TRT vardı. Ekranda ‘Uzay Yolu’nu ‘Küçük Ev’i, ‘Tatlı Cadı’yı izlerdik. Haber bültenlerinde TRT ne kadar veriyorsa onunla yetinirdik.
Sokaklar öyle değildi. Biz ekranda tatlı tatlı dizileri izlerken bir baktık darbe olmuş! Şimdi diyorlar ya toplumu bu hale getiren televizyon. Maraş, Çorum katliamları olurken özel televizyon mu vardı?
Sonra ‘özel televizyon’ devri başladı. İzlediklerimizle yaşadıklarımızı ayırt edemez olduk. Böyle olunca en kolay suçlayacağımız, karşımızda duran ekran oldu. Aynaya baktığımızı zannettik. Hep köşeyi dönmek üzerine beslendik büyütüldük. Hayal kırıklıklarının hıncını ruhsatsıza ya da dönerin bıçağına teslim ettik.
Ekran mı gerçek, sokak mı yalan?
Bir de televizyonu suçlu bulduk aynı trafik canavarı gibi. Çünkü 4 saat ve artısı olan zamanı paylaştığımız bu nesne, karşımızda bize her şeyi söyleyebiliyordu. Bizim aynamızdı. Orada anlatılanların hepsini sokağa çıkınca yaşıyorduk. Demek ki bizi bu hale getiren televizyondu? Hatta hastalığın teşhisi bile belliydi; reyting uğruna bizi cani, sapık, geçimsiz, tutarsız, başarısız, parasız, iştahsız, huzursuz yapıyordu. İktidarlar da bundan pek hoşnuttu. İşleri kolaylaşıyordu. Senaryo yazmak yeterliydi. Eh bunu da öğrenmişlerdi.
Hem öyle çetrefilli şeylere de gerek yoktu. ‘Aşk, nefret, ihanet’ üç başlık yetiyordu. ‘Ekran mı gerçek yoksa, sokak mı yalan?’ diye paytak paytak dolaşır olmuştuk. Özgecan kardeşimizin katlinde yine kolay yol televizyondu. Duydum ki dizi senaristleri ile toplantılar yapılacak, diziler ‘dizayn’ edilecek. Hiçbir şekilde bir ekran savunması değil bu yazı.
Ve hâlâ buzlanırsa...
Ekran çapsızlıkların, kötü oyuncuların, kötü repliklerin, yalan dogmaların, yönlendirmelerin çıplaklığında... ‘Suçunu’ kabul ediyor! Unutmayın olanların hepsi sokakta, mahallede, caddede... Gazeteci Nuh Köklü’yü dün öldürdüler. Bir baharatçı esnafı aldı bıçağı kar topunun ‘hesabını’ kesti.
Acaba hangi diziyi izlemişti?
Bir yemek masasında bardaklar inatla buzlanıyorsa vardır bunun bir nedeni...
‘Aşk Yeniden’ dizisinin sofrası. Ne varsa bardakların içinde, “Aman görmeyin” diyorlar. Hem doldurup, hem görmeyin diyerek sakil bir görüntü sunuyorlar. Çocukların ve gençlerin ayakta olduğu saat diliminde anlaşılan ‘ahlak’ satıyorlar. Hiç de yaman bir çelişki değil.
Ev ahalisi buzun altında, ne gibi zararlı bir içeceğin olduğunu tartışıyor. “Şarap mı yoksa, şampanya mı?” ‘Erkek kadın figürlerinin yakınlaştığı sahneleri, herhangi bir karartma, mozaikleme, flulaştırma gibi hususların yapılmadığı’ sahneleri takip eden RTÜK’ün, “Biz içkiyi buzlayın demiyoruz” sözleri ne kadar ‘inandırıcı’ olur? Buzlama, mozaikleme bir ‘yöntem’ olarak sunuluyorsa, bunun yemek sofrası ya da bir dudak ötesi uzakta olmasının ne farkı var? Biliyorum kendi içinde tutarlı değil bu yazılanlar. İzlediğimiz ‘Aşk Yeniden’ sofrasında olup bitenler ne kadar şeffaf ki?