SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Ben söyledikten sonra ne kıymeti var?

Ben söyledikten sonra ne kıymeti var

Kadın kadına yapılan sohbetlerin ana konularından biri de erkeklerin düşüncesizliğidir.Erkek arkadaşlarının ya da eşlerinin ne kadar duyarsız olduğundan, romantizmden hiç haberleri olmadığından, defalarca imada bulunduğu ya da başkalarının ilişkilerinden örnekler verdiği halde eşinin/sevgilisinin kendisine hiç jest yapmadığından yakınırlar . “Bir gün bir çiçek alıp gelmedi”, “ Bir kere sürpriz yapsa, bir yerde yemek rezervasyonu yaptırmış olsa”, “Evlilik teklifi yaparken bile tek taş yüzük almadı” diye yakınıp dururlar. Talepler çoğu zaman benzer olsa da “Neden böyle bir beklentin olduğunu söylemedin” sorusuna verilen cevap hep aynı; “Ben söyledikten sonra ne kıymeti var? Kendisi düşünmedikten sonra.”

Begüm de benze konulardan şikayetçi; “ 3 senedir beraberiz, hala beni tanıyamadı” diye anlatıyor. “Benim doğum günlerine ne kadar önem verdiğimi artık anlamış olmalıydı. Ben Batu’nun her doğum gününde sürpriz parti düzenlerim. Sadece onun değil, annesinin babasının doğum günlerini de hiç kaçırmam. Her seferinde kuru bir teşekkür ve cümleleriyle geçiştirilirim. Benim doğum günüme gelince bir hediye ile özel bir gün yarattı zannediyor. Hiç sürpriz yok!”

Begüm’e iki soru soruyorum;

“Senin özenle hazırladığın bu doğum günü sürprizlerini Batu seviyor mu?”

“Aslında sevmiyor” diye cevaplıyor. “Batu sürpriz sevmez. Kendi doğum gününü de hiç önemsemez aslında. Ama ben sürpriz yapmayı seviyorum.”

Yani Begüm, aslında Batu’yu mutlu etmek için değil, kendisi sevdiği için özel doğum günü planları yapıyor.

Ardından diğer sorumu yöneltiyorum;

“Batu’ya doğum günleri ile ilgi beklentilerini hiç anlattın mı?”

Begüm inatçı bir şekilde kafasını sallıyor. “ Hayır tabiî ki” diyor. Ardından beklediğim cümle geliyor. “Ben söyledikten sonra ne anlamı var ki. Kendiliğinden düşünmesi gerek.”

Hanımlar, kendilerinin dile getirmesi üzerine erkeğin taleplerini karşılaması durumunu doğal bulmuyorlar. Jestin zorla yapıldığını, içten gelmeden yapılan jestin suni olacağını ve mutluluk vermeyeceğini düşünüyorlar.

Hemcinslerimin duygularını her ne kadar anlasam da bu görüşe çok katılmıyorum. Bunu bir beklentilerinizi tanıtma süreci olarak görürseniz; en azından siz istediniz diye jest yapması hiç yapmamasından iyi değil mi? Hiç değilse, sizin isteklerinize ve ağzınızdan çıkan sözlere önem veriyor ve sizi mutlu etmeye çalışıyor demektir.

Erkekler, bayanların düşündüğünün aksine, bu tür jestleri içlerinden gelmediğinden değil, düşünemediklerinden yapmazlar. Kendileri için bu tür jestleri gerekli bulmadıkları ve önem sıralamalarında romantizm öncelikli olmadığı için, kadınların bu tür beklentileri olduğunu bilmezler, bilseler de gereğini düşünmezler. Hoş çoğu erkek ,evlenme arifesinde zaten bir sürü masraf varken niye kendilerince hiçbir işe yaramayacak bir tek taşa dünyanın parasını vermeleri gerektiğini de anlamaz. Hele bir de sevgililerini böyle bir talepte bulunmuyorsa, kardeşleri ,anneleri de onları uyarmıyorsa, tamamen fuzuli buldukları bir masrafı yapmaya gerek bile duymazlar.

Kadınlar da beklentilerini dile getirmedikleri, eşleri de kendiliğinden düşünmediği için, yıllar sonra bile içlerinde uhde kalacak birikimler yaratıp üst üste düğümlerler. “Evlenirken bana bir yüzüğü bile çok gördü”,”Bir evlilik yıldönümümüzde bile, bir çöp alıp gelmedi” diye ömür boyu kocalarının ne kadar duyarsız olduğunu anlatırken, içlerinde belki de yeterince sevilmiyor olmalarının sızısını duyar dururlar.

Kadın ve erkek arasındaki bu düşünce farklılığının tamamen çocukluk öğrenimlerimizden kaynaklandığına inanıyorum. Zaten genetik olarak erkekler daha mekanik, daha rasyonel ve daha gereklilik üzerine düşünmeye yatkındır. Kadınlar ise daha naif ve duygusal. Toplumsal şartlanmalar da çabası; teklifi erkek yapar, kadın naz yapar, erkek hediyeler alır falan filan…

Bir de çocukluk zamanlarımızdaki günlük hayatımızı düşünün. Şimdi büyük şehir şartlarında pek mümkün değil ama bizim çocukluğumuzda, erkek çocukları kahvaltısını bitirir bitmez kendilerini sokağa atar, akşam babalar eve gelene kadar kan ter içinde koşturur dururdu. Kız çocukları ise daha kısıtlı zamanlarda dışarıda oynar, vakitlerini genelde anneleri ile birlikte, ev işlerine yardım ederek, kalan zamanlarda da ya herkesin kocasından yakındığı komşu günlerinde ya da tv karşısında pembe dizi seyrederek geçirirlerdi. Kocalardan yakınılan komşu günlerinden aklımızda kalan kocamızın neyi yapmaması gerektiği iken, pembe dizilerden de birbirinden yakışıklı ve romantik erkeklerin sevgililerine şampanya kadehleri içinde yüzükler hediye ettiklerini, kavgaların ardından evlerine giren kadınların, demet demet güllerle karşılaştıklarını seçer, hafızamıza alırdık. Bu romantik sahnelerde annelerimizin iç geçirdiğini sık sık işitir, evlenmek üzere büyütülen genç kızlar olarak, annemiz yaşayamasa bile biz büyüdüğümüzde bu kadar güzel aşk evlilikleri yaşayacağımızı hayal ederdik. Sanki izlediğimiz pembe dizideki holding patronlarının alabildiği pahalı hediyeleri karşımıza çıkacak her erkek almaya maddi olarak muktedirmiş gibi.

Oysa bizim izlediğimiz hiçbir pembe diziyi izlemeden büyüyen erkekler, top peşinde koştururken, ne şampanyadan çıkan yüzüklerden haberdarlar ne de demet demet güllerden.

Onların anneleri de komşu günlerinde kocalarından şikayet eder ve pembe dizilerde iç geçirirken, oğullarını eşlerinden daha romantik olacakları şekilde yetiştirmeyi düşünmemişler bile. Ya da düşünmüşler ama oğlunun mutlu edeceği müstakbel gelinleri gözlerinin önüne gelince vazgeçmişler, “Ne gerek var canım” diye. İşte sorun burada başlıyor.

İlişkimizi yaşarken, eşimizi ya da sevgilimizi seviyor ve sevildiğimizi de biliyorsak, her gün bu sevgiyi test etmenin ne anlamı var? “ Saç diplerimi boyattığımı fark etti mi, 2 cm de kısaltırdım üstelik, beni sevmiyor mu artık” gibi endişelerle içimizi kemireceğimize ya da adamı bunaltacağımıza, bazı şeyleri güvene bıraksak. sevgiyi her gün test etmesek, istediğimiz şeyleri eşimize açıkça söylesek ve eşimiz karşılık verince de mutlu olmayı ve şükretmeyi bilsek, hayat öncelikle bizim için daha kolay olmaz mı?

· Partnerinizin sevgisini test etmeye çalışmak için dile getirmediğiniz beklentilerinizi kullanmayın.

· Beklentilerinizi kendi içinizde saklamak yerine mutlaka paylaşın. Kendinizi tanıtmak, neye üzülüp neyle sevindiğinizi partnerinize anlatmak sizin sorumluluğunuz.

· Partnerinizin hoşunuz giden davranışlarında mutlaka olumlu geri bildirimde bulunun. Böylece hangi davranışlarının hoşunuza gittiğini anlayabilin. Olumlu davranışların geri bildirimle pekiştiğini unutmayın.

· Dile getirdiğiniz beklentileriniz partneriniz tarafından yerine getirildiğinde mutluluğunuzu göstermekten çekinmeyin. Siz istediniz diye yapılan bir jestin kıymeti büyük olmalı.

· Beklediğiniz davranışları öncelikle siz partnerinize yöneltin. Jestler karşılıklı adımlarla büyür.

Yazının devamı...

Yaz bitti, tatil aşkının acısı kaldıysa

Yaz ayları, insanın içini ısıtan güneş ışıklarıyla, yeni aşklara gebedir daima. Her köşeden gelen müzik sesleri, tatilin hakkını vermeye çalışan şen kahkahalarla, enerjinin yüksek olduğu, ruhların heyecan aradığı aylardır yaz ayları. Yazın bu sıcak günlerinde, tatil aşkları ruhları ısıtır, hayata anlam ve heyecan katar. Ancak yazın yarattığı coşkuyla, mantığı devre dışında bırakarak başlayan bu tatil aşkları, çoğu zaman hayal kırıklıkları veya derin yaralarla biter.

Bir çok birey, aniden çıkagelen bu aşkları, yazın hoş sürprizi ya da tesadüf olarak yorumlar ve olduğu gibi alır, kabul eder. Oysa, kime aşık olduğumuzun aslında tesadüfle ilgisi yoktur. Aşk, farklı denklemlerin sonucunda, benliğimizin kurguladığı bir oyun olarak sahne alır. Oyundan farkı ise, her zaman güldürmez, eğlendirmez.

· Öncelikle, yazın aşka daha açık bir ruh haline bürünürüz. Kasvetli ve tekdüze bir kışın ardından, günlerin uzaması ve havaların ısınmasıyla birlikte, vücut kimyamız da değişir. Uyku düzenimizin ve iklimin getirdiği değişimle beraber hormonlarımızın değişmesi, enerji düzeyimizi yükseltir. Bunun yanı sıra özellikle tatilde yapılan uzun sohbetler, iş hayatından tatil vesilesiyle uzaklaşmak, insanların iç dünyalarını başkalarına açmasını kolaylaştırır.

· Kime aşık olduğumuz evrenin bizim için yarattığı tesadüfi bir şans, bir hediye değildir. Hayat boyunca aşık olduğumuz insanların ortak özelliklerine baktığımızda, ciddi benzerlikler taşıdıklarını, bize aşina gelen benzer yanları olduğunu görürüz. Bu benzerlikler kendimizi tanıma yolunda bize ciddi ipuçları sağlar. Ne istediğimizi, hayatta nelere önem verdiğimizi fark etmemizi sağladığı kadar, hayatta ne istemediğimizi, karşımızdaki bireyin hangi davranış modelinin bizi rahatsız ettiğini de bize öğretir.

· “O”na aşık olmamızın temel sebeplerinden biri, bize olumlu veya olumsuz yönleriyle ebeveynlerimizi anımsatmasıdır. Bize ebeveynlerimizi anımsatan insanlar, uzun zamandır süregelen bir tanışıklık hissiyatını yaratır. Kendimizi güvende hissettir. Ebeveynlerimizle partnerimizin benzer yönlerinin olması, güvenlik çemberimizi tehdit etmez.

· Çocukluğumuzda aldığımız yaraları, hayat boyu telafi etmeye çalışırız. İçgüdülerimiz, bize olumsuz yönleriyle ebeveynlerimizi anımsatan kişilerin davranışlarını değiştirerek, çocukluk yaralarımızı sarmamızı fısıldar.

· Duyguların adını aşk koyabilmek için, partnerimizin 5 duyumuz tarafından da onaylanması gereklidir. Onaydan kastedilen , çok güzel ya da çok yakışıklı olması değildir. Ama kimyasında hayranlık barındıran aşkın var olabilmesi için, gözün çirkin bulmaması, ses tonunun itici gelmemesi yani beş duyumuz tarafından onaylanabilir özelliklerde olması gerekir. Elbette her bireyin onay kriterleri ,kendine özgüdür.

· Aşk, duygu boyutunda, sevgi bilinç boyutunda yaşanır. Sevgi etiketinin altında ise farkındalık, onay, mantık bilinci vardır. Aşk çoğu zaman hayranlıkla başlar ve hayal kırıklığıyla biter. Partnerini “Lider ruhlu” diye tanımlayarak ilişkiye başlayan bir birey, ilişkiden “çok despot” diyerek kaçabilir.

Bütün bunlara rağmen, ne hissettiğimizi tam olarak adlandıramıyorsak, duygularımızı nasıl deşifre ederiz?

· Yeni tanışmış olmanıza rağmen, onu sanki yıllardır tanıyormuş gibi hissediyor musunuz?

· Üzerinizde sebepsiz bir neşe ve enerji hissediyor musunuz?

· Onunla tanışmadan önceki zamanlar, gözünüze birden eksik veya anlamsız gelmeye başladı mı?

· Onunla geleceğinizin nasıl olabileceğine dair bir merak hissediyor musunuz?

· Onunla birlikteyken kendinizi her zamankinden daha güzel, daha özel ve çekici hissediyor musunuz?

· Onunla birlikteyken tamamlanmışlık hissini duyumsuyor musunuz?

· O hayatınızdan çıktığında nasıl hissedeceğinizle ilgili endişeleriniz var mı?

Bütün bu sorulara olumlu cevap veriyorsanız muhtemelen aşıksınız. Ancak aşkın ne denli kalıcı olacağı, sevgiye dönüşüp dönüşmeyeceği bir soru işareti. Bazen mantığı devreye sokup irdelemek, bazen de yaşayıp görmek lazım. Seçim size kalmış.

YAZ AŞKINIZ SİZİ HÜSRANA MI UĞRATTI?

· Arkadaşlar bu günler içindir. Kız kıza yapılan bir yaz aşkına veda töreniyle, içinizdeki acının zehrini akıtın gitsin.

· Spor yapmaya, yürüyüşlere vakit ayırmaya gayret edin. Hem yaz boyunca yakaladığınız fit görünümü sürdürmeniz hem de aşkın acısını atlatmanız için spor işinize yarayacaktır. Spor yaparken salgılanan hormonlar sizi depresyondan uzak tutacaktır.

· Komedi filmleri haftasına ne dersiniz? Her güne bir komedi filmi izlemek size ilaç gibi gelecektir. Hele dostlarla birlikte izlenirse kahkahalar birleştikçe acınız tükenir.

· Hayatınıza yepyeni bir alan katmaya ne dersiniz? Örneğin bir tiyatro grubuna katılın, diksiyon kursuna yazılın vs vs.

· Hayat iniş ve çıkışlarıyla güzeldir. Hiç unutmayın! Hayatınızda tek bir an, ömrünüzün tüm akışını değiştirebilir. Umudunuzu yitirmeyin ve hayatın sürprizlerine açık olun.

Yazının devamı...

Kavga etmeden tartışmanın kuralları

Ceren ve Emre, 2 senelik evliler. Emre flört ettikleri günleri özlüyor olmakla beraber, evliliklerinde çok da büyük bir sorun olmadığını düşünüyor. Ceren ise geleceğe dair çok endişeli. Aralarındaki sorunları konuşamadıklarından yakınıyor. “Problemleri sürekli halının altına süpürüyormuşuz gibi hissediyorum. Emre hiçbir zaman sorunlarımızı konuşmak istemiyor. Çözemediğimiz her mesele, yarın karşımıza çıkmayacak sanki. Emre’ye güvenemiyorum artık” diyor. Ceren’in yanında sakin sakin oturan Emre, birden Ceren’in sözünü kesiyor. Aslında cevap beklemediği çok belli bir ses tonuyla, “Koşunca çözebiliyor muyuz sanki Ceren” diye soruyor. “Her konuşmamız kavgayla bitiyor. Sonunda ben öfkeleniyorum, Ceren de ağlama krizlerine kapılıyor. Bu duruma gelmektense, hiç konuşmamak daha iyi değil mi?”

Buse ve Cüneyt ise 7 aydır birlikteler. Buse evlenmek istiyor. Artık evlenme yaşının geldiğini, biyolojik saatinin bebek alarmı çalmaya başladığını düşünüyor. Cüneyt ise Buse’yi çok seviyor olmakla beraber, evlenmekten korkuyor. Ona göre ilişkileri henüz yeterli olgunluğa erişmiş durumda değil. Kendi yaşlarının değil, ilişkinin yaşının henüz genç olduğunu düşünüyor. Endişelerini; “Çok fazla tartışıyoruz. Neredeyse her konuşmamız kavgayla bitiyor. Geç kalmamdan, bardağı ortada bırakmama kadar, her şey kavga konusu. Buse’nin dilinin kemiği yok maalesef. Buse’yi çok seviyorum ama böyle kavga dövüş bir evlilik de istemiyorum” diye ifade ediyor.

Peki ama, nedir birbirini bu kadar seven çiftlerin her tartışmalarını kavgayla sonuçlandırmalarının nedeni? Birlikte gülen eğlenen bu insanlar, neden iş kendi problemlerini konuşmaya geldiğinde sonu hep kavgayla biter.

Öncelikle tartışma ve kavgayı birbirinden doğru ayırmak gerek. Tartışmanın enerjisi kötü olsa bile, tartışmak son derece sağlıklıdır. İki insanın fikir ayrılığı yaşamaması, her daim aynı kararda olması ne mümkün. Zaman zaman kendimizle bile tartışıp, yaptığımız şeylerden ya da söylediklerimizden pişmanlık duymuyor muyuz?

Hiç tartışmayan bir çift için iki olasılıktan bahsedebiliriz; Ya geçmiş süreçte tartışmış ve sorunlarını çözmüşlerdir. Yani bugüne dair ilişkilerini etkileyen ve etkileyecek problemlerde fikir birliğine varmışlardır. Ya da, tartışmamak adına problemlerin üzerini kapatıyorlardır, ki bu çok tehlikeli. Sorunları görmezden gelmek, tartışmamak adına üzerini kapatmak, bir gün büyük bir patlama yaşanacağına delalettir.

Ancak tartışma ve kavga etmenin ayırımını, doğru yapmak gerekir. Elbette fikir ayrılıkları olacak. Hatta bu fikir ayrılıkları tartışılırken, heyecanlanılacak, sinirlenilecek ve sonuçta çözüme ulaşmanın iç huzuru yaşanacak. Fakat tartışma kontrolden çıktığında, taraflar artık öfkesini kontrol edemez olduğunda ve incitici sözler filtresiz telaffuz edilmeye başlandığında, artık tartışmaktan bahsedemeyiz. Kavga başlamış demektir ve hiçbir mesele, böyle kontrolsüz bir ortamda çözüme ulaşamaz.

Her sağlıklı ilişkinin temeli, doğru iletişimle başlar. Kavgadan kaçınmak ve doğru bir iletişimle sağlıklı tartışabilmek için, dikkat edilmesi ve ilişkide prensip kabul edilmesi gereken bazı kuralları benimsemek önemli;

· Öncelikle tartışma zamanını doğru seçmek gerek. Partneriniz heyecanlı bir maça odaklanmışken “Hadi konuşalım” demek, doğru bir zaman değil. Onun da kendini konuşmaya hazır hissediyor olması önemli. İnsanlar aç, uykusuz, yorgun veya başka bir konu nedeniyle gerginken, hep daha stresli olurlar ve tartışmanın kavgaya dönüşme ihtimali yükselir. Öncelikle sorunu masaya yatırmak için, uygun bir zamanın önceden kararlaştırılması önemli. Böylece, konuşma teklifi uygunsuz bir zamanda gelmez, taraflar içsel olarak meseleyi çözmeye hazırlanma fırsatı yakalar.

· Tartışılan konunun bir noktasında gerilim arttığında, öfkenin mantığın üzerine çıktığı hissedildiğinde, konuşmaya mutlaka ara verilmeli. O noktada tartışmayı sürdürmek çözüme ulaşmayacağı gibi, muhtemelen kavgayla sonuçlanacaktır. Konuşmayı ertelemek, sakinleştikten sonra meseleyi daha dikkatli ve çözümcül bir dille tekrar ele almak, fayda getirecektir.

· Konuşmaya, haklı çıkmak ihtiyacı veya karşısındakine yanlışını bildirme gibi egosal tuzaklardan arınarak, tamamen çözüm aramaya odaklı başlanılmalı. Konuşmanın amacının nasihat etmek veya had bildirmek değil, ilişkiyi daha huzurlu bir noktaya taşımak olduğu unutulmamalı.

· Her ne kadar üzülseniz veya sinirlenseniz de, karşınızdaki kişinin rakibiniz değil, sevdiğiniz insan olduğunu aklınızdan çıkartmamalısınız. Şu anda kızgın olabilirsiniz ama o bir çok yönüyle beğendiğiniz ve sevdiğiniz insan.

· Tartışmanın bütününde doğru iletişim dilini kullanmak için gayret sarf edilmeli. Yani sadece eşiniz ya da partneriniz değil, iletişimde bulunduğunuz tüm insanlarla konuşmalarınızda özen göstermeniz gereken, yazılı olmayan kurallar, burada da geçerli olmalı. Sevdiğimize yüklenmek ve nazımızın geçmesini beklemek, en kolayıdır. Oysa ayıp etmekten çekineceğimiz, kırılmasından korkacağımız ilk insan o olmalı.

· Gözyaşlarını silah olarak kullanmak ya da küsmek veya ilişkiyi bitirmek gibi iletişim kanalını kapatacak tutumlardan kaçınılmalı. Her tartışmada ayrılık tehdidinin havada olması, samimiyeti engelleyecektir.

· Kişi ya da duygular değil, davranışlar eleştirilmeli. “Böyle davranırsan ben yokum” ya da “nasıl böyle düşünebilirsin” gibi eleştirilerden uzak durulmalı.

· İletişim boyunca “Ben dili” kullanımına özen gösterilmeli. Yani “Sözümü kesip durma. Ne kadar saygısızsın” diyen yargılayıcı bir tutum yerine, “ Sözümün kesilmesinden hoşlanmıyorum. Ne söyleyeceğimi unutuyorum” demek gibi.

· İletişim boyunca genellemelerden kaçınılmalı ve o anda yaşanan soruna odaklanılmalı. “Sen her zaman sorumsuzsun zaten” demek, o andaki sorunun çözümüne hitap etmez.

· Tartışma sırasında başkalarıyla kıyaslanmak, karşılaştırılmak veya etiketlenilmek, etkin dinlemenin önüne geçer ve kişi savunma ihtiyacı hisseder. Hiç kimse başkasıyla karşılaştırılmak ve olumsuz yönlerinin yargısız bir biçimde etiketlenmesini istemez.

· Tartışma süresince ne denli olumsuz duygular yaşarsak yaşayalım, saygı çerçevesinde davranmayı ve konuşmayı bırakmamalıyız. Eşyaların havada uçtuğu, incitici kelimelerin fütursuzca sarf edildiği bir tartışmanın ardından bir uzlaşma sağlanmış olsa bile, yaşanan tartışmanın bırakacağı yara kolay kolay kapanmaz. Saygının olmadığı bir ilişkide, sevgi de uzun süre barınamaz, uçar gider.

Sevgiler

Yeşim Varol Şen

Yaşam Koçu, İlişki ve Evlilik Danışmanı

www.yesimvarolsen.com

Yazının devamı...

Nedir şu kadınların sahiplenmek dediği ?

Her ne kadar “Ben kadınları anlamaktan çoktan vazgeçtim” diye söylenip dursanız da, özellikle ilişkide kriz çıktığında, yana yana düşündüğünüzü, anlamak için uğraştığınızı biliyoruz. Herkesin bildiği artık sır değildir ama korkmayın. Aramızda kalacak.

İtiraf etmek gerekirse, erkeklerin işi kolay değil. Biz kadınlarda nazın biri bin para bu aralar. Tüm kadınlar sözleşmiş gibi, aynı şikâyet dillerinde. “Beni sahiplenmiyor şekerim” diye, sızlanıp duruyorlar. Erkekler bu şikâyete kırılıyor, alınıyor ama anlam veremiyor aslında. “ soruları zihinlerine üşüşüyor. Nedir kadınların bu sahiplenmek dedikleri, bilen beri gelsin.

O kadar da karışık değil aslında. Nasıl mı?

Yeni nesil evliliklerde, kadınlar özgürlük istiyor. Annesi, teyzesi gibi ezilmek istemiyor. Ne giyeceğine, kiminle nereye gideceğine ve kaçta eve döneceğine, müdahale ettirtmiyor. Ayakları üzerinde duruyor ya artık kadın, iş yemeklerine, seyahatlerine karışıp, kariyerine engel olacak bir erkeği kabullenmiyor. “” dillere marş olduktan sonra, “” teranelerine katlanamıyor. Tatiline de gidiyor, içmeye de çıkıyor. Kendisine engel olmayan, eve tıkmaya çalışmayan erkeğe modern, velilik yapmaya çalışanına “geri kafalı” diyor.

Her şey iyi güzel de, hayat böyle sürüp giderken bir noktada kadın, ilişkide neyin eksik olduğuna takılmaya başlıyor. Düşünüyor, düşünüyor ve eksiği keşfediyor. “Beni sahiplenmiyor”, diyor.

Çünkü erkek, hayat arkadaşından ziyade, ev arkadaşı olmuş. Harcamalar ortak, şartlar eşit. Hayran olduğu güçlü erkeğe sığınma, korunma içgüdüleri yüzeye çıkan kadın, bakıyor ki ne hayranlık var ne de korunma. Bu durumdan, öncelikle kadının libidosu yara alıyor. İlişkide tutku sönüveriyor. Erkekse şaşkın. Ne cinsel hayatlarının neden balon gibi söndüğünü, ne de kadının sahiplenmek dediğinin ne olduğunu, anlamıyor.

Erkeklerin anlamaması çok normal çünkü kadın bile zihninde tam olarak toparlayamamış ki bu olguyu. Tariflemeye çalışırken kadın bile zorlanıyor. “” diyor mesela. Derine indiğinizde algı karışık. “ ” diye devam ediyor. “

Kendi ilişkisine baktığında, giyimine karışan, attığı adımın hesabını soran bir erkeği, elbette istemiyor. “” diyor. İyi de nasıl olacak o iş? Bu bir paket mi? Ya sahiplendiğini kısıtlayarak gösterecek , ya hiç mi? Değil elbette. Dinleyin.

Kadınlar, “Erkeğinizin sahiplendiğini nasıl hissedersiniz” sorusuna farklı cevaplar veriyor;

Bengü,33 Bankacı;

“Beni bunaltmasın elbette ama arada bir kıskandığını hissettirsin istiyorum. Bu bluzu giyme demesin ama arada bir kaşıyla gözüyle yakan açılmış, diye işaret etsin mesela. Ben bileyim ki gözü üzerimde, beni kıskanıyor.”

Yağmur,27 Satış Temsilcisi;

“İş için yolculuğa çıkıyorum. İstiyorum ki bir arayıp sorsun, sağ salim vardım mı emin olsun. Aramadığında beni aklına bile getirmiyor, umursamıyor diye düşünüyorum.”

Nesrin,36 Ev hanımı;

“Eşim işi dolayısıyla sık sık seyahate çıkar. Her akşam mutlaka arar ama ilk sorusu . Onlardan haber almak için beni arıyor gibi geliyor bana. Bir kere de diye sorsa. Ya da beni özlediğini söylese”

Yasemin, 42 banka müdiresi;

“ Yok, ben artık sahiplensin falan istemiyorum. Eşim kredi kartı ekstrelerimi inceleyip hesap sormayı, telefonumu karıştırıp o kim, bu kim diye sorgulamayı,sahiplenmek sanıyor. Gardiyana değil, ona ait olduğumu hissettirecek bir erkeğe ihtiyacım olduğunu anlamadı gitti. diyorum, o telefonu açıp, diye soruyor. Vazgeçtim artık, sahiplenmesin.’

İşin özeti, kadınlar erkeğin kendilerini düşündüğünü, merak ettiğini ve kıskandığını hissetmek istiyor. Ama başka erkeklerin bakışlarından tedirgin olup kadını kısıtlamasın, kadını varlığıyla korusun, sahiplensin istiyor. Arada bir aklımdasın desin, özlediğini hissettirsin ama bunaltmasın, engellemesin. Oraya gidemezsin demesin, ama seni ben bırakırım desin. Kadına özel hissettirsin. İlgilensin, sorsun ama sorgulamasın istiyor.

Çok mu karışık oldu?

Yazının devamı...

Kadının ekonomik gücü, yatak odasını vurdu

İlk çağlardan beri süregelen bir ezber var; evde kadının hâkimiyetinin, dış dünyada erkeğin gücüyle birleştiği bir denge. Erkeğe gücün yakıştırıldığı, naif ve savunmasız kadının, erkek tarafından korunduğu ilişkiler…

İlk çağlarda, mağarada çocuklarıyla erkeğini bekleyen kadını, yırtıcı hayvanlardan koruyan, avlanıp ailesinin karnını doyuran erkekleri resimliyoruz zihnimizde. Sonrasında kulelerde hapsedilmiş prensesleri kurtaran, parlak zırhlı şövalyeleri. Erkekler vatanları için savaşmaya gittiğinde, evde çocuklarına sahip çıkan, savaşa geri planda destek veren kadınları. Ezberimiz hep, ailesini koruyan, kollayan ve geçimini sağlayan, reis erkek kavramı üzerine.

Günümüzde bu ezber bozuldu. Yerine koyacağımız tek bir ezber yok artık;kimi evlerde, aile reisi hâlâ erkekken, kimi evlerde kadının dominantlığı ön planda. Kiminde ise “reislik” kavramı çoktan Kızılderili kabileleriyle özdeşleşen, eski moda bir kavram haline gelmiş. Bağımsız iki yetişkinin, birlikte yaşamı benimsenmiş. Kadının ekonomik bağımsızlığını kazanması ile birlikte, erkeğin güçlü, haşmetli duruşu, imgesel manasını yitirmiş.

Özellikle büyük şehirlerin yeni nesil evliliklerinde, kadın erkeğin kendisini dış dünyaya karşı korumasına ihtiyaç duymuyor artık. Kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi “ekmeğini” kazanabilen kadının, ilgi alanı çoktan el işi yapmaktan, kariyer basamaklarını nasıl çıkacağına, hangi ülkeyi gezeceğine kaymış durumda. Kadınlar artık, erkeğin fiziksel gücüne eskisi gibi, ihtiyaç duymuyor;çünkü erkeğin maddi ve manevi olarak kendisine bakmasının getireceği kısıtlamaları artık kabul etmek istemiyor. Ne giyeceğine, nereye kiminle gidebileceğine ve hangi saate kadar dışarıda kalabileceğine, erkeğin müdahale etmesine izin vermek istemiyor.

Toplum yapısının değişmesi ve kadının olağan gelişimi ile birlikte geldiği bu noktada, eski ezberlerin bozulmasıyla beraber, ilişkilerin dengesi de değişti. Kadının kazandığı güç, erkeğe bakış açısını değiştirdi. Erkeği sığınacağı güç timsali, güvenli liman olarak görmekten vazgeçen kadın, bu bakış açısıyla beraber libidosunu da kaybetti. Erkeğin güçlü kollarına teslim olmak dürtüsündeki kadının teslimiyeti, güç dengesiyle beraber değişti.

Kadının kazandığı güçle beraber, nerede duracaklarına dair ezberleri bozulan erkekler, kendilerini konumlandırmakta zorluk çekiyorlar. Bir taraftan, zorlu hayat şartları karşısında evin geçiminden artık tek başına yükümlü olmamak, erkeği rahatlattı. Fakat bu rahatlığın yanı sıra, kadının kendilerine hayran, korunmaya muhtaç bakışlarını, kadın yumuşaklığını kaybettiklerinin de farkındalar. Kendilerini güçlü hissetmeleri için ihtiyaç duydukları naif yaklaşımı, artık kadınlarda bulamıyorlar. Kadının eşitliğine saygı göstermek için, alan açtılar. Eşitliğin doğal sonucu olarak “Madem eşitiz, faturaları sen öde, kirayı ben” gibi bir hayat ortaklığı başladı ilişkilerde. Çok makul…

Ancak, eşitlik ve ortaklıkla beraber, kadının hayran bakışları azaldı, ilişkinin libidonal malzemesi erimeye başladı. Kadınlar erkeğin kendisini sahiplenmediğinden şikâyet ederken, erkekler ihtiyaçları olan saygıyı göremediklerinden dem vuruyorlar.

“Grinin Elli Tonu” tadında romanların, çok satanlar listesinin başında olması, hiç şaşırtıcı değil. Kadın eski ezberlerden kalan bir içgüdüyle, hâlâ saygı duyabileceği, sığınabileceği,kendisine maddi ve manevi bakabilecek bir erkeğe teslim olmak istiyor. İçgüdüleri, hayatın içinde ruhunuemanet edemediği bir erkeğe, bedenini teslim etmesine izin vermiyor.

Yazının devamı...

Diyete önce ruhunuz hazırlanmalı

Malum yaz geliyor. Özellikle hanımlar telaşlı. Hangi diyeti uygulayacaklarına, diyete hangi pazartesi başlayacaklarına dair sohbetler, planlar başladı. Ancak, kilo hesapları yapılıyor, hesap sonucunda verilmesi planlanan kilolar çift haneli rakamlarda çıkınca, moraller bozuluyor, motivasyon kayboluyor. Oysa diyet yapmak için, önce ruhu hazırlamak gerek. Motivasyon gerek.

Diyete öncelikle, doğru bir planla başlanmalı. Doğru planı yapmak içinse, öncelikle doğru sorulara ihtiyacımız var. Hadi koçluk seansları başlasın. İlk soru; Diyetle verilmesi planlanan hedef kilo nedir? Örneğin, 20 kilo vermeyi hedeflediğinizi varsayalım. Hangi sürede 20kg vermeyi hedefliyorsunuz? 5 ay mı, harika. Bol bol vaktimiz var.

Şimdi, 20kg’ı yani vermeyi planladığınız toplam kiloyu unutun. Bu sizin moralinizi bozan, motivasyonunuzu düşüren, büyük bir rakam. Üstelik, 5 ay çok uzun bir süre. Motivasyonunuzu kaybedip, diyeti sürekli bir sonraki pazartesiye ertelemeniz çok olası. 5 ay boyunca diyet yapacağınızı, istediklerinizi yiyemeyeceğinizi düşünmek bile motivasyonunuzu bozabilir. Düşünmekten vazgeçin.

Şimdi basit bir hesap yapalım. 5 ayda 20kg vermeyi hedefliyorsanız, bu ayda ortalama 4kg. vermeniz gerektiği, anlamına geliyor. Hedefimizi böldük ve hatta daha da küçültebiliriz. Ayda 4kg vermek demek, haftada sadece 1 kg vermek demek. Hiç de zor görünmüyor değil mi? Yani diyet yaparak, vermeyi hedeflediğimiz, haftada sadece 1kg.

Şimdi asıl önemli soruya geldik; Neden kilo vermek istiyorsunuz? Evet, sağlıklı olmak için. Ancak, kilo vermeyi kış ortasında değil de, yaz başında konuştuğumuza göre, asıl hedef güzel görünmek. Öyle değil mi? Deniz kıyafetlerinin, yazlık giysilerin içinde, sağlıklı ve güzel görünmek, ana hedefiniz. O halde, güzel görünme hayalinizi lütfen ertelemeyin. Bir çok kadın, güzelliği vermesi gereken kilolarına endeksler ve hedeflediği kiloya inene kadar, kendisini bol eşofmanlara, dağınık saçlara mahkum eder.

Hayır! Biz şimdi tam tersini yapıyoruz. En güzel giysilerinizle, saçınız, makyajınızın en güzel haliyle dolaşmanızı istiyorum. Kendinizi güzel hissettiğiniz şekilde tamamlanın ki, bir tek kilolarınız sizi rahatsız etsin. Aynaya baktığınız zaman kendinizi güzel bulun. Ancak kilolarınızdan kurtulduğunuzda, muhteşem olacağınızı unutmayın.

Peki, hedefimizi böldük. Artık hiç de göz korkutucu bir programdan bahsetmiyoruz. Haftada 1kg vermek çocuk oyuncağı. Şimdi, haftada 1 kg’ı nasıl vereceğimize odaklanalım ve aklımıza gelenleri not alalım;

· Diyet yaparak; Elinizde bir çok diyet listesi olabilir. Ancak bir diyetisyen eşliğinde çalışmanız, sizin hem bilinçli kilo vermenizi, hem de hedefinize daha çok motive olmanızı sağlayacaktır.

· Spor yaparak; Vermeyi hedeflediğiniz 20kg’ı düşünürken, kendinizi öldürürcesine spor yapmanıza gerek yok. Haftada 1 kg vermeniz gerektiğini düşünürseniz, sağlıklı bir yaşam için şişman veya zayıf, herkesin yapması gereken sporun temposunu birazcık arttırmanız, yeterli olacaktır.

· Abur cuburu keserek; Daha güzel görünmek ve yaz boyu mayonuzun içinde endamla salınmak mı, çikolatanın size vereceği anlık keyif mi? Hangisini seçeceğinize karar verin. En iyisi, abur cuburları evden çıkartın, karar vermek için bile zahmete katlanmayın.

· Bunların yanı sıra çantanızda hep bir çift babet taşıyın. Topuklularınızın, kısa mesafeleri yürümekte bile gözünüzü korkutmasından, böylece kurtulabilirsiniz. Öğle yemekleri için bile kaçtığınız AVM’lerde böylece daha çok hareket kazanırsınız. Daha çok hareket, daha çabuk verilecek kilolar demektir, unutmayın.

· Yürürken kalça kaslarınızın gergin olmasına odaklanın. Göreceksiniz, bir dönem sonra bu alışkanlık olacak. Kaslarınızı kontrol ederek, daha biçimli kalçalara sahip olacaksınız.

· Kendinize koyu renkli, küçük ebatlı bir tabak edinin. Araştırmalar koyu renkli tabakların iştahı azalttığını ve küçük ebatlı takımlarda yemenin doygunluk hissini arttırdığını gösteriyor.

· Dışarıda yediğiniz yemeklerde, yemeğinizin yanında gelen garnitürleri seçin. Pilav yerine , ızgara sebze istemenizin bir mahzuru yok. Göz görmeyince, kendinizi engellemeniz daha kolay olacaktır.

Diyet yapmayı zorlaştıran, endişelerinizdir. Diyet yapacağınız süre boyunca, kendinizi kısıtlayacağınıza ve dolayısıyla keyfinizin bozulacağına dair endişeleriniz ve bu fedakârlığın sonucunda o çift haneli korkutucu rakamlı kiloları veremeyeceğinize dair korkularınız, sizi adım atmaktan alıkoyar.

Hedefleri bölerek ilerlediğinizde, plan korkutucu olmaktan çıkar. Üstelik bilirsiniz ki, bir günlük bir kaçamak , en fazla bir haftalık performansınızı etkiliyor. Çünkü; her pazartesi yeni bir diyet programı başlıyor.

Yazının devamı...

Stockholm'de üç gün

Geçen hafta, Stockholm’de yaşayan Türk hanımların kurduğu, Tulpan Kadın Derneği’nin davetlisi olarak, seminer vermek üzere üç günlüğüne İsveç’teydim. Beni çok etkileyen bu ülke ve insanlarla ilgili izlenimlerimi bu satırlarla paylaşmak, onlara teşekkürlerimi bir kere daha aktarabilmek isterim;

· Her şeyden önce, İsveç çok güzel ve huzur dolu bir ülke. Uçaktan aşağıya baktığınızda bile çok etkileniyorsunuz. Denizin üzerinde bir çok ada ve bu küçük adacıkların üzerinde yer alan birbirinden şirin yapılar, daha yukarıdayken bile sizi çağırıyor. Gözünüzün her değdiği noktada yeşil ve mavinin kucaklaşmasını görüyorsunuz.

· Ülkemizle karşılaştırıldığında Stockholm’ün nüfusu çok az. (871.952-31 Ara 2011). Buna rağmen araç trafiği yoğun. Ancak trafikte kornaya basanların İsveç’li değil, yabancılar olduğunu söylüyorlar. İsveç halkı sakin ve trafiğe sabırlı.

· Kraliyet saraylarının yanı sıra, 333 yıl sonra su altından çıkarılan bir savaş gemisinin sergilendiği Vasa müzesi mutlaka görülmeli.

· Nüfusun azlığından olsa gerek, evler hep alçak katlı ve çoğu prefabrik. Genelde ormanın kıyısına yapılan sekiz on evle, küçük mahalleler oluşturulmuş. Pencereden bakıldığında geyikler veya tilkilerle karşılaşılabiliyor.

· Stockholm’de yaşayan Türkler çok sıcak. Yabancı bir ülkede olduğumuzu hiç anlamadık desem yeri var. Bize evlerini açtılar, şehri gezdirdiler. Harika insanlar.

· Aynı zamanda hepsi çok bilinçli. Stockholm’de yaşayan Türk hanımlarının hemen hemen hepsi çalışıyor. Bir çoğu devlet dairelerinde çalışıyor. Bazıları ise orada eğitim almış ve öğretmenlik yapıyor. Bir Türk kadını olarak gurur duyduğumu özellikle belirtmeliyim.

· En büyük korkuları çocuklarının ellerinden alınması. İsveç hükümetinin yasaları çok net. Çocuğuna kötü muamele yapan veya şiddet uygulayan ailelerin çocuklarını, devlet aileden alıyor. Ancak bu güzel uygulama, maalesef bir dezavantajı da beraberinde getiriyor; İstedikleri yapılmayınca ailesine kızan çocuklar, bu sistemi bir tehdit unsuru olarak kullanabiliyor. Çocuk akıllarıyla ailesini cezalandırmak isteyen çocukların yalanları neticesinde tatsız durumlar yaşanabiliyor. Bu nedenle çocuklarla iletişim konusunda çok yardıma ihtiyaçları var.

· Orada yaşayan Türkler, yabancılarla evlilikleri tercih etmiyorlar. Türklerle evlenmelerinin neticesinde gelenek ve göreneklerini korumak konusunda, hiç zorlanmıyorlar.

Avrupa’nın diğer ülkelerinden ayrı bir lezzet veren bu ülke, mutlaka gezilecek rotalar arasında yer almalı. Hava durumunu düşününce Mayıs ve Haziran ayları ideal görünüyor. Bu aylar da bile, yanınızda mutlaka bir mont olmalı. Türkiye’den gidenler için hava oldukça serin.

Eğer Stockholm’e gidiyorsanız, mutlaka oradaki Türklerle bağlantı kurmalısınız. Hepsi birbirinden sıcak ve cana yakın insanlar. Bu vesileyle Tulpan Kadın Derneği Başkanı Zeynep Hanım’a, bize evlerini açan Asuman Hanım ve Fadime Hanım’a, bize rehberlik eden Nafiye Hanım’a, Gamze’ye ve isimlerini sayamadığım diğer tüm dostlara yeniden teşekkür ederim.

Sevgilerimle

Yeşim Varol Şen

Yazının devamı...

Kırk Kırık Topuk

Merhaba,

Sizlerle bu hafta, yeni çıkan kitabım "Kırk Kırık Topuk"un heyecanını paylaşmak istiyorum. Seanslarla ve seminerle ulaşma şansı bulamadığım tüm okurların ilişkilerine katkıda bulunabilmek arzusuyla yazdığım bu kitabımın, hayatınızda güzel izler bırakması dileğiyle...

Yeşim Varol Şen

Yaşam Koçu;İlişki ve Evlilik Danışmanı

Bu kitapta 40 kadının hikâyesini okuyacaksınız. Kimi fiziksel, kimi psikolojik şiddet gören, aldatılan veya aldatan, ne istediğini bilip emin adımlarla yürüyen ya da hayatın getirdikleri içinde kendisini kaybetmiş …..İlişkilerini sorgulayan 40 kadının hikayesi.Kimi haklı ama güçsüz, kimi güçlü ama haksız. Farklı yaşlardan, farklı hayatlardan 40 kadın ve hikâyeleri.

Her hikayenin ardından okuyacağınız uzman görüşlerinde, kendi hatalarınızı bulacak, yol haritanızı çizmek için gereken farkındalıkları oluşturacaksınız. Çaresiz hissettiğiniz anlarda aslında çözümsüz olmadığınızı fark edecek, aslında yaşadıklarınızın değil, hissettiklerinizin size özel olduğunu duyumsayacaksınız.

Okuduğunuz her hikâye, size sizden bir haber iletecek. Kendinizi ve hangi yöne ilerlemeniz gerektiğini keşfedeceksiniz. Hikâyelerde farklı hayatlar yaşayan, sizden farklı zannettiğiniz kadınların, aynı dönemeçlerde tıkandığını görmek sizi şaşırtacak. Uzman görüşlerinin aslında hikayeye değil de direkt size hitap ettiğini duymak, belki de sizi sarsacak.

Hangi hikaye sizi anlatıyor ? Hangi kadın sizsiniz?

Keyifli bir yolculuğa hazırlanın.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.