Kadıköy'de son yılların sakin derbilerinden biri oynanırken...
Meğer kıyamet kopmuş protokol tribününde.
Oraları netameli yerlerdir, bilirim zaten. Eskiden "şeref tribünü" derdik. Zamanla oralarda tanık olduğumuz her türlü onursuzluk, "şeref tribünü" sözünü kirletti, yıprattı, eskitti... Uygun zevata rezervasyon yapılarak parayla bilet verilmesi gibi "dahiyane" (!) bir buluşla "protokol tribünü" icat edildi.
Bir tür VIP anlayacağınız... Çok önemli kişilerin kabul edildiği bir yere döndü o tribün. Kimisi iktidarıyla, kimisi kişiliğiyle, kimisi kimliğiyle, kimisi hizmeti, kimisi katkısı ve kimisi de parasıyla kuruldu o tribünlere.
Her biri kendi kültürünü de taşıyıp geldi oraya...
Hele sportif anlamda protokol tribünü, "kontrolünü kaybetmiş" çok önemli kişilerle dolup taşmaya başladı. Hep birlikte gördük işte, Genelkurmay eski başkanımız Yaşar Büyükanıt da sivil olarak tüm doğal haliyle oradaydı!
Bir dönem gö-revim gereği, hiç de istemeden protokol tribününde birinci sırada oturmak zorunda kaldım. İnanın çok sıkıldım. Kendi yuvama, basın tribününe kaçtım devre arasında. Sonra meslek büyüklerimden sert bir uyarı geldi : "Temsilde boşluk bırakılmaz... Geri dön!"
Geri döndüğümde gördüm ki yanımdaki koltukta "yolsuzluktan içeride yatmış" eski bir bakan oturuyor. Oturduğumuz yerin adı da "şeref tribünü " o zaman.
Her neyse!...
Tribünde kıyameti koparanlar Fenerbahçe Asbaşkanı sevgili dostum Mahmut Uslu ile Galatasaray Futbol Şubesi Sorumlusu Haldun Üstünel'miş.
Haberin ayrıntılarını okuyunca yer yer yüzüm kızardı...
İki yöneticinin öfkelenmesini, adrenalin salgısını küfürle karşılamaya kalkmasını bir yere kadar anlamaya çalışıyorum da işin tehdit boyutlarına kadar varması, gerçekten ürpertiyor beni.
Taraflardan biri ötekine "Ağzını topla yoksa evinden alırım seni!" diyor... Araya kulüp başkanı giriyor... Her iki tarafa sitem ediyor, sakin olmalarını, susmalarını öneriyor.
Kayıkçı kavgası
Evden alma jargonu tekrarlanınca da "Ne demek o! Asıl ben seni evinden alırım" diyor.
Olan bitene İstanbul Emniyet Müdürü'nün de tanık olduğu söyleniyor...
Bu kayıkçı kavgasında iki yönetici ağız dalaşını sürdürürken, elbette iyi örnek olmadıklarını biliyorlar. Ama bildikleri daha önemli bir şey, mahalle jargonudur... Sesini yükselt ve tehdit et!... Asla alttan alma. Yumruğunu sık, dişini göster, sakın kavgayı bırakma!
Tepelerde tanık olduğumuz siyaset kavgalarında da iktidar çatışmalarının aynı "mahalle" kültüründen kaynaklandığını biliyoruz artık.
Bilemediğimiz, hesaplamadığımız şey, o iki yöneticinin kendi masum taraftarları önünde nasıl kışkırtıcı roller oynadığıdır.
Örnek olarak Mahmut Uslu ile Haldun Üstünel'in kavgası yüzünden acaba Maslak'taki Oto Sanayi Sitesi'nde kaç tamirci çırağının yemek paydosunda birbirine girdiğini bilmiyoruz. Ya da İstanbul'da, Anadolu'daki herhangi bir lisede kaç öğrencinin birbirini hırpaladığını!
O yüzden ağız dalaşının protokol tribününde kalmayacağını, taraftarları tetikleyip iki yöneticinin de hiç arzulamadığı fiziksel çatışmalara neden olabileceğini düşünüyorum.
Açıkçası endişe ediyorum.
İki yöneticiyi de yargılamamaya özen göstererek masum bir çağrıda bulunmak istiyorum:
Haydi bu kıvılcımı ateşe ve yangına dönüşmeden ortadan kaldırın.
Birbirinize el uzatıp barışın.
Fenerbahçe ve Galatasaray televizyonlarında, medyada sizi el sıkışırken görsünler...
Borcunuz barıştır, ödendiğini bilsinler!
Güiza, Kezman olmamalı!
Daniel Güiza gerçek bir takım oyuncusu. İspanya'da La Liga'nın gol kralı olması, Türkiye'de ister istemez bir "gol makinesi" beklentisine yol açıyor.
Adamın attığı goller yetersiz... Kaçırdığı goller sayısız!
Medyada ve futbolseverler arasında kolay çağrışımlar dile getiriliyor : "Güiza da Fenerbahçe'nin yeni Kezman'ı!"
Hiç de öyle değil aslında. Kezman, biraz da sistemin kurbanıydı. Tek santrfor olarak beklenenleri veremeyeceğini söyledi sık sık. Veremedi de... Yanı sıra davranışları da kimi zaman öfkeli, kavgacı ve tepkiseldi. Kırılgan bir yapısı da vardı. Kendini çok iyi anlattığı da söylenemez. Fenerbahçe kariyeri mutsuz bitti.
Daniel Güiza öyle değil... O kendinden çok takımı için oynuyor. Gerekirse savaşıyor. Olağanüstü iyi niyetli, yardımlaşmayı seven, sorumluluğunu bilen bir hücum oyuncusu.
Son derbide beklenenin çok üzerinde ikili mücadeleye girdi. Rakiplerinin ayağından top çaldı.
Ne yazık ki derbi maçı konuşanlar,Güiza dendiğine hep kaçırdığı golü tartışıyorlar. Futbolu iyi bilenler bilir ki, o pozisyona girmektir önemli olan. Her futbolcu gol kaçırabilir.
Derbideki Güiza'yı ben daha farklı hatırlıyorum...
Semih'in derin pasında pozisyona giren oydu!.. Golü yüzde yüz atacaktı. Emre Aşık panik halinde topu çevirmek isterken, kendi kalesine attı.
O gol, Semih-Güiza ortak yapımı bana göre.
Zaman zaman onu ağır görsem de Kezman'a asla benzetemem.
Kimse de benzetmesin!
Huzursuz kentler: Bursa, Ankara
Bursa'da İl Güvenlik Kurulu, devlet ciddiyetiyle hiç bağdaşmayacak bir karar almış : Bursaspor-Beşiktaş maçında konuk takım taraftarları "güvenlik nedeniyle" maça alınmayacakmış.
Sevsinler!
Devletin görevi ne ? Güvenliği sağlamak.
Ne demek güvenlik gerekçesiyle vatandaşın maça gelmesini yasaklamak?
Böyle komiklik olur mu ?
Bizi eğlendirmek için başka kararlar alsınlar. Çok ayıp. Sporcular unuttu o anlamsız kavgayı. Medya unuttu. Ama kamu yönetimi unutmuyor, unutturmuyor. Bunun da adı güvenlik oluyor!
Başkente dönersek...
Orada da Ankaragücü Ankaraspor kavgası farklı biçimlerde sürüp gidiyor...
Melih Gökçek bir birleşme önerisi attı ortaya. Ama Ankaragücü yöneticileriyle bir tek kelime konuşmadan. Hep popülist söylemlerle. Biraz da kışkırtarak...
Melih Bey, doğal olarak bir iktidar mücadelesine dö- nüştürüyor bu projeyi... Ankara'nın sahibi (temsilcisi) olacak kulüp elbette Ankaraspor değil. O kulüp tarihsel kökleriyle, aidiyetiyle Ankaragücü.
Ama boynuz, kulağı yutmak istiyor.
Yedirmezler!