Günseli Önal

Günseli Önal

gonal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçenlerde, televizyonu açtığımda ekrandaki görüntüde, melez bir kadın kaşınıyordu. Beyaz bir adam “Terbiye vermediler mi sana?” deyince, bozuldu. Olduğu gibi davranan, başka türlüsünü yapmasına neden olacak bir terbiye almadığı da belli olan kadının vahşi doğallığı ilgimi çekince, filmi izledim.
John Duigan’ın “August King’in Yolculuğu” adlı filmiydi. Adam, 1815’in ilkbaharında hayvan ve erzak almak üzere pazara doğru yola çıkan August King idi. Dindar biri olan, tek çocuğunun ölümünün ardından karısının intiharıyla sarsılan August’ın karşısında kaşınan kadınsa, kaçak köle Annalees Williamsburg. Acı veren geçmişini arkasında bırakamayan August, kaçak kadına yardım etmeye karar vermişti.
Zengin toprak ağasının halkı peşine taktığı Anna, ruhunun kendisinden alınmasına dayanamadığı için kaçmıştı. Kadının doğallığından ve özgürlüğünün bedelini ödemeyi göze almasından etkilenen August için, genç kadını hedefine ulaştırmak bir tutkuya dönüşmüştü.
Filmde ikinci bir kadın daha vardı. Yaşadığı toprakların kahyasının, dul August’a âşık olan kızı. Doğal, vahşi, eğitimsiz, terbiye edilmemiş, kabarık uzun saçlarını serbest bırakan, omuzlarını ve göğüslerini gösteren elbisesiyle güzelliğini örtmeyen Anna’nın tam tersiydi. Bir akşam kamp yemeğine August’u da davet edebilmek için, erkek kardeşiyle gelmiş, daveti kardeşine yaptırmıştı.
Yetiştiriliş tarzı, âşık olduğu adamın yanına tek başına gitmesine ve istediği şeyi kendi ağzından söylemesine engeldi. Oklava yutmuşçasına dik duruyordu. İki elini önünde birleştirerek kardeşinin yanında beklerken, bir erkeğin karısı olmasını isteyeceğini düşündüğü iyi ve dindar bir eş, iyi bir anne olabilecek, iffetli ve güzel ahlaklı bir kadın olduğu izlenimini, ona öğretildiği şekilde veriyordu.  

“Özgür” kadının tutsaklığı
Anna’nın saklandığı yerden izlediği bu sahne ilgiçti. Annesi, toprak ağasının yattığı köle kadınlardan biri olan melez kadın, hiç tatmadığı özgürlüğe kavuşmak istiyordu. Diğer kadınsa, boğazına kadar kapalı giysileri, sımsıkı topladığı saçları, daha da önemlisi, üzerine soğan katmanları gibi kat kat geçmiş davranış kalıpları içinde, ne istediğini söyleyemeyecek durumda bir tutsak olduğunun farkında değildi.
Anna, kadın gittiğinde, “Beyazların kadınları çok fazla giyiniyor. Çok az yerleri görünüyor. Güzel olup olmadığını anlayamadım” dedi. Anna’nın da sadece omuzları ve saçları açıktı, ayakkabısı yoktu. Ama, insana “çıplak” olduğu izlenimi verecek şekilde, bedeniyle, ruhuyla, duygularıyla, merakıyla, her şeyiyle göz önündeydi sanki. Diğer kadınsa, erkeğinin önünde soyunsa bile hiçbir zaman çıplak kalamayacak kadar örtülüydü. Terbiyesiyle, ahlakıyla, iffetiyle, dindarlığıyla kat kat örtünen kadın, bunları üzerinden çıkarabilecek gibi görünmüyordu... Yolculuk boyunca inancını ve doğrularını sorgulayan August’un merakını, karısı olmak isteyen değil, özgür olmak isteyen kadın uyandırıyordu. 

AB yolunda “Nataşa” korkusu
AB Eğitim ve Gençlik Programları “Gençlik Değişim Projesi” kapsamında Batman’a gelen Litvanya, Letonya ve Romanya’dan 18 öğrencinin gezmek için götürüldükleri Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) tesislerinin güvenlik görevlileri, “Tesislerimize Nataşaları almıyoruz” demiş. “Nataşa” dedikleri, 40 derece sıcakta şort ve tişört giyen öğrenciler. Sonuçta, o cehennem sıcağında bile kadınları çarşaflar ve örtüler içinde görmeye alışkın olan erkeklerin gözlerini rahatsız eden çıplaklık, biraz bacak, biraz omuz.
Parçası olmak istediğimiz AB’ye doğru yaptığımız yolculuğu, August King’in yolculuğuna benzettiğim için yazdım bugün bunları. Gözleri örtülerin altındaki karanlığa alışmış erkekleri böylesine zorlu bir yolculuğa, özgürlüğün nasıl bir şey olduğunu merak eden ve bunun için her şeyi göze alabilen kadınlardan başka kim ikna edebilir?