Rekabet kavramı, hep ikili karşıtlıklar biçiminde yerleşmiştir insanoğlunun bilincine... O nedenle cumhuriyetçilerle demokratlar, doğu ile batı, sosyal demokratlarla muhafazakarlar çatışırlar... Arada liberaller, yeşiller, akla gelmez ilk etapta.
Cola rekabeti de ikili bir Pazar savaşına dönüşmüştür, biliyorsunuz.
Sporda da ikili rekabet kavramı yaygındır... En azından rakipler sezondan sezona değişse de yarış hep ikililer arasında koşulur....
Siyasetten spora, dünyadan yurdumuza, oradan futbolumuza bakacak olursak, bu yıl alışılmadık biçimde genişlemiş ve derinleşmiş bir rekabet havuzunun içinde buluyoruz kendimizi...
Yarışın dışındalar
Alışılmış kavramlar çözülüyor... Klişeler bozuluyor. Ligin 20. haftasında hesaplanmamış liderler (Sivasspor ile Trabzonspor ) zirveyi paylaşmaya devam ediyor. Bu gidişle inmeye hiç niyetleri yok... Peşindekilerde de istikrar dediğimiz o kararlılık, devamlılık hali yok.
Üç Büyükler, bu yılı şaşkınlıklar içinde yaşıyor.
Üç Büyükler kavramı da tabloya bakacak olursanız, yavaş yavaş eski hükmünü kaybediyor.
Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören’in bir süre önce “Beşiktaş’ı dışlıyorlar” diyerek camiayı birlik ve beraberliğe çağırması, üstünde fazla durulmayan, sorgulanmayan bir sızlanma olarak geçiştirildi.
Rekabetin, popüler kültürün bir sonucu ya da sistem gereği ikili bir yarış olarak algılanmasından, Fenerbahçe, Galatasaray çekişmesine dönüştürülmesinden yakınıyordu... Bu nedenle Beşiktaş hep yarış dışında bırakılıyordu!.
Başkan’ın bu tespiti bir yere kadar doğru... Son yıllarda şampiyonluk hep Fenerbahçe, Galatasaray arasında gitti geldi, el değiştirdi. Ama Beşiktaş’ın yarış dışında bırakılması değil, yarış dışında kalması sorgulanmalıydı...
Evet, gerçek budur. Beşiktaş sadece şampiyonluk yarışında değil, finansal bilançolarda, tesisleşmede, salon sporlarında, gelirlerinde, reytinglerinde ve her türlü klasmanda ikili yarışın dışında kalmaktadır.
Elde var hayal kırıklığı
İtelendiği, ötelendiği, yok sayıldığı için değil, iyi yönetilemediği için. Bütçesini sağlıklı biçimde düzenleyemediği için...
İş yerine laf ürettiği, sürekli hayal peşinde koştuğu ve yaşadığı hayalkırıklıklarından ders alamadığı için Beşiktaş ikili, üçlü ya da beşli rekabetin dışında kalmaktadır hep.
Beşiktaş’ın borçları 150 milyon TL’na yaklaşmaktadır. Aynı sarmalın içine düşen Galatasaray’ın elinde hiç değilse bir UEFA Kupası vardı. Beşiktaş’ın elinde hayalkırıklığından başka hiçbir şey yok.
Oturup tartışıyoruz. Mustafa Hoca’ya göre bu takım 26. haftada şampiyonluğun en sağlam favorisi olacak. Peki, Tanrı herkesin gönlüne göre versin... Belki çoğu kişiyi memnun edip umutlandıran o son Trabzonspor maçı Hoca’nın inancını daha da yeşertmiştir, olsun.
Sorun sadece Beşiktaş’ın şampiyonluğu mu ?
Beşiktaş nasıl şampiyon olur ? Bu soruyla günlerce tartışabiliriz....
Ama asıl sorulması gereken soru, “Beşiktaş nasıl kurtulur ?” olmalı...
Kolayından Yıldırım Demirören’e 50 milyonluk alacağını ödeyecek bir yiğit arayışı ile de yanıt verilemez bu soruya...
Beşiktaş’ın sorunu ne Yıldırım Demirören’in yönetim biçimi, ne borçlar, ne futbol ve basketboldaki başarısızlık ne de stat meselesidir tek başına.
Bütün bu sorunları üreten kültürel yozlaşma, sağlıksız kongreler, küskünlükler ve aklı hep dışarıda bırakan dağınıklıktır.
Sessiz ve sakin bir mali kongre yapıp bundan huzur bulanlar, gelecekte mesela Arap sermayesinin Beşiktaş AŞ hisselerini alarak kulübü kurtarmasını mı bekliyorlar ?
Öyleyse daha çook beklerler!
Ortam dinlemesi
Galatasaray Kayserispor maçında protokol tribününde futbol federasyonlarında üyelik, asbaşkanlık yapmış iki kişi konuşuyor...
Ortam gergin...
“- Bak dikkat et, Fenerbahçe ile asıl barış şimdi sağlanacak “ diyor genç olanı...
“- Anlamadım!”
“- Az sonra anlarsın... Selçuk Dereli Lincoln’e kırmızı kartı gösterdiği zaman, sakın şaşırma!”
....Yine de şaşırmaktan kendini alamıyor eski asbaşkan...
Böylesine isabetli nokta atışından... Ya da barış senaryosundan!
Semih ve Lincoln
Geçen haftanın kahramanıydı ikisi de...
Semih, cezalı Güiza’nın yokluğundan Aragones tarafından kerhen oynatıldı... Golleri ve asistleriyle o formanın gerçek sahibi olabileceğini bir kez daha kanıtladı. Kulissiz, sessiz, öfkesiz ve iddiasız kişiliğiyle işini en iyi biçimde yaptı. Alex‘le uyumlu ve verimli oynayabileceğini yine gösterdi.
Aragones neler hissetti, neler düşündü, bilemem...
Ama bir kez daha anladık ki Fenerbahçe’nin ruhu da golcüsü de Semih’tir!
Lincoln’e bakarsak...
Çok nazlı, çıtkırıldım... Keyfine göre yaşıyor, keyfine göre oynuyor... Oynadığı zaman Galatasaray iki gömlek fazlalaşıyor. Yokluğunda Baros bile duruyor... Galatasaray yıllardır sahip olduğu takım oyunu, takım iradesini Lincoln oynamayınca kaybediyor.
Bu tablo Galatasaraylıların başını ağrıtmaz mı?
Benim başımı ağrıtıyor!