Pazar “Ne kötüyüm ne de adam”

“Ne kötüyüm ne de adam”

23.08.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

Polis Akademisi’nde yapılan Kürt açılımı çalıştayına katılan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “12 Kötü Adam” olarak adlandırdığı isimlerden Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan:

“Ne kötüyüm ne de adam”

Beşiktaş’ın ortasında, bir tarafta Boğaz Köprüsü’ne diğer tarafta Topkapı Sarayı’na uzanan bir manzara... Bahçeşehir Üniversitesi’nin rektörlük katı. Rektör Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ile, 1 Ağustos’ta katıldığı Kürt açılımı çalıştayını konuşacağız. 15 gazetecinin katıldığı çalıştay o günden beri çok konuşuldu, çok yazılıp çizildi. Destekleyenler de oldu, zehir zemberek sövenler de... Bir süredir Akşam gazetesinde köşe yazan Prof. Dr. Arıboğan, toplantıya bu kimliğiyle davetli olsa da “Önce akademisyenim” diyor. Gazeteci grubun yaklaşımlarına da iki noktada itirazı var: Çözümü demokratikleşmeyle sınırlı tutmak ve süreci “Kürt açılımı” olarak isimlendirmek.

Haberin Devamı

Çalıştaydan sonra çok eleştiri aldınız. Devlet Bahçeli katılanlara “12 kötü adam” dedi. Öyle misiniz?
Bir kere ben kötü değilim, ikincisi adam değilim! Orada hiç kimsenin bu lafı üzerine alındığını zannetmiyorum. Bir sürece muhalefet etmek son derece doğal ve gereklidir. Fakat bu muhalefeti yaparken hain, alçak gibi laflar kullanmanız, ideolojik anlamda sıkıntı yaşadığınızı gösterir. Mücadele etmeyi bilmeyenler kavga eder. Sayın Devlet Bahçeli’nin bugüne kadar sergilediği tavra yakışmayan bir sözdü bu. Bahçeli bana göre Türk siyaset hayatında son dönemlerde önemli bir rol oynadı. Fakat aynı basiretli ve mutedil tutumunu sürdürmezse, çok ağır bir sorumluluğun altına girer.

CHP de yandaş olduğunuzu iddia etti.
Hükümette hangi parti olduğu beni ilgilendirmez. Devletin hangi organının beni çağırdığı da beni ilgilendirmez. Katkıda bulunacağıma inanıyorlar ve davet ediyorlarsa, emirlerine amadeyim. Ben bir akademisyenim, hiçbir partiye yakın ya da uzak değilim. Bildiğimi söylerim.

Çalıştay için nasıl bir davet aldınız?
Polis Akademisi’nden Prof. Dr. İhsan Bal benim arkadaşımdır. O davet etti. Kimin katılacağını bilmiyordum, listeyi orada gördüm.

Katılanlar dengeli bir grup muydu sizce?
Aslında daha renkli olsa iyi olurdu. Çalıştayı düzenleyenlere de listenin biraz daha renklendirilmesi gerektiğini söyledim. Onlar da başkalarını çağırdıklarını fakat bir kısmının tatilde olduğunu, bir kısmına da ulaşamadıklarını söylediler. Zaten sonrasında birçok çalıştay yapıldı.

“Olayı sadece demokratikleşme kutusuna hapsetmek sığ kalır”

Katılanların neredeyse hepsinin liberal görüşte olduğunu görüyoruz. Acaba siz orada bir denge unsuru muydunuz?
Ben insanları kategorileştirmeyi sevmem. Kaldı ki kimi zaman fikirlerimizin örtüşmediği durumlar da, tartışma ortamı da oldu. Sanıyorum daha sonra neler konuşulduğuna dair raporlar da yayımlanacak. Kendini belli bir cemaatle, bir grupla özdeşleştirmek ve kendini o grubun çerçevesinin dışına çıkamayacak gibi hissetmek benim karakterime uygun değil. Böyle durumlardan kaçınırım.

Tartışma ne konuda çıktı?
Tartışma, aslında biraz da benim yarattığım bir tartışmaydı. Kürt sorununun sadece demokratikleşme paketiyle değerlendirilemeyeceğini, olayı sadece demokratikleşme kutusuna hapsetmenin en az askeri önlemler paketine hapsetmek kadar sığ olduğunu söyledim.

İtiraz ne noktada geldi?
Oralara çok girmeyelim ama konu tartışıldı. Tüm diğer ayrıntıların yanında esas önemli olan konunun demokratikleşme olduğunu düşünenler de vardı. Genelkurmay’da verilen brifinglerde, PKK’nın üçte birinin Türkiye kökenli Kürt; üçte ikisinin Suriye, İran, Irak’tan geldiği söyleniyordu. Bu Kürtlerin Türkiye’deki etnik kimlik taleplerinin karşılanması için ne gibi bir beklentisi olur?

Çalıştayda yeteri kadar konuşabildiniz mi?
Evet. İlk bölümde büyük bir hassasiyetle üç dakika kuralına uydum; ama bir tek ben uydum. Kadınların ne kadar sistematik olduğunu da kendilerine ifade ettim. İkinci bölümde biraz daha uzun konuştum. Verimli bir çalışma ortamıydı, çok tatmin edici buldum. Dışarıdan söylendiği gibi, vatan falan satılmadı orada.

Sert tartışmalar oldu mu?
Hayır. Zaten sertlik doğuracak bir şey yok, orada fikir tartışması yapılıyor.

“Savaşı erkekler yapar ama barışı kadınlar kurgular”
Bakan sizden öneri mi bekliyordu, arkasında duracağınıza dair destek mi?
Ben destek değil fikir beklediğini düşünüyorum. Tartışmalara katılmadı ama notlarını aldı. “Bizi destekleyin” diye bir laf da etmedi, hiç de böyle bir beklenti içinde görünmedi bana.

Kürt açılımı tanımlamasına itirazınız var.
Çalıştayda ilk söylediğim, Kürt açılımı kavramının yanlış olduğu, toplumun belli bir kesiminden çok şiddetli reaksiyon göreceğiydi. Bu nedenle buna “Türkiye atılımı” denmesini önerdim. Türkiye’nin bir arada durması tek başına bir amaç değildir. Bir aradalık nedeniyle bir yere gelmesi, bu gelinen konumdan herkesin eşit düzeyde beslenmesidir amaç. Sadece Kürtleri değil, Türkiye’de yaşayan herkesi, mesela gayrimüslim azınlıkları da kapsayacak şekilde hazırlanmalı proje.

Sizce bu toplantının Polis Akademisi’nde yapılması neyin göstergesi?
Güvenlikle ilgili ve o bölgede görev yapan on binlerce mensubu olan bir kurum. Çok doğal olarak, eğer genel bir çözüm arzu ediliyorsa buna asker de, polis de, kaymakam da, imamlar da katkı yapacak. Özellikle orada çalışan insanların tamamının bu çorbada tuzu olması gerekir.

Gazetecilerin toplandığı bu çalıştayda bir köşe yazarı mıydınız yoksa akademisyen mi?
Beni oraya Deniz Ülke Arıboğan olarak davet ettiler. Hangi kimliğimle davet ettiklerini orada öğrendim. Bunun bir gazeteciler çalıştayı olduğunu bilmiyordum. Zaten bir gazetede haftada iki kere köşe yazısı yazıyorum, gazeteci değilim.

Toplantıdaki tek kadındınız. Erkeklerin jargonunda ya da yaklaşımında fark var mı?
Aslında erkek egemen bir dilin bu sorunu çözmede fazla sert kaçacağını düşünüyorum. Onun için de kadın figürlerinin öne çıkması çok sağlıklı ve doğru bir gelişme. Savaşı erkekler yapar ama barışı kadınlar kurgular gibi bir düşüncem var. Erkek egemen dilin şiddete daha yatkın olduğu inancındayım.

Ama en sert çatışma da Tansu Çiller döneminde oldu.
Kadın olmakla kadın ruhunu aksettirebilmek arasında farklılıklar var. Tansu hanım bir
kadın dünyası yaratmadı siyasette, o bir kadın dokunuşu değildi, sadece kadın görünüşüydü.

Haberin Devamı

“8 yaşındayken Kıratçılara karşı Ecevitçi çetenin üyesiydim”
Uluslararası ilişkiler bölümünü seçmenizde babanızın etkisi var mı?
Olmuştur. Evdeki genel sohbet konuları, içinde bulunduğumuz çevrenin etkisi... Zaten bu konulara çok aşinaydım. Üç kardeşiz. Kız kardeşimin bu konularla hiç ilgisi yoktur, o elektronik mühendisi. Yazılarımı da okumaz, sadece gazetelerdeki fotoğraflarıma bakar. Erkek kardeşim gıda sektöründe çalışıyor, dünyayı daha fazla takip eder.

“Babanızın kızı” mısınızdır?
Ekstrasistollerim, kan şekerindeki hızlı düşme olarak değerlendirirseniz babamın kızıyım. Aslında hem annemin hem de babamın kızıyım. Annem çok dengeli ve kontrollü bir hanımdır. Babamla her gün görüşür, fikir paylaşırız. Bazı konularda fikirlerimiz uyuşmaz, tartışırız, bazen de inatlaşır; hatta iddiaya gireriz.

Yetişme sürecinizde Mahir Kaynak’ın kızı olmanızın etkileri neler?
Çok kolay değildi tabii. Muhtemelen adı bilinen bütün anne babaların çocuklarının benzer sıkıntıları olmuştur. Babanınızın davranışlarından siz de mesul olup onun hesaplarını vermeye başlıyorsunuz. Çok küçük yaşlardan itibaren kesiliyor bu hesap.

“İsmim ‘Annabel Lee’ şiirinden geliyor”

Sizi üzen şeyler oldu mu?
Olmuştur ama bu benim karakterimin mücadeleci olmasını da sağladı. Annemin de kızıyım dedim ya, annem babamdan daha güçlü bir insandır. Ancak babam dünyada eşi benzeri olmayan bir zekaya sahiptir.

İsminizin Annabel Lee şiirinden geldiği doğru mu?
Annemle babam birlikte koymuşlar, Edgar Allen Poe’nun o şiirini çok severlermiş... “Senelerce senelerce evveldi / Bir deniz ülkesinde / Yaşayan bir kız vardı / bileceksiniz Annabel Lee...”

Siz de meraklı mısınız edebiyata?
Evet. İnternetten şiir okumayı bile severim, benim için stres atma vesilesi. Bütün gün çalışırım, sonra şiir sitelerine girerim. Ufak tefek eskiden yazmışlığım vardır, ama çok kötü şiirler yazdığımı düşünüyorum. Umberto Eco’cuyumdur, Amin Maalouf‘u da okuyorum. Lakin son zamanlarda çok roman okuyacak fırsat bulamıyorum.

Eskiden tekvando yaptığınızı duydum.
Yok canım, çocuksu bir şeydi. Komşunun oğlunun öğrettiği iki-üç hareket... Tommiks’e çok hayrandım, o da tekvando hareketleri yapardı, ona özenirdim. Bir de bizim mahallede çeteler vardı. Bizimki de Kıratçılara karşı Ecevitçi çeteydi. Çok politik bir şahsiyettim, 8 yaşında falandım bunu yaptığımda. Kıratçılar daha gelir düzeyi yüksek çocuklardı, biz de memur çocukları. Onlara eziyet ettiğimizi anlayınca veliler devreye girip bizim siyasi mücadelemizi sonlandırdılar. Birkaç sene sonra da yan apartmanımıza ülkücü abiler geldi. Bütün mahellenin kızlarını Ruslar gelecek, ülkeyi işgal edecek, kendinizi koruyun diye çalıştırmaya başladılar. Tekvando hareketleri öğrendik o zaman da... Hep meraklıydım siyasete. Üniversitede okuduğum yıllar ‘80 sonrasına denk geldiği için faal olarak siyasetle fazla ilgilenemedim ama bilim olarak ilgilendim.

Peki yarım kalan siyasi hayatınızı devam ettirecek misiniz?
Hayır, ettirmeyeceğim.

Haberin Devamı

“Babam Mahir Kaynak’ı istihbaratçı değil, matematik öğretmeni sanıyordum”
Babanız Mahir Kaynak’ın istihbaratçı olduğunu hep biliyor muydunuz?Hayır. Öğrendiğimde ilkokul öğrencisiydim. Komşumuzun oğlu söyledi ilk, ben anlamadım ne olduğunu. Biz matematik öğretmeni zannediyorduk. Sonra öğretmenim de söyledi. Aslına bakarsanız çok da büyük bir travma değil babanızın MİT’te çalıştığını öğrenmek. Biraz etkilenmiştim tabii.