28.09.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:
Birkaç hafta önce Radikal Kitap'ta Celal Üster bir Agatha Christie cinayetinden söz etti. "Roger Ackroyd Cinayeti" kitabının Türkçesinde asıl katilin çevirmen olduğunu söyledi.
Ertesi hafta yayınevi kitabı dağıtımdan aldığını, yeniden çevirteceğini açıkladı.
Daha sonraki haftalarda da Agatha Christie gündemden inmedi dergide. Kitabın daha önceki çevirilerinden söz edildi. (Sevgili Celal'e bir not da benden: İlk okuduğu Agatha Christie romanı, 1940'ların sonu ya da 1950'lerin başında, "Akroyd'un Katli" adını taşıyordu; sanırım Akba Kitabevi tarafından yayımlanmıştı.)
Birçok yazar gibi, Agatha Christie de az katledilmedi ülkemizde.
Katillerinden biri de benim.
***
Çevirmenliğe yeni başladığım zamanlardı. Fakülte kantininde edebiyat sohbetlerinden kalan zamanımda Ezra Pound'lar, T.S. Eliot'lar çeviriyordum. Ama bu çeviriler para getirmiyordu. Bana üç-beş kuruş kazandıracak bir şeyler yapmalıydım. O zamanın Vatan gazetesine bir öneri götürdüm. Gazetenin yöneticisi Naim Tirali'ye Agatha Christie'nin "Üç Perdelik Cinayet" romanını çevirmek istediğimi söyledim. Naim Tirali, "Yarın başlayalım" dedi. Roman tefrika edilecekti.
O gün gazetede bir masaya ilişip kitabın ilk iki sayfasını çevirdim. "Üç Perdelik Cinayet" ertesi gün Vatan'da yayımlanmaya başladı.
Her gün kitaptan birkaç sayfa çevirip gazeteye götürüyordum artık. Tefrika sürüyordu.
Bir gün Naim Tirali gazetede beni yakaladı.
"Aman" dedi, "romanı dört günde bitir."
"Nasıl olur?" dedim.
"Gazeteyi kapatıyoruz. Daha doğrusu, Ankara'ya taşıyacağız. Romanın dört gün içinde bitmesi gerek."
Daha kitabın yarısına bile gelmemiştik. Üstelik polisiye bir romandı bu. Ölecek kimseler vardı. Katilin bulunması vardı.
"Bir şeyler yap" dedi Naim Tirali.
Çaresiz, "Peki" dedim. "Ama bundan sonraki bölümlere adımı koymayın."
Umurlarındaydı sanki!
Oturdum. Kitabın ikinci yarısını bir güzel özetledim. "Filanca öldürüldü... Katil de meğer falancaymış" gibilerden...
Gazetenin İstanbul serüveniyle birlikte roman da bitti.
***
Bir süre sonra bir yayıncıyla tanıştım. Adını hatırlamıyorum. Ama o zaman da bilmiyordum adını. Zaten kimse bilmiyordu. Herkes Urfalı diyordu ona.
Urfalı, kaldırımlarda satılan ucuz "piyasa kitapları" yayımlıyordu.
Çeviri yaptığımı öğrenince, "Sende bize yarar bir şey var mı?" diye sordu.
"Üç Perdelik Cinayet" geldi aklıma.
"Agatha Christie'nin bir romanı var" dedim.
"Kim o?" dedi.
Raftaki bir kitabı gösterdim.
"Siz onun bir kitabını yayımlamışsınız ya."
"Haa" dedi. "Aga Kristina... İyi yazardır. 300 lira veririm."
Güzel para!
Romanın Vatan'daki serüvenini anlattım.
"İkinci bölüm özetlenmiştir" dedim.
"Mühim değil" dedi.
"Kendi adımı da koymam. Çeviren İsmail Orgun diyelim."
"Mühim değil. Yalnız kitabın adını değiştirelim. Sen bir ad söyle."
Romandaki kişiler içkiye katılan zehirle öldürülüyorlardı. "Kadehteki Ölüm" adını önerdim.
"Peki" dedi. Tokalaştık. Paramı aldım.
Kapıdan çıkıyordum ki, "Bir dakika" diye seslendi. Döndüm.
"Yahu" dedi, "ölüm kadehin içine girer mi! Biz şuna 'Kadehteki Zehir' diyelim."
"Mühim değil" dedim. "Ne isterseniz yapın."
***
Birkaç ay sonra bir kaldırım sergisinde Aga Kristina'nın "Kadehteki Zehir"i ilişti gözüme. Hemen bir tane aldım. Yalnız kitap beklediğimden kalındı. Pek olacak bir şey değildi bu. Öyle ya, ikinci yarısı özetlenmişti.
Sayfaları çevirdim. Roman kitabın yarısında sona eriyor, yeni bir yapıt başlıyordu:
"Helen Keller'in Meraklı Hayat Hikayesi".