Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Dünya Salon Atletizm Şampiyonası, gurur duyacağımız başarılarla sona erdi. Ev sahibi olarak hem atletleri, hem de IAAF’i tatmin eden bir organizasyonu başımız ağrımadan, utanmadan, onların teşekkür ve kutlama mesajlarıyla gerçekleştirdik.
Arada start tabancasından çıkan sesin yankılanmasıyla yaşanan küçük sorunlar da vardı. Ama bunlar dünyanın her ülkesinde, her organizasyonda görülebilecek aksaklıklardı. Giderildi ve unutuldu.
Beni asıl mutlu eden, Ataköy Atletizm Salonu’nda gişelere yapıştırılmış duyurulardı: BİLETLER
TÜKENMİŞTİR
Böyle organizasyonlarda spor seyircisi, özellikle de atletizm seyircisi bulamayacağımızı sık sık dile getiren Hıncal (Uluç) Abi’nin kaygıları da böylece sonlanmış oluyordu. İzmir’deki Universiad 2005, seyirciyi fazlasıyla toplamıştı. 2010 Basketbol Dünya Şampiyonası ve 2011 WTA kadınlar tenis şampiyonasında biletler karaborsaya düşmüştü. Atletizmde de öyle. Son gün, karaborsada 25 liralık biletin 100 liraya alıcı bulduğunu duydum.
Şimdi koca şampiyonayı 1 gümüş, 1 bronz madalya ile kapamanın ne kadar başarı sayılacağı tartışılıyor.
İlham Tanui Özbilen’le Aslı Çakır Alptekin’in seyircimizin muhteşem desteği ile kazandıkları başarılar, her şeyden önce önümüzdeki yakın geleceğe (Londra 2012) umut taşıyor. Futbol ve basketbolun gölgesinde kalmış, popüler rüzgârlar tarafından savrulmuş, kötü örneklerle hırpalanmış atletizm sporu için bunlar başarıdır.
2020 Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapmaya aday olmuş, iradesini ve enerjisini bu büyük hedefe odaklamış bir ülke için bunlar önemli başarıdır.
Salon Dünya Şampiyonası’nda seyircimiz de muhteşemdi.
Milli Takım’ı izlerken, kulüp aidiyetinden kopamayan ve rakip takımın ulusal kadrodaki oyuncularına laf atıp sataşan futbol seyircisine karşılık Ataköy’deki atletizm seyircisi, evrensel bir tavırla rekor kovalayan atlete, madalya mücadelesi veren kadın erkek tüm sporculara hem saygı gösterdi hem de alkışlarıyla tempo tutup destek verdi. Ülkesine bakmadan, diplomasi, politika, komşuluk ilişkileri ve ırk ayrımı yapmadan. Sporun onuru adına onur duyulacak bir duruş sergiledi.
Bu şampiyonada medyadaki arkadaşlarımın da kutladığı bir bayram vardı sanki...
Futbolun ezip buruşturduğu gündemden azade, gönül verdikleri olimpizme ve atletizme koşa koşa gelmişlerdi. Doya doya yazdılar, çizdiler anlattılar. Fuat Ercan, Mert Aydın, Alp Ulagay, Onur Salman, Arif Kızılyalın, Ali Erdoğan... TRT’den Cüneyt Kıran, İlker Duralı bizim acar röportajcı Enver Hasanoğlu ... Eurosport’tan Caner Eler, yorumcu hoca Ertan Hatipoğlu, bayram yerinin en neşeli çocuklarıydı.
Kübalı Yamile Aldama, bu şampiyonanın saygı ve hayranlık uyandıran bir aşk kahramanıydı benim için...
Kendi ülkesi adına üç adım atlamada bir gümüş madalya kazanmış (1999), daha sonra İskoç sevgilisi ile 2001’de evlenip Büyük Britanya vatandaşlığına geçmek için başvurmuştu. Bürokratik işlemler sürerken kocası Andrew Dodds, eroin ticaretinden hapse atıldı. Aldama’nın işlemleri durdu. Sudan pasaportu ile olimpiyat oyunlarına katıldı. Başarılı olamadı. Dünya şampiyonalarında bir gümüş ve bir bronz kazandı. Sonunda B.Britanya vatandaşlığına kabul edilip İstanbul’a geldi.
...Ve özlediği altın madalyayı 39 yaşında İstanbul’da aldı. İki aşkı vardı yüreğinde... Kocası Dodds ve atletizm... İkisinden de vazgeçmedi. İkisinde de sabretti, dayandı, mutluluğu yakaladı.
Ashton Eaton’ın heptatlon 1000 metre yarışı da ders alınacak bir başka soyluluk örneği... Amerikalı atlet, son yarışa dünya rekoru için başladı. 55 puana ihtiyacı vardı. Altın madalyası cepte keklikti. Ama rekor için yüksek tempo ile koşması gerekiyordu. Rakipleri, bu genç şampiyona saygı gösterdiler. Onu yarış boyunca yalnız bırakıp epey geride, kendi aralarında yarıştılar.
Tapelerden dev dosyalar hazırlayan polisin de, müthiş iddianamelere imza atan savcılarımızın da kolay anlayabileceği bir durum değildi bu. Ama sporun ruhuydu! Eaton rekoru kırdı ve Londra 2012’ye çapkın bir duruşla göz kırptı!
İkinci gün yarışlarında 400 metrenin finali de ilginçti. Nery Antonio Brenes, Amerika’da üniversite öğrencisi olarak heveslendiği atletizmde antrenörlerinin inandığı yeteneğini altın madalya ile taçlandırdı. Böylece ülkesi Costa Rica’yı da atletizmin dünya atlasına dahil etti.
Gençlerbirliği’nin Costa Ricalı futbolcusu Azofeifa aynı saatlerde sıkıntılı bir Galatasaray maçı oynuyordu.
O sırada yurttaşının başarısından elbette haberi yoktu!

Haberin Devamı

Quaresma F.Bahçe’de basketbolcu olsaydı
Pazar günü Ülker Arena’da Fenerbahçe-Mersin Büyükşehir Belediye maçı oynanırken...
Ev sahibi takımın oyun kurucusu Engin Atsür, marke etmesi gereken rakibine bir top kaptırdı ve takım 7 sayı geriye düştü. Coach Neven Spahija, küplere bindi. Hiddetinden sırtındaki ceketi parçalayacak çılgın bir gösteriye girişti. Genç Engin’i karşısına alıp azarlamaya başladı.
Yetinmedi, işaret parmağını uzatıp bench’i terk etmesini istedi. Defolup gitmesini talep etti.
Engin Atsür, kendisini hedef gösteren, adaletsiz bir gaddarlıkla kovan hocasına karşı hiçbir şey yapmadı. Mahcup ve sakin bir tavırla yerinden kalkıp uzak bir sıraya oturdu.
Seyirci dayanamadı bu duruma... Engin’i destekledi.
Onlar için maçı kazanmak değil, Engin’i kazanmaktı önemli olan. Spahija’yı protesto ettiler. Engin’e sahip çıktılar.
Az sonra Hırvat Hoca (zorunlu olarak) Atsür’ün yanına gitti. Gönül alıcı birkaç söz söyledi. Sonra da onu oyuna davet etti.
Son iki saniyede Fenerbahçe 1 sayı gerideydi. Top Engin Atsür’e geldi. Turnikeye girip topu potaya attı ve... Fenerbahçe kazandı.
Spahija’nın öfkesini ve yanlışını bir kenara kaydedin.
Engin’in beyefendiliğini de.
Fenerbahçe seyircisinin sportmenliğini de...
...Ve lütfen şu sorunun yanıtını verin:
Ya Quaresma Fenerbahçe’de basketbol oynasaydı? Spahia, Engin’e yaptığı kaba ve hoyrat davranışı ona yapsaydı.
Neler olurdu?