Futbol Direktörü Önder Özen ile Teknik Direktör Slaven Bilic’in en önemli sorunları bu. Haksız da sayılmazlar. Beşiktaş, deplasmanda oynadığı 6 maçtan 13 puan çıkarmış. Dış saha klasmanında zirveyi tutuyor. Ama iç saha maçlarına bakarsanız, ilk sıralarda Beşiktaş’ı göremiyorsunuz.
5 maçta 8 puan ve sekizinci sıradalar.
Özen ve Bilic, bu süreci bütünüyle kontrol altına alacak durumda değiller. Kulübün içinde bulunduğu süreç, ancak stad inşaatı bitince sonlanabilecek. Yine de iddialılar. Milli maç arasını bir fırsat olarak değerlendireceklerini ve tabloyu olumlu yönde değiştireceklerini söylüyorlar. Arada uzun süren sakatlıklar (Pektemek ve Köybaşı) da var. Gökhan Töre’nin Milli Takım’la gittiği Estonya’da kaptığı bir virüs, o günden beri futbolcunun gücünü tükenme noktasına getirmiş. Bilic, o kadar kaygılanmış ki bir gece oyuncusunu evinde ziyaret etmek gereğini duymuş. İlk yarının son haftalarında Beşiktaş’ta alternatif oyuncuların daha fazla şans bulacağını öğreniyoruz. Holosko o alternatiflerin en şanslısı olarak görünüyor.
Beşiktaş’ın dramatik (ve trajik) Galatasaray maçı, ligin akışını değiştirmiş adeta... İki futbol adamı da ilk dört haftada fırtına gibi esen takımın rakiplerini etkilediğine ve “Galatasaray dahil, sonraki haftalarda tüm rakiplerinin “kapanarak/korkarak oynadığına inanıyorlar. Bu gelişmenin sonucu beklenmedik bir alan daralması. Gökhan ve Olcay, dar alanda sıkı markaj altında oyunu açmada zorlanıyorlar. Bu durum hep tartışılan yıldız oyuncu Fernandes’in yükünü arttırıyor.
Peki Beşiktaş çift santrforlu oyuna dönecek mi? Bilic, Karabükspor maçında bunu yapmadığı için saçını başını yoluyor. 4-2-3-1’den o da çok mutlu değil! Zaman zaman çift santrfora (Almeida/Eneramo), 4-4-2’ye dönebileceklerinin sinyalini veriyor. Bu sinyalden çıkan soru şu: Veli’den vazgeçemeyeceğine göre Oğuzhan mı, Fernandes mi? Biri kulübede kalacak. Ama hangisi?
Beşiktaş’ın sezon sonu stratejisini belirleyecek maç, Fenerbahçe maçı. İki hoca da bu maça “olağanüstü” önem veriyorlar. Fenerbahçe’yi analizlerle didik didik ediyorlar. Farklı, çarpıcı bir meydan okumaya hazırlanıyorlar. Dostlarla buluştuğumuz bir geceden paylaşabileceğim notlar bunlar. Gerisini zaten onlar yazacak, hep beraber okuyacağız!
Bugün Fevzi, yarın hangisi?
Fevzi Tuncay, nafaka ve boşanma tazminatını ödeyemediği için tutuklanıp hapse girdi. Pascal Nouma’nın çağrısıyla futbol dünyasındaki dostları para toplayıp onu çıkardılar. Peki Fevzi’nin derdi bitti mi? Hayır. Önümüzdeki günlerde yine sıkıntı çekecek. Tanık olduğumuz olay, takım oyuncuları olan futbolcuların sosyal hayatta ne kadar yalnız olduklarını gösteriyor bize. Bir sürü dernekleri var, ama sorunsuz yaşayamıyorlar. Onlara yol gösterecek, kendilerini geliştirecek, hayat standartlarını bozmadan futbolsuz hayatı da yaşatacak projeler nerede? Yok!.
Doğan Abi
Sporun, toplumları uyutan bir afyon olduğuna inanan ve bu yüzden sporu sevmeyen çaylak gazeteci, iki haftalık spor muhabirliği deneyini bitirmeye karar verdi. Sadece daktilosu vardı elinde. Merdivenleri indi, Sirkeci’ye inecekti. Oradan ilk otobüsle İzmir’e başka bir mesleğe yönelecekti. Yazı İşleri Müdürü yolda yakaladı, “Bak, sen de ben de gazeteciyiz. Sokağa çıkarsak başka bir iş yapamayız. Ver şu daktilonu bana, masana çıkarayım. Hadi gel, yukarda bir çay içelim” dedi.
Kırkbeş yıl geçti aradan. Müdür, Doğan Koloğlu’ydu. Genç gazeteci de ben. İçimdeki nefreti alıp spor aşkını koydu yüreğime. Her akşam gazete bağlandıktan sonra L’equipe gazetesini alır, manşetinden dibine kadar bana tercüme eder, arada felsefe yorumlarını da katardı.
Doğan Koloğlu, hayatıma kırmızı halı seren adamdır. Onun “hücum futbolu” teziyle alay edenler artık herhalde utanıyor olmalı. Çok aşağıladılar onu. Hapse attılar. Kimseye küsmedi, kırılmadı, darılmadı. 1986’da TSYD başkanlığına yeniden aday olmamasını önerdik. Çekildi. Sonradan çok mahcup oldum. Ama o kuyruk acısı gütmedi. Yılan değil,
insandı, anladım ki melekti. Son yemeği muhallebi olmuş. İzmir’de Sefer Usta’da 12 porsiyon tatlı yiyerek rekor kırmıştık. Tatlı adamdın, huzur içinde tatlı uykular Doğan Abi!
Messi ve Ronaldo
Slaven Bilic, “Messi dünya dışı bir yaratık. Topla buluştuğunda ne yapacağını bilemiyoruz. Çok şaşırtıyor. Yaptıklarını çoğu insan yapamaz. Ronaldo öyle değil. Onun her hareketini yapabilirim. Ama asıl farkı çabukluğunda. Onun kadar çabuk ve etkili oynayan yok! O yüzden birini seçmem gerekirse, Messi’yi seçerim” diyor. Hocaya, çok haklısın ama, diyorum... Barcelona, takım halinde sanki sadece Messi için oynuyor. Prensi altın tepside taşıyorlar. Bana öyle geliyor. Ronaldo ise her şeyi ile takımı için oynuyor, Real Madrid’i adeta sırtında taşıyor. O yüzen bence Ronaldo! Bilic’in yanıtı Nasreddin Hoca gibi: “Sen de haklısın!”