Birbirinden farklı 3 grup var. Toplam uzman sayısı 13. Milli Takım’ın 31 oyuncusu içinden 8’i -şimdilik- bırakılacak. Fransa’ya götürülecek 23 kişilik kadronun belirlenmesinde duygulara yer yok. Buna karşılık hem oyun felsefesi, hem de o felsefeye uygun adamlar, bilimsel yöntemlerle belirleniyor.
Tüm özelliklerinin yanı sıra farklı bir duygu adamı olan Fatih Terim için belki de en zor seçim...
Bilimsel ölçütlerle duygusal dalgalanmalar zaman zaman çarpışıyor. Hoca uykusuz saatler geçiriyor. Neyse ki kararını baştan vermiş. Bilim ne diyorsa o olacak.
Hücum hücum hücum
Üç kurulun biri üniversiteli akademisyenlerden oluşuyor. Diğeri Fatih Terim’in TFF içinde oluşturduğu yakın çalışma arkadaşlarından... Üçüncüsü, çok uzaktan... Amerika’dan. Bir süredir uzmanlarıyla çalışıp testler yapan ekip önceki gün raporunu veriyor.
Şimdi raporların ışığında dışarıda kalanlara bakalım: Ali Şaşal Vural... Milli Takım’la tanıştı, çalıştı ve gelecek adına bir vize aldı. Ama Fransa vizesi yok. Çağlar Söyüncü en önemli açığımız stoper mevkiine çözüm vaat ediyor. Kurullar yeteneğe değil, tecrübeye de puan verdi. Alper Potuk savunma, Mahmut Tekdemir hücum zafiyetinden, Yasin Öztekin tecrübesizliğinden, Mevlüt Erdinç performans düşüklüğünden, Serdar Aziz sıkça tekrarlanan sakatlıklardan dolayı dışarıda kaldılar. Gökhan Töre bu grubun içinde Fransa vizesine en layık olan, ama dışarıda kalması en anlaşılabilir adam... Çünkü 2 maç cezalı... Sonrası için garanti yok. O nedenle maalesef Euro 2016’yı tvden izleyecek.
Üç kaleci, 8 savunmacı... 7 orta saha, 5 forvet... Bu tablo bize Terim felsefesini özetliyor: Esareti bırak, cesaretle çak! Ya da hücum, hücum, hücum!
Yolunuz açık olsun
Top rakipteyken her an hücuma geçmeye hazır bir konumlanma. Top bizdeyken birden çok hücum alternatifi... Topu kaptırdığında yapışıp geri alacak inatçı, yaratıcı, hamleli ve enerjik adamlar: Emre Mor, Volkan Şen, Hakan Çalhanoğlu, Nuri Şahin, Oğuzhan Özyakup, Ozan Tufan, Selçuk İnan... Arda Turan, Olcay Şahan, Burak Yılmaz, Cenk Tosun, Yunus Mallı.
Fatih Terim, antrenörlük kariyerinin doruklarına tırmanırken, 1993 Akdeniz Oyunları Şampiyonluğu ile göz kamaştırdı. Zidane’lı Nouma’lı Fransa’nın bulunduğu grubu lider tamamladı. Finalde Cezayir’i yenerek altın madalyaya uzandı. 70-71-72 doğumlu Alpay, Sergen, Hakan, Bülent, Tolunay, Tugay gibi oyuncularla bir altın kuşak yakaladı... O kuşak daha sonra 2000’de Galatasaray’a UEFA Kupası’nı kazandıracak, 2002 Dünya Kupası’nda üçüncülüğe adını yazdıracaktı. Türk futbolunun kendi öz kaynaklarından, hep şikayet ettiğimiz alt yapıdan yetişmiş oyunculardı onlar. Bugün durum farklı... Milli Takım’ın temelini ve felsefesini oluşturan 7 önemli oyuncu yurtdışındaki altyapılardan yetişmiş durumda.
Avrupalı çelik şase ve motorla Avrupa’ya gidiyoruz. Yolunuz açık olsun çocuklar!
Mor ve ötesi
Alman Lisesi’nin disiplininden ve eğitiminden nasiplenip 1995’de bir Rock grubu kurdular. Solistleri Harun Tekin’i tanıyorum. Socrates’in yayın kurulunda. Beste ve fikir üretiminde adeta bir bal arısı. Özetle “mor” sözcüğünü duyunca aklım hep Mor ve Ötesi’ne gider.
Şimdi hayatımızda yeni bir pencere daha açıldı Mor’a. Danimarka’da yaşayan 18 yaşındaki Emre Mor, Milli Takım’da yediden yetmişe herkesin güvenini ve hayranlığını kazandı. Bizzat Fatih Hoca, Emre’nin sıra dışı bir futbolcu olduğunu belirterek Türkiye tercihi nedeniyle kendisine ve ailesine teşekkür etti.
Emre Mor’la Galatasaray ve Beşiktaş’ın da ilgilendiğini öğrendim. Karadağ karşısında ilk maçına çıktığı an, heyecanla izlemeye başladım. Çabuk, çok zeki, iki ayaklı, kıvrak ve yaratıcı bir oyuncu.
Acaba Türkiye’ye gelse ne olurdu? Muhtemelen harcanırdı. O yüzden Danimarka’da kalması iyidir. Peki Nordsjaelland takımında oynaması ona ne kazandırır? Biraz daha eğitim, biraz daha disiplin. Ötesi, daha yüksek bir rekabet ortamını gerektirir. Milli Takım’ın Fransa’da Euro 16’ya sunacağı çok özel bir yetenek olabilir. Şans dileyelim.
Tükürük ve balgam
Avrupa’nın en kaliteli basketbol ligi bizde... Yerli - yabancı hocalar, oyuncular, inanılmaz bir macera sunuyorlar bize. Onlara teşekkür borçluyuz. Ne var ki parkedeki kalitemiz, tribünde o kadar yüksek değil. Özellikle Fenerbahçe - Galatasaray maçlarında ortam anormal geriliyor. İnsanların oyun keyfi kayboluyor. Salonlara öfke ve ilkellikler egemen oluyor. Hele son maçta sonuna kadar saygıyı hak eden Obradoviç’i tükürük ve balgamla taciz edip hepimizi utandıran o taraftara (!) lanet olsun. Hatırlarsanız, futbolda da birkaç yıl önce Zico’ya tükürülmüş, adam dönüp bakmamıştı bile.
Galatasaray Kulübü, olayla ilgili açıklama yaparken, “Tükürük değil, ayran” demeye getiriyor. Yahu gülsuyu döksen ne yazar! İkram mı diyeceksiniz? Hakaret ve tacize böyle açıklama olmaz.
Ayıp, ayıptır. Sahiplenmeyin!