Epey reklamcı ile röportaj yaptım. Sinan Çetin’de de o dünyanın her yerindeki reklamcılara, reklam yazarlarına, reklam yönetmenlerine sinmiş tavra, tutuma rastladım elbette. Kapitalizmin, pazarın yüceltilmesine eşlik eden şık bir radikalizm, entelektüel bir hoppalık. Ve reklamcılık dışında başka bir uğraşla aklanma ihtiyacı.
Ama "Ben resimlerle hikaye anlatırım. Başka da bir şey bilmem" diyen Sinan Çetin zaten asıl işi sinema. Ve gözünü kameraya dönüştürüp insanların içine çevirmiş her
has sinemacı gibi o da dünyaya çocuk bakışlarını dikmiş. Nahif ve duygusal. Masum. O yüzden de insan onun abartılı ticaret güzellemelerine bile katlanabiliyor.
Sinan Çetin’in tarihi biraz da Türkiye solcu tipolojisinin özyaşam öyküsü. Ajitprop filmlerden (Bir Günün Hikayesi) pop operalara )Bay E.) uzanan bir çizgi, damar. Ya da bir kopma.
Ve her filmde sanki yeni bir yönetmen, sanki başka bir yönetmen. Ama her defasında aynı hınzır bakış.
Sylvia Kristel ve Daryl Hannah’ı başka yerde iş bulamadıkları için ucuza kapattığınızı ileri sürenler oldu. Doğru mu?Ay, ne iyi niyetliler bu Türkler! Daryl Hannah şu anda Quentin Tarantino ile çalışıyor. Sylvia Kristel’i ise yurtdışından bir arkadaşım önerdi.
"Emanuelle"i seyretmiş miydiniz?Gençlik yıllarım bu filmin hatıraları ile doludur.
Farkında mı peki Sylvia Kristel, Türkiye gençliğinin üzerindeki bu etkisinin?Ben bir ara sette şaşırıp "Emanuelle şöyle dön, ışığı şuradan al yüzüne" dedim. Kadın hiçbir tepki vermedi. O unutmuş Emanuelle’i. Onun için hayatında 30 sene geçmiş. Ama bizim için Emanuelle’in hatırası hâlâ çok taze.
Siz kendiniz bu filmde rol almaya nasıl karar verdiniz?Rolü anlatırken fark ettik ki, kendimi anlatıyorum. Ama yine de önce Müjdat Gezen gibi oyuncuları düşündük. Fakat sonra dediler ki, "Ya, artık bu ‘Film Gibi’ programından sonra insanlar seni iyice tanıdılar, yüzünü de çok seviyorlar, sen oyna" dediler. Ben de dedim ki: "Ya, nedir ki bu oyunculuk, denersem ne olur?" Ve denedim. Bir şey olmuyormuş. Yani, Ahmet, korkacak bir şey değilmiş sinema oyunculuğu. Çünkü sinema yönetmenlerin sanatı.
Mustafa Altıoklar da sizden etkilendi; siz ve Altıoklar filmlerinizde popçuları oynatmayı seviyorsunuz, değil mi?"Popçu" derken ne demek istiyorsunuz? Ben Mustafa Sandal gibi çok değerli bir çocuğu oynattım filmimde.
Şimdi de Teoman’ı oynatıyorsunuz.Teoman da Türkiye’nin tanıdığım en iyi şairlerinden birisi. Tanıdığım bir sürü entel şairden iyidir. Yani bu popçu tanımına girmez.
Deniz Arcak’ı da oynatmıştınız."Bay E"de. 1994’leri mi konuşacağız şimdi?
Durun daha 80’lere de gideceğiz. Mesela ben hâlâ sizin solculuk döneminizde çektiğiniz "Bir Günün Hikayesi"ni severim en çok. Sabah sahnesinde, kadınların su döküp erkeklerin yüzlerini yıkadıkları ailevi seksüellik, gecekondu erotizmi!Ya, o filmin 400 metresi eksik. Nesini seviyorsunuz o filmin? İşçilerin yakın plan ayaklarını gösterdim diye, "bu işçilerin iktidara yürüyüşü" deyip, 400 metresini sansür ettiler.
Kariyerinizi bir süreklilik olarak mı görüyorsunuz, yoksa kopmalardan mı oluştuğunu düşünüyorsunuz?İnsan hayatı kendisiyle birlikte akıp giden bir şey. Ben işimi iyi yapmaya and içmiş birisiyim, başka bir şey değil. İşimdeki süreklilik en iyisini yapma isteğimdir. Sizin ne kastettiğinizi anlıyorum.
"Film Gibi"yi seviyor musunuz?Çok şekersin. Öyle bir soruyorsun ki, "Niye seviyorsun ulan?" der gibi. Vallahi, çok vakit harcamadığım için şikayet etmiyorum. Filmimin kitlelerle buluşmasında katkısı olduğuna inanıyorum bu programın.
Fazla radikal değil misiniz siz bu türden bir aile yüceltilmesi programı için?Ben de aile hayatını yüceltiyorum. Sonuç olarak ben çocuklarımla, işimle, dünyayla barışık bir insanım. Benim radikalizmim başarısızlığından ötürü dünyaya küsen, suçu başka insanlara, sistemlere yükleyen insanlara karşı bir radikalizm.
Ya, son yıllarda toplumun bir kesiminde ortaya çıkan bu başarı fetişizmi nedir? Bence asıl başarısızların gururunun kaşınması tehlikeli. "Ben başarısızların yanındayım" deyip bunun ticaretinin yapılması bence daha tehlikeli. Bu başarısızlar da kendi başarısızlıklarının nedeni olarak senin başarını gösteriyorlar. Bir fabrika açıp insanlara iş veren herkes bir biçimde ya devletin ya basının saldırısı altındadır.
Solculuk döneminizden sizde ne kaldı? Ben solcu olduğum yıllardan şikayetçi değilim. Sadece Türk solunun problemi şu: Türk solunun işadamları ile barışması lazım. İşadamları solla barışmış durumda. Solcuların o çok değer verdiği işçilerin var oluş nedeni işveren. Solcuların bunu anlaması lazım.
Ama işverenin de var oluş nedeni işçiler.Hayır. Bir adam ihtirasla, iştahla dünyaya saldırıyor. Bir iş kuruyor. Ben burayı işçilerle açmadım ki. Benim içimdeki sinema tutku buradaki 50 kişiye iş kazandırdı. Bu 50 kişi olmazsa başka 50 kişi ile çalışırım. İşverenler işçinin düşmanı değil, işçiler de işverenin düşmanı değil.
Peki, o zaman niye iş güvenliği yasasına bu kadar karşı çıktı işveren örgütleri?Ya, bir adam bir işyeri açıp 10 işçi alıyor işe. Bu 10 işçinin beşinden memnun değil. İşyerini geliştirmek için bu beş işçiyi işten atması lazım. Ama yasalar gereği bu beş işçiyi değiştiremiyor. Bu yasanın neresi güzel?
Bir dönem bütün filmlerinizde, kliplerinizde, kırmızı elbiseli kızlar olurdu. Bu devam ediyor mu?Onun için mi bugün kırmızı giydin? Seviyorum kırmızıyı. Ama laf etmeyin diye, artık kırmızı elbiseli kızlar koymuyorum filmlere. Geçen hangi filmde yine koydum ya?
Siz ise hep siyah giyiyorsunuz. Neden?Siyahtan başka bir renk giydiğim zaman donla sokağa çıkmış gibi hissediyorum.
Ev hayatınız nasıl?Çok iyi. Hele bu aralar çocuklar çok şeker oldu. Yaşlılık herhalde böyle bir şey. Ben inanılmaz derecede çocuklara ve eve bağlandım. Bu çok tehlikeli bir şey. Benim gibi bir korsanın bu kadar eve bağlanması. Evden biraz uzaklaşmam lazım.
Eşiniz Rebecca, Alman. Artık Türkleşti mi yoksa evde Alman disiplini mi hakim?Bizim evde tam bir dünya vatandaşlığı durumu söz konusu. Çocuklar Almanca, Türkçe, İngilizce konuşuyor. Şimdi ben de bir Kürtçe öğretme eğilimindeyim. Disipline gelince; elbette Alman disiplini söz konusu. Ben Almanları çok severim. Çok duygulu, çok değerli insanlar. Kötü Almana rastlamadım. Ben aile kavramını Rebecca’da gördüm. Daha önceki eşim de çok düzgün bir insandı ama Türk kızları ile karşılaştırdığımda Alman kızları ailelerine daha bağlı.
Yeni filminiz bitti mi?Daha New York ve Seattle’a gideceğiz. Çok pahalı bir film oluyor, saçmasapan pahalı bir film.
Türkiye’de pahalı film yapmak adaba aykırı bir tutum olarak görülür ama.Aslında Türkiye’de son zamanlarda pahalı, başarılı, parlak olmak adaba aykırı olmaya başladı. Kriz dönemlerinde galiba toplumlar parlayan şeylerden hoşlanmıyorlar.
"Türkiye’de yer kalmadı da bu krizde Amerika’ya gidiyor" diyor bazı köşe yazarları.Öykü öyle gerektirdiği için gidiyoruz. Bir de Türkiye’den bir yönetmen olarak dünya marketine bir şey çekmek istiyordum.
Amerika’da çekince dünya pazarında daha mı fazla şansı oluyor?Hayır, amaç uluslararası oyuncularla uluslararası standartlarda bir film yapmak.
Daryl Hannah ile bağlantınız neydi?Uluslararası oyuncularla bağlantı kurarken biz Türk kafası ile şöyle bir şey yapıyoruz: Mutlaka birisinin arkadaşı olması gerekiyor, mutlaka bir torpil gerekiyor. Halbuki biz bir teklif hazırladık, "Şu kadar gün, şu kadar para, işte ‘script’ (senaryo) bu, işte yönetmen bu, kabul ediyor musun?" "Yes mi, no mu?" "Propaganda", "Berlin in Berlin" ve "14 Numara" filmlerimi de gönderdim. Uçağa binip geldi. Tabii bu kadar kolay olmadı. Bir buçuk ay sürdü. Oradan 12 kişi, buradan 10 kişi çalıştı, avukatlar, mail’ler, 45-50 sayfalık anlaşmalar. Ama sonuçta geliyor yani.
Tek aday Daryl Hannah mıydı?Hayır, önce Holly Hunter’la görüştük. Kadın çok da istedi. Fakat kadının menajeri berbat bir herif. Savaş çıkacak korkusuyla kadını buraya göndermedi. Ama Holly Hunter’le çok iyi arkadaş olduk. Daryl ile olduğundan daha iyi. Daryl daha beş karış surat bir kız. Sette tepkisiz, ifadesiz bir suratla oturuyor. Ama "kamera" deyince, bütün gün o sette beş karış oturan kız kameranın karşısına geçince güneş gibi parlıyordu. Sonra yine beş karış suratla oturup çekim sırasını bekliyordu. Günde bir avuç da vitamin yutuyordu. Kimseyle konuşmuyordu. Sadece benim küçük kızım Sahara’yı kucağına alıyordu ve öylece dağlara, eşeklere filan bakıyordu. Gülme kaslarını bile çalıştırmıyordu, bunun için bile enerji harcamıyordu. Denize giriyor saatlerce yüzmeden duruyordu.
Vannesa Redgrave’in biyografisinde okumuştum. Batı’da oyuncuların hepsi sendikalıymış. İş uzayınca ek mesai ücreti alırlarmış. Doğru mu? Bu oyuncuların sizden de bu tür talepleri oldu mu?Şimdi "Union" diye bir örgütlenme söz konusu. Ama hiç hoşlanmıyorlar "Unionödan, söyleyeyim yani. Bu "Union" yıldız adayları veya başarısız olmuş oyuncular için daha çok gerekli. Biz bu oyuncu sendikası ile hiç bağlantı kurmadık.
(Önündeki şişelerden vitaminler alıp ağzına atıyor) Ne yapıyorsunuz? Farkında mısınız, sürekli vitamin yutuyorsunuz. Yuttum mu ben bunlardan? Daryl’den etkilendim galiba.
Daryl Hannah’la olan erotik sahnelerinizi karınızın çektiği doğru mu?Filmde erotik sahne yok ki. Bu
haberler nereden çıktı anlamıyorum. Sadece öpüştük. Öpüşmek erotik mi yani? İsterdim ama Daryl Hannah ile erotik sahnelerde oynamak.