Pazarİstanbul rehberi gibi bir polisiye...

İstanbul rehberi gibi bir polisiye...

28.10.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:

Hukuk mezunu bir gazeteciydi Esmahan Aykol, ben tanıdığımda...

İstanbul rehberi gibi bir polisiye...

Sokak dergisinde başlamıştı macerası, Radikal İki’de ikimizi de yetiştiren Tuğrul Eryılmaz’ın yanında kesişmişti yollarımız. Sonra Esmahan gazeteciliği bıraktı, evlendi, Berlin’e gitti, doktora yaptı, derken 2001 yılında koltuğunun altında bir romanla döndü: Bir Kati Hirşel polisiyesiyle. Esmahan’ın Berlin’de sırf Türk olmaktan ötürü uğradığı ayrımcılığa tepki olarak yarattığı bir kahramandı Kati Hirşel. Galata’da polisiye satan bir kitapçı dükkanı olan, İstanbul’da yaşamaktan son derece hoşnut, meraklı, huysuz ve komik bir kadındı. Bir amatör dedektifti ve belli ki maceraları sürecekti.
Nitekim 10 yıl içinde dokuz dile (Sırpça, Romence, İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Macarca, Yunanca) çevrilen Kati Hirşel, özellikle Almanya ve İtalya’da çok satanlar listelerini zorlayan ünlü bir dedektif artık. Serinin dördüncü kitabı “Tango İstanbul”, geçtiğimiz günlerde Mephisto Kitaplığı’ndan çıktı. Kati bu kez, aniden fenalaşıp yoğun bakıma kaldırılan gazeteci bir kızın, Nil’in hikayesinin üstündeki sır perdesini kaldırmaya çalışıyor. Esmahan da bir zamanlar içinde bulunduğu medya dünyasının ipliğini pazara çıkarıyor. Tabii bu bir roman, gerçek kişi ve olaylarla ilişkisi var mı, ona okur karar verecek. Biz de artık yaşamını Berlin-İstanbul hattında geçiren Esmahan Aykol’a sorduk.

Haberin Devamı

Berlin’de okurken yaşadıkların Kati’nin doğumuna vesile olmuş. Çok mu sıkıntı çekmiştin?

Önce doktora programına almak istemediler, “Türkiye’deki eğitim buraya denk değil” diye. Sonra yok “Türkiye’de siz başınızı örtmek zorunda mısınız?”, “Aaa siz şarap içiyor musunuz? Türkiye’de içemiyorsunuz ama değil mi?” Hiçbir şey bilmeden konuşuyorlar ve bunlar profesör. Bunlara bir noktadan sonra tahammül edememeye başlıyor insan. Önce kendimi yatıştırmak için “Acaba Türkiye’de yaşayan bir Alman olsaydım ben, benzer bir ayrımcılıkla karşılaşacak mıydım? Bu genel göçmenlerin bir sorunu mu?” diye düşündüm ve Türkiye’de yaşayan Almanlarla röportajlar yaptım, bayağı da iyi durumda olduklarını fark ettim. Çünkü bu sadece göç sorunu değil, aynı zamanda ekonomik bir şey. Buradaki Afrikalıların durumuna benzer muhtemelen Almanya’daki Türk işçilerin durumu. Sonra yavaş yavaş bu Kati Hirşel oturmaya başladı.

Haberin Devamı

Kati 1958 doğumlu. Kendi yaşıtın düşünmemişsin... Neden?

Çünkü beni şey çok rahatsız ediyordu, hâlâ da ediyor: Kadınların 50 yaşında birdenbire artık güzelliğinin hiçbir kıymetinin kalmaması. 50 yaşında bir erkek hâlâ bir cinsel objeyken, 50 yaşındaki kadın cinsel obje olmaktan çıkıyor, teyze falan oluyor. Kati ilk romanda 40 küsur yaşındaydı ve cazibesiyle de bir sürü şey yapıyordu. Biraz onu göstermek istedim, bu yaştaki bir kadın da güzel olabilir.

Ama aşk hayatı pek yolunda gitmiyor değil mi?

Gitmiyor ama hiç vazgeçmiyor da, hep umut var, o hoş. Şimdi bir şey olacak üstelik Armin Bey’le.

Evet, kitabın sonunda bir aşk romanı vadederek bitirmişsin...

Yine polisiye ama içinde aşk olacak. 63-64 yaşında, yemek tarihçisi, klasik giyinen bir adam Armin. Yelekler, köstekli saatler falan. Bayağı uzaydan gelmiş gibi bir tip bugünün dünyasında.

Niye böyle birini uygun gördün Kati’ye?

E çünkü biraz sakin ve hoş, entelektüel bir şey yaşasın diye düşündüm. Belki biraz daha yaşlanınca genç bir sevgilisi olur.

Kati’nin bu kadar çok dile çevrileceğini tahmin etmiş miydin başlarken?

Etmemiştim. Ama Almanca’ya hiç kimse çevirmeseydi, eski eşim Ömer’e zorla çevirtip yolda dağıtmayı falan düşünüyordum. Çünkü ben bu kitabı en çok Almanların okumasını istedim. “Türkiye böyle bir yer aslında, Türkiye’de herkes var” demek için.

Haberin Devamı

Almanların tepkileri nasıl?

Almanlar çok sevdiler romanları. İlk kitapta en çok şunu soruyorlardı: Kahramanı Alman yapmanızın nedeni Türkiye’de böyle bir Türk kadının olmaması mı? Ve bunu bana bakarak soruyorlar. Ben işte öyle bir Türk kadınıyım. Hâlâ daha önyargılılar.

“Tango İstanbul”un hikayesi nasıl çıktı?

Dört beş senedir bir tango polisiyesi yazmak vardı kafamda. Sonra bu medya hikayesiyle birleşti. Arjantin’e gittim, orada tango dersi aldım, biraz ruhuna girmek için. Kapak da çok hoşuma gitti, hem tango, hem İstanbul, hem oryantal, hem Batılı bir şey... Tam bizi anlatıyor gibi geldi. On senede bir Türkiye’nin yönü değişiyor ya, bir Batıya dönüyoruz, bir Doğuya. Tam şu anı Türkiye’nin.

Ne yapıyorsun, bir takım okumalar yapıyorsun herhalde başlamadan önce...

Herhalde gazetecilikten, ben acayip araştırma yapmayı seviyorum. Mesela Nişantaşı’nda geçiyor bu romanın büyük kısmı, bayağı Nişantaşı’na gidip oturuyordum kahvelerde, menüleri inceliyordum. Kitaba da onları koyuyorum zaten, “Şu kafede bu iyi, burada bu yenir, Nişantaşı’ndaki House Cafe’de içki içilmiyor” falan. Bir semtte çalışıyorum, oralarda epey takılıyorum yazmadan önce. Şimdi de Tarlabaşı’nda geçen bir roman yazacağım, oralara gidiyorum.

Haberin Devamı

Bir sürü siyasi, toplumsal eleştiri de koyuyorsun romanın içine...

Zaten benim için kitapların polisiye olmasının önemi o. Ve esprili bir dille yazılması. Söylemek istediğim şeyi hamasi olmadan söyleyebiliyorum. Yazarken eğleniyorum ve rahatlı-yorum.

“Kitaptaki yayın yönetmeninin kim olduğunu okurlar anlar”

Medyanın kitapta anlattığın kadar vahşi olduğunu düşünüyor musun peki?

Medya çok vahşi maalesef. Ben gazeteciliği bıraktığımda kendimi o kadar rahatlamış hissetmiştim ki, cehennemden çıktım gibi.

Haberin Devamı

Karakterlerin gerçek hayatta karşılığı var mı?

Evet.

Ana eksende tartışma programında faşizan konuşmalar yapan bir yayın yönetmeni ve pahalı hediyeler aldığı moda yazarı sevgilisi var. Kim bunlar?

Okurlar anlayacaktır zaten kimler olduğunu. Çünkü gazetelerde çıktı dönem dönem böyle haberler. Mahkemelik olanlar oldu ayrıldıktan sonra. Eskiden Türkiye’de polisiye yazılmıyor çünkü planlı programlı cinayet yok denirdi ya,
planlı cinayet hâlâ yok ama o kadar çok entrika var ki bence Türkiye polisiye yazarları için
bir cennet haline geldi.

Peki bu kitapta geçen abiler, ablalar kendilerinden söz ettiğini fark ederse ne olacak?

Herhalde dava açmazlar diye düşünüyorum. Kimse kabullenmek istemez o insanın kendisi olduğunu. Çünkü romanda herkes bir şekilde pislik. Dava açarsa onu kabullenmiş olur.

“Bir Alman okur, elinde kitabımla geldi Kaktüs’e”

Seninkilere klasik polisiye demek zor. Bir gizem var ama kan revan filan yok, her zaman cinayet de çıkmayabiliyor altından...

Evet o kan revan şeylerini sevmiyorum, kanın içinde ayak izleri falan... Bir de Kati’nin hayatı, insan ilişkileri veya İstanbul çok ön planda. İstanbul şehri de ana karakterlerden biri neredeyse. Onun için evet biraz klasik polisiyeden farklı.

Neredeyse bir İstanbul rehberi olarak okunabilir... Donna Leon’un Venedik’i gibi...

Tabii zaten Alman okurların, İtalyan okurların söylediği, “Kitaplarınızı alıp İstanbul’a gidiyoruz”. Ve bir gün Beyoğlu Kaktüs’te oturuyorum, bir Alman kadın elinde kitapla geldi. Ben de barda oturuyorum, beni görünce çok şaşırdı. Önce garsona sormuş, sonra yanıma gelip konuştu. Donna Leon’la aynı yayınevindeyiz, onun kitaplarının yanında şehir planı veriyorlar kitapta geçen yerleri işaretleyip. Bunu biz de yapabiliriz aslında Türkiye’de.

“45 kilo verdim ama içimdeki şişman kaldı”

Kati’nin kilo sorunu başlamış... Senin de bir zamanlar vardı, hatta ekşisözlükte “Kitabı yazarken 30 kilo verdi” yazıyor. Kitapla beraber mi verdin kiloları sahiden?

O dönemde vermeye başladım ama çok uzun sürdü zaten benim kilo vermem.
30 kiloyu üç dört yılda falan verdim.

Ne oldu, bir gün ani bir karar mı verdin?

Bir sürü diyet kitabı okudum ve şuna karar verdim: Benim kendime bir yaşam planı çizmem lazım. Beslenme alışkanlığım feciydi. Karnı acıkınca insan şekerpare yemez, ben şekerpare yiyordum veya çikolata yiyordum. O bir hayat değil, öyle yaşanamaz. Beslenme alışkanlığımı değiştirdim ve hep spor yaptım. Tatlı yine yiyorum ama makul ölçülerde. Yağı azalttım, bir litre zeytinyağı alıyorum, bana üç yıl gidiyor.

Toplam kaç kilo verdin?

45 kilo.

Spor yapar mıydın eskiden de?

Hiç. Beden derslerinden bile rapor alırdım okulda. Şimdi çok yürüyorum, bu MBT’leri aldım, yürürken bacak ve popo kaslarını çalıştırıyor. Gardırobumdaki büyük beden giysileri attım. O kadar limitte ki giysilerim, iki kilo alsam kotumun içine giremiyorum, dolayısıyla o iki kiloyu vermem gerekiyor. Bu tür önlemler koydum kendime.

Zayıflayınca ne değişti hayatında?

Aslında içimdeki şişman kaldı. Kendimi zayıf gibi algılamıyorum. Mesela giysi almaya gidiyorum, normal insanlar kaldırıp bakınca bu bana olur veya olmaz der ya... Benim bu bana olur dediğim şeyleri alıp giriyorum kabine, bana iki beden büyük. Kendimi öyle görüyorum çünkü ben hâlâ. Garip bir şey bu.

KEŞFETYENİ
İkiz bebek müjdesi! Ünlü isim ilk defa paylaştı
İkiz bebek müjdesi! Ünlü isim ilk defa paylaştı

Cadde | 13.05.2025 - 07:41

Amerikalı oyuncu Amber Heard, sosyal medya hesabından ikiz bebeklerinin olduğunu takipçileriyle paylaştı.

Yazarlar