Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Berlin deyince hepimizin yüreği hoplar bir yerinden... Avrupa’da en yoğun Türk topluluğunun bulunduğu Almanya başkentinde özellikle futbol ve Galatasaray adları yan yana gelince elbet mutlu anılar canlanır gözümüzde.
2000 UEFA Kupası’na uzanan yolların Şampiyonlar Ligi grup aşamasında Galatasaray’ın, Hertha’yı hem de 4-1 yendiğini nasıl unutabiliriz ki!
Cim Bom’un, UEFA Kupası’ndaki, son maçında santra öncesi bunları düşündüm hep... Hakan Şükür’lü, Hagi’li, Fatih Terim takımını anımsadım. Sonra bir soru takıldı kafama: “O şampiyon kadrodan kimler kaldı ?” Keşke Hasan Şaş da oynayabilseydi dün. Takım arkadaşlarına o ölümsüz ruhu anlatıp aktarabilseydi!
Her neyse... Maç başladı. Galatasaray istekli ve etkin... Belli ki, Skibbe de kadrodaki futbolcular da bir bütün halinde kazanmaya odaklanmışlar. Berlin’de asla teslim olmama kararlığında mücadele ediyorlar.
Özellikle Lincoln, Arda ile birlikte herkesin başını döndürüyor. Türk ya da Alman... Futbolu seven herkes bu zevkli görüntülere bayılır. Ne var ki Lincoln - Baros bağlantısı hep arıza ile kesiliyor. Baros topla buluştuğunda ya gecikmeli, ya da kalabalık içinde yalnız. Hertha Berlin savunması önde karşılıyor Galatasaray’ı... Ceza alanına sokmuyor. Lincoln’ün dış şutlarını izliyoruz heyecanla. Kewell da kenardan gelip içeri girmek istiyor ama Hertha Berlin direniyor.
Arada Hertha Berlin atakları da var doğal olarak. Onlar da, Galatasaray’ın kişilikli oyununa aynen karşılık verme çabasında. De Sanctis’in iki olağanüstü kurtarışı adıyla ilgili kuşkuları ortadan kaldıran, O’nu kahramanlık düzeyine çıkaracak kadar güzel! Bir de Servet tabii... Voronin’in yüzde yüz gol diye yaptığı vuruşta Sanctis’in müdahale edemediği topa öylesine yetişti ki övgüye değer! Maskeli “yokedici” işbaşındaydı işte!
Kewell’ın ceza alanına girmesi, ayağından çıkan topun Friedrich’in dirseği ile teması ve penaltı! ( Bizim ligimizde verilse tartışma yaratabilirdi).
Baros’un kullanıp gole çevirdiği atış, herkesi rahatlattı. Polat’ı, Sezgin’i, Üstünel’i... Feldkamp ve Skibbe’yi... İzniniz olursa elbette bizi de! Ama en çok rahatlayanlar, stresten kurtulup gönüllerince oynamaya başlayan futbolculardı.
Bu oyunda kötü oynayan, kaybolan futbolcu var mı ? Hiç sanmıyorum. Hepsi de kolektif bir istek, enerji ve sorumlulukla oynadı. Sanctis, Barış, Mehmet Topal, Sabri, Arda, Kewell, evet evet hepsi!
Alman Milli Takımı’nı, Berlin’de yenen biz değil miydik? İlk olimpiyat madalyamızı da orada almadık mı ? Kopenhag’a giderken Galatasaray oraya uğramamış mıydı ?
Bu Berlin’i sevmek için çok nedenimiz vardı özetle... Hele dün... Çok çok sevdik. Ve bu aşkın hiç bitmemesini diledik!