Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Pink Floyd’un Pompeii’deki antik tiyatroda 1971 yılında dört gün süresince kaydettiği performansın Adrian Maben’ın yönettiği filmi “Pink Floyd: Live in Pompeii” yenilenmiş ve remaster edilmiş hâliyle geçenlerde Avrupa’da ve Türkiye’de de vizyona girdi. Bu vesileyle bu performans ve Pink Floyd hakkında pek çok yazı yayınlandı. Ben de bunları keyifle okudum. Ergenliğinin büyük bir bölümü “The Dark Side of The Moon”, “Wish You Were Here” gibi albümlerle geçmiş bedbahtlardan olduğum için Pink Floyd benim için müzikal anlamda memleket gibi bir şey. Yani belli başlı Pink Floyd albümlerini oturup her gün dinlemiyorum, hatta itiraf etmeliyim ki yıllar oldu böyle bir şey yapmayalı, ancak buna gerek de yok, bu müzikler benim varlığımın elim ayağım gibi birer parçası. 

Haberin Devamı

Live in Pompeii’yi de daha önce izlemiştim ama yeniden izleyince burada yer alan ve Pink Floyd’un kitlesel şöhret öncesi dönemine ait deneysel müzikleri daha az bildiğimi hayretle fark ettim. Yeniden dinledim ve keşfettim yani Pink Floyd’u. İyi yazarlar gibi iyi gruplar da size sırlarını hemen açmazlar. Sabır, zaman ve emekle yavaş yavaş kendilerini ele verirler. 

Bu filmle ilgili yönetmen Adrian Maben’in söylediği bir şey de yıllar yıllar sonra Pink Floyd’un zihnimdeki görüntüsünü güncelledi. Kafamdaki Pink Floyd imgesini tamamladı. 

Şöyle diyor Maben: “Kocaman bir amfi tiyatroda dört müzisyen, bir sürü müzik aleti, ses sistemleri var. Müzik yapılıyor gün batıyor, inanılmaz bir an yaşanıyor, ancak seyirci yok. Bu anti-Woodstock.” 

1969 tarihli Woodstock Festivali popüler müzik tarihinde çok şey değiştirdi. Grupların gün boyu büyük kitlelere çaldığı kalabalık açık hava festivallerinin atasıydı Woodstock. Özgürlük ve paylaşım demekti. On binlerce hatta yüz binlerce insanın aynı anda aynı grupları dinlemesi, aynı duyguları paylaşması yeni bir deneyimdi. Müzik üzerinden bir tür kalbini açma, toplaşma, paylaşma, birlik olma, kardeşlik hissi. 

Live in Pompeii ise dört müzisyenin seyircisiz bir ortamda, birbirileriyle dahi konuşmadan, kime çaldıkları belli olmadan müzik yapması. İnsansız konser. İletişimsizliğin, yabancılaşmanın, yalnızlığın, içine kapanmanın daniskası. Seyircisiz konser. 

Haberin Devamı

Pink Floyd 1975’te “Wish You Were Here”i bir yabancılaşma albümü olarak kaydetti. Stüdyoda birbirlerine sırtlarını dönerek çaldıklarını Gilmour anlatır. 1979’daki “The Wall” ise grup üyelerinin artık aralarında duvar örmelerinin hikâyesidir. 

Woodstock ruhu zafer kazandı. Bugün başarıyla yaşatılıyor, dünyadaki yüzlerce açık hava festivalinin konserin bize anlattığı bu. Ama Pink Floyd’un Live in Pompeii’de altını çizdiği yabancılaşma, yalnızlaşma, iletişimsizlik, birbirini dinlememe hâli de bir gölge gibi takip ediyor kalabalıkları. Woodstock var bugün ama gölgesi gibi onu takip eden Pompeii ruhunun var olmadığını söyleyebilir miyiz? 

Herkese iyi bayramlar; Woodstock gibi toplaşıp coşun, ama Pompeii’nin varlığını da unutmayın. 

(Pink Floyd: Live in Pompei, 1972, Yön: Adrian Maben)