Hakan Şükür, Burdur’da katıldığı bir panelde üniversite öğrencilerinin sorusu üzerine “Ben de Türk değilim, Arnavut’um” demiş.
Türk Futbolu’nun unutulmaz yıldızı, efsane golcüsü ve Milli Takım’ın başarılarında en büyük pay sahibi olarak alkışladığımız bir sporcunun, onca zaman sustuktan sonra böyle bir açıklama yapması, elbette şaşırtıcı oldu.
Hele onu milli forma altında alkışlayıp coşan, heyecanlanan, başarılarıyla gurur duyan ve göz yaşlarını tutamayan birçok insan, eminim bu açıklamayla kırılmıştır, sarsılmıştır.
Hakan Şükür’ün aidiyet hisleriyle, kökeniyle, kültürüyle ilgili hiçbir yorum yapmayacağım.
Ama Sayın Başbakan’ın “Türk ve Kürt milliyetçiliğini ayaklar altına alıyoruz” diyerek “barış sürecine destek” talep etmesinden hemen sonra o sözleri söylemesi, muhteşem bir timing (zamanlama) başarısıdır. İstanbul milletvekili seçilerek TBMM’ye girmiş, Türkiye’yi sarsan sportif gündeme hep susarak, “Büyüklerimiz bilir” diyerek teğet geçmiş bir sporcu böyle yapmamalıydı. Asıl yadırgadığım budur.
Hakan Şükür, uluslararası başarı kriterlerine göre kendimce yaptığım bir değerlendirmede bu ülkenin tüm zamanlarını kapsayan bir sıralamada kesinlikle 1 numaradır. Geçmiş dönemlerin efsane futbolcularına saygımı ve hayranlığımı korurken, Hakan Şükür’ün hakkını da yiyemem. Kimse kusura bakmasın.
Ayrıca şunu da söylemeliyim ki, Lig TV’de Maraton Programı’yla sessiz ve gürültüsüz bir devrime imza atmıştır. Sevgili Şansal’ın (Büyüka) artık bir kült haline gelen Maraton programında arkadaşı Tümer Metin’le birlikte hakem kararlarına dayalı yorum eksenini kırmış, öncelikli olarak futbolcu ve antrenöre yoğunlaşmıştır. Yıllardan beri nalıncı keseri haline getirdiğimiz ve kendimizi çok yorduğumuz hakem yorumları artık solmuştur. Hakan Şükür de, Tümer Metin de futbolcunun pozisyona girmesini, zamanlamasını, iç ve dış vuruşlarını, şut ve pas tercihlerini herkesin anlayabileceği yalın bir dille değerlendirirken, bir tür empati yaratmaya, futbolcuları da hocaları da anlamamıza yardımcı olmaya başlamışlardır. Erman Toroğlu da, Markus Merk de futbolun kendisini irdeleyen bu yeni yaklaşım karşısında solmuşlardır. Maraton yorumculuğu ile TBMM üyeliğinin etik sorgulaması da bu bağlamda yeterli bir duyarlılıkla karşılanmamıştır, o ayrı!
Şimdi gelelim, Şükür’ün suskunluğuna...
Hakan Şükür, “kral” unvanının yanına maalesef “lider”liğini koyamamıştır. Örneğin futbolcuların “sözleşmeli köle” muamelesi gördüğü dönemlerde hep susmuş, bir meslek önderi olarak beklenen tavrı göstermemiştir. Profesyonel futbolcuların sendikalaşma çabaları sürekli kıyımlarla bastırılırken, o hiç öne çıkmamıştır. Kişisel sözleşmelerine, kariyerine gösterdiği duyarlılığı meslektaşlarına karşı sergileyememiştir. Örneğin, futbolcu kulüp anlaşmazlıklarının Uyuşmazlık Çözüm Kurulu’ndan uzun süreli davalarla mahkemeye taşınması karşısında susmuştur. Türkiye Futbol Federasyonu ana statüsünde ancak kendisi gibi istatistiklere sahip sadece 5 futbolcuya delegelik verilmesinin adaletsiz olduğunu da duyamadık kendisinden. Bu statünün değişmesi konusunda bir önerisi, alternatif görüşü olduğunu bilen var mı ? Ben bilmiyorum.
Ya 3 Temmuz süreci? Hakan Şükür’ün ajandasında hiçbir şekilde yer almamış bir konudur Türk Futbolu’nu en çok sarsan o deprem.
Hakan Şükür’ü severim. Başarısına ve kariyerine de saygı duymaya devam edeceğim. Sadece “icazet”le konuşmasın artık. Pozisyona girsin sık sık... Hep topsuz oyunda kalmasın!
Akla ziyan sorular
1) Abdürrahim Albayrak’ın tribünden geldiğini, heyecan ve coşku adamı olduğunu biliyoruz da... Galatasaraylı genç yönetici Sedat Doğan’ın tribüne gönderilen Fatih Terim’le birlikte paylaştığı sevinç çılgınlığını anlayamıyouz. Sevgili hocamız Prof.Dr. İzzettin Doğan oğlunun bu aşırı halini onaylıyor mu acaba?
2) Florya’nın çim zemini bir yerli firmanın yapım ve bakım sorumluluğunda yıllardır hiçbir sorun çıkmıyor. TT Arena ise dünyanın en deneyimli, en uzman firması tarafından yenilendi. Her maçta rezillikler yaşanıyor. Bu çelişkinin sırrını bilen var mı acaba?
3) Fenerlilere de Gassaraylılara da hakem beğendiremiyoruz. Şu maçları hakemsiz oynatsak. Rahat eder miyiz acaba?
4) Öfke, gerilim, tepki, adrenalin... Fatih Hocamız’ın işler ters giderken sakin kaldığını, başarı için farklı formüller kullandığını gören var mı acaba?
Sadece Muslera mı?
Pazartesi gecesi, futbolun en unutulmaz gollerinden birini izledik. Galatasaray’ın Uruguaylı kalecisi Fernando Muslera, topu oyuna sokmak için degaj yaparken, Selçuk’a attı. Onun ayağına çarpıp akıl almaz biçimde yükselen top Orduspor’un golü oldu.
Peki kaleci gafıyla yenen ilk gol mü bu? Hayır, ilk değil. Benim bildiğim, en azından üçüncü.
Hiç unutulmayanını Metin Türel, rahmetli Yılmaz Şen’in kafasına çarptırarak yemişti. Metin Abi anlatıyor: “ O yıllarda İstanbulspor’un kalecisiyim. Kısa süre önce Ankara PTT’den transfer olmuşum. Ankara’da Demirspor’la oynuyoruz. Günün golcülerinden Fikri Elma bana gol atmaya çalışıyor ama, havasını alır. 2-0 öndeyiz. Bizim haf Güngör Tetik, sürekli topu kendisine atmamı istiyor. Ben de kızdım. Ayak dışı ile (tıpkı Muslera gibi) dömivole vurdum topa... Sonradan Fenerbahçe’ye geçen rahmetli Yılmaz Şen’in kafasına çarptı top... Hoop benim kaleye geri döndü. Son beş dakikayı ecel terleri dökerek tamamladım. Sonradan yönetici Selahattin Beliren özel bir bardak takımıyla “19 Mayıs’ın en güzel golü” diyerek ödüllendirdi beni!” Metin Abi, “Hatırladığım kadarıyla Varol Ürkmez de, Beşiktaş’ta iken Adalet’ten böyle bir gol yemişti. Ayak dışı ile değil, ayak üstü vurmak gerek. Ben bunu o gün öğrendim. Umarım, Muslera da öğrenmiştir artık” diyor. Ağzına sağlık, çok yaşa Metin Abi!