranmayı bilmiyorsunuz; Bir gün gelecek bakacaksınız ki yıllar sizi çok yormuş. Çok yıpranmışsınız, ömür kendiniz için hiçbir şey yapamadan akmış gitmiş. Ve gün gelecek diyeceksiniz ki “ Ben bu kadar emek verip, bu kadar yoruluyorum da bu adam bana ne katıyor. Bana yükten başka ne veriyor”. Bu sorgulamalar başladıktan sonra saygı, sevgi nerede, güven nerede? Kolay mı yeniden toparlamak?

Eşinize gelince; Evet belki hayatı çok kolay olacak. Yediği önünde, yemediği ardında olacak. Hatta belki işine gelecek. “Oh, asıl evlilik sultanlıkmış” diyecek. Ne güzel dünya, hiçbir şey düşünmesine gerek kalmadan, hayatını hep kolaylaştıran biriyle olmak, ne ala. Anneyle yaşam, ömür boyu konfor. Ama gün gelecek kolunda bir eş, karşısında ona tutkuyla bakan bir sevgili, kahvenin yanında bir dost isteyecek. Siz onun annesi olursanız, o kendisine bir sevgili isteyecek. Çünkü hepimiz annemize bayılıyoruz, ama kendimize bir sevgili istiyoruz. Aşık olmak, aşkı yaşamak istiyoruz.

“Rol karmaşası” bundan ibaret değil elbet. Bir de günümüzde eşler arasında rolleri karıştıran, evin erkeği gibi davranan kadınlar, evin sorumluluklarından kaçan erkekler var. Ama o da başka bir yazının konusu olsun.

Şimdilik sevgiyle kalın

Yeşim Varol Şen

İlişki ve Evlilik Danışmanı

Yazının devamı...

Aldatıldıktan sonra hayat var mı?

Çok doğal olarak pek çok insan aldatıldıktan sonra bir daha asla eşine güvenemeyeceğini, inanmak istese bile bunun mümkün olmayacağını düşünür. Bir kez aldandım, ya yine yalan söylerse, ya yine aldatırsa ve ya yine anlamazsam korkusuyla, ya ilişkiyi inançsızlıktan bitirir ya da erkeğin hatasını burnundan getirir. Hadi sadece erkeğin burnundan getirse bir yerde hak etti diyeceğiz ama çoğu zaman kadın en büyük cezayı kendisine çektirir.

Paranoyak hale gelir. Erkeğe göz açtırmamak, tekrar aldatmasına fırsat vermemek için göz hapsinde tutacak diye, aslında kendi hayatını çöpe atar. Bunun sonucunda doğal olarak ilişkinin doğallığı bozulur, tartışmalar başlar. Kadın sinir hastası olur. Erkek tartışmadan kaçınmak için kendisini işe verir. Adamı ara ki evde bulasın. Ya da erkek yaptığı hatanın diyetini ödeyecek diye, süklüm püklüm olur. Karısı ipini ne kadar kısa tutarsa tutsun durumu kabullenir. Bu defa da kadının ne erkeğe saygısı kalır ne de erkeğin kendisine….

Aldatılmışlık en çok öfke yaratır. Biliyorum. Ama bu öfkeden arınıp, “normal” hayatınıza dönemezseniz eğer, bu öfke en çok size zarar verir. Daha önce de söylediğim gibi eşinize, eşinizin ders almışlığına, ilişkinize ama en çok kendinize güvenmek zorundasınız. Siz bu duyguyu tanıdınız artık. Tekrar başınıza gelirse, emin olun, yine anlayacaksınız. Hani şaşırtmacalı resimler vardır ya….. Bakarsınız, resimde bir vazo var. Daha dikkatli bakarsanız, resimdeki vazo yerine birbirine dönük kontrast renkte iki yüz seçersiniz ya….. O karşıtlığı bir kere gördüğünüzde artık resme baktığınızda sadece vazoyu görmeniz mümkün değildir. Gözünüz, beyniniz bilir o resimde neler olduğunu.

Tıpkı bunun gibi, siz de aldatıldığınızda ilişkinizde nelerin değiştiğini artık bilirsiniz. Eşinizin size farklı davrandığını, kendi hayatında yaptığı değişiklikleri, size bakışının dokunuşunun farklı olduğunu, artık hissedersiniz.

Yani eşinizi takip etmenize, telefonlarını, bilgisayarını karıştırmanıza hiç gerek yok. Geçmiş de yaşananlar yüzünden, bir ömür hem onu hem kendinizi mahkum edemezsiniz. Eğer bugüne dair bir şüphe hissederseniz, o zaman gereğini düşünürsünüz zaten. Yok her şey yolundaysa, eşinizin size bakışında, sohbetinde, davranışlarında sizi şüphe ettirecek bir şey yoksa, sevildiğinizi hissediyorsanız, bırakın artık geçmişi. Geriye bakarak ilerleyemezsiniz.

İhanet bir çok yuvayı yıkar. Ancak bazı çiftler bu krizi fırsata dönüştürmeyi becerebilir. Karşılıklı çabayla ilişkiyi çok daha sağlam, bir daha aynı şeylerin yaşanmayacağı hale getirilebilir. Nasıl mı?

Her şeyden önce, güveni tazeleyerek. Ama şimdi söyleyeceğim şey hiç hoşunuza gitmeyecek; Önce, erkeğin kendine olan güvenini tekrar kazanması gerek. Şimdi “” diyeceksiniz. Hiç adil değil biliyorum. Ama eşini tekrar kazanabileceğine güvenmeyen insanın çabalamak için de sebebi kalmıyor maalesef.

Önce motivasyon gerek.Nasıl iş yerinde büyük bir hata yaptığınızda özgüveniniz zedelenir, yaptığınız her işi tekrar tekrar kontrol etme ihtiyacı hissedersiniz ve hak ettiğinize inansanız bile patronunuzun karşısına çıkıp zam istemeye yüzünüz olmaz. O hesap!

Bu durumda maalesef, aldatılan kişiye de iş düşüyor. Karşınızdaki insana güç vermek, yine sizin elinizde. Bırakın güç vermeyi, yüzüne bakmayı lütuf gibi hissediyorsunuz biliyorum. Ama her ne kadar kurban siz olsanız da unutmayın ki şu anda hasta olan ilişkiniz. Karşılıklı çekişmek, cezalandırmak yerine el ele verip ilişkiyi birlikte kurtarmaktan başka şansınız yok. Tabii eğer ilişkiyi kurtarmak istiyorsanız.

Sevgiler

Yazının devamı...

Evlilikte roller değişince

En çok üzüldüğüm, en adaletsiz görünen ama bir o kadar da hayatın içinden tablolar…….duygular değişince geriye kalanlar. Aşk, sevgi namına bütün duygular bitmiş. Görseniz birbirlerine o kadar önem ve değer veriyorlar ki. Ama tanımları hep çocuğumun annesi/babası, en iyi arkadaşım, dostum sıfatları üzerine kurulu. Evliliklerde arkadaşlık elbette çok önemli ama en sevdiğimiz dostumuzla evlenmeye kalkmıyoruz öyle değil mi?

Hayatta bir çok rolümüz var. Hepimiz birilerinin evladı, kardeşi, ablası/abisi ,annesi/babasıyız. Çocuğumuza ebeveyn kimliğiyle davranıyoruz, iş yerinde başka roldeyiz….Marketten alışveriş yaparken “müşteri” isimli kılıfımız üzerimizde. Kardeşimize karşı sorumluluklarımız çocuğumuza duyduğumuzdan farklı. Gelin veya damadı oluyoruz yabancı bir ailenin….Onlarla hukukumuz kendi ailemizdekinden farklı….

İş evliliğe gelince, “Eşin için hangi sıfatları ifade etmek istiyorsun” sorusunun cevabı genelde birden fazla oluyor. Yakında evlenecek bir bayan danışanım bu soruya şöyle cevap verdi ; “Yeri geldiğinde eşi, yeri geldiğinde arkadaşı, annesi, kardeşi olmak istiyorum. İşte başı sıkıştığında bana danışsın, hasta olduğunda ona ben bakayım. İçip dağıtmak istediğinde arayacağı kişi ben olayım. Vs. vs. Ben eşimin “her şeyi” olmak istiyorum.”

İyi, teoride süper, ama ya pratikte mümkün mü? Siz eşinize kızdığınızda, birlikte oturup onu çekiştireceğiniz kız arkadaşlarınızın yerine eşinizi koyabilmeniz mümkün mü? Patronunuza sinir olduğunuzda, aynı dertten muzdarip mesai arkadaşınızla oturup söylenmenin keyfini, konuyu hiç bilmeyen eşiniz verebilir mi? Ya annesine kızdığınızda…….. öfkenizi kustuğunuz, kasıtsız, sadece içiniz boşaltmak için en sert kelimelerle kayınvalidenizi çekiştireceğiniz kişi, eşiniz mi olmalı?

Elbette bir hayat paylaşmak, temelinde her şeyi paylaşmak istediğiniz insanla bir ömür paylaşmak güzel. İşinizde problem yaşadığınızda eşinizden fikir almak, evlilikten beklentilerinizi oturup tadıyla eşinizle paylaşmak güzel. Ama, dengeyi bozup tadını kaçırmamak lazım.

Neden eşinizin annesi olasınız ki? Onun zaten bir annesi var. Bir anneyle yaşamak isteseydi zaten annesiyle yaşamaya devam ederdi. Tamam, arkadaş da olun eşinizle, ama sizinle arkadaş kalmak isteseydi bir evlilik cüzdanına gerek kalmazdı zaten.

Bütün bu rollerin evlilikte yeri var, yok değil. Ama öncelikleri karıştırmamak gerek. Siz evlilik içersinde önce “eş”siniz. Eşinizin “her şeyi” olmanız gerekmiyor ama illa ki “eşi” olmanız gerekiyor. Sizi öncelikle “kadın” ya da “erkek” kimliğiyle görmesi gerekiyor. Sizin bir mahreminiz var, özel hayatınız var. Diğer tamamlayıcı kimlikler, eş kimliğinin önüne çıktığı zaman arzu, heyecan ve tutku gibi kavramlar gölgede kalıyor, zaman içinde de unutulup gidiyor.

“Eşimi çok seviyorum. O benim en iyi dostum. Ama artık onu eşim gibi sevmiyorum” cümleleri, öyle çok çıkıyor ki karşıma. Bunun içinde erken yaşta evlenmenin, birlikte büyüyüp farklı gelişmenin payı olduğu kadar, eşinin tüm hayatını işgal etmenin de payı var.

Eşinizin her şeyi olmaktansa, hayatında en sevdiği, en çok istediği olmak, daha doğru gelmiyor mu kulağa. Bırakın onun arkadaşları olsun, annesi, babası ve kardeşleri olsun. Birlikte içip dertleştiği insanlar olsun. Ama eve döndüğünde sarılmak istediği, birlikte gülüp eğlenmek istediği insan siz olun.

Her şeyi siz olmayın ama her şeyi paylaşmayı arzuladığı insan siz olun.

Sevgiler

Yeşim Varol Şen

Yaşam Koçu ve Evlilik Danışmanı

Yazının devamı...

Ruhumuza da detoks yapmayı ihmal etmeyelim

Ruhumuza da detoks yapmayı ihmal etmeyelim

Çok şükür bahar geldi. Yaz kapıda. Kışın rehavetine kapılan, karbonhidratlarla kendini korumaya almaya çalışan bedenlerimizi yaza hazırlamak için tüm hanımlar koşuşturma içersinde. Yazın giyeceğimiz tiril tiril kıyafetlerin, bikinilerin içinde kendimizden emin görünebilmek için bedenimizi yaza hazırlamak, zayıflamak ve detoks yapmak telaşındayız. Peki ya ruhumuz?

Kışın karanlık günleri ruhlarımızda da aynı etkiyi yarattı elbette. Güneşi görünce içimizde enerji patlamaları başladı. Ama unutmayalım kontrolsüz , iyi yönlendirilmemiş enerji mutluluk yerine yıkım da getirebilir. Baraj kapaklarının aniden açılıverdiğini bir düşünsenize….. Önüne geleni sel alır gider.

Şimdi aynı zamanda ruhsal detoks zamanı. Nasıl mı?

· Her şeyden önce kışın fazlalıklarından kurtulun. Sadece bedenen değil, zihnen de. Ertelenmiş işlerinizi bir listeleyin bakalım. Şu erteleme huyunuzdan vazgeçseniz, çabuk çabuk halledebileceğiniz, bir türlü enerji ve zaman bulup halledemediğiniz için zihninizin bir köşesini meşgul eden ne işler var.

· Yeni sezonun rengarenk vitrinlerinin albenisine kapılıp kendinizi alışveriş çılgınlığına vurmadan önce, dolaplarınızı bir elden geçirin. Dolapta fazlalık insanın ruhunu yorar. Üstelik onca kıyafetin içinde her sabah dakikalar harcayıp, her sabah giyecek bir şeyinizin olmadığını düşünmek de çabası. Güne negatif başlamanın gereği yok. Hemen sadeleşin!

· Günler uzadı. İşten çıkınca açık havada biraz yürümenin tam zamanı. Hem bedene, hem ruha iyi gelecek.

· Uzun bir iş gününü mutlaka sevdiğiniz insanlardan biriyle ve eğlenceli bir sohbetle kapatın. Yorucu bir iş gününden arınmak için kahkahadan daha iyisi yok.

· Kendinize özel zamanlar planlayın. Örneğin tek başınıza eğlenceli bir filme gidin. Bir çok insan için sinemaya tek başına gitmek imkansızdır. Oysa sohbet edemeyeceğiniz bir ortamda, film izlemek için bir başkasına ihtiyacınız yok. Daha iyi odaklandığınızı göreceksiniz.

· Kişisel bakım için doğru zaman. Hem bedeninizi hem ruhunuzu güzelleştirir.

· İhtiyacı olan birine yardım edin. Maddi ya da manevi….Hiç fark etmez. Giyecek bir şeyi olmayan bir çocuğa alacağınız bir ayakkabı, yaşlı birine eşlik edeceğiniz kısa bir gezinti sizin de ruhunuzu güzelleştirecek.

· Uzun zamandır ihmal ettiğiniz bir arkadaşınızı arayıp “seni özledim” deyin. Birinin gününü güzelleştirin, sizinki de aydınlansın.

· Ailenizle farklı ve güzel bir gün planlayın. Dünyanın arkadaşlarınızdan ve sevgilinizden ibaret olmadığını, büyüklerinizin yüzündeki mutluluğun vicdanınızı nasıl rahat ettirdiğini duyumsayın.

· Ve her ama her gün…. Sadece 5 dakika bile olsa yaptığınız her ne ise ona odaklanın. Kahve içiyorsanız sadece kahve için mesela….Telefonu, televizyonu. Elinizdeki kitabı bırakın ve sadece kahveyle baş başa kalın.

Sevgiyle…..

Yazının devamı...

Zamane Kızları

Yeni nesil erkekleri konu alan yazımla ilgili çok sayıda mail aldım. Çoğu, yazımın yanlı olduğunu düşünen erkeklerden gelen maillerdi. Hepsine tek tek cevap vererek, geçmiş tarihli yazılarımı da okumalarını rica ettim. “Zamane erkekleri” konulu makalemin konusu erkeklerdi ve doğal olarak eleştirilen erkekler oldu. Ancak “çuvaldızı kendimize batıralım” dediğim, hemcinslerimi eleştirdiğim makalelerim de az değil. Rahat olunJ

Yaklaşık iki yıl önce yazdığım yazımı tekrar paylaşmak isterim. Başlığını değiştirdim ki hem erkeklere haksızlık olmasın, hem de biz kadınlar kendi değişimimizi tekrar bir gözden geçirebilelim. Bu defa da hem cinslerimden bir çok mail alacağımı biliyorum ama varsın olsun. Adaletsiz bir kalem, kılıçtan keskin olabilir……

Zamane Kızları

Devir değişti… Artık kadın erkeğin bir adım gerisinde değil. Sokakta, hayatta tam yanında….. yanı başında. Özellikle büyük şehirlerde bir çok kadın iş hayatının içinde. Eve ekmek getiriyor, “Çocuk da yaparım, kariyer de “ sloganıyla çocuklarını da büyütüyor, kendine de zaman ayırıyor….Tam da olması gerektiği gibi. Keşke bütün kadınlarımız kendi ayakları üzerinde durabilse, erkekle omuz omuza hayatta birlikte ilerleyebilse, destek olup destek alabilse….

Ama bugün değinmek istediğim konu başka. Anneleri, teyzeleri gibi ezilmemek için “ezmeyi” seçen kadınlar;

Birliktelik paylaşım gerektirir. Hayatı olduğu kadar sorumlulukları da paylaşmayı gerektirir ilişkiler. Ancak etrafımda çoklukla duyduğum cümleler, bana kendini ezdirmemeye çalışırken, doğru dengeyi kuramayan bir çok kadın olduğunu düşündürüyor;

· “Ben hizmetçi miyim, temizlik falan yapamam”;

Yaşadığımız evi temiz ve düzenli tutmak ne zamandan beri kötü algılanır oldu? Elbirliğiyle düzen oluşturmak neden bu kadar kötü geliyor kulağa? Bu kadar sert cümleler kurmak yerine, işbirliğiyle halletsek evdeki işleri nasıl olur?

· “Ben yemek yapamam- yapmam. Annem bana hiç iş yaptırmadı.” ;

İyi güzel de, ne yapacağız şimdi? Her gün dışarıdan mı yemek söyleyelim? Çocuklara her gün kebap, hamburger mi yedirelim? Belki anneniz yemek yapmayı öğretmedi ama her gün içine sevgisini kattığı yemekler koydu sofranıza. Okuldan eve geldiğimizde mis gibi kek veya kurabiye kokuları sarardı etrafımızı. Belki pasta börek pişiremiyor olabilirsiniz ama sağlıklı beslenmek için ev yemeği şart. Kimin vakti daha bolsa, kimin eli daha yatkınsa.

· “Ben arkadaşlarımla çıkarken kocamdan izin alamam”;

İzin alma! Ama bilgi ver. Bırakın birlikteliği, aynı evde yaşamanın kuralıdır birbirine haber vermek. Nerdesin, kiminlesin, kaçta dönersin? Başına bir şey gelirse seni nerede aramalıyız. Bilgi ver ki, seni merak edip rahatsız olmasın kimse. Hımm bu arada şunu da unutmayalım; İzin alma ama kimsenin senden izin almasını da bekleme!

· “Benim maaşım bana kalmalı, kocam da bana bakmalı.”;

Nasıl bir hayat istediğine karar ver önce. Senin için önceliğin ne olduğunu iyi belirle. Yok sevgi ikinci plandaysa, sen bilirsin. Bir şeyleri beraber başarmak, kader birliği yapıp birlikte yol almak gibisi var mı? Çorbada senin de tuzun olmadan, “bu ev benim” cümlesi gönül rahatlığıyla çıkabilecek mi ağzından. Elbette sözüm çalışan kadınlara. Çalışmayanlar da tasarruf ederek katkıda bulunuyor zaten.

Uzun lafın kısası, hayat müşterek arkadaşlar. İlişkiyi bir güç savaşı olarak görmemek gerek. Birliktelik yol arkadaşlığıdır. Kadın ve erkeğin omuz omuza vermesi, yükü paylaşmasıdır. Beklentilerimizi listelerken, taşın altına elimizi beraberce koyalım ve sorumlulukları paylaşalım.

Sevgiyle

Yazının devamı...

Yeni nesil erkekler

Bir şikayet forumu açıp, yeni nesil erkeklerle babalarımızın kuşağını karşılaştırmaya karar verdim. Listenin en tepesine de şu başlığı açıyorum ( listeyi ben yaptığıma göre ilk başlığı da ben seçiyorum. Eminim sizin aklınıza çok daha önemli başlıklar geliyordur ama benim bu aralar en takıldığım konu bu!); Bu erkekler neden anlar?

Demek istediğim hangi konuya vakıflar, neyi iyi beceriyorlar? Evde sorumluluk paylaşımı deyince, hemen saymak kolay. Yemek yapmak, çamaşır ve bulaşık (tamam makine yıkıyor ama bu makinelerin daha kendi kendini boşaltanı çıkmadı ki), temizlik ve ev düzeni ( tamam yeni nesil erkeklerin hepsi artık az çok yardım ediyor ama onların da yap demeden yapanı daha doğmadı ki) vs vs. Genelde hepsi kadının evle ilgili sorumlulukları diye sayılıveriliyor.

Ya erkeğin evdeki görevleri?

Alış veriş yapmak ( Ne gerek var! Aç markete telefon hepsi kapında.)

Çöpü atmak ( Apartman görevlilerinden Allah razı olsun)

Evde tamirat yapmak. (Hah! Konu tam da bu işte!)

Bir kere evde ne sıklıkta bir şey bozulur. Yemek dediğin her gün yapılıyor, evi bir toplama içinden fırtına geçmiş hale dönüyor, bulaşık dediğin tek kullanımdan sonra yığılıyor da, evde ne sıklıkta tamirat gerekiyor? Diyelim ki bulaşık makinesi bozuldu? Kaç erkek makine tamiri yapar ki. Ara servisi bitsin. Hadi işi zora koşmayalım, diyelim ki musluk bozuldu. Yine, sihir telefonda. Bu defa tesisatçıyı ara!

Yani tamirat dedikleri ampul değiştir, prizin vidası gevşemiş onu sık falan. Hem çalışıp, hem çocuklarına yetişen, üzerine koca bir evi çekip çeviren bir kadın, üstüne bir ampul mü değiştiremeyecekmiş! Hah, bunu söyleyenin aklına şaşarım.

Kadın, hepsinin üstüne bunu da öyle bir yapar ki, üstelik ampulü değiştirip üzerine bir de yeni avize tasarlar.

Demem o ki, öyle çok şikayet var ki kadınlardan konuyla ilgili. “Ben hallederim” diyen kadına “bırak yapma” diyorum. “Bırak erkek de evle ilgili sorumluluk alsın, emek versin.” Çünkü sorumluluk olmadan sahiplenme olmuyor. Her şeyi yapan kadın, günün birinde düşünmeye başlıyor “Bu adam ne işe yarıyor?” diye…. Ama erkekler de hakkikaten şanslarını zorluyorlar. Kadınlar bir ampulün değişmesi için üç ay, hele ki duş kabini tamiri falan gibi daha komplike bir iş varsa altı ay beklemek zorunda kalıyorlar. Şimdi gel de sinir olma, gel de söylenme…. Sonra erkekler başlıyor şikayete, kadın çok dır dır ediyor diye. Canım benim, elini koy vicdanına. Ne yapsın bu kadın? Hadi söyle!

Hele ki elinden her iş gelen babalarının prensesi kadınlar, ne yapsın şimdi?

Genç erkeklere baktığımızda babalarından çok farklı profiller olduğunu görüp seviniyoruz. Öyle komşuya giderken benden izin al diyenler, o etek olmaz çok kısa gibi müdahaleciler, kendisini kabile reisi sananlar eskisi kadar çok değil. En azından büyük şehirlerde ya da modern evliliklerde. Elbette bu değişimde kadının güçlenmesinin payı çok büyük. Ama bu değişimle birlikte evin çatısı, direği ve hatta reisi olabilecek vasıflar da pek yok genç erkeklerde. Büyük değişimin, biz kadınların işimize gelmeyen yanları da olduğu aşikar.

Siz ne düşünüyorsunuz? Önceki kuşakla yeni nesli karşılaştırdığınızda nelerden şikayetçisiniz? Hadi yazın bana. ()

Sevgiler

Yazının devamı...

Ahh... Özgecan

Ahh Özgecan……

Canımız fena yandı….

Bu memlekette ne çok kadın öldürülüyor. Her gün bir çok kadın şiddet görüyor, tacize uğruyor, tecavüz mağduru oluyor. Hepsine canımız yanıyor, ruhumuzun en acıya dayanıksız kısmına bir çentik daha atılıyor.

Ama bu defa farklı biliyor musun….Niye mi?

Çünkü kimsenin sana atacak bir çamuru yoktu. Sana “mini etek giymiş, erkeği kışkırtmış” diyemediler. Sana “erkeklerle geziyormuş, hak etmiş” diyemediler. Sana “zaten bu işi yapıyormuş, başına gelecek belliydi” diyemediler. Sanki dediklerinden her hangi biri suçu hafifletiyormuş, bunları yapan bir kadın tecavüzü, katledilmeyi hakkedermiş gibi….Ama sana bu mesnetsiz lafların hiçbirini yakıştıramadılar.

Çünkü sen sadece okulundan dönüyordun… Okulundan, annenin sıcak kollarına, babanın güvenli çatısına dönüyordun.

İşte bu yüzden bir iki densiz dışında kimse laf söyleyemedi sana, karalayamadı seni. Masumiyetin gün gibi ortadaydı, güneşi balçıkla sıvayamadılar bu defa. Ve artık içimiz taştı…..

Kadın olmanın ne denli zor olduğunu, ömür boyu huzursuzluk demek olduğunu anlatmak için senin ölmen mi gerekiyordu be çocuk….. Yolda yürürken ne kadar savunmasız olduğumuzu, fiziksel gücünü silah yapmış bir erkeğin karşısında ne kadar çaresiz durduğumuzu, kötü insanların işlediği suçların içinde kurban olarak bulunduğumuz halde, bize yapıştırılan “suçlu”, “azmettirici”, “tahrik eden” damgalarıyla nasıl isyan yüklü bir utanç duyduğumuzu anlatmak için ölmen mi gerekiyordu?

Hani annen demiş ya “keşke silahla vursalardı” diye, o kurşun bizim yüreklerimizi kanattı be çocuk…..

Bu dünyadan daha güzel bir yerdesindir umarım….

Yeşim Varol Şen

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.