Türkiye, yaşadığı sorunlara rağmen iddialı bir ülke...
70 milyonu aşan nüfusu, kültürü, gençliği, tarihi ve coğrafyasıyla önemli bir dünya ve Avrupa üyesi...
Türkiye’nin hayalleri ve iddiaları var.
Avrupa Birliği’ne tam üye olarak katılmak gibi... BM Güvenlik Konseyi’nde yer almak gibi... Cumhuriyet’in 100. yılını gelişmiş ve uygar dünyanın saygın bir üyesi olarak kutlamak gibi...
Terörü bitirip iç barışı sağlamak, 20. yüzyıldan kalan tüm sorunlarını çözmek gibi.
Sporda da iddialarımız var...
İstanbul’da olimpiyat oyunlarını düzenlemek istiyoruz...
2000 için yola çıktık, şimdi 2020 için dosya hazırlıyoruz.
Ama 2020’de, ama 2036’da... Bir gün mutlaka, hem de İstanbul’da!
Futbolda Avrupa Şampiyonası’na 2008’de Yunanistan’la ortak aday olduk, kaybettik... 2012 adaylığımız da bir rüya olarak kaldı.
Şimdi hedef 2016 Avrupa Şampiyonası...
Hayalkırıklığı ile sonuçlansa da her adaylık kampanyasından tecrübe kazanarak bilgimizi ve becerimizi geliştirerek çıkıyoruz.
Benim naçizane görüşüm, Türkiye Futbol Federasyonu’nun iyi bir proje ve sağlam bir dosya ile iyi hazırlandığıdır...
Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın verdiği 1 milyar Euro’ya yakın devlet ve hükümet garantisi de pozitif bir enerjidir...
Hakça söylemek gerekirse, TFF tüm enerjisiyle bu rüyayı gerçekleştirmek için çalışıyor. TFF Yönetim Kurulu üyesi Zafer Yıldırım, adaylık kampanyasının sorumluluğunu özveriyle taşıyor. Genel Sekreter Yardımcısı ve 2016 Organizasyon Direktörü Orhan Gorbon da öyle.
İnanılmaz güzellikte sunumlar yapıyorlar. Ağırbaşlı, akıllı ve gösteriden uzak bir ev sahipliği ile UEFA heyetlerini ağırlayıp denetlemelerden olumlu not almaya çalışıyorlar. Ciddiyet, inanç ve ustalıkla işlerini yapıyorlar.
‘Centilmenler Savaşı’
Çanakkakle savaşlarının 95. yıldönümünde torunlarımla birlikte oradaydım.
Tarihe “Centilmenler Savaşı” olarak geçen o büyük çatışmanın tarafları, artık aynı cephedeydiler. Türkler, Avustralyalılar, Yeni Zelandalılar.... Birbirine saygı duyan, cebindeki kurutulmuş dana etini ikram edip Mehmetçik’in ipe dizili incirlerini yiyen askerler, hepimize büyük bir onur mirası bırakmışlardı...
18 Mart Üniversitesi’nin kampüsünde “Atatürk’ün izinde 57. Alay’ı anma yürüyüşü”ne katılan bir kız öğrenci, “Çanakkale bir centilmenler savaşıydı... Artık bütün dünya biliyor ve burada çarpışan askerlere saygı duyuyor. Düşünülmesi gereken bir şey daha var. Batıdaki savaşta bile böylesine centilmenlik gösteren bir ulus, ülkenin doğusunda Ermeni soykırımını nasıl yapar ? Bu iddialar ne kadar gerçek? Umarım, uluslararası kamuoyu bu çelişkiyi günün birinde çözer!”dedi...
Avustralya Hentbol Takımı da Çanakkale’deydi. Yeni Zelanda ekibi yetişememişti. Bizimkiler, Avustralyalılarla üç maç yaptılar. Sonuç önemli değil, üçünü de kazandılar. Ama sporcuların kaynaşması, tarihsel anılarla birlikte şarkıları ve türküleri paylaşması çok güzeldi.
Çok özel bir kahramanlık örneği vererek tümüyle şehit olan 57. Alay’ı saygı ve minnetle andık. Gençlerin kırık buğday çorbası için şafakta kuyruğa girmeleri de unutulmaz bir sevgi ve minnet örneğiydi.
Oradan futbolumuza bakarsak...
Sportmence savaşan kuşakların yerine bugün maalesef savaşır gibi spor yapanları da görmeye başladık...
Rakibini hastanelik edecek kadar gaddar bir hamleyi size spor diye kim öğretti arkadaşlar ?
Anne babanız mı ? Öğretmeniniz mi ? Yoksa antrenörünüz mü?
Yolun açık olsun Cüneyt!
Türk futbol hakemlerinin baskı altında bunaldığı, her hafta yöneticiden, medyadan ve federasyondan darbe yedikçe daha fazla hata yaptığı bir dönemde Cüneyt Çakır, UEFA Avrupa Ligi yarı final maçında, Fulham-Hamburg karşılaşmasında görevlendirildi.
Bu yıl futbolda yaşadığımız en büyük gurur budur.
Düdüğüne sağlık, yolun açık olsun Cüneyt!