12.08.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
Sultan unvanı bütün İslam tarihinde en yerinde bir unvan olarak Türkler tarafından kullanılmıştır. Osmanlı sultanları 13'üncü asırdan beri hiç fire vermeden aynı soydan çıkmaktadır. Kendisine rakip hanedanlardan bahsedilmesine rağmen, kaç padişah tahttan indirilmişse de bunlardan IV. Mustafa hariç hiçbirine siyaset cezası tatbik edilmemiş ve Osmanlı'nın tahtına gene bir Osmanlı oturmuştur. Osmanlı hanedanı üyeliği silsile halinde babadan oğullara geçer. Kız çocuklar padişahın veya padişahın oğullarının kızı ise "sultan" unvanını alır ama onların çocukları ne sultan ne de şehzade unvanını alır ve hanedan üyesi sayılmazlar. Dünyada Fransızlar ve bazı Alman hanedanları için geçerli olan bu kural, Osmanlı sülalesinde katiyetle tatbik edilir. Buna karşılık başlangıçta diğer Anadolu beylikleri, Bizans imparatorluk hanedanı ve Balkanlı prenseslerle evlilik yapan Osmanoğulları, Kanuni'den itibaren akıllı olmaları kaçınılmaz ve güzellikleri şüphe götürmez, Harem'de yetiştirilen kızlarla evlenmeye başlamışlar ve "mavi kanlı" prenses geleneği böylece sona ermiştir. Osmanlı padişahının unvanı dahi ilginçtir; dünya onu "sultan" olarak bilir. Bu daha 11'inci asırda Bağdat'ı fetheden Selçuklu hükümdarlarının, Abbasi hükümdarını "halife" olarak yerinde bırakmaları ve kendilerini dünyevi hükümdar, adeta bir Kaiser diye ilan etmelerinin neticesidir. Haremde kadın entrikası Osmanlı tarihinin aşağı yukarı bir asrını kapsar. Bu çok zeki kadınların içinde Hürrem Sultan gibi Türkçeyi şiir yazacak derecede öğrenenler, Kösem Sultan gibi çocuk padişahlar döneminin naibeliği ile ün salanlar ve Hatice Turhan Sultan gibi valide sultanların devlet işlerine karışma geleneğine kendisi son verenler vardır. Osmanlı veraset geleneği Fransa'da Bourbon'larda olduğu veya Habsburg'lardaki gibi oturmuş değildir. Ama bu saydığım hanedanlarda da veraset sistemi çok erken oturmuş değildi. Mesela Rus çarlarının hayatı taht kavgasının endişeleri içinde geçerdi. Osmanlı veraset sisteminin tarihteki diğer hanedanlara göre çok üstünlükle tatbik ettiği bir kural vardı; padişah oğullarının memleketin belirli sancaklarına vali olarak gönderilmeleri. Bu bir imtihandı; şehzadenin yöneticiliği, kumanda kabiliyeti, devlet merkezi ve devlet adamlarıyla olan ilişkileri onun için bir imtihandı. Ve ekseri halde ölen padişahın yerine hangi sancaktaki şehzadenin çağrılacağı merkezdeki devlet adamlarının kararına bağlıydı. Cem Sultan ve II. Bayezid çatışmasından sonra devlet adamları bu konuda daha kararlı ve atik davrandılar. Bu arada tahta çıkan şehzadenin kardeşlerini katletmesi gibi olaylar görüldü. III. Murad ve III. Mehmed devrinde en kanlı biçimiyle patlayan bu olaylar, maalesef I. Ahmed devrinde yeni veraset sistemiyle kısmen önlenmişse de sancak şehzadeliğinin kaldırılıp şehzadelerin Harem'de yetişmelerine neden olmuştur. Aşağı yukarı II. Meşrutiyet yıllarına kadar yani şehzadelerin Galatasaray'da, Harbiye'de veya Viyana, Potsdam Harp Akademileri'nde yetiştiği yıllara kadar Osmanlı şehzadelerine seçkin eğitim verilememiştir. Buna karşılık irsiyetten olacak, sarayda büyüyen IV. Murad genç yaşındaki ölümüne kadar 17'nci asrın en büyük mareşali unvanını hak edecek askeri başarılar göstermiştir. Veraset sistemi Osmanlı sultanlarının II. Selim'den itibaren annelerinin şeceresi iyi tutulmamıştır. 19'uncu yüzyılda daha çok sarayla akraba olmaktan onur duyan Çerkes, Abhaza beylerinin saraya takdim edilen kızlarının kimliklerini iyi tanımamıza rağmen 17 ve 18'inci yüzyılların valide sultan ve hasekilerinin kimliklerini iyi tanımıyoruz. Hatta 16'ncı asırda da "Bafo" denilen asil Venedikli aileye mensup sultanın, III. Murad'ın eşi Safiye Sultan mı yoksa II. Selim'in eşi Nurbanu Sultan mı olduğu tartışılmaktadır. Bu nedenle iyi niyetli spekülasyonlar kadar Ali Kemal Meram'ın "Padişah Anaları" adlı eserindeki görünen tipten uydurmalara da rastlanır.Osmanlı padişahlarının her birinin bir mesleği vardır. İçlerinde Fatih gibi doğu ve batı dillerine hakim Rönesans senyörleri, Kanuni Sultan Süleyman gibi mareşalliğin yanında kuyumcu, III. Murad gibi divan sahibi ve şair ve adeta kumaş uzmanı, IV. Murad gibi sporculuğun ve silahşorluğun yanında musiki ve şiirdeki ince zevki hayret uyandıran tarihi porteler vardır. Sultan Abdülaziz kuzu ziyafeti ve pehlivanlık hikayeleri gibi yavanlıklarla tanıtıldığı halde, aslında garp ve şark musikisinde eserler bestelemiş, ressam bir padişahtır. IV. Murad ressam ve müzisyen, II. Abdülhamid dahi bir marangoz, Şehzade Seyfettin Efendi de ince bir musikişinas ve zor bir iş olan minare mahyaları düzenlemekte mahir bir kimsedir. Hanedan sürgüne gittikten sonra bazı şehzadeler, Budapeşte ve Bükreş'te keman çalarak geçimlerini sağlayacak kadar marifet sahibiydiler. Bu da Osmanlı hanedan üyelerinin diğerlerine göre ayırt edici bir vasfıydı. Hiç şüphesiz ki Osmanlı şehzadelerinin nasıl eğitim gördüğü, padişahların yönetimdeki ortak özellikleri bir başka yazının konusu olacaktır... n Meslek sahibiydiler