Bazı yerler var, o kadar güzel ve özeller ki insanlar bozmak için ne kadar uğraşırsa uğraşsın bu güzellik yok olmuyor. Ama uğraşıyoruz yani, bu bir gerçek. Bodrum - Gümüşlük bunlardan biri mesela. Her ayak bastığımda yurtdışında karşımıza böyle bir yer çıksa nutkumuz tutulur, diye düşünüyorum. Küçücük bir koy, deniz, doğa, tarih, ne ararsan konsantre olup içine sığışmış. Güneşin doğuşu büyülü, ayın batışı nefes kesici, bir güzel rüzgârı var, hiç kavrulmazsın, şıkır şıkır denizi, sahilde balık lokantaları, zeytin ağaçları, limonu, mandalinası, ılgın ağaçları, kauçukları… İnci tanesi gibi bir köy. Hani ne istersin ki başka? Bangır bangır bir müzik değil herhalde…
Ben Gümüşlük’e gelmeye başladığımda – ki çok eskilerden değilim - burada müzik yoktu, neredeyse. Bir Jazz Cafe vardı sahilde haftada iki-üç gün adından anlaşılacağı gibi caz dinleyebileceğiniz, bir de Özak vardı koyun sonunda, orada da arada bir konserler olurdu. Yani çoğunlukla sessizlik, arada bir de müzik dinlemek isteyenler için konserler. İstemeyenler için hala sessizlik, çünkü bütün koyu eline geçiren bir desibelden söz etmiyoruz. Aslında ‘sessizlik’ derken de haksızlık etmiş oluyorum, bu yazıyı yazarken konuştuğum Erkan Oğur (ki kendisi bir müzisyen olarak Gümüşlük’ün ‘sessiz köy’ olmasından yana) diyor ki; “Sessizlik yoktur, duyamamak vardır”. Gerçekten de dalga sesi diye bir şey var mesela burada şehirde bulamayacağınız ki hangi müzik dinleyeni ondan daha fazla mutlu eder, bilmiyorum.
Oysa Gümüşlük bugün her noktasından ayrı ses yükselen dev bir konser alanına dönüşmüş durumda. Şu an sahil boyunca sayabildiğim kadarıyla yedi ayrı canlı müzik mekânı mevcut ve öyle kısa bir sahil şeridinden söz ediyoruz ki bu hepsinin birbirine girmesi anlamına geliyor. Geçen sene ben en sessiz ve keyifli mekânlardan Kauçuk’da kâbus gibi bir gece geçirdim çünkü iki yanından bitişik olduğu Jazz Cafe ve Hiç’de aynı anda konser vardı. İkisi de sevdiğim gruplardı fakat iki müziğin ortasında kalmaktan daha büyük eziyet olamaz. Nitekim böyle iki ateş arasında geçen yazın sonuna doğru, Kauçuk’un sahibi Habibe kolonu getirip ortaya koymuş, sahnedeki müzisyenlerden özür dileyerek müziği açıp ailece Çökertme oynamaya başlamışlar. Konuşup çözme çabalarına karşılık bulamayınca buyurun kökten çözüm.
Şimdi sezon daha yeni yeni açılıyor. Şu anda Jazz Cafe kapalı mesela, Hiç açık, orada müzik var. Duyduğuma göre iki mekânın sezonda müzik yaparken haftanın günlerini bölüşmesi söz konusuymuş ki isabet olur. Fakat bununla bitmiyor ki. Jazz Cafe’nin az ötesine Ankara’nın meşhur Cafe Bien’i şube açmış, burada muhtelif gruplar çıkıyor. Onun hemen yanına, halk plajının arkasına ise boydan boya devasa Alas yayılmış durumda. Daha Gümüşlük’e adım atar atmaz kendisini fark ettiriyor çünkü bu sahilde ilk defa gündüz vakti denize bangır bangır müzik geliyor. Öğlen başlıyor konserler. Bayramın üçüncü günü Ginn Gümüşlük sahnesinde Güvenç Dağüstün ile Burçin Büke’yi dinlemeye gittik. İrfan Alış’ın, Edip Akbayram’ın, Volkan Konak’ın, müziğin son kaybı İlhan Şeşen’in ve daha pek çok şairin – müzisyenin anıldığı, bir piyano – bir vokal bir gece. Fakat o da ne? Alas’ta Küba gecesi var ve oradaki grubun sesi bu müziğe karışıyor. Yakında Club Gümüşlük de başlar, Satsuma da ve herkes birbirini bastırmaya çalışırken kıyamet kopar.
Diyeceğim o ki burada durumlar fena ve belli ki sezon iyiden iyiye açıldığında daha da fena olacak. Gümbet’i aratan bir gürültü düzeyiyle Gümüşlük’ün kimseye faydası yok. Ne işletme sahiplerine ne tatile gelenlere. Yerli halk zaten bezmiş durumda. Ayrıca müziğe ve müzisyenlere de ayıp. Bu bir sanat, böyle dinlenemez ki, yazıktır.
Yeni bir tatil anlayışının (daha doğrusu eskisinin) gelmesi, müzik yapan mekânların akustik müzik tercih ederek ve haftanın günlerini bölüşerek bu kakafoniye son vermesi, mümkünse de arada bir – iki gün tam sessizliğe; dalganın, rüzgârın, yaprağın sesine izin vermesi gerekiyor. Herkesin ruh / sinir sağlığı ve Gümüşlük’ün selameti için bu şart.