Pazar"Uygar insanın hayatında pan flüt de olmalı ezan sesi de"

"Uygar insanın hayatında pan flüt de olmalı ezan sesi de"

09.10.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Perîze / Ezan Vakti Beethoven"da Türk solunu tartışan Yılmaz Karakoyunlu'nun yeni romanının kahramanı pan flütle sık sık Beethoven'ın "9. Senfoni"sini çalıyor. Aynı anda ezan sesi duyuluyor

Uygar insanın hayatında pan flüt de olmalı ezan sesi de

axpaz011.jpg Karakoyunlu cumhuriyet dönemini konu alan "Çiçekli Mumlar Sokağı", "Üç Aliler Divanı", "Güz Sancısı", "Salkım Hanımın Taneleri" ve "Yorgun Mayıs Kısrakları"nın ardından kalemini demokrasi tarihine çevirdi. Yeni dönemin ilk romanı olan "Perîze / Ezan Vakti Beethoven", Doğan Kitap'tan çıktı. Karakoyunlu'nun, 1971 ve 1980 askeri müdahaleleri öncesinde Türkiye'deki sosyalist mücadeleyi sorguladığı yeni romanına, kitabın kahramanlarından Perîze'nin pan flüt ile çaldığı Beethoven'ın "9. Senfoni"si ile ezan sesleri birlikte eşlik ediyor. Yazara göre uygar insanın hayatında her ikisinin de olması gerek. Yılmaz Karakoyunlu ile Sultanahmet'te söyleştik. Fotoğraf çekimi için meydanda yaptığımız kısa gezide birçok kişi tarafından yolu kesildi. İnsanlar sevgilerini sundular, sarılıp öpenler, tokalaşanlar oldu. Arabasının açık kapısı önünde, kollarını kavuşturmuş halde müşteri bekleyen taksi şoförünün, nazikçe verdiği selamın ardından söylediği sözler ise Karakoyunlu'yu bile şaşırttı: "Sizi tebrik ediyorum. Türkçeyi en iyi kullananlardan birisiniz!" 1971 ve 1980 askeri müdahaleleri öncesinde Türkiye'nin 100 yıllık düşünce geleneği içinde yer edinmiş bulunan sosyalist mücadele, sağlıklı ve disiplinli bir mücadele unsuru gibi kullanılamadı. Bu müdahaleleri sosyalizm döllenmesinin düşükleri olarak yorumluyorum. Bugünden sonra yapılacak olan sosyalist mücadele de geçmiş dönemdeki bilgi ve tecrübeyi kullanabilecek durumda değil. "Perîze / Ezan Vakti Beethoven"da, 12 Eylül sonrasına odaklanıyor ve ağırlıklı olarak Türk solunu 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri ekseninde masaya yatırıyorsunuz. Niçin solu anlattınız? Çünkü her askeri müdahale toplumda kazanılmış sosyalist birikimi, mücadele azmini ve cesaretini, hatta tecrübesini yok ediyor. Dolayısıyla 10 yılda bir kendisini yenileyen, güçlenerek hedefe ulaşmak isteyen bir hareket görüyorsunuz. Bu felsefi bir hareket. Zemin olarak siyaset kullanılıyor ve toplumun değer yargılarını da dikkate alarak toplumla iç içe bir şekilde bu hedefe gitmeyi amaçlıyor. Buna neden olarak da darbeleri gösteriyorsunuz... "Sosyalizm zeminini yitirdi" Şu anda liberal bir politikayı doruklaştırmak isteyen bir iktidar var. Bir kere özelleştirmede başarılı oluyor. Özelleştirmeyi karşısına almış olan, çok tehlikeli bulduğum sendikacılık hareketlerini filan hiç ciddiye almadan, kafasına koyduğu özelleştirmeleri gerçekleştiriyor. Büyük bir sorumluluk duygusu içerisinde söylüyorum; Türkiye'de 1996-2002 arasındaki özelleştirmeyi engelleyen tek bir isim vardır: Bayram Meral. Her dakika Ecevit'i köylüyü, işçiyi sokağa dökerim diye tehdit ederek özelleştirmeleri engelledi. Onun yüzünden her şey birikti. Peki, bugüne gelirsek... 1970-80 arası 10 yıllık dönemde Türk basınının üst kademesinde sosyalist düşünce egemenliği vardı. Ama bu sizin gazetenizde de, Hürriyet'te de, Cumhuriyet'te de, bütün gazetelerde vardı. Çünkü bu kadroları yönetenler 60 sonrası ihtilalci kadro terbiyesinde sosyalizmi öğrenerek gelmişlerdi. Yani o dönemde Türkiye'de en az 10 tane sol mücadele başlığı ortaya çıktı. O zaman sosyalizm zeminini kaybetti. Herkes kendi sosyalizm mücadelesini en doğru mücadele sandı. Bu bölünme en belirgin ölçüde kendini basın sektöründe gösterdiği için romanımda tartışma zemini olarak medyayı seçtim. Romanınıza geri dönersek... Türk solunu, bir gazetenin üst yönetimi çerçevesinde tartışıyorsunuz. Bu tartışma için neden bir gazeteyi seçtiniz? "Baktılar ki yanlış biliyorlar" Gazetelerde kimi isimler, siyasi simgenin içerisindeki isimlerle birlikte çalıştılar. Onlardan çok şey öğrendiler ama sonra baktılar ki öğrendikleri yanlış. Örnek olarak -roman içinde örnek değildir ama- Ertuğrul Özkök. O dönem Ecevit'in dergisinde en önemli yönetmendi. Türkiye'nin sosyalizm anlayışını Ecevit'in dergisinde ortaya koyuyordu. Şimdi Hürriyet gazetesinde liberal bir yönetim disiplininde ve zengin içerikli bir üslupla liberalizmi savunuyor. Romanda sosyalizmin Türk basınında da yanlış savunulduğu vurgulanıyor. Evet, bence öyle... Hasan Cemal de böyledir. Cumhuriyet gazetesinin içinde ise hâlâ eski üslubu sürdürenler var. Yani Ertuğrul Özkök, Türkiye'de sosyalizmin yanlış savunulduğunun farkına varıp liberal kanada geçenlerdendir diyorsunuz... "Müzik aracılığıyla farklı düşünceler arasında yakınlık kurmaya çalıştım" Bundan 40 yıl önce 30 yaşlarında bir delikanlıydım. Bir gün Ankara'da bir arkadaşımın evinde dedesi bize balmumundan yapılmış bir plak dinletti. 1900' lü yılların başında yapılmış bir plak. Plağı çalan iki kişiden biri Türkiye'nin meşhur flütisti Zati Arca ötekisi de Mevlevi şeyhi Fahrettin dede. Mevlevi şeyhinde ney, ötekisinin elinde flüt, Beethoven'ın "9. Senfoni"sini çaldılar. Haldun'un sevgilisi Perîze kitaba da adını veren karakter. Pan flütü ile romanda sık sık Beethoven çalıyor. Ama Beethoven'ı her defasında ezan sesiyle bir arada duyuyoruz. Bu ikisini yan yana almaya nasıl karar verdiniz? 40 yıl önce dinlediğim zaman, bu ikisini bir arada nasıl değerlendirebilirim diye kafamda bir yere not düşmüştüm. Flüt biliyorsunuz tiz seslerde de pes seslerde de tınısı aynı olan tek enstrümandır. Bu nedenle uzun süre dinlenemez. Ney öyle değildir; tizlerde ve peslerde tını farkları çok değişik olduğu için dinlenebilir. Dolayısıyla araya karışmış bir enstrümandır flüt. Ama öte yandan flüt mitolojik olarak araya karışmış değil. Pan onunla bütün düzenini kurabilir. Orada muhteşem bir orkestra kurdum. Koskoca senfoni orkestrasının içinde neyler çalıyor. Yani bir yandan Doğu felsefesinin incelikleri, öte yandan Beethoven gibi dünya çapında bir müzisyenin yaratıcılığındaki üstünlükleri bütünleştirme arzusu. Müzik aracılığıyla farklı düşünce modelleri arasında bir yakınlık kurmaya çalıştım. 40 yıl önceden kulağınızda kalan bir sesti yani... "Berin Nadi'yi yazmadım" Nemika şahsiyet sahibi bir kadın. Cavidan statü sahibi; İnci ise mağdur bir kadın. Hırsları iktidara arzu duymaktan kaynaklanıyor. Dünyanın her tarafında da bu böyledir. Romanda gazetenin yönetiminde farklı pozisyonlarda üç kadın var; hepsi birbirinden hırslı. Bu hırs, kadın olmakla ilgili bir şey mi? Tabii artık sosyalist mücadelenin yanlışlığını görmüş ve ihtilali de... Cavidan gazete yönetiminin yüzde 30 hissesine sahip. Eski solcu ama yönetime geldikten sonra giderek liberal kanada kayıyor. Cumhuriyet Berin hanımın emrindeydi, doğru. Ama onu örnekleyerek yazdım demek doğru olmaz. Böyle bir yorum çok yanlış olur. Türk basınında, romandaki dönemlerde Berin Nadi hanım vardı, hisse sahibi olan... Ondan etkilenmiş olabilir misiniz Cavidan'ı yaratırken? "Altan hanımsız asla olamam!" Ben Urfalıyım biliyorsunuz, şu anda da Urla'da yaşıyorum. Hatıratımı yazıyorum: "Urfa'dan Urla'ya"... Otobiyografi yazacak mısınız? Evet. Bazen o bana, bazen ben ona misafir oluyorum.. Eşiniz İstanbul'da yaşıyor... Doğru; aynen böyle. Epey bir zamanı ayrı geçiyor. Bu, ilişkinizi de canlı tutuyor olmalı... Hem de nasıl. Altan hanım benim hayat hikayemin en önemli unsurudur. Daha kalın bir çizgi yok hayatımda. Hâlâ aşık mısınız eşinize? Onsuz olamam. Türkçesi bu. 45 yıllık evlisiniz ve aşıksınız! Yoo. Alışkanlık değil. Ayrıca aşk dediğiniz, bir insana sevgi ve saygının bütünleşmesidir. Ben öyle tutkular içerisinde kıvranmadım. Bu alışkanlık mı aşk mı?

KEŞFETYENİ
Eleme sonrası olay paylaşım! 'Buna kalleşlik denir'
Eleme sonrası olay paylaşım! 'Buna kalleşlik denir'

Cadde | 01.05.2025 - 23:23

Pınar Saka, Yiğit Poyraz'ın elenmesine tepkisiz kalamadı. İşte, çok konuşulacak o paylaşım...

Yazarlar