Kulakları çınlasın, Yalçın Doğan “Fenerbahçe Cumhuriyeti” deyiminin babasıdır. Taraftarı olduğu kendi kulübü Beşiktaş’ı da “Halkın Takımı” adıyla kitaplaştırmıştır.
Olan biteni biliyorsunuz. Yalçın Doğan’ın penceresinden bakacak olursanız, Beşiktaş’ta gerçek bir “halk isyânı” var. Halkın bire bir temsilcisi olduklarından asla kuşku duyulamayacak taraftar grupları bir yandan kendi aralarında çatışıp kamplaşırken, bir yandan da ağır çoğunluğu ele geçirenler koro halinde bağırıp slogan atıyorlar :
“-Yeeteer Yıldırım Demirören, Yeeteer!”
Acıklı bir durum...
Bir zamanlar “Ahmet Dursun, Seba gitsin!” diyerek İnönü’de irade beyanında bulunanlar, sonradan Serdar Bilgili’yi küfür sloganlarıyla uğurlayanlar(!) şimdi o gürültülerle iktidara getirdikleri Demirören’i istifaya çağırıyorlar.
Halk adına, kendi adlarına!...
Ben durumu ibret ve hayretle izliyorum. Takıma üç kuruşluk destek vermeden desibel rekorlarını zorlayarak kopardıkları bu kıyamete saygı duyamıyorum.
Havaalanında “omlet operasyonu” düzenleyip Yeniçeri ağzıyla “Bize Rüştü’yü ver” diye bağıranların Beşiktaşlılıktan ne anladıklarını da hiç anlayabilmiş değilim, kusura bakmasınlar.
Frankeştayn’ı kim yarattı?
Bir de “Susun lan, oturun yerinize... İki kupayı unutmayın” grupları var ki, onların kimi, niçin kurtarmak istedikleri filan da kimsenin umurunda değil!
Bu olayları ibretle gözlerken, kendi kendime soruyorum : “Sahi, Frankeştayn’ı kim yaratmıştı ?”
Bazı masum arkadaş ve dostlar, İnönü’de eşinin yanında Demirören’e karşı atılan sloganların demokratik bir hak olduğunu söylüyorlar. Bu hakkın saygı görmesi gerektiğini ifade ediyorlar.
Peki, itirazım yok... Saygı duyalım...
Ama onlar da biraz saygılı olamazlar mı, mesela ?
O gruplar değil miydi kongrede bütçeyi eleştirmek isteyen masum delegeleri gürülüye getirerek, slogan atarak söz aldığına pişman eden? O gruplar değil miydi sandık çevrelerinde öbeklenip sert ve sıkı bloklar oluşturarak seçimi acıklı komedilere dönüştüren. Salonla statları birbirine karıştırıp maç kazandıracak sloganlarla divanı da genel kurulu da ambele eden?
Pirince taş karıştı!
Kimse kusura bakmasın...
Destekle yalakalıktan köstekle hakarete ve aşağılamaya uzanan bu kitlesel trend değişiklikleri bana bir şey anlatmıyor...
Selle gelenin suyla gideceğini de biliyorum, maalesef!
Demirören’e bakacak olursak...
İşbaşına geldiği günden beri kulübü iyi yönetemediğini, sık sık geceyarısı operasyonlarıyla menacer, teknik direktör değiştirdiğini... Düğünden kalkıp sabaha karşı pahalı sürpriz transferler yaptığını, aklına eseni, içinden geldiği gibi Beşiktaş gündemine oturttuğunu, Beşiktaş’ı borç batağına soktuğunu, anlamsız transfer hamleleriyle ikinci sınıf bir takım yarattığını, en yakın arkadaşlarıyla yol ayrımlarına geldiğini, büyük projelerle ortalığı ayağa kaldırıp sonra sessizce oturduğunu, Beşiktaş’ta hatayı istikarlı bir eyleme dönüştürdüğünü, Mustafa Denizli portresinin ardında hatalarını örterken iki Kupa ile kendini unutturacağına yeniden gövde gösterilerine giriştiğini hep birlikte biliyoruz, elhamdülillah!
Ama eşinin, saygıdeğer Revna hanımefendinin önünde uğradığı haksız protesto eyleminin, onu bir tür mazlum ve mağdur pozisyonuna çektiğini de görüyoruz. Beşiktaş’ın tribünlerde kontrol edilemeyen gücü, maalesef böyle bir hata yapmıştır. Demirören, en ezeli rakibi Aziz Yıldırım’dan bile destek alarak Türkiye’de sorumsuz tribün şövalyelerinin (!) varlığını ortaya koyan, saldırıya uğrayan bir mağdurdur artık... Arada başkanlık makamı gibi sivil toplum örgütlerine pek de yakışmayan bir kavramı kullandığı halde!
Bu arkadaşlar, pirince taş karıştırdılar... Güya pilav yapıyorlar...
Yiyen yesin, afiyet olsun!
...Ve kongre!...ve kongre! ...ve kongre!
Manitular ‘bekle’ dedi!
Beşiktaş’ta kongre hazırlıkları da bir alem... Tribünlerdeki keskin görüş sahiplerinin sesi gürültüye dönüşürken, akil adamlar, büyükler ve camianın Ulu Manitu’ları, sessiz bir bekleyiş içinde.
Her birinin kafasında kırk tilki dolaşıyor.
Hiçbiri öne çıkıp “Ben buradayım... Bu iş böyle gitmez, sorunlar böyle biter!” diyemiyor.
Ama kendilerine akıl danışan, çözüm arayan insanlara tek tavsiyeleri var: “Bekleyelim!”
Kimi ve neyi bekleyeceklerini nihayet açıklıyorlar :
Hikmet Çetin beyefendinin kararını bekleyelim.
Oysa Hikmet Çetin, Murat Aksu’nun en az 1 ay önceki ziyaretinde başkanlığa aday olmayacağını söylemiş. Ne var ki Çetin’i adaylığa zorluyor Ulu Manitu’lar...
İlle de Hikmet Bey...
Hikmet Bey de bunu hak ediyor doğrusu... Camiada saygı duyulan, sevilen, fikrine, eylemine, söylemine güvenilen bir portre.
Hem siyasetçi, hem de diplomat olarak Beşiktaş’a yakışan bir başkan olabilir.
Manitu’lar, Hikmet Bey’in beklenmesi gerektiğini söyleyip, kongreyi soğutmayı daha yararlı görüyorlar.
Tamam, duygulara ve öfkelere dayalı sıcak bir kongrenin yararı olmaz. Ama akla ve çözüme dayalı soğuk bir kongrenin yararı olabilir de...
Bugüne kadar adından en çok söz edilen Hikmet Çetin, niye ağzını açıp bir fikir beyan etmiyor ?
Yoksa bütün adayların (Demirören dahil) çekildiği bir dikensiz gül bahçesi midir beklediği ?
Bu hayalin gerçekleşmesi halinde Hikmet Bey’i bile şaşırtan bir gelişme olabilir...
Ulu Manitu’lardan biri başkanlığı düşünbebilir.
Murat Aksu’nun, Çetin’e “Gel başkanımız ol, değilse ben adayım” diyerek hazırlandığını herkes biliyor.
Bu arada kongre kaybeden Hasan Arat ve Fikret Orman’ın da başka hesapları var tabii... Onlar da Aksu ile birlikte Çetin’in başkanlığında görev alabileceklerini söylüyorlar yakın çevrelerine... Tahmin edilen amaçları, bir sonraki kongrede herkesi ekarte edip başkan adayı olmak.
Ulu Manitu’lara Hikmet Çetin için 13 Ekim’e kadar süre verildi. Ya ikna edecekler, ya da susacaklar.
Aksi halde, hazırda bekleyen aday 15 Ekim günü “Ben buradayım!” diyecek.
Demirören açısından kongrenin en çetin yanı yeniden seçilmek ya da seçilememek meselesi değil.
Kongreden iki gün önceki mali genel kurulda ibra edilmesi gerek. İbra edilmezse, 180 milyonluk hesaplar için yargı yolunda terlemek var.
Evet, son bir haftaya giriyoruz... Arada çıkan uydurma adaylara filan boşverin...
7 gün daha sabredin!