Şu sıra Fatih Akın’ın yeni filmi ‘The Cut’ kadar merak ettiğim bir şey yok!
Akın’ın 1915’i ve Ermeniler’i anlattığı film, Hamburg Film Festivali’nde ödüle layık görüldü ama asıl olarak 27 Ağustos’taki Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülü için yarışacak.
Filmin hikayeleştirilme serüveni ilginç...
Hrant Dink hakkında kurmaca bir film yapmayı planlayan, bunun için de Dink’in yayımlanmış 12 yazısından yola çıkarak bir senaryo yazan Fatih Akın; hiçbir Türk oyuncuyu Hrant rolünü oynamaya ikna edemeyince bu projesini rafa kaldırmış.

TÜRKİYE’NİN TABUSU
Agos gazetesinden Evrim Kaya’ya konuşan Akın; teklifi reddeden oyuncuların, senaryoyu fazla sert bulduğunu söylüyor ve “Hiçbir oyuncuya zarar gelsin istemezdim” diyor.
Ne acı...
“Hrant’ı bir Amerikalı veya Fransız oynayamazdı” diye düşünerek de projeyi donduruyor. Ancak bu senaryo için okuduğu Hrant Dink’in 1915 olaylarıyla ilgili bir yazısından kimi parçaları, Amerika’ya giden gezginleri anlattığı bir hikayesiyle birleştirip, ‘The Cut’ı ortaya çıkarıyor.
Türkiye’nin tabusu olan bir konuda film çekmek büyük bir cesaret. Bunu da ancak Fatih Akın gibi yurt dışında yetişmiş, global düşünen, siyasi saplantıları olmayan, meselelere objektif bakabilen bir yönetmen yapabilirdi diye düşünüyorum.
Bu arada şöyle bir soru soruluyor Akın’a:
“Bu film Türkiyeli izleyiciyi, 2015’e girerken geçmişinin en karanlık sayfasıyla yüzleştirecek. Filmi merakla bekleyenler de var, korkuyla bekleyenler de... Onlara söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?”
Cevap şöyle: “Filmden korkanlar varsa, onlara ‘Bu yalnızca bir film’ diyorum. Ama şundan eminim ki, benim de bir parçası olduğum Türk toplumu bu filme hazır. Elbette böyle bir filmin sert olması gerekiyor, yoksa ciddiye alamazdık. İçerikten rahatsız olacak birileri çıkacaktır ama filmin, 1915 üzerine daha çok şey öğrenmeye teşvik etmesini, böyle bir şeyin tekrar yaşanmaması için düşünmeye sevk etmesini umuyorum.”
Umalım ki öyle olsun...
Umalım ki Türk seyircisi beğense de beğenmese de, büyük bir olgunluk göstererekbu filmi izlesin ve üzerinde düşünsün.
Gerçekten bir kere olsun, ‘bu sadece bir film’ diyerek, linç kültürünü devreden çıkararak tartışalım. Bunları hikayenin argümanları hakkında hiçbir fikrim olmadan söylüyorum... Çünkü bu sadece bir film!

Haberin Devamı

GÖZÜM BU KADRODA...

Haberin Devamı

Günlerdir işten çıkar çıkmaz kendimi eve atıyorum...
Evden burnumu bile çıkarmıyor, hiçbir şey okumuyor, TV açmıyor, yemiyor içmiyorum. Tek yaptığım iPad’i kucağıma alıp 3 bölüm, 5 bölüm; Allah ne verdiyse arka arkaya ‘Güneşi Beklerken’ dizisini izlemek.
‘Günaydın, erken değil mi?’ diyenleriniz varsa, açıklayabilirim...
Bir diziyi reklam aralarında izlemeye, her hafta ‘ne oldu, ne olacak’ diye merak içinde beklemeye kılım!
Arka arkaya soluksuz dizi izlemenin keyfi bambaşka.
‘Güneşi Beklerken’ bir gençlik dizisi olmasına, yaz dizisi olarak başlamasına rağmen uzun soluklu oldu ve çok başarılıydı.
Kadro, oyunculuklar, hikaye, mekanlar, müzikler ve Kerem ile Zeynep’in aşkı o kadar iyiydi ki, bitmesi yazık oldu.
Fakat dizinin fanları da benim gibi, final bölümünden memnun olmamış, aceleye getirildiğini düşünüyorlar.
Tamam, hikaye uzamış olabilir... Oyuncu ve senaristler bıkmış olabilir ama kaliteli ve sevilen proje bu kadar azken; fazla mı cömert davranıyoruz ‘bitsin’ demek için?
Geç olsun, temiz olsun diyerek dizinin tüm oyuncularını ve senaryo ekibini kutluyorum. Gençlerin jargonuna uygun, kasmayan, sırıtmayan, doğal diyaloglar yazmışlar, gerçekten zevkle izledim.
Bundan sonra da gözüm bu kadronun, özellikle de Kerem Bürsin’in üzerinde...
Çünkü duruşuyla, bakışıyla, mimikleriyle ve tavırlarıyla on numara bir oyuncu!

Haberin Devamı

HAFTANIN ‘İYİ’LERİ

* Bir kitap... Adı ‘Mutlu İnsanlar Kitap Okur ve Kahve İçerler’. Henüz okumadım ama adı direkt “Al beni” dedi; aldım!
Kitap ve kahve bir arada şahane olmamış mı? Ne yani, kitapçı rafında sırf adını beğendiğiniz için kitap aldığınız olmadığı mı hiç? Bende çok olur.
* ‘İtalya Tatili’ filmi...
İnanılmaz eğlenceli, 80’lerin müzikleriyle süslü, tam bir yaz filmi. Hala vizyonda; izleyin ve kafanızı boşaltıp, suratınızda gülümsemeyle çıkın. Bu arada filmin müzikleri tez elden bir albümde toplanmalı; duyurulur.
* Minik, kibar dövmeler...
En çok da tırnak üzerlerine yapılanları beğeniyorum, çok şık duruyorlar.
* Fethiye Hillside’ta tatil...
İngiliz The Times gazetesinin en iyi aile oteli seçtiği Hillside’da iki gün geçirmek, gerçek bir arınma terapisi gibi.
“Dört dörtlük servis sunuyoruz, yeter” diye de bakmıyorlar; misafirlerini eğlendirmek/dinlendirmek dışında, sayısız aktivite için de proje üretiyorlar. Dünyaca ünlü DJ’ler, klasik müzik konserleri, su sporlarıyla ilgilenenlere alanında başarılı hocalar, isteyene Instagram’ı etkili kullanma dersi ya da sahilde sipariş vermeyi kolaylaştıran telefon aplikasyonları...
Gerçekten unutulmaz ve paha biçilemez bir tatil imkanı.
Güler yüzün yanında enfes yemekler, eşsiz manzara ve şahane bir deniz de var üstelik...
Boşuna bir giden, önümüzdeki yıl için de rezervasyonunu yaptırmıyor.