A. Can Nizamoğlu

A. Can Nizamoğlu

can.nizamoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Dün akşam radyoda bir programa rastladım. Programın konusu, çocuklu çiftlerin boşanması sonucu velayeti alan tarafın çocuğu karşı tarafa göstermemesi halinde mağdur tarafın kanuni haklarıydı. Programa telefonla bağlanan avukatın söylediğine göre böyle bir durumda çocuğunu göremeyen anne veya baba mahkemeden çıkardığı bir kararla yanına bir icra memuru (garip ama evet icra memuru) bir de polis alarak çocuğu alıkoyan tarafın kapısına dayanabiliyor. Karşısında böyle garip bir üçlü bulan çocuğun hâletiruhiyesi için bu ekipte bir pedagog, psikolog veya benzeri bir kişinin de olması şart.

Haberin Devamı

Programı sunan kişinin gayet samimi bir şekilde “Peki, bu işler diğer ülkelerde de mi böyle?” sorusu üzerine avukat şu yanıtı verdi: “Pek sayılmaz. Aslına bakılırsa Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da bu olaylar bizdeki kadar büyük sorunlara dönüşmüyor; çiftler genellikle bir şekilde anlaşıyorlar.” Buraya kadar dinlediklerim benim için çok bir anlam ifade etmemişti ve burada anlatmak istediklerim için de pek önemli değil ama avukatın son iki cümlesi son derece can alıcı oldu: “Sanırım bu, toplumların kültürü ile ilgili bir konu. Zira o toplumlarda uzlaşma kültürü hâkim.”

Uzlaşmanın karşı tarafın görüşünü olduğu gibi kabul etmek veya karşı tarafın bizim görüşümüzü olduğu gibi kabul etmesi değil de iki tarafın ortak bir paydada buluşması olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Peki, en son hangi konuda birisi veya bir grupla uzlaştığınızı hatırlıyor musunuz?

Futbol ortamımız eskiden de kötüydü ama şike davasından sonra iyice çekilmez bir hâl aldı. Bu çekilmezliğin kaynağı da şike davası değil tarafların bu süreçte takındığı tavırlar oldu. Bu durum bana çevremizde, hayatında bir kere dahi uzlaşmamış bir dolu insan olduğu izlenimi veriyor: “uzlaşamayanlar”

İngiliz filozof Whitehead “Yüzde yüz gerçek yoktur. Tüm gerçekler yarımdır.” der. Fakat bu söz uzlaşamayanlar için en ufak bir anlam ifade etmiyor zira bu kişilerin gerçek konusunda herhangi bir şüpheleri olmadığı gibi onlar kamplarını çoktan kurdu, kılıçlarını kuşandı, kalplerini mühürledi ve savaşa başladı bile!

Haberin Devamı

İnternet ve sosyal medyanın nimetleri bu kişilerin ziyadesiyle kullandığı mecralar. Kendilerine sorsanız hepsi hak, adalet, barış veya dürüstlük peşinde ve tek öncelikleri futbol ama onları biraz izlediğinizde anlıyorsunuz ki konu o değil. Mesele fikrini karşı tarafa kabul ettirmek, dayatmak ve bunu ne pahasına olursa olsun yapmak. Motto da şu: “Ben iyiyim o kötü.”

Olmayan şampiyonluk kupasını takım otobüsüne yapıştıranlar, yargısız infaza karşıyız deyip bir maçla hakemin kalemini kıranlar, kulübün kendi yatırımcısının hakkını yemesini “olağan bir ticari konu” olarak görenler, içinde olmadıkları bir şampiyonluk yarışında bir tarafa açıkça destek verenler ve benzeri onlarca tutuma sahip kişiler bu uzlaşamayanlara sadece birer örnek.

Kendilerine göre onlar sadece haklarını koruma mücadelesi veriyorlar! Peki, kimden? Bu çatışmalarla onu her geçen gün daha da güçlendirdikleri sistemden. Aslında bu o kadar nafile bir çaba ki, bir taraf ne kadar çok çaba sarf ederse karşı taraf da o denli güçleniyor ve sonuçta gruplar kendi yarattıkları düşmanla savaşır hale geliyor; kısaca kendileriyle.

Haberin Devamı

Bu ülkeye yapılan muhtemelen en büyük kötülük 50 ve 60’lı yıllarda bilinçli bir şekilde toplumun eğitilmesini engellemek oldu. Bunun ceremesini ülke olarak belirli bir seviyeye gelememekle hâlâ çekiyoruz ve bu durumun günümüze yansıması tahammülsüz, uzlaşmadan uzak, çatışmaya eğilimli, Telegol seyreden, Pazartesi günleri hemen hemen her kanalda olmalarına karşın içlerinde futbola dair en ufak bir güzellik barındırmayan “spor programları” ile beslenen bir nesil olarak yetişmemiz. İşin daha da vahim tarafı bu neslin de bir nesil yetiştirecek olması!

Çatışmacı kulüp yöneticilerini asla tasvip etmesem de onları anlayabiliyorum. Onlar, taraftarlarına şirin görünmek veya eksikliklerini başkalarına yüklenerek kapatmak gibi furyalara kapılabiliyorlar. Fakat hiç anlamadığım, kulüpleri ile aralarında duygusal bir bağ olan ve normalde kulüplerinin menfaatini düşünmesi gereken taraftarların bu uzlaşamayanlar sınıfına dâhil olması.

Örneğin Twitter’da her takımdan böyle insanlar var; binlerce takipçisi olan. Onların sabahtan akşama kadar yazdıklarına bakarsanız savundukları taraf ile ilgili en ufak bir olumsuz, rakipleri ile ilgili de en ufak bir olumlu görüş bulamazsınız. Kendilerine karşı bir imada dahi bulunulsa aslan kesilirler. Hatta böyle durumlarda çoğu zaman bir çete reisi edasıyla takipçilerinden de yardım isterler. Kendilerine müthiş bir haksızlık yapıldığına inanırlar, mağdurdurlar ve herkesi birliğe beraberliğe, savaşa davet ederler. Fakat gerçekte zulmeden mazlumlardır.

Yazdıklarından kendilerini gayet iyi ifade etme becerisine sahip oldukları anlaşılan bu entelektüel ve zeki kişilerin nasıl olup da bu işe kalkıştıklarını düşündüğümde aklıma daha vahim bir ikinci senaryo geliyor: bunu bilinçli yaptıkları.

Pek tabi bu kişiler gerçek hayatta göremedikleri itibarı sanal âlemde bulmuş olan ve bu manevi tatmin kaynağını kaybetmek istemeyen kişiler olabilir. Bu anlamda onları kulüp yöneticilerinden farklı görmemek gerek. Bu kişiler futbol veya taraftarı oldukları kulübü aslında hiç önemsemeyip onları sadece insanlara ulaşmak için kullanan ve kaotik ortamlar oluşturarak bu ortamlardan zevk alıyor da olabilir.

Dedim ya bu ilkine kıyasla çok daha vahim bir senaryo.

Aslına bakılırsa bu zihniyettekiler çoktan kaybedilmiş durumda. Fakat kurtulması ve futbolumuzu kurtarması gerekenler bu kişilerin peşinden gitme, onlara itibar etme ve tabiri caizse zihinlerini onlara kiraya verme gafletinde bulunan sessiz çoğunluk.

Sezen Aksu bir röportajında şöyle demişti: “Aslında herkes her şeyi çok iyi görüyor ama insanoğlu ne ara böyle zalim oldu, bilmiyorum.” Eminim hepimiz biraz daha iyi baksak neyin ne olduğunu kolaylıkla görebileceğiz. Çünkü en iyi toprak bizde olsa da bazen güzel çiçekler komşunun bahçesinde de bitebilir.

Zalim olmaya hele hele futbol için karşı tarafa zulmetmeye hiç değmez.

Bizim kültürümüz maalesef uzlaşma değil çatışma üzerine ve futbol da bu kültürün etkisi altına aldığı son alanlardan biri. İstiyorum ki şimdi iş tersine dönsün, futboldan bir uzlaşma akımı başlasın ve yavaş yavaş toplumun tüm kademelerine sirayet etsin, kültür olsun. Olmaz mı?

Olur dersek olur.

https://twitter.com/_acn_