Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Berlin Olimpiyat Stadı’nın spor tarihimizde çok özel bir yeri var.
Orada hem taçlandık, hem de taşlandık.
Hitler’in Alman ırkının gücünü kanıtlamak üzere büyük propaganda aracı olarak gördüğü 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları, bize cumhuriyetimizin ilk altın madalyasını kazandırdı...
Yaşar Erkan’ın adı o stadın duvarında atletizmin unutulmaz efsanesi Jesse Owens’la birlikte duruyor şimdi... Ölümsüz şampiyonlardan biri olarak.
17 Haziran 1951’de Türk Milli Takımı’nın 2-1 kazandığı maç, bir dostluk maçıydı aslında.
II.Dünya Savaşı’nın acılarını unutup kırılmış gururunu yeniden kazanmaya çalışan Almanlar, Recep Adanır ve Gündüz Kılıç’ın golleriyle yenik duruma düştüler... Maçı çevirmek için inanılmaz bir baskı kurdular ama, olmadı.
Maç bittiğinde Alman seyirciler, çıkış tüneline koşan futbolcularımıza taş yağdırdı. Taşlardan en çok nasibini alanın antrenör Rebii Erkal olduğunu anlatırdı o günkü Federasyon Başkanımız Ulvi Yenal... Kendisini Alman federasyon başkanı korumuş.
O maçta 19 yaşındaki kalecimiz Turgay Şeren, 1 golden fazlasına izin vermedi.
Adı da “Berlin Panteri” olarak kaldı.
Aslında Türkay Sabit Şeren’di adı... Ama dilde döne- kaynaşa Turgay olarak yerleşti...
Berlin zaferimizin anısına Panter’in adını koydular babalar çocuklarına...
O çocuklardan bazısı Turgay ağabeylerinin izinden yürüyüp futbolda kariyer yaptı... Turgay Meto antrenör oldu... Turgay Semercioğlu da Trabzonspor’da yetişip Milli Takım’ın unutulmazları arasına katıldı...
Berlin, Almanya’nın “en Türk” kentlerinden biri olarak biliniyor bugün...
Almanlar da seviyor Berlin’i, bizler de seviyoruz.
Cuma günü oynanacak maç için Alman Futbol Federasyonu’nun en uygun kenti seçtiğine inanıyoruz.
Türk Alman ilişkileri zaman zaman çok ısındı, bazen de çok soğudu. Yabancı karşıtlığıyla tanınan gruplarla ikinci, üçüncü kuşak Türklerin çatışması öfke, tepki, nefret yarattı. Neyse ki bugün Türklerle Almanlar bir arada yaşamayı öğrenmiş durumda...
Mesut Özil’in Alman Milli Takımı’nda forma giymesi, Almanya’daki her iki topluluğa da ortak gurur yaşatan bir olay...
Maçın skoru ne olursa olsun, futbol iki ülkeyi birbirine bağlayan sağlam bir köprü konumunda.

Haberin Devamı

Maça dönersek...
Belçika ve Avusturya’nın zirve iddialarını daha baştan yitirmesi, Türkiye ile Almanya’yı liderlik için birbirine kilitledi.
Almanlar, son iki dünya kupasında final oynayamamanın sıkıntısını 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda unutmak istiyor... Joachim Löw gibi sempatik ve çalışkan bir antrenörle yola devam ediyorlar... Mesut’un yanısıra Müler ve Lahm gibi yıldızları var... Üstelik mekanik işlerliği de disiplinle sürdürürken daha yaratıcı, daha tempolu bir oyun oynuyorlar.
Bu maçın favorisi, elbette Almanya.
Ne var ki Almanya 1970’lerin, 80’lerin Almanyası değil artık. Futboldaki mutlak üstünlük dönemi dünyadaki her takım için geride kaldı.
Bizim futbolumuz da 1951’den bu yana gelişiyor elbette. Eksiğimiz, yanlışımız ne olursa olsun, gelişme sürüyor.
Guus Hiddink açısından bu maç tam anlamıyla bir tartı. Elinin değdiği her takımı yeşertip bir üst seviyeye çıkaran Hollandalı Hoca, futbolcularımıza hangi taktiği verecek, bilmiyoruz. Maç sırasında hangi hamleleri yapacak, merakla bekliyoruz. Ama biliyoruz ki Guus Hiddink’in maçla ilgili en büyük sıkıntısı rakip Almanya’nın gücü değil, bizim kadronun formsuzluk, verimsizlik ve sakatlık sürecinden bir türlü çıkamaması...
En ateşli hücum oyuncularımızın başında gelen Tuncay Şanlı, Stoke City’nin dışlanmış bir oyuncusu... En güvendiğimiz oyuncu Hamit Altıntop sakat. İkizi Halil de golcü olarak bir türlü beklenen istatistikleri oluşturamadı. Öte yandan çok genç yaşta parlayan Nuri Şahin gibi bir gurbetçiyi, yolumuz Almanya’ya düştüğü için bu defa unutmayacağız.
Kaleden savunmaya, orta alandan hücum hattına kadar sorunlu, istikrarsız ve formsuz bir kadroyla Berlin’deyiz...
Bakalım, Berlin ne yapacak bu defa ?
Taçlandıracak mı, skor tabelasına bakıp öfkeyle kaleme ve mikrofona yüklenen yorumcularla taşlatacak mı bizi ?
Bekliyoruz.


Minestra riscaldata
İtalyanlar, “ısıtılmış yemek” için kullanıyorlar başlıktaki deyimi...
İtalyan aşçılara göre yeniden ısıtılarak servise konan yemek, hiçbir zaman eski tadını vermiyormuş...
UEFA’nın Şampiyonlar Ligi için yayınladığı çok güzel bir dergi var : Champions... Meraklıların bulup okumasını öneririm...
Bu ısıtılmış çorba yazısını da orada okudum...
Özetle deniliyor ki küçük bir kutuda, “futbolda takımdan ayrılıp dönenler, ikinci dönemlerinde o kadar başarılı olamıyorlar”...
Isıtılmış yemek için en çarpıcı örnek de Schevchenko... Milan’da 296 maçta 173 gol atan Ukraynalı futbolcu, Chelsea’deki iki yıllık başarısızlıktan sonra döndüğü takımında sürekli hayalkırıklığı yarattı. Sadece 9 maçta ilk onbirde forma giyebildi.
Farklı bir örneği de Manchester Unitedlı Mark Hughes’dan vermişler.
Bu ısıtılmış yemek yazısı bana Mehmet Aurelio, Nihat Kahveci, Hakan Şükür, Emre Belözoğlu’nu hatırlattı.
Kimi eski tadını bir türlü bulamadı. Kimisi de aynen devam etti. Kimler mi ? Siz karar verin!


Schuster’in dili
Bernd Schuster’in Nobre tercihi ile ilgili sözleri Trabzonluları incitti...
“Siz Avrupa’da oynamadığınız için bunu anlayamazsınız... Biz rotasyon yapıyoruz” biçimindeki sözleri, elbette yanlıştı. İçerik olarak değil, üslup bakımından... Aradaki tercüman arkadaş da çeviriye anlaşılabilir bir nezaket katmayınca bir iletişim faciası yaşadık...
Schuster’in bir başka yanlışı da soru soran gazeteciyi Trabzonspor temsilcisi gibi görmesi... Muhatabını sadece gazeteci olarak görseydi, böylesine bodoslama bir kazaya yol açmazdı.
Her neyse... Schuster açık sözlü ve centilmen bir spor adamıdır. Trabzonspor camiasından özür dilemeli ve yeni gaflardan sakınmalıdır.

Haberin Devamı

Emeğe saygı
Karabükspor futbol takımını sevgi ve sempatiyle izliyorum.
Endüstriyel futbol, formaları sponsor reklamlarıyla dolduruyor, biliyorsunuz... Göğüsler, kollar, paçalar, bel ve sırt futbolcuların, reklama en elverişli yerleri...
Buna itiraz ettiğim yok elbette. Hoşlanıp hoşlanmadığım da o kadar önemli değil.
Benim en hoşuma giden reklam, Karabüksporlu futbolcuların formalarındaki ense kısmında Çelik İş Sendikası yazısı...
Gerçekte reklam sayılmaz ama...
Bize unutulmuş bir değer olarak “emek” kavramını hatırlatıyor ve ben Karabükspor’u seviyorum!