Pazar Hastabakıcılık sanattır

Hastabakıcılık sanattır

23.05.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Alman uçakları üzerimizde dolaşıyordu. Alarm vardı, karartma vardı, buramızda el feneri asılıydı, öyle iner çıkardık katları. Şırıngaları kaynatmak için öyle havagazı, şu bu falan yok. Aşağıya kalorifer dairesine iner, kürekle ateşi çekip üstünde şırıngaları kaynatırdık. Şimdiki gibi hazır şırınga rüya, hatta rüya bile değildi."

Hastabakıcılık sanattır

Tarihe 1000 Canlı Tanık Cumhuriyetin ilan edildiği yıllar, babam ismiyle geldi demiş ve Muzaffer adını koymuş bana. Küçük bir kasabada memurdu babam, Karadenizin kıyısında... Dört kardeşiz. Babamın tayiniyle Sinopun kazası Gerzeye gittik, o zaman dört yaşındayım. İlkokulu orada okudum. Babam sadece benim okumam için Amasyaya tayinini istedi. Ortaokulu orada bitirdim. Amasyada, Erzincan zelzelesi(*) oldu, okulumuzun sütunları -iki arkadaş kucaklayamazdık- tuzla buz olmuş. Zelzele gündüz olsa biz hiçbirimiz oradan kurtulamayız. Çok sıkıntı çektik. Komşumuz bir subaydı, çok büyük bir çadır getirdi. Üç aile tam iki ay çadırda yaşadık. Babam ise postanede yattı. Daha sonra Gerzeye döndük, parasız okul aradım. Bir ebe okulundan bahsettiler, oraya bir dilekçe gönderdim, kapanmıştır diye yanıt geldi. O sırada kasabanın doktoru Mustafa abi hastabakıcılık sanattır demişti ve onun teşvikiyle 1941 yılında İstanbuldaki Kızılay Hemşire Okuluna başvurdum. O zamanki ismi Kızılay Hastabakıcı Okuluydu. Nefis bir okuldu. Yetişmiş öğretmen hemşireler bize mesleğimizi sevdirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Üç ay bizi derse tabi tuttular, hastabakıcılığı öğrettiler. Hastayı temizlemek, ayak yıkamak, saç taramak, tıraşını olmasını sağlamak. Daha sonra aşağı Gurebada gece nöbetine aldılar, servislerde çalışmaya başladık. Aşağı Gurebanın dört tarafı binadır biliyorsunuz, ortası bahçe... Üç tane servis, 20 yataklı odalar böyle. Alman uçakları üzerimizde dolaşıyordu. Cihan Harbi yılları, alarm vardı, karartma vardı. Buramızda el feneri asılıydı, öyle iner çıkardık katları. Şırıngaları kaynatmak için ateş, öyle havagazı şu, bu falan yoktu. Aşağıya kalorifer dairesine iner, kürekle ateşi çekip üstünde şırıngaları kaynatırdık. Şimdiki gibi de hazır şırınga rüya, hatta rüya bile değildi... Okula döndükten sonra tüberküloz oldum. Bir süre okulun revirinde yattım, ondan sonra Validebağı prevantoryumuna gönderdiler beni. Harp seneleri, pilavı yiyemezsiniz, küf kokuyor. Yiyecek yok doğru dürüst. Kilo verdim, zayıfladım. Okul müdiremiz Hollandalı Miss Monaska, Seni kaybetmek istemiyoruz, memleketine git, kilo al, gel dedi." Dayısının yanına Gerzeye gider. Bir ay içinde sağlığı düzelir, dokuz kilo alır ve İstanbula döner. "1944te okulumu bitirdim. Vakıf Gureba Hastanesinde çalışmaya başladım. Başarılı bir öğrenciydim, daha okuyabilirdim ama okuyamadım. Kardeşlerimi okutayım, para göndereyim düşüncesi vardı... O zaman İstanbulda özel hastane falan yok. Bir Taksim Hastanesi var, bir de Şişli. 1947de Şişli Etfalde çalışmaya başladım. Özellikle geceleri acil vakalar gelirdi. Gece sabaha kadar ameliyat yaptıklarını bilirim. Ben serviste çalışıyordum. Çocuk servisine istediler beni. Bir senede 34 hemşire değişmiş orada, giden ağlamış, gelen başka yerlere tayin ettirmiş kendini. O kadar pis, o kadar karmaşalı bir klinik ki. Hiç unutmam, toparlak yüzlü ama gözleri falan artık örümcek bağlamış dediğimiz bir çocuk vardı. Bir ya da bir buçuk yaşında, orada ölecek, hiçbir şey yedirmemişler. Onu sondayla besledim. Ve hayata döndü. En zevkli şey bu, en zevkli şey... Bir hemşire, iki katta çalışır, aşağı yukarı. Nöbetçiyken hepsine bakardık, dokuz tane servis var binada. İğneye birinci servisten başlarsınız, bittiği zaman tekrar başlamak gerekirdi. Üç saatte bir yapılırdı, penisilinler, streptomisinler bunlar tüberküloz tedavisinde kullanılırdı. Hademelere güvenmez, çocukları ben beslerdim." Çocuk servisini düzene sokmaya karar veren Muzaffer hanım, kliniği çalışanların yardımı ile baştan aşağıya temizler. Hasta yakınlarının yardımıyla çarşafları yeniler. Bu çabaları kısa süre sonra sonuç verir ve olaya tanıklık eden Sağlık Bakanlığı görevlisinin önerisiyle Ankara Hemşirelik Okuluna tayin olur. 1924 yılında Kastamonu Çatalzeytinde posta memuru İbrahim Fevzi bey ve Fehime hanımın en büyük çocukları olarak dünyaya gelir. İlkokulu Sinop Gerzede, ortaokulu Amasyada bitir. 1941de İstanbul Kızılay Hastabakıcı Okulunda parasız yatılı olarak okur. 1944 yılında mezun olur ve Vakıf Gureba Hastanesinde çalışmaya başlar. 1947de Şişli Eftal Hastanesine geçer. 1952de Şişli Sağlık Kolejinde uygulama dersleri verir. 1953 yılında Ankara Hemşirelik Okuluna tayin olur. Burada ileride eğitmen olmasını sağlayacak eğitimi alır. Başarılı bir hemşiredir ve 1956da İngiltereye gönderilir. Dünyanın pek çok yerinden gelen hemşirelerle birlikte Londrada eğitim görür. İngiltere dönüşünde,1958 yılında Sağlık Bakanlığında görev alır. Aynı yıllarda Cebeci Sağlık Kolejinde pek çok hemşire yetiştirir. Türk Hemşireler Derneği Ankara Şube Başkanlığını yürüten Muzaffer Kürkçü, sendikal faaliyetlere de katılır. Gaziantepte yardımcı sağlık elemanı okulu kurar. 1963 yılında okulu kapatır ve Ankaraya döner. 1974 yılında emekli oluncaya kadar Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Kliniğinde çalışır. Kendisiyle 1974 yılından bu yana yaşadığı İstanbul Üsküdardaki evinde görüştük. "Sağlık Bakanlığına bağlı fakat uydurma bir okuldu. Talebelerin hareketlerini falan hiç beğenmiyordum. Oraya öğretmen olarak gittim. Numune Hastanesinin tam karşısındaydı. İstanbuldan gitmişim, kızlar da biraz bana böyle alaylı bakıyorlar, kıyafetime, şunuma bunuma." Okulda daha sonraki yıllarda iyi bir eğitmen olmasına yardımcı olacak eğitimi alır. Bir süre sonra İngiltereye gönderilir. Royal College of Nursingde (Kraliyet Hemşire Koleji) bir buçuk yıl kadar dil ve mesleki eğitim alır. 1958de Türkiyeye döner. "İngilterede, bir göz merkezini gezdim. Şimal memleketlerindeki hemşire eğitimlerini çok beğendim ve kıskandım. Biz niye öyle yapmayalım diye düşündüm. 1000 tane talebeyi alıyor ve paralı okul, onlara temel hemşirelik bilgisi veriyor, hastabakıcılığı veriyor. Fakat o ara, çok sıkı kontrol altında, bu ameliyathanede mi başarılı olur, çocukta mı olur, poliklinikte mi olur, sınıflandırıyorlar ve sonra jüri oturuyor karar veriyor. Branşlarına göre yerlere gönderiyolar. Bizde ise ilaç damlat deyince böyle eli titriyor kızcağızın, bizim hemşirelik eğitimimiz, sıfır oğlu sıfır, sıfır..." Royal College of Nursing "Dönünce beni, Sağlık Bakanlığı Hemşire Bürosu müdür muavinliğine aldılar. İngilteredeki hemşire bürosunun bir modelini burada kurdular. Şimdi bir dedikodu yapacağım. Biz o bakanlıktan gelen umum müdürlerini falan çok büyük adamlar gibi görürdük, değillermiş. Hayretler içinde kaldım. Hiç sorumluluk duymazlardı. Belki de şimdi düzelmiştir." Dönemin sağlık bakanının isteğiyle yarım gün de Ankarada yeni açılan, üç okulun birleştirildiği Cebeci Sağlık Kolejinde ders vermeye başlar. Ancak okulu vekaleten idare eden kişinin çalışmalarını eleştirir. "Öğrenci çok azdı. Anadolunun çeşitli yerlerine gidip öğretmen hemşireler toplardık. Okullarda konferans veriliyordu. Hemşirelik nedir, nasıl yetiştirilir, aile bütçesine katkısı nedir falan. Parasız yatılı olarak gelirlerdi, bir süre sonra da maaş alırlardı. Şimdi belki de kaldırdılar bu uygulamayı, maalesef. Bütün vilayetlerdeki hemşirelerin listesini çıkardım. O zamanlar aşağı yukarı bin 400 hemşire falan vardı. Şimdi artmıştır. Bu özel hastaneler açıldı ya. Yine de meslekten bir kaçış var. Neden, ekonomik durumdan." Başarılı çalışmaları nedeniyle Gaziantepteki Amerikan Hastanesi direktörlüğünden iş teklifi alır. "Sana hastane müdürlüğünü veriyoruz. Mali işler de sana bağlı, eğitim işleri de sana bağlı, kendi işçi ve kızlarımız için bir okul açmak istiyoruz..." derler. "Onlar sırayla, poturlu geldiler, siyah bir ayakkabılar vardır ya, köylüler giyer, onlar ayaklarında kızların, fakir hepsi, geldiler. Valiye gittim dedim ki, Ben esnafı dolaşıp para toplamak istiyorum, bu kızları giydireyim. Ve okulu açtık. Geçmişte Ermenileri korumak için bu hastaneyi açmışlar Amerikalılar. 50 yataklı, çok muntazam, Amerikalı hemşireler ve Amerikalı doktorlar... Bana dediler ki Senin işine katiyen karışmayız. Fakat benim hoşuma gitmeyen olaylar oluyordu. Beş tane Amerikalı hemşire var, iniyorlar çarşıya, esnafla ahbap oluyorlar, gece onları yataklarına alıyorlar... Etraftan şikayetler geldi, talebeler içeri erkek alıyormuş diye. Okulu kapatma kararı verdim. Aslında o kadar verimliydi ki... Ve hastanedeki üç tane doktor, onların kanına girdi. Yapmayın, etmeyin, dedim onlara. Yazık olur bu okula dedim. Talebelerimi Sağlık Bakanlığına devrettim. İki sömestir boyunca Antepin köyünden, işçilerin kızları, hepsi, hayatlarını kazandılar. 1961den 1963e kadar orada çalıştım." Ankaraya döner ve 1974 yılında emekli oluncaya kadar Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Kliniğinde çalışır. 1974te İstanbula taşınır, o tarihten bu yana İstanbulda yaşıyor. (*) 27 Aralık 1939da yaşanan Erzincan depreminde 40 bin insan öldü. Erzincanı tümüyle haritadan silen deprem Amasya, Tokat, Sivas, Kırşehir, Ankara, Çankırı, Kayseri, Samsun, Ordu illerinde ve çevresinde de etkili oldu. Meslekten kaçış var "Türk Hemşireler Derneğinin Ankara şubesinin başkanıydım. Fakat orada bir-iki başhemşire Niye biz sağlık memuru ve ebelerle birleşmiyoruz oysa aynı gayeyi güdüyoruz, aynı hastanede çalışıyoruz. Bir sendika kuralım, sen isim bul dedi. Düşündüm, hemşire, ebe, sağlık memuru... HESi 1974de kurduk ve iyi çalışmalar da yaptık. Sonra onu ben gençlere havale ettim. Sağlık personeli yurdun dört tarafından Ankaraya geliyor, ya tayinini yaptırmak için veya da herhangi bir sorunu için, kalacak yerleri yok. Daha evvel bir gösteri yaptık, bir Hint fakiri geldi Ankaraya, Hindistan sefaretinde bir hemşire memur olarak çalışıyor, onunla anlaştık. Dedik ki Bize bir gösteri yapar mısın? Bir gece gösterisi yaptı. Ateş yaktı, üstünden yürüdü... Oradan para topladık. Ve Ankarada Kızılayda bir daire aldık. Ankara dışından gelenler gelip kalsın diye. Mesela elektrik, su masrafını gidermek için yatanlar o zaman geceliğine, altı-yedi lira verecekler. Eşya koyduk, erkek arkadaşlarını aldılar geceleri. Dünyanın borcunu bırakıp gittiler, ben ödedim onları da."Kaynak kişi önerilerinizi ve maddi desteklerinizi bekliyoruz. Telefon: (0212) 327 86 58 Faks: (0212) 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr Proje danışmanları: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu, Doç. Dr. Esra Danacıoğlu Görüşmeyi gerçekleştiren: Gülay Kayacan n Görüntü kaydı : Tamer Üstel Deşifre / redaksiyon: Sevil Üzrek n Yayına hazırlayan: Tuba Çameli Gelecek hafta: Eski milletvekili ve sendikacı Sabri Tığlı anlatıyor... Hemşire, ebe, sağlık memuru