Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Başkanı Aziz Yıldırım, geçen hafta Kulüpler Birliği Vakfı Başkanı şapkasıyla öyle açıklamalar yaptı, öyle derin ve sert mesajlar verdi ki sonunda “İşte bu!”dedim.
Aziz Yıldırım, kulüplerin sıkışık ve dar rekabet alanı içinde şampiyonluğu çok önemsediklerini, o hedefe ulaştıktan sonra da temeldeki bir çok sorunu yok saydığını adeta itiraf ederek, toparlarsak “Bugüne kadar kulüplerimiz için yaptıklarımızın yanısıra Türk Futbolu için yapılması gerekenleri de ele almanın zamanı geldi” diyordu.
Yıldırım, lafı hiç uzatıp kaydırmadan, yuvarlamaya gerek görmeden Kulüpler Birliği Vakfı’nın artık ticari bir şirkete dönüşmesi gerektiğini söyledi.
Benim, o göreve geldiği hafta Yıldırım’dan beklediğim de buydu.
Kulüpler Birliği, İngiltere’deki EPL (English Premiership Limited) örneğindeki gibi bir şirkete dönüşmeli, Turkcell Süper Lig, Bank Asya 1.Lig ve diğerleri kendi aralarında kurdukları ortaklıklarla ligin tüm haklarını adil biçimde pazarlamalı ve paylaşmalıydılar.
Bugüne kadar Dört Büyükler’e tanınan ayrıcalıklı ve adaletsiz paylaşım kriterleri terk edilmeli, saha içindeki rekabet sürerken saha dışında da mutlak dayanışma örnekleri sergilenmeliydi.
Futbol Federasyonu’nun görev alanı daraltılmalı, en başta milli takımlar, ligin düzenlenmesi, kurallar, yönetmelikler, ceza ve hukuk sistemi ile temel eğitim programları bilimsel bir yol haritasıyla ele alınmalıydı.
Yayın hakları, bahis organizasyonunda isim hakları, her türlü reklam ve ticari gelirler kulüplerin yetki ve sorumluluğuna devredilmeliydi.
Aziz Yıldırım, o toplantıdaki açıklamalarında derin ayrıntılara girmedi. Ama önemli vurgular yaparak hedeflerini belirledi.
Öncelikle stadyumların konforu ve kapasitesi ele alınmalıydı.
Stadı, bütçesi ve bilançosu uygun olmayan kulüplerin sportif anlamda başarılı olsalar dahi Turkcell Süper Lig’e kabul edilmemeleri gerektiğini hatırlattı.
UEFA kriterlerine uyum için açık ve kesin mesajlar verdi.
Türk futbolunun gelişmesi için tüm kulüplerin ortak hedefler doğrultusunda çalışması gerektiğini dile getirdi.
Bu mesajlar, maalesef medyada hak ettiği değeri bulmadı.
Oysa sessiz bir devrimdi Aziz Yıldırım’ın seslendirdiği.
Öncelikle kendi devrimiydi.
“Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak” sloganıyla yola çıkan Aziz Yıldırım, sonunda öyle bir yolu seçiyordu ki, “Bir gün herkesin başkanı”olarak anılacaktı.
Bu devrimin ve dönüşümün analizini yapanlar elbette başkanın o kadar masum olmadığını söylüyorlar. Örneğin, “Beş yıl önce de aynı düşünceleri dile getirebilirdi. Ama o kulübünün mali yapısını, tesis kapasitesini geliştirdi. Bütçede sağlıklı ve devamlı gelir kalemleri yarattı. Rakiplerini epey geride bıraktıktan sonra, şimdi yeni düzen çağrısı yapıyor. Nasıl olsa Fenerbahçe epey öne geçtiği için rakiplerinin arayı kapatamayacağını düşünüyor. Yani savaşı kazandıktan sonra barış çubuğu yakıyor” diyenler de var. Kimbilir belki de haklıdırlar.
Bu tavırdaki samimiyet tartışıladursun, Aziz Bey’in verdiği çağdaş yapılanma mesajlarını gerçekleştirmenin de zor olduğunu söylemeliyiz.
Her şeyden önce kulüp hesaplarının maliyeye ayrı, federasyona ayrı, genel kurullara ayrı ve SPK’ya ayrı ayrı bilançolarla, farklı rakamlarla açıklandığı bu eklektik kayıt anlayışı değişmelidir.
Tek tip çağdaş bir muhasebe düzeni, yöneticileri sorumsuz kılan Dernekler Yasası yerine kulüpleri sosyal ve ticari bir yapıyla yeniden tanımlayacak olan bir yasa ve uluslar arası kriterlere uygun bir denetleme sistemi oluşturulmalıdır.
Bu altyapı hazırlanmadan Aziz Bey’in devrimlerini konuşmak, romantizm olarak kalır. Bugüne kadar yaptığımız da budur zaten.
Benim bildiğim Aziz Yıldırım, hayatında romantizme değil realizme ağırlık veren bir yönetici ve işadamıdır.
Kulüpler Birliği Başkanı olarak verdiği mesajlara şimdi siyasetçisinden medyaya, mesleksel örgütlenme gerçeğini kavramış futbolcusundan spor adamlarına kadar herkesin sahip çıkması gerekiyor.
Futbolumuzun dinamiklerini doğru yerlere yöneltirsek, kimbilir gönlümüzdeki hedeflere de daha fazla gecikmeden ulaşabilir, sportif kültürümüzü de geliştirebiliriz..