“Sigara sağlığa zararlıdır” gibi düz, ruhsuz sloganlar yüzünden zaten daralmışız, dünyanın en çok sigara tüketen toplumlarından birini yaratmışız şimdi de gün geçmiyor ki ‘sağlıkla ilgili sorunlara dikkat çekmek için’ absürd bir kampanya düzenlenmesin ya da bir ünlü soyunmasın…
Meme Vakfı’nın kampanyası malum… Bennu Yıldırımlar’dan Hülya Avşar’a pek çok ünlü ve başarılı kadın bu kampanya için soyundu. Ama benim aklımda sadece, Tuba Büyüküstün’ün güzel yüzü, pembe kurdeleler ve kimsenin olaya sahip çıkmayışı kaldı. Peki mesaj neydi?
Şimdi de Billur Kalkavan ve hatta Barbaros Şansal atmış giysileri, konu 1 Aralık AIDS Günü… İyi de mesaj ne? Şansal’ın ‘incir yaprağı bölgesine’ fotoğraf makinesi koyup poz verdiği fotoğrafa bakarak “korunmasız cinsel ilişkide bulunmayın” mesajını alanı getirin, alnından öpüp bir diploma vereceğim hatta yetmedi Büyük Çarpışma Deneyi’ne katılması için CERN’e göndereceğim.
Kısacası bu soyunma meselesi de şehrin ‘havalı kanadına’ yerleştirilen dev inekler, laleler, ayakkabılar gibi kabak tadı verdi.
KIRMIZI GİYMEKLE OLUYOR MU?
Bu arada “Kırmızı giy, kalbini koru” kampanyasının özüne de inebilmiş değilim. Oysa kampanyanın ben zahmet etmeden bana kendini anlatması gerekiyor mu? Her gün kırmızı bir pardesü giyiyorum ama beni evden alan taksicinin bundan “Hımmm. Kız kırmızı giymiş, kalp ve damar sağlığımı korumalıyım” gibi mesaj çıkaracağından biraz şüpheliyim!
Anneannenin annesinin adını biliyor musun?
Ermeni asıllı Fransız sinemacı Serge Avedikian’ın “Aynı Sudan İçtik” adlı belgeseli, dünyanın pek çok ülkesinin ardından cuma gecesi İstanbul’da gösterildi.
1001 Belgesel Film Festivali kapsamındaki gösterimin ardından önemli tartışmalar yapıldı. Zira konusu Ermeni meselesiydi, söylemi de ilginçti.
Belgesel, yönetmenin, tehcir sırasında Bursa’dan ayrılmak zorunda kalan dedesi Avedis’in izinden, 1987, 2003 ve 2005 yıllarında Bursa’nın Sölöz köyüne yaptığı 3 yolculuğun hikayesi…
Avedikian belgeselde önce dedesinin hikayesini anlatıyor, bazı tanıklıkların ardından da izleyici Sölöz köyünün sakinlerini tanıyor.
Kaç kişi yanıt verebiliyor?
Avedikian gezilerinde kamerayı sık sık üzerlerinde güzel şiirlerin olduğu Ermenilere ait mezar taşlarına çeviriyor.
87’deki yolculuğunda, bu mezar taşlarının bir merdivene basamak olduğunu gören Avedikian muhtemelen bundan ‘Ermeni-Türk meselesine dair’ bir anlam da çıkarıyor.
Oysa bilmiyor ki, Türkler kendi atalarının mezar taşlarına da kimi zaman benzer itinayı gösteriyor...
Serge Avedikian, sonraki iki gezisinde de bu mezar taşlarının çayıra çimene atıldığını ya da zeytin üreticileri tarafından ‘ağırlık niyetine’ kullandığını görüyor. Üzülüyor…
Oysa bilmiyor ki, pek çok Türk, ‘köklerini’ uzaydaki boşluklara salıveriyor. Allah aşkına başlıktaki soruya kaç kişi tak diye yanıt verebiliyor?
Hikâye varsa anlatılmalı!
Avedikian’ın belgeselini kimi alkışlayacak kadar beğeniyor, kimileri de haksız, yersiz, gereksiz ya da kötü buluyor…
İnsanlar Kars’taki, Erzurum’daki dedelerinin, ninelerinin Ermenilerce öldürüldüğünü anlatıyor mesela… Ve bunları söyleyenler insanın içini cız ettiren hikayelerini “Peki bunlar niye anlatılmıyor?” diye bitiriyor!
Gerçekten, niye anlatılmıyor?
Serge Avedikian, Ece Temelkuran’a şöyle diyordu: “Niye birbirimizi suçluyoruz? Bir araya gelerek iktidarlarımızı suçlayalım. Hiçbir Ermeni hiçbir Türkü, 'Bu hikâyeyi bilmiyor, kabul etmiyor' diye suçlayamaz. Biz sadece hikâyelerimizi anlatmalıyız”.
Ben bunu Milliyet’te okuyalı 2 yıl oldu.
Avedikian ne yapıyor? Türkiye’de, kendi hikayesini bir belgeselle anlatıyor. Belgesel, yönetmenin ‘iki taraf arasında diyalog kurma’ amacını ne kadar gerçekleştirebilir bilinmez, ama Avedikian’ın hikayesini anlatmak için uğraştığı gerçeği su götürmez.
Herkesin bir hikayesi var ama dünya bunları her zaman ‘anlatanların tarafından’ dinler. Bize de bir kaşık Mustafa’da boğulmak düşer.
(Belgesel, yarın da saat 13.10’da Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde Cengiz Aktar’ın Türkçe sunumuyla gösterilecek.)