Bu filmin her an her karesinde bir ‘bip’le karşılaşmamak mümkün değildi. Serinin ilki defalarca gösterildi. Ama bu sonuncu yani Fox’ta yayınlanan bir enteresan geldi. Bu kadar çok ‘bip’li halini izlememiştim ekranda. Bir de buna ‘buzlama’ operasyonunu da ekleyin. Ortaya ‘buzlu, bipli’ bir film çıktı. Bu halde bir filmi yayınlamak ne oranda yayıncılık oluyor?
Zaten millet o ‘bip’li yerleri ezbere biliyor, kafadan nokta nokta yerleri doldurup gülüyorlardır diyerek gösteriyorlarsa (muhtemeldir bu kadar kesme biçmeye) bu hem seyircinin, hem de, yayıncılığımızın çapını ortaya koymaktadır. Filmin bütün esprisi olan ‘argo’ bipli, olayın geçtiği mekân, otelin her yanı buzlu, oradan geçen hanımın dekoltesi buzlu,
biralar buzlu... Baba niye gösterirsin ki bu filmi?
Ya da daha mı heyecanlı oluyor gizli gizli!
ÜÇ SENEDE BİR YENİ TELEVİZYON ALIYORUZ
Piyasanın çok iş yapan teknoloji ürünleri
satan mağazalar zincirinin pazarlama müdürünün açıklaması... Yani bir yerde piyasanın içinden bir ses. Üç aşağı beş yukarı eğilimi anlatan bir yorum.
Basın bülteni geldi ilgimi çekti veriler. Gold Teknoloji pazarlama müdürü Kılınç Orhan Erdemir söylüyor; Türkiye’de 24-36 ay arasında televizyon
değiştiriliyormuş. Bu süre cep telefonunda
8-9 ay, dizüstü bilgisayarda 18 ay...
Hadi müdür daha çok ürün satmak için böyle bir yorum yaptı diyelim. Eh içinde gerçek payı yok mu? Rakamlar değişebilir ama değişmeyen bir şey acayip tükettiğimiz ve marka hastalığımız. Ben işin televizyon tarafıyla ilgileniyorum. Bir saptama daha var o da ‘enteresan’; LED TV’lerin teknolojik özelliklerinden çok dış görünüşü hoşa gittiği için alındığını söylüyor Erdemir. Şık tasarımı ve ince çerçevesine tav oluyormuş millet. Hani bir zamanlar gazeteler kuponla ansiklopedi verirlerdi. Kitaplık zengin görünsün diye alırdı millet. Onun gibi bir şey olsa.
Eskiler ne oluyor?
Bunu da sordum yetkililere; yoğunluk sıralamasına göre şöyle değerlendiriliyormuş;
* Evin başka odasında (Mutfak, oturma odası
veya yatak odası)
* İkinci ev ya da yazlıkta
* İhtiyacı olanlara bedelsiz verilerek (burada en yoğunu öğrenci evleri)
* İkinci el alışveriş sitelerinde satılarak
THY İLE LUFTHANSA BİRLEŞMESİN DİYE DUA ETMİŞ
Ekranın renkli kişilerindendir Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu. Kürleri dilden dile dolaşır... Bir nevi ‘star’dır. A Haber’de ‘Hayat Kürleri’ programını sunuyor. Anadolu topraklarının öneminden girdi, gen bankasına uzandı, bor madeni zengini topraklarda ekimin bir kenara atılıp milletin köyden şehre göçtüğünü söyledi, seralarda kısır tohum ürünü meyve-sebze tüketen bu halkın da kısırlaştığından dem vurdu.
İlm-i siyasi’nin önemine girdi, stratejimizin olması gerektiğini belirtti ve “Bakın çok basit bir örnek vereyim hiç alakası yok zannedeceksiniz” diye yeni konu başlığını açtı; ‘üçüncü havalimanı...’
Son günlerde sıkça duyduğumuz Lufthansa durumu. Saraçoğlu, bu havalimanının önemini şöyle tarif etti; “Bir trans antrepo sistemi gelişecek orda. Ocak ayında benimde meslektaşım Merkel, Türkiye’ye geldi. THY ile Lufthansa birleşsin dendi. Aman dedim yarabbi inşallah olmaz. Çünkü trans antrepo gider İstanbul’da havalimanında yok olur.”
Merkel’in de bu iş olmayınca çok bozulduğunu (yani THY ile Lufthansa birleşmeyince!) söyledi.
Ben Gezi Parkı diye bekledim, bir şey söylemedi.
Saraçoğlu bu kadar laf ettikten sonra; “Bakın ben siyasetten anlamam, ben bir bilimadamıyım. Bir bilimadamı olarak stratejiyi de takip etmek zorundasınız” diyerek nasılda siyaset yaptığını
bizlere anlatmış oldu. ‘Hayatın Kürleri’nde bitkilerden yola çıkılıp havalimanı inşaatına giden uzun bir yol çizildi anlayacağınız siyaset soslu...