Vücudundaki o kırmızı lekeler Sedef hastalığı falan değildi belki; Nejat İşler’in karaciğeri tehlike sinyalleri veriyordu. Ama bilin ki “Ben böyle iyiyim, bana dokunmayın” diyen Nejat doğruyu söylemiyordu
Nejat İşler’le tanışmam 90’lı yılların ilk yarısına rastlar. Ben o zamanlar genç bir gazeteciyim. Nejat da kariyerinin ilk yıllarında bir oyuncu. İkimiz de rock’çuyuz. İkimiz de Taksim’de takılıyoruz. En çok da Kemancı Rock Bar’da...
Nejat; o dönem Perran Kutman ve Erdal Özyağcılar’ın herkesi ekrana kilitleyen dizisi “Şehnaz Tango”da “Ergün” karakterini canlandırıyor. Ergün de tıpkı Nejat gibi özgürlüğüne düşkün, hafif “serseri” bir adam.
Ergün’e olan sempatimden olsa gerek, Kemancı’da yanına gidiyorum Nejat’ın. “Tebrik ederim, Ergün süper bir adam” diyorum. İçtenlikle gülümsüyor, elimi sıkıyor.
Sonrasını biliyorsunuz. Nejat’ın nasıl yükselişe geçtiğini; yakışıklılığı ve o meşhur serseri haliyle genci, yaşlısı kadınların kalbini nasıl çaldığını...
Belki; “mülkiyetçiliğe” karşı tutumunu; parasız zamanlarında üzerinde kitap, tişört sattığı meşhur “tezgah”ıyla kurduğu duygusal bağı da biliyorsunuz.
O duygusal bağdan yola çıkarak ortaklarıyla kurduğu “Tezgah Bar ve Kitabevi”ne gittiniz belki. Beyoğlu’na...
Belki Nejat’ın belirli bir saatten sonra DJ kabinine geçip çaldığı sert şarkıları dinlemek için, belki “yakışıklı”ya biraz daha yakın olmak için...
Belki, Bodrum Gümüşlük’te Nejat’ın barına da takıldınız. Orada gördüklerinizi anlattınız İstanbul’a dönünce. Ünlüleri, ortamları... Kendinizi o “anturaj”ın bir parçası gibi; çok “cool”muş gibi hissettiniz.
“İntikam”daki rolünü küt diye bırakınca üzüldünüz. “Nerden çıktı bu Sedef hastalığı” dediniz. Sonra kendini “yakın arkadaş”tan sayan kimi boşboğazlar dedikodu yapınca Nejat’ın alkol problemi nedeniyle ciddi karaciğer sorunları yaşadığını; buna rağmen içki içmeye devam ettiğini, doğru dürüst uyumadığını; “Ben böyle iyiyim, bana dokunmayın; zaten yaşayacağım kadar yaşadım; genç öleyim, cesedim yakışıklı olsun” dediğini okudunuz gazetelerden. “Ah yazık” dediniz içinizden. Bu halini belki çok “James Dean” buldunuz, belki bulmadınız.
Tükendik ama sor bakalım niye
Vücudundaki o kırmızı lekeler Sedef hastalığından değildi belki; Nejat’ın karaciğeri tehlike sinyalleri veriyordu. Ama bilin ki “Ben böyle iyiyim, bana dokunmayın” diyen Nejat doğruyu söylemiyordu. Gümüşlük’te bir kış arifesinde “İçmeyip de ne halt edeceğim” diye düşünüp, öyle de davranırken belki hayatını gözden geçiriyordu. Parasız günlerini, tiyatro aşkını, çok sevdiği tezgahını, hayatına girip çıkan kadınları, şarkıları, riyakarlıkları, yalnızlığını; daha bir sürü şeyi...
Meryem Uzerli’nin “Tükenmişlik Sendromu” hikayesiyle çok alakadar olmuştunuz hatta “eğlenceli” reklam filmlerine konu bile etmiştiniz ya; işte Nejat İşler onu yıllardır yaşıyor. Bugünün hikayesi değil. Bir dizideki çalışma koşulları, kültürel uyumsuzluk sebebiyle hiç değil...
“Serseridir, ne yapacağı belli olmaz ama neticede Nejat İşler’dir” durumuyla idare ediyordu 20 senedir. Ama artık 41 yaşında. Buradan sonrası “sakat”... Öyle; “eskisi gibi devam edecek kadar” zamanımız da, lüksümüz de kalmadı galiba artık.
Geçenlerde Teoman’la karşılaştım Nejat, sohbet ettik... 46’sına geldi Teo. Bir süre önce o da “tükendi” hatırlarsın. Ama durdu. Durdu ve kendine baktı. Şimdi kız babası olmaya hazırlanıyor,
4 ayı kaldı. Yüzüne renk gelmiş, sağlık gelmiş. İstese de öyle görünemeyeceğini söylerdi hep; ama çok mutlu görünüyordu.
Ne diyordu Ömer Hayyam? “Gençlik bir kitaptı, okuduk bitti; canım bahar geçti çoktan, kış şimdi...” Belki de Nejat; yeni bir kitaba başlamanın vakti...