01.05.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:
ELİF İPEK TÜRER - ipek.turer@milliyet.com.tr
Şu anda ekranda ve beyazperdede onu izlediğimiz karakterlerin durgun ya da ağır hallerinin aksine içinde adeta bir enerji bombası var Aslıhan Gürbüz’ün. Hani bulunduğunuz ortamda o varsa sıkılmayacağınıza emin olduğunuz insanlar vardır ya, işte Gürbüz “o” kişilerden. Hal böyle olunca biz de son olarak Zeki Demirkubuz’un “Kor” filminde oynayan Gürbüz’le konuları ağır ama kendisi eğlenceli bir sohbete giriştik.
- “Kor”a nasıl dahil oldunuz? Sadece Zeki Demirkubuz adını duymak yetti mi, yoksa senaryoya da baktınız mı?
Genelde senaryoya bakıyorum ama Zeki Demirkubuz olduğunda senaryosuz kabul etmek durumunda kalıyorsun çünkü çok önümüze çıkan bir şey değil. Gerçeklik duygusuyla bu kadar kafayı yemiş adamların yaptığı filmlerde, bu kadar derinlikli, bize uzak ve bu kadar detaylı çalışabileceğimiz roller hem bana hem meslektaşlarıma sürekli nasip olan şeyler değil. Tanıştığımızda genel hatlarıyla anlattı, “Sen bir düşün” dedi ve ben çok sonra senaryoyu okudum. Ama zaten çok çalışmak istediğim bir yönetmendi, öğrenciliğimden beri hayalini kurduğum bir isimdi. Büyük bir şans.
“Zeki bey sabırla bir daha bir daha anlatır”
- Zeki beye zor yönetmen derler...
Onları ben de duydum ama sette hiç öyle bir problem ya da anlatılan şehir efsanelerine benzer bir şey yaşamadım. Gayet sabırla anlatır, yapamazsın bir daha anlatır, bir kez daha anlatır...
- “Kor”dan ve karakterinizden bahsedebilir misiniz biraz?
Film, Romanya’ya gidip sesi soluğu çıkmayan ve ne olduğunu bilmediği kocasının yokluğunda çocuğunun hastalığıyla mücadele edip evde el işi yapan Emine’nin eski patronuyla karşılaşması ve onun vasıtasıyla çocuğunu ameliyat ettirmesiyle başlıyor. Sonrasında minnet duygusundan mütevellit bir aşka yelken açan ve akabinde kocasının Türkiye’ye dönmesiyle korun kalbine düştüğü bir kadın olan Emine’yi izliyoruz.
- Bir hazırlık süreci geçirdiniz mi?
Hiç hazırlanmadım diyemem çünkü Emine, bana şimdiye kadar canlandırdığım karakterlerden en uzağı. Hayat ritmi, duruşu, ketumluk, enerji olarak inanılmaz uzaktı. Ama Zeki bey senaryosunu da yazdığı ve ne istediğini çok iyi bildiği için o kadar iyi anlatıyor ki bir noktadan sonra “Aa tamam” deyip o kadına dönüşüyorsunuz.
- Filmde aldatan bir kadını oynuyorsunuz. Kadınlar daha mı soğukkanlı aldatırken?
Kadın daha komplike, neden-sonuç, öyle-böyle sekiz hamleyi bile hesaplayan bir beyin olduğu için yakalanma ihtimali daha az bence. Erkek bir şekilde yakalanıyor çünkü çok düz mantık ya, kadının zihni onu oradan buradan sıkıştırıyor ve bir yerden patlatıyor. Ama bunun aslında kadını erkeği yok!
- Genel olarak aldatma kavramına nasıl bakıyorsunuz?
Bu yüzyılın gerçeği diye bakıyorum artık! Elimizin altında milyonlarca sosyal medya hesabı var; bir fotoğrafta beğenilme isteğini tatmin edici bir aplikasyon, orada “like”larla kendini coşturduğun bir mecra... Parmağının ucunda, oturduğun yerde ve dakikada binlerce seçeneğin olduğu bir tüketim toplumu olan bizlerde kaçınılmaz bir son bu. O aşklar, o sadakat bu yüzyılda bitti.
“Uyum içinde bir ekibiz”
- “Kösem” de devam ediyor. Set, çekimler nasıl gidiyor?
Gayet güzel gidiyor, hiçbir sorun yok.
Biz çok kalabalık bir oyuncu kadrosuyuz. İnsanın ilk başta gözü korkuyor, bu kadar kalabalık oyuncu kadrosunda ne yapıp ne ederiz diye ama o kadar düzgün bir cast yapmışlar ki hem karakteri doğru oynayacak oyuncuları seçmişler hem de özelde hepsinin birbiriyle uyum içinde yaşayabilecekleri karakterlerde insanları yan yana getirmişler. Biz set dışında da görüşen, birlikte dizi izleyen bir ekibiz.
- Bir dahaki sezon devam edecek mi?
Şu anda kesinleşen hiçbir şey yok. Kendi açımdan ben bir diziye devam ediyorum, sezon finaline kadar da beş bölümüm var, şu anda onu oynamakla mükellefim ve devam ediyorum.
- Bir yanda Emine gibi kaderine boyun eğmiş bir kadını, bir yanda da Halime Sultan gibi güçlü ve hırslı bir kadını canlandırmak nasıl oluyor?
İkisini aynı anda canlandırmış olsaydım gerçekten zıvanadan çıkmıştım. İnanılmaz dengesizlikler var çünkü. Ama işte bu işi bu yüzden seviyorum, bir sürü renk var ve şansın varsa senden en uzak olan rengi seçip üzerine giyebiliyorsun.
“Enerjimi ancak doğada atabiliyorum”
- Gezmeyi ve eğlenmeyi seviyorsunuz anladığım kadarıyla. Neler yapıyorsunuz boş vakitlerinizde?
Genelde bu bir-iki gün oluyor, gidebildiğim en uzak nokta da Ayvalık oluyor, her fırsatta gidiyorum. Şile’ye gidiyorum. Doğanın içinde olmam gerekiyor, bu enerjiyi ancak doğada atabiliyorum, ancak o zaman dingin olabiliyorum. Atayım kendimi bir deniz kenarına, ormana, ağaç altına, olmadı bir pikniğe gidelim, bir mangal yapalım durumundayım yani.
- Kedileriniz var bir de galiba...
Evet, evde iki tane var, ikisi de astım hastası hatta sabah akşam oksijene bağlanıyorlar. Daha çok bakmak isterdim. Bahçede de beş tane bakıyorum ama hasta oldukları için çok ilgilenmem gerekiyor. Bu evreni hep birlikte paylaşıyoruz; sadece hayvan değil, ağaçlarla, doğayla da uyum içindeyim. Her canlıyı çok seviyorum sadece insan değil; denizi de, dağı da, ağacı da, kedileri de, köpekleri de çok seviyorum.
- Çocuklarla da aranız iyi sanırım. Siz de ister misiniz çocuk sahibi olmak?
Çocuk doğurmayan kadının evrim sürecinin tamamlanmadığına inanıyorum. Tabii ki doğurmak gerekiyor ama “Doğurmam lazım, şu anda istiyorum” gibi bir durumum da yok yani. Kaderimde varsa en güzel şekilde dünyaya getirip anne olmayı tabii ki isterim. Şu an görünürde yok ama hayat bu, bir anda çıkabilir.